HUSEYIN SASMAZ
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 11 Eyl 2009
- Mesajlar
- 1,204
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 61
İslâm Dışı Kültürler Karşısında Müslümanların Tavrı
Müslümanlar İran'ı, Irak'ı, Şam'ı, Mısır'ı, Kuzey Afrika'yı ve İspanya'yı fethettiler. Bu ülkelerin hepsi farklı dillere, ırklara, medeniyetlere, kanunlara ve adetlere sahiptiler. Üstelik kültürleri de farklı idi. Müslümanlar bu ülkeleri fethettikleri zaman İslâm Davetini oralara taşıdılar ve oralarda İslâm nizamını uyguladılar.
Ayrıca oralarda yaşayan insanlar iman edinceye kadar Müslüman olmaları için onları zorlamıyorlardı. Ancak İslâm ideolojisinin gücü ve doğruluğu, akidesinin kolay anlaşılması ve fıtrata uygunluğu onları etkiledi ve onlar grup grup Allah Subhânehû ve Teala’nın dinine girdiler. Bunlara ilave olarak İslâm'ın anlaşılması herkes için kolaydı.
Harp halinde âlimler orduyla beraber hareket ediyorlar ve insanlara İslâm dinini öğretmek için çeşitli ülkelere göçüyorlardı. Bu nedenle bu ülkelerde güçlü bir İslâmî kültür hareketi meydana geldi. Bunun, insanlara dinin hakikatini ve kültürünü anlatmada çok büyük etkisi oldu. Böylece İslâm, fethedilen ülkelerdeki kültürleri ve düşünceleri etkiledi. Bütün akliyetler İslâm akliyetinin potasında eridi.
Ancak İslâm, dünyanın fikri liderlik merkezini ele almakla, insanlığı karanlıktan kurtarmak için çalışıyor ve davetini korumak ve insanlara taşıma için kuvvet hazırlasa da asla kendini kabul ettirmek için insanları zorlamıyordu. Bunlara ilave olarak ise, İslâm'ın hakikatini idrak etmeleri için akılları ve zihinleri İslâm kültürü ile donatmaya çalışıyordu. Bu nedenle İslâm, insanların İslâm kültürüne uymalarında çok düzgün bir üslûb kullandı.
Müslümanlar Arap yarımadasından çıktıkları zaman fetih yolu ile İslâm'ı yayacaklarını anlıyorlardı. Ülkelere girdiler ve oralara İslâm'ı götürdüler. Kur'an’ı, Sünneti Nebeviyeyi ve Arapça lisanını götürdüler. İnsanlara Kur'an’ı, Hadisi ve din hükümlerini öğrettikleri gibi aynı zamanda onlara Arapça lisanını da öğretiyorlar ve İslâm kültürünün iyice yerleşmesine çok fazla önem veriyorlardı.
Bu nedenle Müslümanların yönetimleri altında çok fazla zaman geçmeden fethedilen ülkelerdeki eski kültürler iyice azalarak yok oldu. İslâm kültürü ülkelerin tek kültürü halini aldı. İslâm'ın dili olan Arapça lisanı o ülkelerdeki tek lisan oldu. Zira İslâm Devleti’nin kullandığı resmi dil yalnızca Arapça idi. Bu nedenle halklarının, dillerinin ve kültürlerinin farklılığına rağmen bütün İslâm beldelerindeki kültür tek kültür olan İslâm kültüründen meydana geldi. İran kültürü Şam kültüründen, Afrika kültürü Irak kültüründen ve Yemen kültürü de Mısır kültüründen farklı iken bütün akliyetler tek akliyette İslâm akliyetinde odaklaştı. Bu nedenle fethedilen toprakların tamamı daha önce farklı ülkelerden oluşmakta iken, Arap beldeleriyle beraber tek bir ülke olarak İslâm ülkesini meydana getirdi. Bu topraklarda yaşayan insanların tamamı da daha önce farklı halklardan ve ırklardan müteşekkil iken tek bir ümmet olarak İslâm ümmetini oluşturdu.
Müsteşriklerin/oryantalistlerin kasten yaptıkları ve bazı Müslüman âlimlerin de içine düştükleri fahiş bir hata vardır. Müsteşrikler; İran, Rum, Yunan, Hind ve diğer kültürlerin İslâm kültürünü etkilediğini iddia etmektedirler ve kasten de bunları yaymaktadırlar. Birçok yabancı kültürün İslâm kültürüne girdiğini söyleyenlerin sözlerindeki saptırma ne kadar da açıktır. Oysa gerçekte İslâm kültürü fethedilen ülkelere girdiği zaman bu ülkelerdeki kültürleri tamamen etkiledi, hatta neredeyse eski kültürler tamamen yok oldu. Daha önce bu ülkelerin kültürleri olarak niteledikleri kültürlerin yerini İslâm kültürü alarak bu topraklardaki tek kültür haline geldi.
İslâm dışı kültürlerin İslâm kültürünü etkilediği şüphesine gelince: Bu şüphe, Müslüman olmayanların eşya hakkındaki mefhumları değiştirmek için yaptıkları kasıtlı hareketler ve bir takım araştırıcıların dar görüşlülüklerinden dolayı kasıtlı olarak yapılan bir kargaşa ile gelmiştir. Evet, İslâm kültürünün, gelişmesi, yeşerip gürleşmesi için yabancı kültürlerden faydalandığı ve istifade ettiği doğrudur. Fakat bu, etkilenmek değil, sadece yararlanmaktır. Bu ise; bütün kültürler için gereklidir.
Bir kültürden etkilenme ile faydalanma arasında fark şudur:
Bir kültürden etkilenmek; o kültürü inceleyip araştırmak ve içerdiği düşünceleri kendilerinde daha önceden var olan kültüre soyut bir şekilde benzemesi veya bu fikirlerin hoşlarına gitmesi nedeniyle alarak kendi fikirlerine katmaları demektir. Bir kültürden etkilenmek, kişiyi etkilenilen kültürde var olan fikirlere inanmaya sevk eder. Eğer ilk fetihte Müslümanlar yabancı kültürden etkilenmiş olsaydılar Roma hukukunu naklederler ve İslâm'dan bir parça sayarak Roma hukukunu tercüme eder ve İslâm hukukuna ilave ederlerdi. Yunan felsefesini akidelerinden bir parça yapabilirlerdi. Hayatlarını İran ve Roma hukukuna göre yönlendirebilirler ve devlet işlerinde de onların maslahatına göre hareket edebilirlerdi. Eğer böyle yapmış olsalardı, Arap yarımadasından ilk çıkışta İslâm, istikrarsız bir tarafa yönlendirilmiş, fikirleri karmakarışık bir hale getirilerek, “İslâm” özelliğini kaybetmiş olurdu. Eğer etkilenme olsaydı böyle bir sonuç ortaya çıkardı.
Faydalanmaya gelince; faydalanma ise kültürü derinlemesine incelemek, araştırmak, İslâm kültürü ile araştırılan kültür arasındaki farkı bilmek sonra da İslâmî fikirlere herhangi bir çelişkinin sızmasına yer vermeden, hayat hakkında, teşri ve akide hakkında diğer kültürlerden her hangi bir fikri de almadan bu kültürdeki manaları, teşbihleri, edebi kültür ürünlerini, mana ve teşbihlerdeki eda güzelliklerini almaktır. Özetle İslâm dışı kültürden etkilenmeden, hayata bakış açısı üzerinde bir etki meydana getirmeden bilgilenmek için incelemektir.
Müslümanlar İslâmî fetihlerin başlangıcından kültürel ve misyoner saldırıların yoğun bir şekilde yapıldığı miladi on sekizinci asrın ortalarına kadar yani çöküş dönemine kadar İslâm akidesini kültürlerine esas olarak alıyorlardı. İslâm dışı kültürleri, içerisinde var olan fikirlere inanmak için değil, içerisinde hayattaki eşyalar hakkında var olan manalardan faydalanmak için inceliyorlardı. Bu nedenle İslâm dışı kültürlerden etkilenmediler ancak faydalandılar.
Fakat Batılıların kültürel saldırılarından sonra Müslümanlar, bunun tam tersini yaptılar. Batı kültürünü incelediler ve Batı kültürüne ait fikirlerden hoşlandılar. Hatta onlardan bir kısmı Batı fikirlerine inanarak İslâm kültürünü tamamen bıraktı. Bir kısmı ise batı kültürüne ait fikirlerden hoşlanarak onları İslâm kültüründen sayıp İslâm kültürüne ilave etti. Böylece İslâm kültürü ile çelişmesine rağmen Batı kültürüne ait bazı fikirler İslâmî fikirlerden sayıldı.
Onlardan birçoğu "Egemenliğin kaynağı halktır" şeklinde bilinen demokratik kuralı İslâmî kural olarak kabul ettiler. Hâlbuki bu kural hâkimiyetin halka ait olduğu, kanunları koyanın halk olduğu anlamına gelmektedir. Bu ise İslâm'la tamamen çelişmektedir. Çünkü İslâm'da egemenlik halkın değil Şeriatındır. Kanunlar ise insanlar tarafından yapılmaz Allah Subhanehû ve Teala katından gelir.
Yine onlardan birçoğu İslâm'ın, demokrasi, sosyalizm ve komünizm gibi bir sistem olduğunu söylediler. Oysa;
- İslâm demokrasi ile çelişmektedir. Çünkü İslâm, devlet başkanını, Şeriatı uygulayıcı aynı zamanda da Şeriatla kayıtlı kılmıştır. Yönetici, halk tarafından ücretle tutulmuş bir kişi olmadığı gibi kendi iradesine göre hareket eden bir kişi de değildir. Bilakis o, Şeriata göre ümmetin maslahatını gözetir.
- İslâm, sosyalizm ile de çelişmektedir. Çünkü İslâm'a göre mülkiyet, keyfiyet açısından sınırlıdır. Azlık-çokluk bakımından mülkiyetin sınırlandırılması caiz değildir.
- İslâm, komünizmle de çelişmektedir. Çünkü İslâm, Allah Subhenehû ve Teala’nın varlığına imanı hayatın esası kılmakta, ferdi mülkiyeti kabul etmekte ve onu korumak için çalışmaktadır.
Fikirlerinden hoşlanılarak demokrasiyi veya sosyalizmi veya komünizmi İslâm'dan saymak yabancı kültürden faydalanmak değil ondan etkilenmek demektir.
Bundan daha kötüsü Batının fikri liderliği, İslâm akidesi ile çelişen bir akidedir. Onlardan bir kısmı Batı kültüründen etkilendi ve bazı öğreticiler “dini devletten ayırmak” gerekir demeye başladılar. Bazıları ise “din siyasetten başka şeydir” dedi! “Din siyasete karışmaz” diyenler oldu!
Bütün bunlar kültürel saldırılardan sonra çöküş asrında Müslümanların İslâm dışı kültürleri inceleyip araştırdıklarına ve ondan etkilendiklerine delalet etmektedir. Oysa daha önceki dönemlerde Müslümanlar da İslâm dışı fikirleri incelediler, araştırdılar. Ancak onlardan etkilenmeden istifade ettiler/faydalandılar.
Böylece Müslümanların İslâm dışı kültürleri inceleme ve araştırma keyfiyetinin ve İslâm dışı kültürleri alış keyfiyetinin ortaya konulması ile diğer kültürlerden Müslümanların nasıl faydalandıkları ve nasıl etkilenmedikleri açıkça görülmüştür.
İslâm kültürünü inceleyen kimse bu kültürün içerisinde tefsir, hadis, fıkıh ve benzeri Şer’î bilgilerin, sarf, nahv, edebiyat belağat ve benzeri Arapça lisanına ait bilgilerin, mantık ve tevhid gibi de akli bilgilerin var olduğunu görür. İslâm kültürü bu üç grup bilgi dalının dışına çıkmaz.
Şer'î bilgiler kesinlikle İslâm dışı kültürlerden etkilenmemiştir. Kesinlikle faydalanmamıştır da. Çünkü Şer’î bilgilerin esası Kitap ve Sünnet ile kayıtlıdır.
-Fıkıh; Fakihler İslâm dışı kültürlerden kesinlikle faydalanmadılar, inceleyip araştırmadılar da. Çünkü İslâm Şeriatı eski Şeriatların tamamını neshetmiştir. İslâm'dan önceki Şeriatlara göre yaşayan kimseler, İslâm geldikten sonra onları tamamen bırakmakla emrolunmuşlar ve bırakmayanlar da kâfir sayılmışlardır. Bu nedenle Şeriata göre; Müslümanların İslâm dışı Şeriatları almaları ve etkilenmeleri caiz değildir. Müslümanlar, yalnızca İslâm hükümlerini almakla kayıtlıdırlar. Çünkü İslâm hükümlerinin dışındakiler küfür hükümleridir ve alınmaları haramdır.
Buna binaen hükümlerin alınmasında İslâm'ın yalnızca bir metodu vardır. Bu metot; var olan sorunu anlamak ve Şer’î delillerden bu sorunla ilgili hükmü çıkarmaktadır.
Bu nedenle Müslümanlar, Roma hukukundan veya diğer hukuklardan kesinlikle etkilenmediler, herhangi bir şey almadılar. Ne incelediler ne de araştırdılar. Müslümanlar felsefi eserleri ve bazı ilim dalları ile ilgili eserleri tercüme etmelerine rağmen İslâm hukukunun dışındaki ne Roma hukuk ve kanunlarından, ne de Roma hukuk ve kanunlarının dışındakilerden asla herhangi bir şeyi tercüme etmediler.
Bütün bunlar fakihlerde, ne faydalanmak amacıyla ne de incelemek ve araştırmak amacıyla İslâm fıkhının dışındaki hukuktan herhangi bir şeyin bulunmadığına kesinlikle delalet etmektedir.
İslâm fıkhında var olan gelişme ve büyüme fethedilen topraklarda yaşayan Müslümanların karşılaştıkları olaylara çözümler aranmasının sonucudur. İslâm Devleti'nin karşılaştığı çok geniş çaplı ekonomik sorunlar ve bu devletle ilgili muhtelif işlerde ortaya çıkan meseleler, Müslümanları, İslâmî kaidelere göre Kitap'tan ve Sünnetten veya Kitap ve Sünnetin işaret ettiği Şer’î delilerden bu meseleleri çözecek hükümler çıkarmaya ve karşılaşılan sorunlar hakkında dinlerinin hükümlerini öğrenmeye sevk etmiştir. Zira hükümler, sorunları çözmek için vardır. Dinlerinin emrettiği ve Efendimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'in açıkladıkları da budur. Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'in Muaz'ı Yemen'e vali olarak gönderdiğinde ona şöyle söylediği rivayet edilir:
بم تحكم؟ قال بكتاب الله قال: فإن لم تجد. قال بسنة رسول الله. قال: فإن لم تجد. قال: اجتهد رأيي. فقال: الحمد لله الذي وفق رسول رسول الله لما يحبه الله ورسوله "Ne ile hükmedeceksin? Muaz; Allah’ın Kitabı ile. Kitap'ta bulamazsan? Allah‘ın Resulü'nün Sünneti ile. Allah’ın Resulü'nün Sünnetinde de bulamazsan? Görüşümle ictihad ederim, deyince Allah Resulü Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle dedi: Allah’ın Resulü'nün elçisini, Allah ve Resulü'nün sevdiği şeyde muvaffak kılan Allah’a hamd olsun."[1]
Bu nedenle ortaya çıkan her mesele karşısında Şer’î hüküm istinbat ederek ictihad yapmak Müslümanlara farzdır. İstinbat edilen bu hükümler Kitap'tan ve Sünnetten veya Kitap ve Sünnetin işaret ettiği Şer’î delillerden çıkartılmış İslâm'a ait Şer’î hükümlerdir.
Tefsire gelince; Müslümanlar; ya kelimelerin ve cümlelerin sözlük veya Şer’î anlamlarına göre ya da ortaya çıkan olayları bu kelimelerin ve cümlelerin delalet ettiği anlamların kapsamına dahil ederek ayetlerin anlamlarını açıklamaya çalışıyorlar ve Kur'an-ı tefsir ediyorlardı. Her ne kadar ayetlerin anlamlarını açıklamada ve tefsirde genişleme olduysa da, İslâm dışı kültürden sayılması itibarı ile hayata bakış açısı ile ilgili olarak Roma veya Yunan fikirlerinden ve kanunlarından tefsire hiçbir şey girmemiştir. Evet, Kur'an dışı anlamlar olmalarına rağmen bazı müfessirlerin uydurma ve zayıf hadislere tefsirlerinde yer verdikleri ve bunların Kur'an tefsirindeki anlamlara karıştığı doğrudur. Fakat bunlar İslâm dışı kültürlerin etkisi sayılmaz. Bilakis, söylemediği halde Resulün hadislerine sokulan şeylerin İslâm kültürüne de sokulması sayılır. Hadislere iftira edilerek İslâm'a bir şeyin sokulmasıyla, İslâm'dan bir parça sayılarak İslâm dışı fikirlerin İslâm'a sokulup İslâm dışı kültürden etkilenme arasında fark vardır.
Müslümanlar İran'ı, Irak'ı, Şam'ı, Mısır'ı, Kuzey Afrika'yı ve İspanya'yı fethettiler. Bu ülkelerin hepsi farklı dillere, ırklara, medeniyetlere, kanunlara ve adetlere sahiptiler. Üstelik kültürleri de farklı idi. Müslümanlar bu ülkeleri fethettikleri zaman İslâm Davetini oralara taşıdılar ve oralarda İslâm nizamını uyguladılar.
Ayrıca oralarda yaşayan insanlar iman edinceye kadar Müslüman olmaları için onları zorlamıyorlardı. Ancak İslâm ideolojisinin gücü ve doğruluğu, akidesinin kolay anlaşılması ve fıtrata uygunluğu onları etkiledi ve onlar grup grup Allah Subhânehû ve Teala’nın dinine girdiler. Bunlara ilave olarak İslâm'ın anlaşılması herkes için kolaydı.
Harp halinde âlimler orduyla beraber hareket ediyorlar ve insanlara İslâm dinini öğretmek için çeşitli ülkelere göçüyorlardı. Bu nedenle bu ülkelerde güçlü bir İslâmî kültür hareketi meydana geldi. Bunun, insanlara dinin hakikatini ve kültürünü anlatmada çok büyük etkisi oldu. Böylece İslâm, fethedilen ülkelerdeki kültürleri ve düşünceleri etkiledi. Bütün akliyetler İslâm akliyetinin potasında eridi.
Ancak İslâm, dünyanın fikri liderlik merkezini ele almakla, insanlığı karanlıktan kurtarmak için çalışıyor ve davetini korumak ve insanlara taşıma için kuvvet hazırlasa da asla kendini kabul ettirmek için insanları zorlamıyordu. Bunlara ilave olarak ise, İslâm'ın hakikatini idrak etmeleri için akılları ve zihinleri İslâm kültürü ile donatmaya çalışıyordu. Bu nedenle İslâm, insanların İslâm kültürüne uymalarında çok düzgün bir üslûb kullandı.
Müslümanlar Arap yarımadasından çıktıkları zaman fetih yolu ile İslâm'ı yayacaklarını anlıyorlardı. Ülkelere girdiler ve oralara İslâm'ı götürdüler. Kur'an’ı, Sünneti Nebeviyeyi ve Arapça lisanını götürdüler. İnsanlara Kur'an’ı, Hadisi ve din hükümlerini öğrettikleri gibi aynı zamanda onlara Arapça lisanını da öğretiyorlar ve İslâm kültürünün iyice yerleşmesine çok fazla önem veriyorlardı.
Bu nedenle Müslümanların yönetimleri altında çok fazla zaman geçmeden fethedilen ülkelerdeki eski kültürler iyice azalarak yok oldu. İslâm kültürü ülkelerin tek kültürü halini aldı. İslâm'ın dili olan Arapça lisanı o ülkelerdeki tek lisan oldu. Zira İslâm Devleti’nin kullandığı resmi dil yalnızca Arapça idi. Bu nedenle halklarının, dillerinin ve kültürlerinin farklılığına rağmen bütün İslâm beldelerindeki kültür tek kültür olan İslâm kültüründen meydana geldi. İran kültürü Şam kültüründen, Afrika kültürü Irak kültüründen ve Yemen kültürü de Mısır kültüründen farklı iken bütün akliyetler tek akliyette İslâm akliyetinde odaklaştı. Bu nedenle fethedilen toprakların tamamı daha önce farklı ülkelerden oluşmakta iken, Arap beldeleriyle beraber tek bir ülke olarak İslâm ülkesini meydana getirdi. Bu topraklarda yaşayan insanların tamamı da daha önce farklı halklardan ve ırklardan müteşekkil iken tek bir ümmet olarak İslâm ümmetini oluşturdu.
Müsteşriklerin/oryantalistlerin kasten yaptıkları ve bazı Müslüman âlimlerin de içine düştükleri fahiş bir hata vardır. Müsteşrikler; İran, Rum, Yunan, Hind ve diğer kültürlerin İslâm kültürünü etkilediğini iddia etmektedirler ve kasten de bunları yaymaktadırlar. Birçok yabancı kültürün İslâm kültürüne girdiğini söyleyenlerin sözlerindeki saptırma ne kadar da açıktır. Oysa gerçekte İslâm kültürü fethedilen ülkelere girdiği zaman bu ülkelerdeki kültürleri tamamen etkiledi, hatta neredeyse eski kültürler tamamen yok oldu. Daha önce bu ülkelerin kültürleri olarak niteledikleri kültürlerin yerini İslâm kültürü alarak bu topraklardaki tek kültür haline geldi.
İslâm dışı kültürlerin İslâm kültürünü etkilediği şüphesine gelince: Bu şüphe, Müslüman olmayanların eşya hakkındaki mefhumları değiştirmek için yaptıkları kasıtlı hareketler ve bir takım araştırıcıların dar görüşlülüklerinden dolayı kasıtlı olarak yapılan bir kargaşa ile gelmiştir. Evet, İslâm kültürünün, gelişmesi, yeşerip gürleşmesi için yabancı kültürlerden faydalandığı ve istifade ettiği doğrudur. Fakat bu, etkilenmek değil, sadece yararlanmaktır. Bu ise; bütün kültürler için gereklidir.
Bir kültürden etkilenme ile faydalanma arasında fark şudur:
Bir kültürden etkilenmek; o kültürü inceleyip araştırmak ve içerdiği düşünceleri kendilerinde daha önceden var olan kültüre soyut bir şekilde benzemesi veya bu fikirlerin hoşlarına gitmesi nedeniyle alarak kendi fikirlerine katmaları demektir. Bir kültürden etkilenmek, kişiyi etkilenilen kültürde var olan fikirlere inanmaya sevk eder. Eğer ilk fetihte Müslümanlar yabancı kültürden etkilenmiş olsaydılar Roma hukukunu naklederler ve İslâm'dan bir parça sayarak Roma hukukunu tercüme eder ve İslâm hukukuna ilave ederlerdi. Yunan felsefesini akidelerinden bir parça yapabilirlerdi. Hayatlarını İran ve Roma hukukuna göre yönlendirebilirler ve devlet işlerinde de onların maslahatına göre hareket edebilirlerdi. Eğer böyle yapmış olsalardı, Arap yarımadasından ilk çıkışta İslâm, istikrarsız bir tarafa yönlendirilmiş, fikirleri karmakarışık bir hale getirilerek, “İslâm” özelliğini kaybetmiş olurdu. Eğer etkilenme olsaydı böyle bir sonuç ortaya çıkardı.
Faydalanmaya gelince; faydalanma ise kültürü derinlemesine incelemek, araştırmak, İslâm kültürü ile araştırılan kültür arasındaki farkı bilmek sonra da İslâmî fikirlere herhangi bir çelişkinin sızmasına yer vermeden, hayat hakkında, teşri ve akide hakkında diğer kültürlerden her hangi bir fikri de almadan bu kültürdeki manaları, teşbihleri, edebi kültür ürünlerini, mana ve teşbihlerdeki eda güzelliklerini almaktır. Özetle İslâm dışı kültürden etkilenmeden, hayata bakış açısı üzerinde bir etki meydana getirmeden bilgilenmek için incelemektir.
Müslümanlar İslâmî fetihlerin başlangıcından kültürel ve misyoner saldırıların yoğun bir şekilde yapıldığı miladi on sekizinci asrın ortalarına kadar yani çöküş dönemine kadar İslâm akidesini kültürlerine esas olarak alıyorlardı. İslâm dışı kültürleri, içerisinde var olan fikirlere inanmak için değil, içerisinde hayattaki eşyalar hakkında var olan manalardan faydalanmak için inceliyorlardı. Bu nedenle İslâm dışı kültürlerden etkilenmediler ancak faydalandılar.
Fakat Batılıların kültürel saldırılarından sonra Müslümanlar, bunun tam tersini yaptılar. Batı kültürünü incelediler ve Batı kültürüne ait fikirlerden hoşlandılar. Hatta onlardan bir kısmı Batı fikirlerine inanarak İslâm kültürünü tamamen bıraktı. Bir kısmı ise batı kültürüne ait fikirlerden hoşlanarak onları İslâm kültüründen sayıp İslâm kültürüne ilave etti. Böylece İslâm kültürü ile çelişmesine rağmen Batı kültürüne ait bazı fikirler İslâmî fikirlerden sayıldı.
Onlardan birçoğu "Egemenliğin kaynağı halktır" şeklinde bilinen demokratik kuralı İslâmî kural olarak kabul ettiler. Hâlbuki bu kural hâkimiyetin halka ait olduğu, kanunları koyanın halk olduğu anlamına gelmektedir. Bu ise İslâm'la tamamen çelişmektedir. Çünkü İslâm'da egemenlik halkın değil Şeriatındır. Kanunlar ise insanlar tarafından yapılmaz Allah Subhanehû ve Teala katından gelir.
Yine onlardan birçoğu İslâm'ın, demokrasi, sosyalizm ve komünizm gibi bir sistem olduğunu söylediler. Oysa;
- İslâm demokrasi ile çelişmektedir. Çünkü İslâm, devlet başkanını, Şeriatı uygulayıcı aynı zamanda da Şeriatla kayıtlı kılmıştır. Yönetici, halk tarafından ücretle tutulmuş bir kişi olmadığı gibi kendi iradesine göre hareket eden bir kişi de değildir. Bilakis o, Şeriata göre ümmetin maslahatını gözetir.
- İslâm, sosyalizm ile de çelişmektedir. Çünkü İslâm'a göre mülkiyet, keyfiyet açısından sınırlıdır. Azlık-çokluk bakımından mülkiyetin sınırlandırılması caiz değildir.
- İslâm, komünizmle de çelişmektedir. Çünkü İslâm, Allah Subhenehû ve Teala’nın varlığına imanı hayatın esası kılmakta, ferdi mülkiyeti kabul etmekte ve onu korumak için çalışmaktadır.
Fikirlerinden hoşlanılarak demokrasiyi veya sosyalizmi veya komünizmi İslâm'dan saymak yabancı kültürden faydalanmak değil ondan etkilenmek demektir.
Bundan daha kötüsü Batının fikri liderliği, İslâm akidesi ile çelişen bir akidedir. Onlardan bir kısmı Batı kültüründen etkilendi ve bazı öğreticiler “dini devletten ayırmak” gerekir demeye başladılar. Bazıları ise “din siyasetten başka şeydir” dedi! “Din siyasete karışmaz” diyenler oldu!
Bütün bunlar kültürel saldırılardan sonra çöküş asrında Müslümanların İslâm dışı kültürleri inceleyip araştırdıklarına ve ondan etkilendiklerine delalet etmektedir. Oysa daha önceki dönemlerde Müslümanlar da İslâm dışı fikirleri incelediler, araştırdılar. Ancak onlardan etkilenmeden istifade ettiler/faydalandılar.
Böylece Müslümanların İslâm dışı kültürleri inceleme ve araştırma keyfiyetinin ve İslâm dışı kültürleri alış keyfiyetinin ortaya konulması ile diğer kültürlerden Müslümanların nasıl faydalandıkları ve nasıl etkilenmedikleri açıkça görülmüştür.
İslâm kültürünü inceleyen kimse bu kültürün içerisinde tefsir, hadis, fıkıh ve benzeri Şer’î bilgilerin, sarf, nahv, edebiyat belağat ve benzeri Arapça lisanına ait bilgilerin, mantık ve tevhid gibi de akli bilgilerin var olduğunu görür. İslâm kültürü bu üç grup bilgi dalının dışına çıkmaz.
Şer'î bilgiler kesinlikle İslâm dışı kültürlerden etkilenmemiştir. Kesinlikle faydalanmamıştır da. Çünkü Şer’î bilgilerin esası Kitap ve Sünnet ile kayıtlıdır.
-Fıkıh; Fakihler İslâm dışı kültürlerden kesinlikle faydalanmadılar, inceleyip araştırmadılar da. Çünkü İslâm Şeriatı eski Şeriatların tamamını neshetmiştir. İslâm'dan önceki Şeriatlara göre yaşayan kimseler, İslâm geldikten sonra onları tamamen bırakmakla emrolunmuşlar ve bırakmayanlar da kâfir sayılmışlardır. Bu nedenle Şeriata göre; Müslümanların İslâm dışı Şeriatları almaları ve etkilenmeleri caiz değildir. Müslümanlar, yalnızca İslâm hükümlerini almakla kayıtlıdırlar. Çünkü İslâm hükümlerinin dışındakiler küfür hükümleridir ve alınmaları haramdır.
Buna binaen hükümlerin alınmasında İslâm'ın yalnızca bir metodu vardır. Bu metot; var olan sorunu anlamak ve Şer’î delillerden bu sorunla ilgili hükmü çıkarmaktadır.
Bu nedenle Müslümanlar, Roma hukukundan veya diğer hukuklardan kesinlikle etkilenmediler, herhangi bir şey almadılar. Ne incelediler ne de araştırdılar. Müslümanlar felsefi eserleri ve bazı ilim dalları ile ilgili eserleri tercüme etmelerine rağmen İslâm hukukunun dışındaki ne Roma hukuk ve kanunlarından, ne de Roma hukuk ve kanunlarının dışındakilerden asla herhangi bir şeyi tercüme etmediler.
Bütün bunlar fakihlerde, ne faydalanmak amacıyla ne de incelemek ve araştırmak amacıyla İslâm fıkhının dışındaki hukuktan herhangi bir şeyin bulunmadığına kesinlikle delalet etmektedir.
İslâm fıkhında var olan gelişme ve büyüme fethedilen topraklarda yaşayan Müslümanların karşılaştıkları olaylara çözümler aranmasının sonucudur. İslâm Devleti'nin karşılaştığı çok geniş çaplı ekonomik sorunlar ve bu devletle ilgili muhtelif işlerde ortaya çıkan meseleler, Müslümanları, İslâmî kaidelere göre Kitap'tan ve Sünnetten veya Kitap ve Sünnetin işaret ettiği Şer’î delilerden bu meseleleri çözecek hükümler çıkarmaya ve karşılaşılan sorunlar hakkında dinlerinin hükümlerini öğrenmeye sevk etmiştir. Zira hükümler, sorunları çözmek için vardır. Dinlerinin emrettiği ve Efendimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'in açıkladıkları da budur. Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'in Muaz'ı Yemen'e vali olarak gönderdiğinde ona şöyle söylediği rivayet edilir:
بم تحكم؟ قال بكتاب الله قال: فإن لم تجد. قال بسنة رسول الله. قال: فإن لم تجد. قال: اجتهد رأيي. فقال: الحمد لله الذي وفق رسول رسول الله لما يحبه الله ورسوله "Ne ile hükmedeceksin? Muaz; Allah’ın Kitabı ile. Kitap'ta bulamazsan? Allah‘ın Resulü'nün Sünneti ile. Allah’ın Resulü'nün Sünnetinde de bulamazsan? Görüşümle ictihad ederim, deyince Allah Resulü Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle dedi: Allah’ın Resulü'nün elçisini, Allah ve Resulü'nün sevdiği şeyde muvaffak kılan Allah’a hamd olsun."[1]
Bu nedenle ortaya çıkan her mesele karşısında Şer’î hüküm istinbat ederek ictihad yapmak Müslümanlara farzdır. İstinbat edilen bu hükümler Kitap'tan ve Sünnetten veya Kitap ve Sünnetin işaret ettiği Şer’î delillerden çıkartılmış İslâm'a ait Şer’î hükümlerdir.
Tefsire gelince; Müslümanlar; ya kelimelerin ve cümlelerin sözlük veya Şer’î anlamlarına göre ya da ortaya çıkan olayları bu kelimelerin ve cümlelerin delalet ettiği anlamların kapsamına dahil ederek ayetlerin anlamlarını açıklamaya çalışıyorlar ve Kur'an-ı tefsir ediyorlardı. Her ne kadar ayetlerin anlamlarını açıklamada ve tefsirde genişleme olduysa da, İslâm dışı kültürden sayılması itibarı ile hayata bakış açısı ile ilgili olarak Roma veya Yunan fikirlerinden ve kanunlarından tefsire hiçbir şey girmemiştir. Evet, Kur'an dışı anlamlar olmalarına rağmen bazı müfessirlerin uydurma ve zayıf hadislere tefsirlerinde yer verdikleri ve bunların Kur'an tefsirindeki anlamlara karıştığı doğrudur. Fakat bunlar İslâm dışı kültürlerin etkisi sayılmaz. Bilakis, söylemediği halde Resulün hadislerine sokulan şeylerin İslâm kültürüne de sokulması sayılır. Hadislere iftira edilerek İslâm'a bir şeyin sokulmasıyla, İslâm'dan bir parça sayılarak İslâm dışı fikirlerin İslâm'a sokulup İslâm dışı kültürden etkilenme arasında fark vardır.