HUSEYIN SASMAZ
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 11 Eyl 2009
- Mesajlar
- 1,204
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 61
İSLÀM DÜNYASINA SİYASİ SALDIRI
Endülüs'e saldırının hakiki sebebi, haçlı savaşlarının cereyanı ile batılıların nefislerinde kökleşen intikam duygularıdır. Batılılar; haçlı savaşlarında başarısız olmalarından, İslâm dünyasından en kötü şekilde kovulmalarından sonra onların nefislerinde bu hezimetten dolayı yanan bir intikam ateşi alevlendi. Ve kalpleri müslümanlara karşı kin, buğz ve nefretle doldu. Doğuya böyle seferleri bir daha başlatamadı. Bunların güçleri ne kadar kuvvetli olursa olsun, müslümanların gücü ona karşı koyabiliyor ve girişimlerini yok edebiliyordu. Batılılar bu durumda kinlerini Endülüs'de kusabilirlerdi. Çünkü orada müslümanlardan intikam almak kendilerine kolay idi. Onun için hücum hamlesini oraya yönelttiler. Vahşî hayvanların yapmadıkları şeyi yaptılar. Engizisyon mahkemelerinde ve idam sehpalarında insanları yok ettiler, insanları ateşe verdiler. Bu vahşhi iş, Batı için bir yüz karasıdır. Müslümanların Endülüs'e yardıma koşmadıklarını görünce intikamlarında daha fazla ileriye gitiler. Halbuki müslümanlar o zamanlarda kuvvetli idiler, o beldelere yardım etme imkânları vardı ve harbî konumları buna musait idi. Fakat tembellik gösterip, o beldeleri o kâfirlerin ağızlarında kolayca çiğnenecek birer lokmalar olarak bıraktılar.
Bu nedenle Batılılar intikam için başka bir adım atmaya tamah ettiler. Müslümanların gücü -ve özellikle Osmanlı Devleti- olmasaydı İslâm beldelerine Batılıların saldırıları ardı ardına gelirdi. Fakat müslümanların kuvvetleri ve Osmanlıların Avrupaya saldırmaları ve orayı fethetmeleri Batılıları korkuttuğu gibi müslümanlara saldırmalarını engelleyerek erteledi. Çünkü batılılar, tekrar yeni bir haçlı savaşında yenilgiye uğramak istemediler. Bunun için 18. yüzyılın yarılarına kadar İslâm beldelerine batılı saldırıları durdu. O zaman İslâm dünyasında durgunluk ve hareketsizlik hakim olmaya başladı. Devlet yoluyla İslâm Daveti yüklenilmekten vazgeçildi. Böylece nefislerde İslâm harareti düştü. Bunun neticesi müslümanların heybeti düşmanlarının nefislerinden zail oldu. İşte o zaman kültürel ve misyonerlik saldırılar, İslâm dünyasında faaliyete geçti. Bununla beraber, İslâm beldelerini parçalamak ve birer parça şekliyle yutmak ve onu yok etmek için siyasî saldırılar başladı. İşte bu, batı için bilfiil gerçekleşti ve Batılılar müthiş şekilde başarı gösterdiler.
1762-1796 yıllarında Katerina döneminde Rusya, Osmanlılarla savaşıp onlara galip geldi ve bazı topraklarını da elde etti. Onlardan Azof şehri ve Kırım yarımadasını aldı. Karadeniz'in kuzey kıyılarına tamamen hakim oldu. Kırım yarımadasında kendileri bir üs olarak Sivastopol şehrini tesis ettiler. Bir de Karadeniz'de Odiysa'yı ticarî bir liman olarak kurdular. Böylece Rusya Osmanlı Devleti'nin dış siyasetinde önemli bir yer almaya başladı. Romanya emirliklerinde söz sahibi oldu. Osmanlı Devleti'nde yaşayan Hristiyanları korumayı kendisine bir görev bildi. Daha sonra 1884 yıllarında Türkistan'ı ele geçirdiler, ondan sonra da bütün Kafkasya'yı işgal ettiler.
Bu durum sadece Rusya ile kalmadı. Diğer batı devletlerini de kapsadı. 1798 yılında Temmuz ayının başlangıcında Napolyon, Mısır'a saldırıp orayı işgal etti. 1799 senesinin Şubat ayında Şam memleketlerinin güney kısmına saldırıya geçip Gazze, Ramle ve Yafa'yı işgal etti. Akka kalelerinin üzerinde durdu. Fakat orada hücumları başarılı olmadı. Mısır'a döndü, sonra Fransa'ya gitti. 1801'de Napolyon'un hamlesi yenilip dağıtıldı. Napolyon'un bu hamlesi muvaffakiyet göstermediyse de Osmanlı Devleti'nin varlığını olumsuz şekilde etkileyip büyük bir sarsıntı meydana getirdi. Diğer batı devletlerin İslâm dünyasına saldırıları arka arkaya gelmeye başladı. İslâm topraklarını parça parça almaya başladılar.
Nitekim Fransızlar 1830'da Cezayir'i işgal ettiler. Tunus'u işgal etmek için yöneldiler ve 1881'de işgali gerçekleştirdiler. Ondan sonra 1912'de Fas'ı işgal ettiler.
İtalyanlar da 1911'de Trablusgarb'ı işgal ettiler. Böylece Batılılar, Kuzey Afrika'yı işgal edip İslâm hakimiyeti altından çıkartarak küfür hakimiyetine boyun eğdirdiler ve kendi sömürmelerini başlattılar.
Batılılar bununla yetinmediler, istilalarına devam ettiler. Nitekim 1839'da İngilizler Aden'i işgal ettiler. İdarelerini Lahce ve Güney Yemen sınırlarından başlayarak Arap Yarımadasının doğusuna kadar dokuz Emirliklere uzattılar. Ve himayeleri altına aldılar. İngilizler, çok uzun müddetten önce Hindistan'a hakim olup orayı müslümanların sultasından alarak sömürmeye başlamışlardı. Güçlerini özel şekilde orada yerleştirdiler. Halbuki müslümanlar Hindistan'da söz sahibi idiler. İngilizler gelip orayı ellerinden söküp sömürdüler. Oradaki müslümanların durumu ve gücünü genel olarak zaafa uğratmaya başladılar. 1882'de İngilizler Mısır'a hakim oldular. 1896'de de Sudan'a hakim oldular.
Öte taraftan Hollanda Doğu Hindistan adalarını işgal ediyordu. Afganistan, İngilizlerin ve Rusların baskısı altında muhasara edildi. İran da bunların baskısı altında muhasara edildi.
Böylece Batılılar İslâm alemi üzerinde istila hareketlerini gittikçe artırdılar. Hatta İslâm aleminin tümünün Batının yayılan ateşi ve boyunduruğu altına nihai olarak düşeceği hissedildi. Haçlı seferleri tekrar başlayıp zafer ardından zaferi elde ederek yayıldığı hissedildi. İslâm dünyası Batının yayılışını durdurmak veya onun kabusunun ağırlığını hafifletmek için bazı girişimlerde bulundu. Bir çok yerde Batılılara karşı koyma hareketi meydana geldi. Cezayir'de devrim alevlendi. Çin'de müslümanlar ayağa kalktılar. Sudan'da Mehdi hareketi ortaya çıktı. Libya'da Sanusi devrimi alevlendi. Bunların hepsi İslâm dünyası durgun ve zayıf olmasına rağmen içinde mevcut olan potansiyel canlı gücüne bir delildir. Fakat bütün bu girişimler tamamen suya düştü ve İslâm dünyasını kurtaramadı.
Batılılar saldırılarında bu kadarla yetinmediler. Siyasî ve kültür saldırılarını da devam ettirdiler. İslâm dünyasının parçalarını yutmakla da yetinmediler. Müslümanları temsil eden İslâm Devleti vasfını taşıyan Osmanlı Devleti'ni yok etmek için çalışmaya başladılar. İçinde bir sürü milliyetçi hareketler ortaya çıkarttılar Zira yabancı devletler, 1804 senesinden beri devrime ve başkaldırmaya kalkan Balkan halklarını teşvik etmeye başladılar. Onlara destek ve silah vermeye başladı. Bunların devrim hareketleri 1878'de bağımsız olarak ayrılmaları ile sonuçlandı.
Bu yabancı devletler Yunanlıları 1821'den beri devrime teşvik ettiler. Devrimleri yabancıların müdahalesi ile 1830'da Osmanlı Devleti'nden bağımsız olarak ayrılması ile sonuçlandı. Sair Balkan memleketleri de arka arkaya başkaldırıp İslâm Devleti vasfı taşıyan Osmanlı Devleti'nin gölgesi Balkanlardan, Girid ve Kıbrıs adalarından ve birçok Akdeniz adalarından yok oluncaya kadar başkaldırılarını devam ettirdiler. Batılılar, Balkanlarda ve Akdeniz adalarında bulunan müslümanlara karşı çeşitli vahşî usluplar kullandılar. Bir çok müslümanı diyarlarından zorla çıkattılar. Bu nedenle bir çok müslüman kâfirlerin vahşî usluplarından dinleriyle kaçmaya zorlandılar. Arap memleketlerine sığındılar. Çünkü o memleketler, İslâm memleketleri vasfı taşıyıp İslâm Devleti'nden birer parça idiler. Çerkez, Boşnak, Çeçen ve bunlara benzer müslümanlar, küfür hakimiyetine boyun eğmeyi kabul etmiyen ve dinleriyle İslâm diyarına ve İslâm yönetimine kaçan müslüman kahramanların çocuklarıdır.
Mesele bu kadarla bitmedi. Batılılar gizli vesileleri ile İslâm Devleti'nde Türkler ve Araplar arasında müslümanlar nezdinde bölücü ve ayrılıkçı hareketleri teşvik ettiler. Jön Türkler Partisi, İttihat ve Terakki Partisi, Arap İstiklal Partisi, Ahit Partisi ve buna benzer Türk ve Arap siyasî partilerin kuruluşlarına yardım ettiler. Bu sebeble içerde devletin varlığında ızdırap ve sarsıntılar meydana geldi. Böylece devletin varlığı bu iç olaylarla beraber dış saldırılar altında sallanmaya başladı.
Birinci Cihan Savaşı başlar başlamaz, küfrü temsil eden Batılılar; diğer İslâm beldelerine hakim olup, İslâm Devleti'ni yok ederek onu ortadan tamamen kaldırmak için İslâm dünyasına saldırıyı başlatmak maksadıyla fırsatı uygun gördü. Osmanlı Devleti kendi hezimetiyle müttefiklerin zaferiyle sonuçlanan Birinci Cihan Savaşına girdi. Batılılar, İslâm dünyasına ait bütün beldeleri aralarında birer ganimetler olarak paylaştılar. "Türkiye" adını alan Türk beldeleri dışında başka bir belde onların elleri dışında kalmadı. Fakat orası da cihan savaşından sonra 1918 senesinden 1921'e kadar onların tahakkümü altında kaldı. "Türkiye" 1921'de küfür devletlerine İslâm Devleti'ni yok etmek için teminat verdikten sonra istiklalini alabildi.
Endülüs'e saldırının hakiki sebebi, haçlı savaşlarının cereyanı ile batılıların nefislerinde kökleşen intikam duygularıdır. Batılılar; haçlı savaşlarında başarısız olmalarından, İslâm dünyasından en kötü şekilde kovulmalarından sonra onların nefislerinde bu hezimetten dolayı yanan bir intikam ateşi alevlendi. Ve kalpleri müslümanlara karşı kin, buğz ve nefretle doldu. Doğuya böyle seferleri bir daha başlatamadı. Bunların güçleri ne kadar kuvvetli olursa olsun, müslümanların gücü ona karşı koyabiliyor ve girişimlerini yok edebiliyordu. Batılılar bu durumda kinlerini Endülüs'de kusabilirlerdi. Çünkü orada müslümanlardan intikam almak kendilerine kolay idi. Onun için hücum hamlesini oraya yönelttiler. Vahşî hayvanların yapmadıkları şeyi yaptılar. Engizisyon mahkemelerinde ve idam sehpalarında insanları yok ettiler, insanları ateşe verdiler. Bu vahşhi iş, Batı için bir yüz karasıdır. Müslümanların Endülüs'e yardıma koşmadıklarını görünce intikamlarında daha fazla ileriye gitiler. Halbuki müslümanlar o zamanlarda kuvvetli idiler, o beldelere yardım etme imkânları vardı ve harbî konumları buna musait idi. Fakat tembellik gösterip, o beldeleri o kâfirlerin ağızlarında kolayca çiğnenecek birer lokmalar olarak bıraktılar.
Bu nedenle Batılılar intikam için başka bir adım atmaya tamah ettiler. Müslümanların gücü -ve özellikle Osmanlı Devleti- olmasaydı İslâm beldelerine Batılıların saldırıları ardı ardına gelirdi. Fakat müslümanların kuvvetleri ve Osmanlıların Avrupaya saldırmaları ve orayı fethetmeleri Batılıları korkuttuğu gibi müslümanlara saldırmalarını engelleyerek erteledi. Çünkü batılılar, tekrar yeni bir haçlı savaşında yenilgiye uğramak istemediler. Bunun için 18. yüzyılın yarılarına kadar İslâm beldelerine batılı saldırıları durdu. O zaman İslâm dünyasında durgunluk ve hareketsizlik hakim olmaya başladı. Devlet yoluyla İslâm Daveti yüklenilmekten vazgeçildi. Böylece nefislerde İslâm harareti düştü. Bunun neticesi müslümanların heybeti düşmanlarının nefislerinden zail oldu. İşte o zaman kültürel ve misyonerlik saldırılar, İslâm dünyasında faaliyete geçti. Bununla beraber, İslâm beldelerini parçalamak ve birer parça şekliyle yutmak ve onu yok etmek için siyasî saldırılar başladı. İşte bu, batı için bilfiil gerçekleşti ve Batılılar müthiş şekilde başarı gösterdiler.
1762-1796 yıllarında Katerina döneminde Rusya, Osmanlılarla savaşıp onlara galip geldi ve bazı topraklarını da elde etti. Onlardan Azof şehri ve Kırım yarımadasını aldı. Karadeniz'in kuzey kıyılarına tamamen hakim oldu. Kırım yarımadasında kendileri bir üs olarak Sivastopol şehrini tesis ettiler. Bir de Karadeniz'de Odiysa'yı ticarî bir liman olarak kurdular. Böylece Rusya Osmanlı Devleti'nin dış siyasetinde önemli bir yer almaya başladı. Romanya emirliklerinde söz sahibi oldu. Osmanlı Devleti'nde yaşayan Hristiyanları korumayı kendisine bir görev bildi. Daha sonra 1884 yıllarında Türkistan'ı ele geçirdiler, ondan sonra da bütün Kafkasya'yı işgal ettiler.
Bu durum sadece Rusya ile kalmadı. Diğer batı devletlerini de kapsadı. 1798 yılında Temmuz ayının başlangıcında Napolyon, Mısır'a saldırıp orayı işgal etti. 1799 senesinin Şubat ayında Şam memleketlerinin güney kısmına saldırıya geçip Gazze, Ramle ve Yafa'yı işgal etti. Akka kalelerinin üzerinde durdu. Fakat orada hücumları başarılı olmadı. Mısır'a döndü, sonra Fransa'ya gitti. 1801'de Napolyon'un hamlesi yenilip dağıtıldı. Napolyon'un bu hamlesi muvaffakiyet göstermediyse de Osmanlı Devleti'nin varlığını olumsuz şekilde etkileyip büyük bir sarsıntı meydana getirdi. Diğer batı devletlerin İslâm dünyasına saldırıları arka arkaya gelmeye başladı. İslâm topraklarını parça parça almaya başladılar.
Nitekim Fransızlar 1830'da Cezayir'i işgal ettiler. Tunus'u işgal etmek için yöneldiler ve 1881'de işgali gerçekleştirdiler. Ondan sonra 1912'de Fas'ı işgal ettiler.
İtalyanlar da 1911'de Trablusgarb'ı işgal ettiler. Böylece Batılılar, Kuzey Afrika'yı işgal edip İslâm hakimiyeti altından çıkartarak küfür hakimiyetine boyun eğdirdiler ve kendi sömürmelerini başlattılar.
Batılılar bununla yetinmediler, istilalarına devam ettiler. Nitekim 1839'da İngilizler Aden'i işgal ettiler. İdarelerini Lahce ve Güney Yemen sınırlarından başlayarak Arap Yarımadasının doğusuna kadar dokuz Emirliklere uzattılar. Ve himayeleri altına aldılar. İngilizler, çok uzun müddetten önce Hindistan'a hakim olup orayı müslümanların sultasından alarak sömürmeye başlamışlardı. Güçlerini özel şekilde orada yerleştirdiler. Halbuki müslümanlar Hindistan'da söz sahibi idiler. İngilizler gelip orayı ellerinden söküp sömürdüler. Oradaki müslümanların durumu ve gücünü genel olarak zaafa uğratmaya başladılar. 1882'de İngilizler Mısır'a hakim oldular. 1896'de de Sudan'a hakim oldular.
Öte taraftan Hollanda Doğu Hindistan adalarını işgal ediyordu. Afganistan, İngilizlerin ve Rusların baskısı altında muhasara edildi. İran da bunların baskısı altında muhasara edildi.
Böylece Batılılar İslâm alemi üzerinde istila hareketlerini gittikçe artırdılar. Hatta İslâm aleminin tümünün Batının yayılan ateşi ve boyunduruğu altına nihai olarak düşeceği hissedildi. Haçlı seferleri tekrar başlayıp zafer ardından zaferi elde ederek yayıldığı hissedildi. İslâm dünyası Batının yayılışını durdurmak veya onun kabusunun ağırlığını hafifletmek için bazı girişimlerde bulundu. Bir çok yerde Batılılara karşı koyma hareketi meydana geldi. Cezayir'de devrim alevlendi. Çin'de müslümanlar ayağa kalktılar. Sudan'da Mehdi hareketi ortaya çıktı. Libya'da Sanusi devrimi alevlendi. Bunların hepsi İslâm dünyası durgun ve zayıf olmasına rağmen içinde mevcut olan potansiyel canlı gücüne bir delildir. Fakat bütün bu girişimler tamamen suya düştü ve İslâm dünyasını kurtaramadı.
Batılılar saldırılarında bu kadarla yetinmediler. Siyasî ve kültür saldırılarını da devam ettirdiler. İslâm dünyasının parçalarını yutmakla da yetinmediler. Müslümanları temsil eden İslâm Devleti vasfını taşıyan Osmanlı Devleti'ni yok etmek için çalışmaya başladılar. İçinde bir sürü milliyetçi hareketler ortaya çıkarttılar Zira yabancı devletler, 1804 senesinden beri devrime ve başkaldırmaya kalkan Balkan halklarını teşvik etmeye başladılar. Onlara destek ve silah vermeye başladı. Bunların devrim hareketleri 1878'de bağımsız olarak ayrılmaları ile sonuçlandı.
Bu yabancı devletler Yunanlıları 1821'den beri devrime teşvik ettiler. Devrimleri yabancıların müdahalesi ile 1830'da Osmanlı Devleti'nden bağımsız olarak ayrılması ile sonuçlandı. Sair Balkan memleketleri de arka arkaya başkaldırıp İslâm Devleti vasfı taşıyan Osmanlı Devleti'nin gölgesi Balkanlardan, Girid ve Kıbrıs adalarından ve birçok Akdeniz adalarından yok oluncaya kadar başkaldırılarını devam ettirdiler. Batılılar, Balkanlarda ve Akdeniz adalarında bulunan müslümanlara karşı çeşitli vahşî usluplar kullandılar. Bir çok müslümanı diyarlarından zorla çıkattılar. Bu nedenle bir çok müslüman kâfirlerin vahşî usluplarından dinleriyle kaçmaya zorlandılar. Arap memleketlerine sığındılar. Çünkü o memleketler, İslâm memleketleri vasfı taşıyıp İslâm Devleti'nden birer parça idiler. Çerkez, Boşnak, Çeçen ve bunlara benzer müslümanlar, küfür hakimiyetine boyun eğmeyi kabul etmiyen ve dinleriyle İslâm diyarına ve İslâm yönetimine kaçan müslüman kahramanların çocuklarıdır.
Mesele bu kadarla bitmedi. Batılılar gizli vesileleri ile İslâm Devleti'nde Türkler ve Araplar arasında müslümanlar nezdinde bölücü ve ayrılıkçı hareketleri teşvik ettiler. Jön Türkler Partisi, İttihat ve Terakki Partisi, Arap İstiklal Partisi, Ahit Partisi ve buna benzer Türk ve Arap siyasî partilerin kuruluşlarına yardım ettiler. Bu sebeble içerde devletin varlığında ızdırap ve sarsıntılar meydana geldi. Böylece devletin varlığı bu iç olaylarla beraber dış saldırılar altında sallanmaya başladı.
Birinci Cihan Savaşı başlar başlamaz, küfrü temsil eden Batılılar; diğer İslâm beldelerine hakim olup, İslâm Devleti'ni yok ederek onu ortadan tamamen kaldırmak için İslâm dünyasına saldırıyı başlatmak maksadıyla fırsatı uygun gördü. Osmanlı Devleti kendi hezimetiyle müttefiklerin zaferiyle sonuçlanan Birinci Cihan Savaşına girdi. Batılılar, İslâm dünyasına ait bütün beldeleri aralarında birer ganimetler olarak paylaştılar. "Türkiye" adını alan Türk beldeleri dışında başka bir belde onların elleri dışında kalmadı. Fakat orası da cihan savaşından sonra 1918 senesinden 1921'e kadar onların tahakkümü altında kaldı. "Türkiye" 1921'de küfür devletlerine İslâm Devleti'ni yok etmek için teminat verdikten sonra istiklalini alabildi.