HUSEYIN SASMAZ
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 11 Eyl 2009
- Mesajlar
- 1,204
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 61
İslâm Dışı Kültürler Karşısında Müslümanların Tavrı
--------------------------------------------------------------------------------
Müslümanlar İran'ı, Irak'ı, Şam'ı, Mısır'ı, Kuzey Afrika'yı ve İspanya'yı fethettiler. Bu ülkelerin hepsi farklı dillere, ırklara, medeniyetlere, kanunlara ve adetlere sahiptiler. Üstelik kültürleri de farklı idi. Müslümanlar bu ülkeleri fethettikleri zaman İslâm Davetini oralara taşıdılar ve oralarda İslâm nizamını uyguladılar.
Ayrıca oralarda yaşayan insanlar iman edinceye kadar Müslüman olmaları için onları zorlamıyorlardı. Ancak İslâm ideolojisinin gücü ve doğruluğu, akidesinin kolay anlaşılması ve fıtrata uygunluğu onları etkiledi ve onlar grup grup Allah Subhânehû ve Teala’nın dinine girdiler. Bunlara ilave olarak İslâm'ın anlaşılması herkes için kolaydı.
Harp halinde âlimler orduyla beraber hareket ediyorlar ve insanlara İslâm dinini öğretmek için çeşitli ülkelere göçüyorlardı. Bu nedenle bu ülkelerde güçlü bir İslâmî kültür hareketi meydana geldi. Bunun, insanlara dinin hakikatini ve kültürünü anlatmada çok büyük etkisi oldu. Böylece İslâm, fethedilen ülkelerdeki kültürleri ve düşünceleri etkiledi. Bütün akliyetler İslâm akliyetinin potasında eridi.
Ancak İslâm, dünyanın fikri liderlik merkezini ele almakla, insanlığı karanlıktan kurtarmak için çalışıyor ve davetini korumak ve insanlara taşıma için kuvvet hazırlasa da asla kendini kabul ettirmek için insanları zorlamıyordu. Bunlara ilave olarak ise, İslâm'ın hakikatini idrak etmeleri için akılları ve zihinleri İslâm kültürü ile donatmaya çalışıyordu. Bu nedenle İslâm, insanların İslâm kültürüne uymalarında çok düzgün bir üslûb kullandı.
Müslümanlar Arap yarımadasından çıktıkları zaman fetih yolu ile İslâm'ı yayacaklarını anlıyorlardı. Ülkelere girdiler ve oralara İslâm'ı götürdüler. Kur'an’ı, Sünneti Nebeviyeyi ve Arapça lisanını götürdüler. İnsanlara Kur'an’ı, Hadisi ve din hükümlerini öğrettikleri gibi aynı zamanda onlara Arapça lisanını da öğretiyorlar ve İslâm kültürünün iyice yerleşmesine çok fazla önem veriyorlardı.
Bu nedenle Müslümanların yönetimleri altında çok fazla zaman geçmeden fethedilen ülkelerdeki eski kültürler iyice azalarak yok oldu. İslâm kültürü ülkelerin tek kültürü halini aldı. İslâm'ın dili olan Arapça lisanı o ülkelerdeki tek lisan oldu. Zira İslâm Devleti’nin kullandığı resmi dil yalnızca Arapça idi. Bu nedenle halklarının, dillerinin ve kültürlerinin farklılığına rağmen bütün İslâm beldelerindeki kültür tek kültür olan İslâm kültüründen meydana geldi. İran kültürü Şam kültüründen, Afrika kültürü Irak kültüründen ve Yemen kültürü de Mısır kültüründen farklı iken bütün akliyetler tek akliyette İslâm akliyetinde odaklaştı. Bu nedenle fethedilen toprakların tamamı daha önce farklı ülkelerden oluşmakta iken, Arap beldeleriyle beraber tek bir ülke olarak İslâm ülkesini meydana getirdi. Bu topraklarda yaşayan insanların tamamı da daha önce farklı halklardan ve ırklardan müteşekkil iken tek bir ümmet olarak İslâm ümmetini oluşturdu.
Müsteşriklerin/oryantalistlerin kasten yaptıkları ve bazı Müslüman âlimlerin de içine düştükleri fahiş bir hata vardır. Müsteşrikler; İran, Rum, Yunan, Hind ve diğer kültürlerin İslâm kültürünü etkilediğini iddia etmektedirler ve kasten de bunları yaymaktadırlar. Birçok yabancı kültürün İslâm kültürüne girdiğini söyleyenlerin sözlerindeki saptırma ne kadar da açıktır. Oysa gerçekte İslâm kültürü fethedilen ülkelere girdiği zaman bu ülkelerdeki kültürleri tamamen etkiledi, hatta neredeyse eski kültürler tamamen yok oldu. Daha önce bu ülkelerin kültürleri olarak niteledikleri kültürlerin yerini İslâm kültürü alarak bu topraklardaki tek kültür haline geldi.
İslâm dışı kültürlerin İslâm kültürünü etkilediği şüphesine gelince: Bu şüphe, Müslüman olmayanların eşya hakkındaki mefhumları değiştirmek için yaptıkları kasıtlı hareketler ve bir takım araştırıcıların dar görüşlülüklerinden dolayı kasıtlı olarak yapılan bir kargaşa ile gelmiştir. Evet, İslâm kültürünün, gelişmesi, yeşerip gürleşmesi için yabancı kültürlerden faydalandığı ve istifade ettiği doğrudur. Fakat bu, etkilenmek değil, sadece yararlanmaktır. Bu ise; bütün kültürler için gereklidir.
Bir kültürden etkilenme ile faydalanma arasında fark şudur:
Bir kültürden etkilenmek; o kültürü inceleyip araştırmak ve içerdiği düşünceleri kendilerinde daha önceden var olan kültüre soyut bir şekilde benzemesi veya bu fikirlerin hoşlarına gitmesi nedeniyle alarak kendi fikirlerine katmaları demektir. Bir kültürden etkilenmek, kişiyi etkilenilen kültürde var olan fikirlere inanmaya sevk eder. Eğer ilk fetihte Müslümanlar yabancı kültürden etkilenmiş olsaydılar Roma hukukunu naklederler ve İslâm'dan bir parça sayarak Roma hukukunu tercüme eder ve İslâm hukukuna ilave ederlerdi. Yunan felsefesini akidelerinden bir parça yapabilirlerdi. Hayatlarını İran ve Roma hukukuna göre yönlendirebilirler ve devlet işlerinde de onların maslahatına göre hareket edebilirlerdi. Eğer böyle yapmış olsalardı, Arap yarımadasından ilk çıkışta İslâm, istikrarsız bir tarafa yönlendirilmiş, fikirleri karmakarışık bir hale getirilerek, “İslâm” özelliğini kaybetmiş olurdu. Eğer etkilenme olsaydı böyle bir sonuç ortaya çıkardı.
Faydalanmaya gelince; faydalanma ise kültürü derinlemesine incelemek, araştırmak, İslâm kültürü ile araştırılan kültür arasındaki farkı bilmek sonra da İslâmî fikirlere herhangi bir çelişkinin sızmasına yer vermeden, hayat hakkında, teşri ve akide hakkında diğer kültürlerden her hangi bir fikri de almadan bu kültürdeki manaları, teşbihleri, edebi kültür ürünlerini, mana ve teşbihlerdeki eda güzelliklerini almaktır. Özetle İslâm dışı kültürden etkilenmeden, hayata bakış açısı üzerinde bir etki meydana getirmeden bilgilenmek için incelemektir.
Müslümanlar İslâmî fetihlerin başlangıcından kültürel ve misyoner saldırıların yoğun bir şekilde yapıldığı miladi on sekizinci asrın ortalarına kadar yani çöküş dönemine kadar İslâm akidesini kültürlerine esas olarak alıyorlardı. İslâm dışı kültürleri, içerisinde var olan fikirlere inanmak için değil, içerisinde hayattaki eşyalar hakkında var olan manalardan faydalanmak için inceliyorlardı. Bu nedenle İslâm dışı kültürlerden etkilenmediler ancak faydalandılar.
Fakat Batılıların kültürel saldırılarından sonra Müslümanlar, bunun tam tersini yaptılar. Batı kültürünü incelediler ve Batı kültürüne ait fikirlerden hoşlandılar. Hatta onlardan bir kısmı Batı fikirlerine inanarak İslâm kültürünü tamamen bıraktı. Bir kısmı ise batı kültürüne ait fikirlerden hoşlanarak onları İslâm kültüründen sayıp İslâm kültürüne ilave etti. Böylece İslâm kültürü ile çelişmesine rağmen Batı kültürüne ait bazı fikirler İslâmî fikirlerden sayıldı.
Onlardan birçoğu "Egemenliğin kaynağı halktır" şeklinde bilinen demokratik kuralı İslâmî kural olarak kabul ettiler. Hâlbuki bu kural hâkimiyetin halka ait olduğu, kanunları koyanın halk olduğu anlamına gelmektedir. Bu ise İslâm'la tamamen çelişmektedir. Çünkü İslâm'da egemenlik halkın değil Şeriatındır. Kanunlar ise insanlar tarafından yapılmaz Allah Subhanehû ve Teala katından gelir.
Yine onlardan birçoğu İslâm'ın, demokrasi, sosyalizm ve komünizm gibi bir sistem olduğunu söylediler. Oysa;
- İslâm demokrasi ile çelişmektedir. Çünkü İslâm, devlet başkanını, Şeriatı uygulayıcı aynı zamanda da Şeriatla kayıtlı kılmıştır. Yönetici, halk tarafından ücretle tutulmuş bir kişi olmadığı gibi kendi iradesine göre hareket eden bir kişi de değildir. Bilakis o, Şeriata göre ümmetin maslahatını gözetir.
--------------------------------------------------------------------------------
Müslümanlar İran'ı, Irak'ı, Şam'ı, Mısır'ı, Kuzey Afrika'yı ve İspanya'yı fethettiler. Bu ülkelerin hepsi farklı dillere, ırklara, medeniyetlere, kanunlara ve adetlere sahiptiler. Üstelik kültürleri de farklı idi. Müslümanlar bu ülkeleri fethettikleri zaman İslâm Davetini oralara taşıdılar ve oralarda İslâm nizamını uyguladılar.
Ayrıca oralarda yaşayan insanlar iman edinceye kadar Müslüman olmaları için onları zorlamıyorlardı. Ancak İslâm ideolojisinin gücü ve doğruluğu, akidesinin kolay anlaşılması ve fıtrata uygunluğu onları etkiledi ve onlar grup grup Allah Subhânehû ve Teala’nın dinine girdiler. Bunlara ilave olarak İslâm'ın anlaşılması herkes için kolaydı.
Harp halinde âlimler orduyla beraber hareket ediyorlar ve insanlara İslâm dinini öğretmek için çeşitli ülkelere göçüyorlardı. Bu nedenle bu ülkelerde güçlü bir İslâmî kültür hareketi meydana geldi. Bunun, insanlara dinin hakikatini ve kültürünü anlatmada çok büyük etkisi oldu. Böylece İslâm, fethedilen ülkelerdeki kültürleri ve düşünceleri etkiledi. Bütün akliyetler İslâm akliyetinin potasında eridi.
Ancak İslâm, dünyanın fikri liderlik merkezini ele almakla, insanlığı karanlıktan kurtarmak için çalışıyor ve davetini korumak ve insanlara taşıma için kuvvet hazırlasa da asla kendini kabul ettirmek için insanları zorlamıyordu. Bunlara ilave olarak ise, İslâm'ın hakikatini idrak etmeleri için akılları ve zihinleri İslâm kültürü ile donatmaya çalışıyordu. Bu nedenle İslâm, insanların İslâm kültürüne uymalarında çok düzgün bir üslûb kullandı.
Müslümanlar Arap yarımadasından çıktıkları zaman fetih yolu ile İslâm'ı yayacaklarını anlıyorlardı. Ülkelere girdiler ve oralara İslâm'ı götürdüler. Kur'an’ı, Sünneti Nebeviyeyi ve Arapça lisanını götürdüler. İnsanlara Kur'an’ı, Hadisi ve din hükümlerini öğrettikleri gibi aynı zamanda onlara Arapça lisanını da öğretiyorlar ve İslâm kültürünün iyice yerleşmesine çok fazla önem veriyorlardı.
Bu nedenle Müslümanların yönetimleri altında çok fazla zaman geçmeden fethedilen ülkelerdeki eski kültürler iyice azalarak yok oldu. İslâm kültürü ülkelerin tek kültürü halini aldı. İslâm'ın dili olan Arapça lisanı o ülkelerdeki tek lisan oldu. Zira İslâm Devleti’nin kullandığı resmi dil yalnızca Arapça idi. Bu nedenle halklarının, dillerinin ve kültürlerinin farklılığına rağmen bütün İslâm beldelerindeki kültür tek kültür olan İslâm kültüründen meydana geldi. İran kültürü Şam kültüründen, Afrika kültürü Irak kültüründen ve Yemen kültürü de Mısır kültüründen farklı iken bütün akliyetler tek akliyette İslâm akliyetinde odaklaştı. Bu nedenle fethedilen toprakların tamamı daha önce farklı ülkelerden oluşmakta iken, Arap beldeleriyle beraber tek bir ülke olarak İslâm ülkesini meydana getirdi. Bu topraklarda yaşayan insanların tamamı da daha önce farklı halklardan ve ırklardan müteşekkil iken tek bir ümmet olarak İslâm ümmetini oluşturdu.
Müsteşriklerin/oryantalistlerin kasten yaptıkları ve bazı Müslüman âlimlerin de içine düştükleri fahiş bir hata vardır. Müsteşrikler; İran, Rum, Yunan, Hind ve diğer kültürlerin İslâm kültürünü etkilediğini iddia etmektedirler ve kasten de bunları yaymaktadırlar. Birçok yabancı kültürün İslâm kültürüne girdiğini söyleyenlerin sözlerindeki saptırma ne kadar da açıktır. Oysa gerçekte İslâm kültürü fethedilen ülkelere girdiği zaman bu ülkelerdeki kültürleri tamamen etkiledi, hatta neredeyse eski kültürler tamamen yok oldu. Daha önce bu ülkelerin kültürleri olarak niteledikleri kültürlerin yerini İslâm kültürü alarak bu topraklardaki tek kültür haline geldi.
İslâm dışı kültürlerin İslâm kültürünü etkilediği şüphesine gelince: Bu şüphe, Müslüman olmayanların eşya hakkındaki mefhumları değiştirmek için yaptıkları kasıtlı hareketler ve bir takım araştırıcıların dar görüşlülüklerinden dolayı kasıtlı olarak yapılan bir kargaşa ile gelmiştir. Evet, İslâm kültürünün, gelişmesi, yeşerip gürleşmesi için yabancı kültürlerden faydalandığı ve istifade ettiği doğrudur. Fakat bu, etkilenmek değil, sadece yararlanmaktır. Bu ise; bütün kültürler için gereklidir.
Bir kültürden etkilenme ile faydalanma arasında fark şudur:
Bir kültürden etkilenmek; o kültürü inceleyip araştırmak ve içerdiği düşünceleri kendilerinde daha önceden var olan kültüre soyut bir şekilde benzemesi veya bu fikirlerin hoşlarına gitmesi nedeniyle alarak kendi fikirlerine katmaları demektir. Bir kültürden etkilenmek, kişiyi etkilenilen kültürde var olan fikirlere inanmaya sevk eder. Eğer ilk fetihte Müslümanlar yabancı kültürden etkilenmiş olsaydılar Roma hukukunu naklederler ve İslâm'dan bir parça sayarak Roma hukukunu tercüme eder ve İslâm hukukuna ilave ederlerdi. Yunan felsefesini akidelerinden bir parça yapabilirlerdi. Hayatlarını İran ve Roma hukukuna göre yönlendirebilirler ve devlet işlerinde de onların maslahatına göre hareket edebilirlerdi. Eğer böyle yapmış olsalardı, Arap yarımadasından ilk çıkışta İslâm, istikrarsız bir tarafa yönlendirilmiş, fikirleri karmakarışık bir hale getirilerek, “İslâm” özelliğini kaybetmiş olurdu. Eğer etkilenme olsaydı böyle bir sonuç ortaya çıkardı.
Faydalanmaya gelince; faydalanma ise kültürü derinlemesine incelemek, araştırmak, İslâm kültürü ile araştırılan kültür arasındaki farkı bilmek sonra da İslâmî fikirlere herhangi bir çelişkinin sızmasına yer vermeden, hayat hakkında, teşri ve akide hakkında diğer kültürlerden her hangi bir fikri de almadan bu kültürdeki manaları, teşbihleri, edebi kültür ürünlerini, mana ve teşbihlerdeki eda güzelliklerini almaktır. Özetle İslâm dışı kültürden etkilenmeden, hayata bakış açısı üzerinde bir etki meydana getirmeden bilgilenmek için incelemektir.
Müslümanlar İslâmî fetihlerin başlangıcından kültürel ve misyoner saldırıların yoğun bir şekilde yapıldığı miladi on sekizinci asrın ortalarına kadar yani çöküş dönemine kadar İslâm akidesini kültürlerine esas olarak alıyorlardı. İslâm dışı kültürleri, içerisinde var olan fikirlere inanmak için değil, içerisinde hayattaki eşyalar hakkında var olan manalardan faydalanmak için inceliyorlardı. Bu nedenle İslâm dışı kültürlerden etkilenmediler ancak faydalandılar.
Fakat Batılıların kültürel saldırılarından sonra Müslümanlar, bunun tam tersini yaptılar. Batı kültürünü incelediler ve Batı kültürüne ait fikirlerden hoşlandılar. Hatta onlardan bir kısmı Batı fikirlerine inanarak İslâm kültürünü tamamen bıraktı. Bir kısmı ise batı kültürüne ait fikirlerden hoşlanarak onları İslâm kültüründen sayıp İslâm kültürüne ilave etti. Böylece İslâm kültürü ile çelişmesine rağmen Batı kültürüne ait bazı fikirler İslâmî fikirlerden sayıldı.
Onlardan birçoğu "Egemenliğin kaynağı halktır" şeklinde bilinen demokratik kuralı İslâmî kural olarak kabul ettiler. Hâlbuki bu kural hâkimiyetin halka ait olduğu, kanunları koyanın halk olduğu anlamına gelmektedir. Bu ise İslâm'la tamamen çelişmektedir. Çünkü İslâm'da egemenlik halkın değil Şeriatındır. Kanunlar ise insanlar tarafından yapılmaz Allah Subhanehû ve Teala katından gelir.
Yine onlardan birçoğu İslâm'ın, demokrasi, sosyalizm ve komünizm gibi bir sistem olduğunu söylediler. Oysa;
- İslâm demokrasi ile çelişmektedir. Çünkü İslâm, devlet başkanını, Şeriatı uygulayıcı aynı zamanda da Şeriatla kayıtlı kılmıştır. Yönetici, halk tarafından ücretle tutulmuş bir kişi olmadığı gibi kendi iradesine göre hareket eden bir kişi de değildir. Bilakis o, Şeriata göre ümmetin maslahatını gözetir.