Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Islam Dostlari Ayasofyada Sabah Namazinda Buluşmak Ister Misiniz ? (1 Kullanıcı)

Hizmetkar1

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
10 May 2008
Mesajlar
12
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Ayasofya.jpg


SEVGİDEGER DOSTLAR, BU CUMADAN İTİBAREN, HER CUMA İSTANBULDA YAŞAYAN SİZ İSLAM DOSTLARIMIZI, AYASOFYA'DA SABAH NAMAZINDA BULUŞMAYA ÇAGIRIYORUM, SAYIN HANDAN ÖZDUYGU (MAHBUBİL AŞIKIYN) KİTABININ YAZARI İLE YAPTIGIMIZ ORGANİZASYONA TÜM İSTANBULLU İSLAM KARDEŞLERİMİZİ BEKLİYORUZ

SELAM VE DUA İLE
HİZMETKAR
 

Hizmetkar1

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
10 May 2008
Mesajlar
12
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Ayasofya içimize çakılı bir mıh gibidir, zaman zaman söylenir nutuklar atılır, hisleri duyguları iptal zombiler gibi, sadece hiç bir şey yapmadan bir reaksiyon vermeden seyirci kalırız... Bu tıpkı sahip olduğunuz malikhanenin en özel bölümünün ipotek altında olması gibi bir durum...

Geçtiğimiz Ramazan Bayramında Mescidi Aksa 'ya girebilmek için; Filistin halkının uğradığı zulümü gözyaşları içinde izledim... Arada ki benzerliği dehşetle fark ettim... Orda gözle görülür, fiziki bir bir işgal ve zulüm var; burda ise çok daha etkili görünmez yasaklar söz konusu...

Birilerinin kanına dokunuyor diye kendi öz mülkünüzde ki mescidinize giremezsiniz... Filistin halkının mescitlerinden men edilmelerine ibret alarak, kendi mescitlerimizi dolaşarak, işgal altında ki İslam topraklarının istiklali için dualar ettim...

Dileğimiz ve meramımız odur ki, hafta da bir gün olsun, Eyüb Sultan Camiin de olduğu gibi, Cuma günleri sabah namazlarını cemaat olarak Ayasofya Camiin de eda edelim...

Sahip olduğumuz değerlere sahip çıkma adına böyle bir gelenek oluşturalım. Biz 7-8 aydır her cuma sabah namazına Ayasofya ya gidiyoruz, sizleri de bekliyoruz... Aşağıda ki konuyla ilgili yazı bir süre önce namaza davet amacıyla yazıldı ve internette yayınlandı. İnsanlar: "a öyle mi, ne güzel, inşallah, maşallah" dediler lakin tereddütle çekimser kaldılar... Hatta ilgisizlik o boyutta ki, resmi olarak açık, DEVLETİN KADROLU İMAMI OLAN MEKANDAN habersiz çoğunlukla karşılaştık...

Bu Cuma sabah namazına gelin, gelebilecek olan babayiğitleri lütfen haberdar edin...
 

Hizmetkar1

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
10 May 2008
Mesajlar
12
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Yazar: Handan Özduygu

Yıllardır Ayasofya ile ilgili tüm yazılarda eski mabedin ismi hep 'mahzun' olarak anılmıştır. Öyle ki benim de yıllar önce "Ortodoks ittifakı ve mahzun mabet Ayasofya" diye bir dergide, yazım yayınlanmıştı. Bu sefer özellikle onun mahzun halini anmadan yazmak istedim.


Aslında, bu eski mabet hala ayakta oluşunu Türklere ve Müslümanlara borçludur. Sezar ın Mısır a saldırdığın da, o zamanın harikası, muhteşem İskenderiye Kütüphanesini yaktığı gibi, 1204 yılında İstanbul'u zapt eden haçlıların da, bu şehri vahşice barbarca nasıl yağmaladıklarını sanat eserlerini yıktıklarını tarih bize haber vermektedir…


Nitekim, İstanbul un fethiyle bir çağ kapatıp, yeni bir çağ açılmasına vesile olmuş, şair ruhlu Koca Sultan, Muhammed Fatih Han, şehri teslim aldığı zaman, mabedin yağmalanmış, bakımsız haline bakıp, derhal onarım ve bakımını emir ederken tarihe geçen şu beyiti söylemiştir:

Perde-dârî mî küned der tâk-ı kisrâ ankebût
Bûm-i nevbet mî zened der kal'a-ı Efrâsiyâb

Yani; Örümcek Kisrâ'nın penceresinde perdedarlık yapıyor/ Baykuş Efrasiyab'ın kalesinde nevbet vuruyor/bekliyor.

Fahri Kâinat, Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz in ön görüsü ve övgüsüyle fethedilmiş, kendi öz mülkümüz olarak vasiyet edilmiş, bu şehri şahaneyi adeta sembolize eden mabedin mahzunluğu, bir zamandır namazgâh olamayışından, İşgal zamanlarında bile kesintisiz okunan Kur-an ı Azimüşşan ın okunamayışından ileri gelmektedir.

Ne hazindir ki yine, tarih tekerrür etmiş, o zamanda olduğu gibi şimdide, yine örümcekler ağ kurmuş, adeta baykuşlar nöbet bekliyor… Cami kimliği askıya alınmış, gerçek bir müze hüviyetinden de uzak, arafta müphem bir bekleyiştedir.

Hıristiyan dünyası, fethi mübini yüzyıllardır içine sindirememiş, meydanda kaybettiği savaşın kuyruk acısının rövanşını masa başında alma hevesiyle bir şekilde Ayasofya nın ibadete açılmasına engel olmaktadır…

Bir takım Bizans entrikalarıyla, kotarılmış bu işin, hiç de hukuki mesnedi yoktur. Oysa bir zaman ört-bas edilip, dillendirilmeyen hakikat odur ki; Ayasofya, kilisenin mülkü değil, imparatorun malıdır ve Fatih Sultan Mehmed Han dahi, kendi parasıyla nakdini ödeyerek, imparatordan satın almış ve camii olarak vakfetmiştir. Öyle ki bu vakfının şartlarını değiştirenlerin Allah ın ve meleklerin lanetine uğrayarak kesintisiz ebedi ateşte kalması için ettiği duayı hepimiz bilmekteyiz.

( - "... İşte bu benim Ayasofya'yı camiye dönüştüren vakfiyemi kim değiştirirse, Allah'ın, Peygamberin, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün müslümanların ebediyen laneti onun ve onların üzerine olsun, azapları hafiflemesin, haşır gününde yüzlerine bakılmasın, kendilerine şefaat eden hiçbir kimse bulunmasın. Kim bunları işittikten sonra hâlâ bu değiştirme işine devam ederse, günahı onu değiştirene ait olacaktır. Allah'ın azabı onlaradır. Allah işitendir, bilendir." )


Tarihte bir bilgenin: "karanlığa küfredeceğine kalk ta bir mum yak…" önerisine kulak vererek ve şairin:

"Şevk kanadı kırıklar gibi oturamam,
Çağlar üstü mutlak fikirdenim…"

Düşüne katılarak, İstanbul a ilk geldiğim zamanlarda olduğu gibi, bu kadim mescide daha çok yönelmeye başladım…

Kainatın Efendisi, Sallallahu Aleyhi ve Selem Efendimiz in, övgüsüne mazhar olabilmek için İstanbul'u fethe gelen sahabenin seçkinlerinden Eba Eyyub-el Ensari ra ın, Ayasofya da ezan okuyup, namaz kılıp çıktıktan sonra şehit edildiğini öğrendiğimden beri, Fetih Mescidi ile aramızdaki artık solmaya yüz tutmuş gönül bağımı yeşertmeye, özellikle namaz eda etmek için daha çok gitmeye başladım.

Topu hep siyasilere, iktidar olamayan hükümetlere atmak, arada bir bu konuda söylenmekten çok, icraata yönelmek lazım, diyenlerin, zaman zaman bir anda parlayan sönen ateşler gibi, bir ara sabah namazlarında dolup taştığını, sonra yine kimsesiz kaldığını yakın çevresindeki esnaftan, öğrendik.


Böyle manevi kıymeti, önemi olan mescitlere vefa, Rasul-ü Zişan ın güzel sünnetlerindendir. Medine-i Münevvere de civar halkın tamamı Cuma namazlarında tabiatıyla Mescid-i Nebeviyi tercih ettiği için Mescid-i Kuba, cemaatsiz kalıyordu, işte sırf bu yüzden
Rasul-ü Ekrem Sallallahu Aleyhi ve Sellem, her cumartesi, sadakatle bazen binitli, bazen yaya olarak Kuba Mescidine gider, namaz eda ederlerdi.



Hendek (namı diğer Ahzab ) Savaşında, Resul-ü Ekrem Nebiyi Muhterem Sallallahu Aleyhi ve Selem in, fütuhat için dua edip, duasının kabul olduğu ve galibiyetinin Cebrail as. tarafından, Zat-ı Şeriflerine müjdelendiği ki, bu müjdeden sonra Fetih Mescidi olarak anılan, Sel Dağında ki mescit le Allah-u âlem kardeş ilan edildiğini, İstanbul un kibarlarının ve Şehri şahanenin şairlerinden Yahya Kemal in nezaketen, Peygamber-i Zişan ın işaretine ve Fethine müyesser olan Cihan hükümdarına hürmeten, 'Ayasofya' diye değil de 'Fetih Mescidi' diye andıklarını öğreniyoruz.


Sadece Fatih Sultan'ın değil, aynı zaman da Peygamberimizin de bize emaneti olan, mescit e ilgisiz kalmamak adına, Fatih in evlatlarını, İstanbul un gerçek sahiplerini her Cuma, sabah namazına davet ediyoruz… Biz de, Mahbub-u Hüda Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz in, Sel Dağın da ki, Fetih Mescidin de yaptığı dualarla, Rabbi Teala ya yönelerek, ümmet-i Muhammed'in futuhatı için, bir dilek, bir gayret, bir niyaz ortaya koyalım diyoruz…
 

Hizmetkar1

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
10 May 2008
Mesajlar
12
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Bu gemi pek sessiz kalmış kardeşler...
yok mu binmek isteyen ?....
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
54
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Sahrada bir çadır sohbeti…Handan Özduygu



Arapların evlerini bilenler bilir, yüksek duvarlarla çevrili bahçe içindedir hepsi. Kimi evlerin bahçelerin bir köşesinde çok şık otantik çadırlar kuruludur. Ramazan-ı Şerif münasebeti ile olmayanlar da, iftar davetlerini bu çadırlarda düzenlemek üzere ya yeni çadırlar kurdu, ya da mevcut çadırlar iftar yemekleri için yeniden tanzim edildi.

Bizim davet edildiğimiz çadır da oldukça büyük, kırmızı bordo tonlarında kadife kaplı divanlarla çevrili, kubbemsi tavanından bombe şeklinde sarkan tüllerle ve boncuklar sarkan, ortasında küçük bir süs havuzu olan çok şık bir çadırdı. Kubbenin iç tarafı, Arapça “Ramazan Kerim” yazılı bir bantla çevrili idi. İftar çadırı deyince, yani bizim İstanbul’da belediyelerin halk için kurdukları çadırlarla isim benzerliğinden başka bir ortak yönler yoktu.

Çok uluslu olan davetli listesini görünce, nasıl bir meclis kurulacak da nasıl bir sohbet gelişecek doğrusu merak ediyordum. Misafirler toplanana kadar herkes üçlü beşli guruplar halinde sohbetler ediliyor, tanışmayanlar birbirlerine takdim ediliyordu. Beklenen misafirler tamam olmalıydı ki, Kur-an’ı Kerim tilavetinin başlaması ile herkes sustu. Harem imamlarını aratmayacak bir üslupla, “şehruramadanellezi” diye başlayan Sure-i Bakara’dan kısa bir bölüm okunmuştu ki, ev sahibi memnuniyetini belirten bir hoş geldiniz konuşması yaptı…

İlk bakışta çok farklı konuklar dikkat çekiyor, gözüme çarpan ilk tanıdık sima benim buradaki doktorum, Filistinli dr. Hasan’dı. Kendisi ile sizlerle de paylaşmak üzere Filistin üzerine özel bir görüşme yapmaya istiyorum ki, henüz fırsat olmadı.

Bu davettin en parlak konukları Raşit ve Halit isimli Lübnanlı iki kardeş… Bir ara bizim ekibin Abu Dhabi de birçok bürokratik engeli aşmalarında gösterdikleri ilgi ve gayret söz konusu ediliyordu ki, bir başka arkadaşımız Hasan Bey, “Onların Türk’lere bu kadar yardım etmesi normal. Zira tarih de Araplar Osmanlı ya başkaldırdığı zaman onların ataları Osmanlının geri çekilmesini istememişti. Halen, ülkelerinde bazı kanunlarda ya da sosyal hayatta ve birçok adetlerde Osmanlı izlerini görmek mümkün” diyerek açıklama yaptı.

Sözün başında, davetli listesi için her ne kadar çok uluslu desem de, bir ümmet çatısı altında, atalarında bir şekilde Osmanlı izleri olan, tanışıp sohbete girince bir birine çok da yabancılık çekmeyen insanlardık…

Bir ara ev sahibimiz Firas Bey, aslında Azeri Türk’ü olan Irak’lı ama Kanada da yaşayan, Mehdi Bey’i tanıtmak istedi. Bulunduğu ortamda esprileri ile her zaman dikkati çekmeyi başaran Andrew şaşırmış bir ifade ile:

“Beklediğiniz Mehdi’nin geldiğini bilmiyordum, niçin öğrenmekte geç kaldım?” diye muzip bakışlarla zekice esprisine tezahürat bekliyordu ki, Mehdi Bey hiç bozuntuya vermeden, “Ben beklenen zatın öncüsü, habercisiyim, kendisi henüz teşrif etmediler” diye cevabı yapıştırınca herkes gülüşmüştü…

Daha önceleri kendisi ile Arapların ve Türklerin farklı dini anlayışları üzerine çeşitli sohbetler yaptığımız Raşit, bana dönerek misafir olarak bana söz vermek istediğini söyledi. Meğer bu meclisin mutat âdeti üzere her defasında konuklardan birine söz verilir, o da ya bir ayet-i kerime, ya da hikmetli bir söz ve ya bir şiir okur, sohbet onun üzerine gelişirmiş. Hazırlıksız yakalanmam bir tarafa doğrusu, hiç de böyle bir güzellik beklemiyordum, çok şaşırmıştım. Şaşkınlığımı gizlemeyerek, beni mazur görmelerini, böyle bir adet olduğunu önceden bilmediğimi, bilakis benim kendilerinden istifade etmek istediğimi desem de ısrarlar devam edince çaresiz kalmıştım. Böyle ansızın bir gelişme olunca zihnim durmuş tüm bildiğimi unutmuş bir halde ne diyebilirim diye düşünürken, Şey Galip’in “Hoşça bak zatına zübde-i âlemsin sen” mısraını mı okusam başı sonu aklıma gelmiyor, insanlık için seçilmiş vasat bir ümmetin elemanları olarak İslam âleminin nahoş vaziyetini mi konu edinsem. Çok güzel bir akşam, milletin keyfini kaçırmasam mılar da gezerken nerden geldiğini bilmediğim bir mısra döküldü dudaklarımdan:



“Eli boş âşıka mahbuplar el vermezler

Aşinayı ezeli yâri kadim isterler”




Kime ait olduğunu, nerede nasıl okuduğumu, zihnime nasıl yerleştiğini bilmediğim bu mısra millete ne söyleyecek, ne anlayacaklardı? Neticede farklı kültürlerin insanlarıydık… Buna cevap veremezlerse ikinci bir hakkım olur mu, acabalarda gezinirken, millette beyitin Arapça ve farsça çevirileri yapıyordu bile…

Çok geçmeden Raşit, gülümseyerek: “Hoca Hanım bize, tamda Ramazan-ı Şerif geçip giderken, amel defterlerinizi güzel doldurun, sonra boşa çıkarsınız demek istiyor, güzel bir uyarıda bulunuyor.” Diye bir yorum yapması ile derin bir nefes aldım…

Doğrusu bu kadarını ben bile beklemiyordum. Herkes bu mana üzerine bir şeyler söylemeye çalışıyor, elimiz boş mu, dolu mu, çeşitli görüşler serde ediliyordu.

Gecenin başında Kur-an okuyan beyefendi, birden hepimizi susturan bir sesle besmele çekerek Sure-i Fetih’in son ayetlerini tilavet etmeye başladı… Hepimiz duygulanmıştık. Müslümanların Kur-an’ı Kerime vakıf oldukça güzelleştiklerine bir kez daha şahit olmuştuk…

Malumunuz o son ayet Peygambere iman edenlerin vasıflarının belirtildiği bir ayet-i kerimedir. Herkesin şeyh Muhsin diye hitap ettiği zat tilavetini bitirdi ve: “ Bu ayetteki vasıflara sahip miyiz değil miyiz, diye soruyor bu şiir ben bunu anladım.” Dedi.

“Muhammed Allah’ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rukûa varırken, secde ederken görürsün. Allah’tan lütuf ve rıza isterler. Yüzlerinde secdelerin izinden nişanları vardır. Bu onların Tevrat’taki vasıflarıdır. İncil’de ki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ziraatçılarında hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir. Allah inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük mükâfat va’detmiştir.” Sure-i Fetih/29

Bir güzel zaman olmuştu… Bu kadar ilim, irfanla karşılaşmaktan dolayı son derece mutlu olmuştum. Yeryüzünün her köşesinde Allah’ın güzel kulları olması insanın içine ister istemez bir ferahlık veriyordu. O ferahlık ile çadırdan çıkıp, dağılırken, gökyüzünde parlayan dolunayı görünce, eski bir dostu görmüş gibi gizlice ona bir göz kırpıp eve doğru yola koyulduk…
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt