Yrd. Doç. Dr. Ali Duman
Hakemli Sanal Dergi
02.08.2010
Bu hafta John L. Esposito’nun İslam Tehdidi Efsanesi kitabını okudum. Bütün herkese de okumalarını tavsiye ederim. Goergetown Üniversitesi İslam Araştırmaları Merkezinde Uluslar Arası İlişkiler profesörü olan John L. Esposito İslam konusundaki araştırma kitaplarıyla bilinen bir oryantalist olmasına rağmen bu kitabında, özellikle 11 Eylül saldırılarından sonra başta Amerika ve Batı olmak üzere tüm dünyanın İslam’ı terörist bir din ve müntesiplerini de potansiyel teröristler olarak gösterme çabasını “İslam Tehdidi” olarak isimlendirmekte ve kavramın arkasında “Efsanesi” şeklinde eklediği ifadeyle de bu kavramın üretilmiş bir imaj olduğunu vurgulamaktadır. Özetlemek gerekirse, Amerika ve Hıristiyan Batı’nın İslam’ı ve Müslümanları tehdit olarak sunma gayretlerinin bir efsane, eskilerin deyimiyle “esatir” olduğunu iddia etmektedir. Bu iddiasıyla, İslam’ı tehdit olarak göstermeye çalışanların kendisine kızabileceğini de çekinmeden söylemektedir.
Altı bölümden oluşan kitap, çağdaş İslam düşüncesinin içinde bulunduğu durumu resmederek başlar. Ardından, İslam ile Batı arasındaki mücadeleye temas ederek, Batı’nın Müslümanlar karşısındaki zaferi ve Müslümanların buna karşı tepkilerini dile getirir. Sonra, çağdaş dünyada devlet anlayışı ve İslam ilişkisini tahlil eder. Bunun ardından İslâmî Hareketleri ve son olarak da, Samuel Huntington tarafından formüle edilen “Medeniyetler Çatışması” tezini ele alır.
Amacım kitabı tanıtmak olmadığı için kısaca özetlemeye çalıştım. Gerçek şu ki İslam dünyası son iki yüz yıldır bir ezilmişlik psikolojisinde. Hıristiyan Batı’nın nasıl olup da İslam’ın ve Müslümanların önüne geçtiğini anlayamıyor ya da tersinden söyleyecek olursak Müslümanların nasıl olup da geri kaldığını çözemiyor.
Bu konuyu çözebilmek için İslam dünyasının dört öneri geliştirdiğini belirtiyor Esposito: “Ret, geri çekilme, laiklik ve Batılılaşma ve İslâmî Modernizm”.
İlk ikisi ret ve geri çekilme, yani Batı’yı ve onun ürünü olan her şeyi reddetmek, karşı çıkmak. Buna karşın, 15. Yüzyıl öncesi İslam’ın ilk geldiği günkü değerlere sarılmak, yani radikal İslam.
Üçüncüsü laiklik ve Batılılaşma, Müslüman toplumlarında, özellikle Batı’da yetişmiş bilginler kanalıyla, İslam’ı bireyin benliğinde yaşadığı bir olguya dönüştüren, dini, devletin karşısında edilgen konuma sokan anlayış.
Sonuncusu İslam modernizmi ise, çağdaş Batılı değerleri de dikkate alarak İslam’ı çağın idrakine söyletme gayreti güden alimlerin başını çektiği, İslam’ı çağın gereklerine göre yeniden yorumlama faaliyeti.
Hakikaten Esposito’nun bu tespitlerinde doğruluk payı var.
Bugün İslam dünyası, teknolojinin ham maddesi olacak bütün maddeler elinin altında olmasına rağmen, üretimde neredeyse dünyanın sonuncusu. Petrol Müslümanların topraklarında çıkıyor ama arabayı üreten Hıristiyan Batı. Daha da önemlisi petrolden benzini çıkaran da öyle. Dünyanın en önemli bor madenleri Türkiye’de ama, boru kullanarak uzaya giden Hıristiyan Batı. Doğalgaz orta Asya’daki Müslüman ülkelerde çıkıyor ama, onun nasıl kullanılacağını bilen, doğalgazla çalışan aletleri yapan Hıristiyan Batı.
“Nasıl bu hale düştük?” sorusu neredeyse iki yüz yıldır çözemediğimiz bir sorun olarak ortada durmasına rağmen, hala Müslümanlar olarak bizler, kimin namaz kılıp kılmadığıyla, namazda ellerimiz, nasıl bağlayacağımızla, kurban olarak tavuk kesilip kesilmeyeceğiyle uğraşıp durmaktayız. Meşhur hikayedir, Fatih İstanbul’u kuşattığında papazların meleklerin cinsiyetini tartışması; bizim halimizde bundan pek farklı değil.
Kanaatimce Müslümanların karar vermesi gereken bazı önemli noktalar. Bunların başında dinimizin emirlerini doğru okumak geliyor. Dinimizin emirleri dediğimde sadece ibadetleri kastetmiyorum. Asıl kastım, İslam’ın motive edici gücü. Çalışmaya ve üretmeye yönelik emirleri.
“Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur” (Necm, 53 -39) ayeti ve “Sizin için geceyi örtü, uykuyu istirahat kılan, gündüzü de dağılıp çalışma (zamanı) yapan, O’dur” (Furkan, 25 – 47) ayeti insan için çalışmanın üretmenin önemini gösteren ayetlerdir.
Allah yeryüzünde en değerli nimetleri Müslümanlara vermiş. Ancak Müslümanlar, tembellik sebebiyle bu nimetlerin ancak çok azından yararlanabiliyorlar. Çoğu İslam ülkesi sefalet içindeyken, az da bir kısmı sefahat içerisinde gün geçiriyorlar. İslam’ın emri olan dayanışma, birlik ruhu rafa kaldırılmış.
İslam’ın emri olan adalet İslam ülkelerine uğramış gözükmüyor. Yönetimde adalet, hukukta adalet, yaşam felsefesinde adalet sanki İslam ülkeleri için yok gibi.
Yönetimde esas ilke olan danışma terk edilmiş. İslam ülkelerinin çoğu diktatörlük biçiminde yönetiliyor. Halk dininden, dininin kitabından bi-haber. İslam namaza indirgenmiş. İnsanlar namaz kılıyorlarsa Müslüman, kılmıyorlarsa fasık. Peki ya ahlakı ahlak yapan temel İslamî ilkeler nerede. Ahlaksızlık ahlak olmuş durumda.
Sevgi, muhabbet, kardeşlik, hoşgörü bunlar hepten unutulmuş.
İnsanlar, Allah’ın kendilerinden insan olmalarını istediğini unutmuşlar. Şeytanlık adeta Müslüman tutumu olmuş durumda.
Aslında neden geri kaldık sorusunun cevabı çok açık ortada, işin ehline verilmediği, rüşvet ve torpilin hakim olduğu toplumlarda adalet olmaz. Adaletin olmadığı yerde ise düzensizlik düzen olur. Herkes kendi menfaatini sağlamaya çalışır. Herkes kendi menfaati uğruna uğraşır. Ne bilim, ne felsefe, ne üterim, ne teknoloji, ne dayanışma adaletsiz ayakta duramaz.
Hakemli Sanal Dergi
02.08.2010
Bu hafta John L. Esposito’nun İslam Tehdidi Efsanesi kitabını okudum. Bütün herkese de okumalarını tavsiye ederim. Goergetown Üniversitesi İslam Araştırmaları Merkezinde Uluslar Arası İlişkiler profesörü olan John L. Esposito İslam konusundaki araştırma kitaplarıyla bilinen bir oryantalist olmasına rağmen bu kitabında, özellikle 11 Eylül saldırılarından sonra başta Amerika ve Batı olmak üzere tüm dünyanın İslam’ı terörist bir din ve müntesiplerini de potansiyel teröristler olarak gösterme çabasını “İslam Tehdidi” olarak isimlendirmekte ve kavramın arkasında “Efsanesi” şeklinde eklediği ifadeyle de bu kavramın üretilmiş bir imaj olduğunu vurgulamaktadır. Özetlemek gerekirse, Amerika ve Hıristiyan Batı’nın İslam’ı ve Müslümanları tehdit olarak sunma gayretlerinin bir efsane, eskilerin deyimiyle “esatir” olduğunu iddia etmektedir. Bu iddiasıyla, İslam’ı tehdit olarak göstermeye çalışanların kendisine kızabileceğini de çekinmeden söylemektedir.
Altı bölümden oluşan kitap, çağdaş İslam düşüncesinin içinde bulunduğu durumu resmederek başlar. Ardından, İslam ile Batı arasındaki mücadeleye temas ederek, Batı’nın Müslümanlar karşısındaki zaferi ve Müslümanların buna karşı tepkilerini dile getirir. Sonra, çağdaş dünyada devlet anlayışı ve İslam ilişkisini tahlil eder. Bunun ardından İslâmî Hareketleri ve son olarak da, Samuel Huntington tarafından formüle edilen “Medeniyetler Çatışması” tezini ele alır.
Amacım kitabı tanıtmak olmadığı için kısaca özetlemeye çalıştım. Gerçek şu ki İslam dünyası son iki yüz yıldır bir ezilmişlik psikolojisinde. Hıristiyan Batı’nın nasıl olup da İslam’ın ve Müslümanların önüne geçtiğini anlayamıyor ya da tersinden söyleyecek olursak Müslümanların nasıl olup da geri kaldığını çözemiyor.
Bu konuyu çözebilmek için İslam dünyasının dört öneri geliştirdiğini belirtiyor Esposito: “Ret, geri çekilme, laiklik ve Batılılaşma ve İslâmî Modernizm”.
İlk ikisi ret ve geri çekilme, yani Batı’yı ve onun ürünü olan her şeyi reddetmek, karşı çıkmak. Buna karşın, 15. Yüzyıl öncesi İslam’ın ilk geldiği günkü değerlere sarılmak, yani radikal İslam.
Üçüncüsü laiklik ve Batılılaşma, Müslüman toplumlarında, özellikle Batı’da yetişmiş bilginler kanalıyla, İslam’ı bireyin benliğinde yaşadığı bir olguya dönüştüren, dini, devletin karşısında edilgen konuma sokan anlayış.
Sonuncusu İslam modernizmi ise, çağdaş Batılı değerleri de dikkate alarak İslam’ı çağın idrakine söyletme gayreti güden alimlerin başını çektiği, İslam’ı çağın gereklerine göre yeniden yorumlama faaliyeti.
Hakikaten Esposito’nun bu tespitlerinde doğruluk payı var.
Bugün İslam dünyası, teknolojinin ham maddesi olacak bütün maddeler elinin altında olmasına rağmen, üretimde neredeyse dünyanın sonuncusu. Petrol Müslümanların topraklarında çıkıyor ama arabayı üreten Hıristiyan Batı. Daha da önemlisi petrolden benzini çıkaran da öyle. Dünyanın en önemli bor madenleri Türkiye’de ama, boru kullanarak uzaya giden Hıristiyan Batı. Doğalgaz orta Asya’daki Müslüman ülkelerde çıkıyor ama, onun nasıl kullanılacağını bilen, doğalgazla çalışan aletleri yapan Hıristiyan Batı.
“Nasıl bu hale düştük?” sorusu neredeyse iki yüz yıldır çözemediğimiz bir sorun olarak ortada durmasına rağmen, hala Müslümanlar olarak bizler, kimin namaz kılıp kılmadığıyla, namazda ellerimiz, nasıl bağlayacağımızla, kurban olarak tavuk kesilip kesilmeyeceğiyle uğraşıp durmaktayız. Meşhur hikayedir, Fatih İstanbul’u kuşattığında papazların meleklerin cinsiyetini tartışması; bizim halimizde bundan pek farklı değil.
Kanaatimce Müslümanların karar vermesi gereken bazı önemli noktalar. Bunların başında dinimizin emirlerini doğru okumak geliyor. Dinimizin emirleri dediğimde sadece ibadetleri kastetmiyorum. Asıl kastım, İslam’ın motive edici gücü. Çalışmaya ve üretmeye yönelik emirleri.
“Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur” (Necm, 53 -39) ayeti ve “Sizin için geceyi örtü, uykuyu istirahat kılan, gündüzü de dağılıp çalışma (zamanı) yapan, O’dur” (Furkan, 25 – 47) ayeti insan için çalışmanın üretmenin önemini gösteren ayetlerdir.
Allah yeryüzünde en değerli nimetleri Müslümanlara vermiş. Ancak Müslümanlar, tembellik sebebiyle bu nimetlerin ancak çok azından yararlanabiliyorlar. Çoğu İslam ülkesi sefalet içindeyken, az da bir kısmı sefahat içerisinde gün geçiriyorlar. İslam’ın emri olan dayanışma, birlik ruhu rafa kaldırılmış.
İslam’ın emri olan adalet İslam ülkelerine uğramış gözükmüyor. Yönetimde adalet, hukukta adalet, yaşam felsefesinde adalet sanki İslam ülkeleri için yok gibi.
Yönetimde esas ilke olan danışma terk edilmiş. İslam ülkelerinin çoğu diktatörlük biçiminde yönetiliyor. Halk dininden, dininin kitabından bi-haber. İslam namaza indirgenmiş. İnsanlar namaz kılıyorlarsa Müslüman, kılmıyorlarsa fasık. Peki ya ahlakı ahlak yapan temel İslamî ilkeler nerede. Ahlaksızlık ahlak olmuş durumda.
Sevgi, muhabbet, kardeşlik, hoşgörü bunlar hepten unutulmuş.
İnsanlar, Allah’ın kendilerinden insan olmalarını istediğini unutmuşlar. Şeytanlık adeta Müslüman tutumu olmuş durumda.
Aslında neden geri kaldık sorusunun cevabı çok açık ortada, işin ehline verilmediği, rüşvet ve torpilin hakim olduğu toplumlarda adalet olmaz. Adaletin olmadığı yerde ise düzensizlik düzen olur. Herkes kendi menfaatini sağlamaya çalışır. Herkes kendi menfaati uğruna uğraşır. Ne bilim, ne felsefe, ne üterim, ne teknoloji, ne dayanışma adaletsiz ayakta duramaz.