HUSEYIN SASMAZ
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 11 Eyl 2009
- Mesajlar
- 1,204
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 61
İSLÂM TOPLUMU
HADARETSEL VE FİKRİ ÇATIŞMA
--------------------------------------------------------------------------------
İslâm hadaretine, "hayat hakkındaki İslâmî mefhumların bütünü" dediğimizde bu, İslâm hadaretinin İslâmî bir akide, ondan türemiş sistemler, ondan çıkan ve onun üzerine bina edilen fikirler anlamına gelmektedir. Yani toplum, Allah’ın emir ve yasaklarına bağlı olduğu, Yüce Allah’ın dinine uygun yaşadığı ölçüde kendisinden İslâm hadareti tecelli edecek, İslâm düşüncesi de müslümanların zihninde netliğini koruduğu ölçüde müslümanlar onu en güzel bir şekilde tatbik edecekler; saflığı ve arındırılmış halini koruduğu müddetçe de onların hadaretleri sadece İslâm olacaktır. Bizim saflık ve arındırılmışlıktan kastımız, İslâm düşüncesine yabancı herhangi bir düşüncenin girmemesidir. Nitekim İslâm düşüncesi de Allah (cc)’tan -o hak olandır, onun dışındakiler batıldır- vahiydir. Bu ikisinin (hak ve batıl) bir araya gelmesi mümkün değildir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, İslâm varlığını diğerlerinden ayıran ve başka hiçbir hadaretlerle ilişkisinin olmadığını gösteren ayırıcı özelliğidir.
Peki, İslâm düşüncesi, tarihi serüven içerisinde ve çağımıza değin müslümanların zihninde ve hayatlarında arındırılmış/kendisine özgün biçimi ne kadar korumuştur?
Yüce ve münezzeh olan Allah’ın hikmeti İslâm ile vahyini, toplumların ve milletlerin zihinlerini karıştıran girift, kapalı hadaret ve medeniyetten tamamen uzak, ummîlerden oluşan bir topluma indirmesinde somutlanmış, kendini göstermiştir.
"Okuma yazma bilmeyen Araplar içinde kendilerinden bir peygamber gönderen O’dur. (Bu peygamber) onlara Allah’ın ayetlerini okuyor, onları (şirkten) temizliyor, onlara kitabı öğretiyor. Halbuki bundan önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler." *
Arap Yarımadası’ndaki cahiliye toplumu ile diğer toplumların arasındaki farkı gözettiğimizde, söz konusu Arapların ortamına vahyin inişinde bir hikmetin olduğu noktasında bizim dikkatimizi celbeden çok önemli farklılıkların olduğunu görüyoruz.
Arap Yarımadası’ndaki Arapları kuşatan atmosferi ve tabii olan hayatı düşündüğümüzde, onların hayatında en belirgin özelliğin sadelik olduğunu buluyoruz. Göz alabildiğince uzanan sahrada etrafı kuşatan şeyler gayet azdır. Belki de insan bunları, çöl kumu, dağlar, sular, develer, hurmalıklar, hayvanlar, çadır ve çamurdan yapılmış basit birkaç ev, gündüz güneş, gece de ay ve yıldızlar v.b. şeklinde sayabilir de. İşte Kur'an-ı Kerim’in darbı mesel verirken onların gözlerinin iliştiği objeleri göz önünde bulunduruşunun bir örneği:
"Deveye bakmazlar mı? O nasıl yaratılmış. O göğe baksalar ya! Nasıl yükseltilmiş? O dağlara baksalar! Nasıl dikilmiş? O yere baksalar ya! Nasıl döşenmiş?" *
Aynı şekilde inanç ve fikirlerine baktığımızda da bu basitliği görebiliyoruz. Bu, putlara tapma, aşiret ve kabilenin yüceltilmesi, mallar ve evlatlarla böbürlenmenin yanında; heybetli olmak, cesaret, saygınlık v.b. bazı huy ve karekteristik özelliklerde özetleniyordu. İnanç ve düşüncelerinin basitliğine bağlı olarak adet, gelenek ve ilişkileri de derinlik/enginlikten uzak mı uzak, basitlikte kendini gösteriyordu. Zihinleri de kompleksten uzak, dingin idi. Belki de bu, onların şiir, soy ve isimleri hıfzetmelerinde daha çok ayrıcalıkları olan güçlü bir hafızaya sahip olmalarının nedenini açıklıyor.
Oysa Roma, Fars, Hint ve Çin toplumları gibi farklı hadaretlerin yayıldığı çevre toplumlar, renkli
SLM TOPLUMU HADARETSEL VE FKR ATIMA
HADARETSEL VE FİKRİ ÇATIŞMA
--------------------------------------------------------------------------------
İslâm hadaretine, "hayat hakkındaki İslâmî mefhumların bütünü" dediğimizde bu, İslâm hadaretinin İslâmî bir akide, ondan türemiş sistemler, ondan çıkan ve onun üzerine bina edilen fikirler anlamına gelmektedir. Yani toplum, Allah’ın emir ve yasaklarına bağlı olduğu, Yüce Allah’ın dinine uygun yaşadığı ölçüde kendisinden İslâm hadareti tecelli edecek, İslâm düşüncesi de müslümanların zihninde netliğini koruduğu ölçüde müslümanlar onu en güzel bir şekilde tatbik edecekler; saflığı ve arındırılmış halini koruduğu müddetçe de onların hadaretleri sadece İslâm olacaktır. Bizim saflık ve arındırılmışlıktan kastımız, İslâm düşüncesine yabancı herhangi bir düşüncenin girmemesidir. Nitekim İslâm düşüncesi de Allah (cc)’tan -o hak olandır, onun dışındakiler batıldır- vahiydir. Bu ikisinin (hak ve batıl) bir araya gelmesi mümkün değildir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, İslâm varlığını diğerlerinden ayıran ve başka hiçbir hadaretlerle ilişkisinin olmadığını gösteren ayırıcı özelliğidir.
Peki, İslâm düşüncesi, tarihi serüven içerisinde ve çağımıza değin müslümanların zihninde ve hayatlarında arındırılmış/kendisine özgün biçimi ne kadar korumuştur?
Yüce ve münezzeh olan Allah’ın hikmeti İslâm ile vahyini, toplumların ve milletlerin zihinlerini karıştıran girift, kapalı hadaret ve medeniyetten tamamen uzak, ummîlerden oluşan bir topluma indirmesinde somutlanmış, kendini göstermiştir.
"Okuma yazma bilmeyen Araplar içinde kendilerinden bir peygamber gönderen O’dur. (Bu peygamber) onlara Allah’ın ayetlerini okuyor, onları (şirkten) temizliyor, onlara kitabı öğretiyor. Halbuki bundan önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler." *
Arap Yarımadası’ndaki cahiliye toplumu ile diğer toplumların arasındaki farkı gözettiğimizde, söz konusu Arapların ortamına vahyin inişinde bir hikmetin olduğu noktasında bizim dikkatimizi celbeden çok önemli farklılıkların olduğunu görüyoruz.
Arap Yarımadası’ndaki Arapları kuşatan atmosferi ve tabii olan hayatı düşündüğümüzde, onların hayatında en belirgin özelliğin sadelik olduğunu buluyoruz. Göz alabildiğince uzanan sahrada etrafı kuşatan şeyler gayet azdır. Belki de insan bunları, çöl kumu, dağlar, sular, develer, hurmalıklar, hayvanlar, çadır ve çamurdan yapılmış basit birkaç ev, gündüz güneş, gece de ay ve yıldızlar v.b. şeklinde sayabilir de. İşte Kur'an-ı Kerim’in darbı mesel verirken onların gözlerinin iliştiği objeleri göz önünde bulunduruşunun bir örneği:
"Deveye bakmazlar mı? O nasıl yaratılmış. O göğe baksalar ya! Nasıl yükseltilmiş? O dağlara baksalar! Nasıl dikilmiş? O yere baksalar ya! Nasıl döşenmiş?" *
Aynı şekilde inanç ve fikirlerine baktığımızda da bu basitliği görebiliyoruz. Bu, putlara tapma, aşiret ve kabilenin yüceltilmesi, mallar ve evlatlarla böbürlenmenin yanında; heybetli olmak, cesaret, saygınlık v.b. bazı huy ve karekteristik özelliklerde özetleniyordu. İnanç ve düşüncelerinin basitliğine bağlı olarak adet, gelenek ve ilişkileri de derinlik/enginlikten uzak mı uzak, basitlikte kendini gösteriyordu. Zihinleri de kompleksten uzak, dingin idi. Belki de bu, onların şiir, soy ve isimleri hıfzetmelerinde daha çok ayrıcalıkları olan güçlü bir hafızaya sahip olmalarının nedenini açıklıyor.
Oysa Roma, Fars, Hint ve Çin toplumları gibi farklı hadaretlerin yayıldığı çevre toplumlar, renkli
SLM TOPLUMU HADARETSEL VE FKR ATIMA