Resul Aydın
Kayıtlı Kullanıcı




Araplar, kalkınma kelimesini sözlük anlamıyla kullandılar.
Örneğin; İntehadal kavm dendiğinde Ka’mu, İlel Kital yani topluluk savaşa kalktı anlamını ifade etmek üzere, bunu söylemişlerdir. Bu kelimenin bugün kendisine yüklenen anlamıyla, kullanılması yenidir. Yani Araplar bu kelimeyi bugün tabir ettiğimiz Istılahi anlamıyla kullanmamışlardır. Bu anlam, onlar nezdinde bilinen bir anlam değildir.
Biz bu kavramı ıstılahi anlamıyla ele alacağız. O halde bugün kendisine yüklenen anlamıyla;
Kalkınma nedir? Nasıl gerçekleşir? Şu toplum niçin kalkınmış, diğeri neden çökmüştür? Sorun; din, teknoloji ve medeniyet mi yoksa düşünce ve kültür merkezlimidir? İşte kalkınmanın bu temel sorunlarına; ilk önce tarihten örnekler vererek konumuza başlayalım.
Eski tarihte dünya, Mısır, Sumeri, Eşveri, Babil, Fars, Yunan vb. birçok devletlerin doğuşu ve yok oluşlarına şahit olmuştur. Bu döneme damgasını vuran büyük kalkınma, ise, İtalya ‘Roma’ şehrinden kalkıp Avrupa’yı daha sonra bütünüyle orta denizi kapsayıcı mahiyette Havza’ya yayılan Roma imparatorluğunun doğuşudur.
M. 5’inci asrın, yani ortaçağın başlaması ile Roma imparatorluğunun yıkılıp, kalıntıları üzerine geri kalmışlığı ve çökmüşlüğü ile ortaçağ uygarlığı Avrupa’da kurulur. Ve “Karanlık Çağ” diye isimlendirilen, bu dönemde gerileme ve çöküş, Avrupalı üzerinde asırlar boyu süregelen bir karanlık kabus devresi olmuştur.
Avrupa o dönemlerde bunları yaşarken doğu ise büyük bir kalkınmaya sahne oluyordu. Ki şüphesiz bu dönemde İslam yayılmış ve sınırlarını genişletmiştir. İslam devleti, asırlar boyu İslam toplumuna ışık tutmuş ve bu süreç içerisinde yeryüzünün en büyük devleti olmuştur.
Yeni çağda yani, 15’inci asır ile gündeme giren kalkınma çabaları çağdaş batı tarihinin başlaması ile meyvelerini verdiği bu dönem, İslam devletinin çözülüşü ve Müslümanların yoğun çöküş dönemini yaşadığı, bu dönem, bilinen günümüz batı uygarlığının doğuş tarihi olan M. 18’inci asrın sonlarına tekabül etmektedir. Nitekim bu dönemler içinde İslam devleti hızlı bir çöküş yaşamıştır.
Yine 20’inci asırda da dünya, (M.1917’de) hayat bulan komünist ideolojisi ile yeni bir kalkınma hareketi başlamıştır. Ancak komünizm 20’inci asırda uluslar arası devletler planında büyük rol oynamasına rağmen, 70 senelik kısacık ömrü ile belki de ideolojilerin en kısa ömürlüsü olmuştur.
Tarihte görüldüğü üzere her asırda ve her toplumda bir kalkınmışlık ve iniş/çöküş dönemleri yaşanmıştır.
Belli bir kalkınmışlık döneminden sonra inişe geçen bir toplumun yeniden kalkınmışlığını gerçekleştirmesi ve öncesinden daha da yüksek düzeyde bir ilerlemeyi yakalaması için, içinde bulunduğu çökmüşlük konumunu aşması gerekmektedir. Toplumlar bunu nasıl gerçekleştirecekler? Şimdi de bunları inceleyelim.
FİKRİ SERVET
Fikirler, kalkınma/gelişme halinde olan herhangi bir ümmet için hayatında kazandığı en büyük servettir. Aydın fikirde, köklü bir ümmet için ise neslin selefinden (kendisinden önceki nesillerden) teslim aldığı en büyük bir hediyesidir.
Maddi servet, ilmi keşif, sanayisel icatlar ve benzerlerinin yeri, fikirlerden çok daha aşağı seviyededir. Hatta bunlara ulaşmak fikirlere dayandığı gibi bunların korunmaları da fikirlere dayanır.
Fikri servetlerini muhafaza etmekte devam eden bir ümmetin maddi servetleri tahrip edilse dahi, onu hemen yenilemesi mümkündür. Halbuki fikri serveti çökmüş olup da maddi serveti kalırsa, bu servetlerin azalması ve fakirleşmesi çabuk olur.
Keza ümmet, düşünce metodunu kaybetmeden, keşfettiği ilmi haki katları kaybetse, onların çoğunu bulması mümkündür. Halbuki kendisinin verimli düşünce metodunu kaybederse, hemen geriler ve elindeki icat ve keşifleri kaybeder. Bundan dolayı her şeyden evvel fikirlere hırs göstermek gerekli olur. Bu fikirler esası üzerinde ve verimli düşünce metoduna göre maddi servet kazanılır, ilmi keşifler ve sanayisel icatlara v.b. doğru gidilir.
Fikirlerden maksat; ümmetin fertlerinin genelde vakıaları hissettiklerinde, ellerindeki bilgileri bu vakıalar hakkında hüküm vermek için kullanmalarıyla ümmetin hayat vakıalarında düşünme ameliyesinin bulunmasıdır. Yani onlar, ellerindeki fikirleri hayatta en güzel şekilde kullanırlar. Başarılı kullanmanın tekerrürü ile onlarda verimli düşünme metodu meydana gelir.
İslam ümmeti; bugün, fikirlerden yoksun sayılmaktadır. Dolayısıyla onun verimli düşünme metodunu da kaybetmiş olması doğaldır. Zira yeni nesil, selefinden herhangi bir İslami fikirler teslim almadığı gibi gayri İslami fikirlerde teslim almadı. Ve tabii olarak da verimli bir düşünme metodu da teslim almadı.Bu nesil kendiside, ne fikirler ve ne de verimli bir düşünme metodu kazanmamıştır.
Bunun için memleketlerinde maddi bir servet bulunmasına rağmen fakirlik halinde görülmesi, sanayisel icapların ve ilmi keşiflerin kendisine okutulduğu, bunların kendisinin de duyup müşahede ettiği halde sanayisel icatlardan ve ilmi keşiflerden yoksun bir halde görünmesi normal olur.
Çünkü o verimli bir düşünme metoduna sahip olmadıkça onlara verimli bir şekilde atılabilmesi mümkün değildir. Yani hayat sahasında güzel bir şekilde kullanacağı fikirlere malik olmadıkça bunu yapamaz.
İslam Ümmetinin bugünkü nesli kendisinde icat edilmesi istenilen fikre zıt olan fikirlere de bağlanmamıştır ki, ona verilecek bu fikri idrak etsin ve iki fikir arasında çarpışmada olup, bu çarpışmadan doğru olan fikri bulsun.
O herhangi bir fikir ve düşünce metodundan yoksundur. Zira o, İslâm’ı fikirlere hayali bir felsefe olarak varis olmuştur. Tıpkı bugün Yunanlıların Aristo, Eflatun felsefelerine varis oldukları gibi.
O, İslamiyet’i bir takım merasim ve şekiller olarak miras aldılar, Hırıstiyanlık dininin miras alınışı gibi.
Aynı zamanda o, kapitalizmin fikirlerine aşık oldu. Bu aşık oluş, bu fikirlerin vakıasını idrak edişinden değil de sırf onların zahiri başarılarını görmesinden dolayı ve kapitalizmin hükümlerinin kendi üzerine tatbikine boyun büküşünden dolayıdır, bu çözümlerin kapitalizmin hayata bakış açısından kaynaklandığını idrak edişinden dolayı değil.
Bunun için o, hayatın iniş ve yokuşlarına (mücadelesine) kapitalist fikirlerin programı üzerinde gitmesine rağmen düşünce olarak kapitalist fikirlerden boş bir duruma düştü. İslam dinini kabul etmesi ve onun fikirlerini okumasına rağmen de ameli olarak İslami fikirlerden de boş bir duruma düştü.