HUSEYIN SASMAZ
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 11 Eyl 2009
- Mesajlar
- 1,204
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 61
İSLÀM DEVLETİ'NİN KURULMASI ÖNÜNDEKİ ZORLUKLAR
İslâm Devleti'nin kurulması kolayca elde edilebilir bir şey değildir. Çünkü, İslâm hayatını yeniden başlatmak öyle kolay bir husus değildir. İslâm Devleti'nin yeniden kuruluşu karşısında ortadan kaldırılması gereken çeşitli ve büyük engeller vardır. Aynı zamanda İslâm hayatını yeniden başlatma yolunda aşılması gereken birçok büyük zorluklar mevcuttur. Çünkü sorun herhangi bir devlet kurmak ya da ismi İslâm olan bir devlet kurmak değildir. Bilâkis sorun; İslâm'ı İslâm akidesinden fışkıran bir nizam olarak Allah'ın hükmü itibariyle şerî hükümler olarak uygulayacak olan İslâm Devleti'nin kurulması sorunudur. Bu devlet, içerde İslâmî hayatı tam şekilde başlatacak, dışarda ise bütün insanlara İslâm Davetini taşıyacaktır. Bu devlet; İslâm akidesinden ve İslâm hüküm ve fikirlerinden oluşan İslâmî nefsiyet üzerine ve İslâm fikriyle yüklü olup İslâm'ın düşünce ve metoduyla İslâm'da fikrî bir oluşum olarak oluşan İslâm zihniyeti üzerine kurulu olması lazımdır. Ta ki İslâm şahsiyeti başta ve herşeyden önce oluşsun. Bundan sonra devlet İslâm akidesinden fışkıran kanun ve nizamlar üzerine kurulur. Ancak bu şekilde bu hayat için nefsin içinden bir dürtü, arzu doğar. Yönetici ve yönetilenler tarafından şevk ve istekle, sıkıntı bulunmaksızın gönüllü olarak o nizam ve kanunların uygulanmasını garanti edecek İslâmî nefsiyet ve zihniyet doğar. Bu devleti kuracak ümmetin İslâmî olması gerekli olduğu gibi, ümmetin işlerini idare edecek ulul-emrin/ yöneticilerin de müslüman olması gereklidir. Hayatın bütün yönleri ve alanlarında da İslâmî olması gerekir. Bu devlet, İslâm'ı dünyaya bir mesaj olarak yüklenme imkanı veren İslâmî hayatın başlamasını gerçekleştirmeli. Bu yüklenme, gayri müslimlere Allah'ın dinine gurub gurub girebilmek için İslâm nurunu devletinde görme imkanı vermelidir. Bunun için İslâm hayatını yeniden başlatma yolunda duran veya İslâm Devleti'nin kuruluşu karşısında duran engel ve zorlukların çok olmasına rağmen bilinmesi gerekir ve bunları izale etmek, onlara galip gelebilmek için de çalışmak gerekir. Bu engel ve zorlukların en önemlileri şunlardır:
1- Gayri İslâmî fikirlerin var olması ve İslâm dünyasına hakim olması. Şöyle ki; İslâm dünyası, düşüş dönemini geçirirken tefekkürü zayıftı. Zihniyeti bu düşüş sebebiyle zayıflamıştı ve bilgisizdi. Bu haldeyken ona gayri İslâmî fikirlerle saldırıldı. Bu fikirler İslâm'la çelişiyordu. Saptırıcı bir esas üzerine kaim olduğu gibi hayat hakkında ve onun öncesi ve sonrası hakkında yanlış bir mefhum üzerine kuruludur. Bu fikirler mukavemetsiz, boş verimli bir toprak buldu. Onun için imkanını bulup ona tahakküm edebildi. Bu sebeble müslümanların zihniyetleri, özellikle tahsillilerinin zihniyetleri bu fikirlerle doldu. Böylece icad edicilikten uzak taklide alışkın, İslâm düşüncesini siyasî olarak kabul etmeye hazır olmayan siyasî zihniyetler oluştu. Aynı anda bu zihniyetler İslâm düşüncesinin hakikatına özellikle siyasî tarafına müdrik olamadı.
Bundan dolayı İslâmî Davetin İslâm'a davet ve İslâmî hayatı yeniden başlatmaya davet halinde olması lazımdır. Gayri müslimler, kendilerine İslâmî fikirler izah edilerek İslâm'a davet edilirler. Müslümanlar, kendilerine İslâm'ı kavratarak İslâm hayatını yeniden başlatmak için çalışmaya davet edilirler. Bu şunu gerektirir; gayri İslâmî olan diğer fikirlerin ne kadar sahte, neticelerinin ne kadar tehlikeli olduğunu göstermek lazım. Bir de davetin siyasî yolu çizilmeli. Ümmete öyle bir İslâmî kültür verilmelidir ki üzerinde siyasî yön bariz olmalıdır. Bu zorluk ancak böyle aşılabilir.
2- Eğitim ve öğretim programlarının sömürgecilerin koyduğu esas üzerinde var olması, okul ve üniversitelerde bu programların uygulama metodunun var olmasıdır. Bu okul ve üniversiteler, sömürgeci kâfirin çizdiği plana göre özel bir zihniyetle yürümek üzere yönetim, idare, yargı, eğitim ve öğretim, tıp ve hayatın diğer işlerini yürütecek kişileri mezun ediyor. Ta ki yönetim ve idare yerlerine sömürgeci memurlar yerine müslümanlardan yetiştirdikleri memurlar geçsinler. Bu memurların işi, sömürgeci kâfirin kanunları, müeyyideleri, kültürleri, siyasetleri, nizamları, hadaretleri ve başka hususlarını korumak, bekçilik yapmak, sömürgecinin savunduğu kadar veya daha şiddetlice bunları savunmaktır.
Bu zorluğa galip gelmenin yolu; bu hususları o yöneticilere, o memurlara ve bütün insanlara keşfedip göstermektir. Ta ki bu işlerde mevcud olan sömürgecilik tarafının korkunçluk ve çirkinliği görünsün. Bunu savunanlar savundukları şeyden vazgeçsinler, İslâm Daveti o müslümanlara kendi yolunu göstersin.
3- Sömürgeci kâfirin koyduğu esas üzerine eğitim ve öğretim programının uygulanmasının devamı. Eğitimi istedikleri metoda göre sürdürmeleri, mezun olan genç ve okuyan gençlerin çoğunun İslâm'a çelişen bir yöne gitmelerine sebeb oldu. Burada bahsettiğimiz eğitim ve öğretim programları bilim ve sanayi ile ilgili programlar değildir. Çünkü bilim ve sanayi evrensel bir şeydir. Hiç bir ümmete has değildir. Bütün insanlar için genel bir şeydir. Kasdettiğimiz programlar kültür programlarıdır. Bunlar hayat hakkında bakış açısını etkiler. Zaten bu eğitim ve öğretim programları, İslâmi hayatı yeniden başlatma karşısında bir engel oluşturmaya sebeb oldu. Bunlar; kültür, tarih, edebiyat, felsefe ve kanunla ilgili bilgi derslerini kapsar. Çünkü tarih, hayatın vakıalarını açıklayan bilgidir. Edebiyat ise, hayatın duygusunu tasvir eden konudur. Felsefe, hayat hakkında bakış açısını teşkil edecek temel fikirdir. Kanun ise, hayatın müşkillerini pratik şekilde tedavi edip fert ve topluluklar arasındaki ilişkiyi düzenleyecek, idare edecek çözümlerdir. Bunların tümüyle sömürgeci kâfir, müslüman çocuklarının zihniyetlerini özel bir şekilde oluşturdu. Bu çocukların bazılarını kendi hayatlarında ve ümmetin hayatında İslâm'ın varlığının zaruriyetini hissetmez hale getirdi. Bu çocukların bir kısmını da; İslâm'ın, hayat sorunlarını çözmek için elverişliliğini inkâr ederek ona düşmanlık göstermelerine sevketti.
Bunun için bu zihniyetleri değiştirmek kaçınılmaz oldu. Bu şöyle olur: Gençler, okul ve üniversiteler dışında yoğun ve yerleşik kültürle kültürleştirilmelidir ki, bu zorluk da aşılabilsin.
4- Bazı kültürel konulara evrensel bilim olarak itibar etmek ve genel olarak insanlar nezdinde bunlara hürmet gösterip onları yüceltmektir. Bu kültürel konular; sosyoloji, psikoloji, eğitim bilimidir. İnsanlar, bu kültür konularını birer ilim olarak saydıkları gibi, bunların gösterdiği gerçeklerin de tecrübe ve deneylerden meydana geldiğini zannediyorlar. Bu sebeble bunları yüceltiyor, gösterdiklerini hayat işlerinde hakim kılıp tartışılmaz hususlar olarak telakki ediyorlar. Bunun için bunlar okul ve üniversitelerde birer ilim olarak öğretilir, hayat sahnesinde uygulanmaya çalışılır ve işleri idare etmede bunlara yardım için başvurulur oldu. Bu sebeble psikiyatristler,sosyologlar ve eğitimcilerin sözleri Kur'an ve Hadis'ten daha fazla delil olarak gösterilir oldu. Bundan dolayı bu konuları öğrenmekten ve bunlara saygı göstermekten, hayat işlerinde bunların hakim kılınmasından bizde yanlış fikir ve bakış açısı doğdu. Böylece bunlara muhalif olan sözü müslümanlara kabul ettirmek zor oldu. Nitekim bu bilgilerin toplamı, dini hayattan ayırmaya ve İslâm Devleti'nin kuruluşuyla savaşmaya götürmektedir.
Gerçek ise; bu bilgi konuları ilim değil kültürdür. Çünkü bunlar gözlem ve istinbat yoluyla meydana gelir. Tecrübe ve deneylerle meydana gelmez. Bunları insanlar üzerine uygulamak tecrübe sayılmaz. Ancak bunlar değişik vaziyet ve şartlarda değişik kişiler üzerine tekrarlanmış birer gözlemlerdir. Onun için bunlar birer gözlem ve istinbattırlar (görüş çıkartmadılar). Bunlar labaratuvarda bir şey üzerine yapılmış deneyler gibi deneyler değildir. Bunun için ilim konusuna girmez, kültür sahasına girer. Üstelik bunlar içlerinde hata ve doğru bulunabilen birer zannî görüştürler.
Nitekim bunlar yanlış bir esas üzerine kuruludur. Çünkü ferde ve topluma belli bir bakışa göre yürütülürler. Bu nedenle ferdiyetçilik üzerine kaimdirler. Bunun bakışı toplumun fertlerden oluştuğu itibarına göre fertten aileye, aileden cemaata, cemaattan topluma intikal eder. Bundan dolayı bu bakış, toplumları birbirinden farklı görüp ayrı cinsten oluştuğunu kabul eder. Bir topluma uygun olan hususun başka topluma uygun olmayacağını düşünürler.
Gerçekte ise toplum; insanlar, fikirler, nizamlar ve duygulardan oluşur. Bir yerde insan için elverişli fikir ve tedaviler başka yerdeki insan için de elverişli olur. Çeşitli toplumları ıslah edecek fikir, duygu ve düzenler toplumları bir tek toplum haline getirir.
Onların topluma yanlış bakışı, eğitim bilimindeki ve sosyolojideki teorilerin yanlışlığına sebeb oldu. Çünkü bu sözde ilimler, bu yanlış bakış üzerine kuruludur.
Aynı şekilde pisikolojiye de mebnidir. Halbuki bu sözde ilim, iki yönden hatalıdır.
Birincisi; beyni değişik bölgelere bölüyor ve her bölge için ayrı ve özel bir kabiliyetin varlığını iddia edip,bazı beyinlerde bir takım kabiliyetlerin bulunduğunu, bazılarında bulunmadığını söylüyor. Halbuki gerçekte beyin tekdir. Fikirlerin değişikliği, öncül bilgilerin azlığı-çokluğu ve farklı olmasından ileri gelir. Kabileyetin bir beyinde varlığı diğerinde yokluğu diye bir şey yoktur. Tersine bütün beyinler hissedilen vakıa, duyu organları ve öncül bilgi bulunduktan sonra her konuyu düşünebilme kabiliyetine sahiptir. Ancak beyinler bağlama gücü ve hissetme gücü bakımından birbirinden farklı olabilirler, görme gücünün kuvvetli-zayıf olması bakımından gözlerin farklı oluşu gibi. Onun için, beyine her yerde herhangi bir malumat verilebilir. Ve onda onu hazmetme kabiliyeti vardır. Onun için psikolojideki beyinlerde kabiliyetle ilgili hususun esası yoktur.
İkincisi; psikoloji, içgüdülerin kısmı keşfedilmiş bir kısmı da keşfedilmemiş olarak bir çok olduğunu itibar eder. Alimleri bu mefhum üzerine, içgüdüler hakkında yanlış teoriler korlar. Gerçekte ise, hissedilen ve müşahade edilen husus, insanlarda canlı takat vardır. Bunu insanın gösterdiği tepki ve isteklerden anlarız. Bu takatın iki çeşidi var. Birincisi, doyumu zorunlu şekilde gerekli olan doyumlanmaması halinde insanın ölebileceği husus. İkincisi, doyumun gerekli olup doyumlanmaması halinde insanın yaşayabileceği fakat sıkıntıya düşebileceği husus. Birinci şekil; acıkma, susama, haceti giderme gibi uzvî ihtiyaçlardır. İkinci şekil ise; içgüdülerdir ki bunlar; dindarlık, nevi ve beka içgüdüleridir. Bu içgüdülerin birincisi, insanın aciziyeti hissetmesiyle; ikincisi, insan nevinin bekasını hissetmesiyle; üçüncüsü ise, insanın zatının bekasını hissetmesiyle ilgilidir. Bunun dışında başka içgüdü bulunmaz. Bu içgüdülerin tezahürleri vardır. Meselâ; korkmak, egemen olmak, mülk edinmek gibi tezahürler beka içgüdüsünün birer tezahürleridir. Takdis etmek, ibadet yapmak, dindarlık içgüdüsünün tezahürleridir. Baba olmak, kardeş edinme, anne olmak arzuları nevi içgüdüsünün bire tezahürleridirler. Bunun için psikolojinin, beyin hakkındaki düşüncesinin yanlış oluşu gibi içgüdüler hakkındaki düşüncesi de yanlıştır.
Bundan dolayı bu iki esas üzerine mebni olan teorilerin hatalı çıkmasına sebeb olur. Bir de sözde eğitim ilminin hataya düşmesine sebeb oldu. Çünkü eğitim ilmi (!) psikolojiden etkilenmiştir.
Buna binaen sosyoloji, psikoloji ve eğitim bilimi birer kültür konularıdır. İslâm düşüncesine aykırı fikirler içerir. Bütünü itibariyle yanlıştır. Ona saygı göstermek ve onu yüceltmek ve hakim kılmak İslâm Devleti için çalışma karşısında duracak bir zorluk ve engelin doğmasına sebeb oldu. Bunun için bu konular ilim değil birer kültür ve bilgi konuları olduklarını, kesin hakikat olmayıp zannî olduklarını ve yanlış temellere dayalı olduklarını göstermek gerekir. Bunun için bunlar hayata hakim edilmez. Hayata ancak İslâm hakim kılınır.
5- İslâm dünyasındaki toplumun İslâm'la çelişen gayri İslâmî bir hayatı yaşaması. Şöyle ki: Devlet teşkilatı, onun ve toplumun üzerine kurulacağı yönetim nizamı, toplumun bütün unsurlarıyla üzerine kurulu olacak hayatın kuralları, müslümanları yönlendiren nefsi yön ve düşünceleri üzerine kurulu olan zihinsel oluşumun tümü, hayat hakkındaki mefhumların esası üzerine kuruludur ve hepsi İslâm mefhumlarıyla çelişmektedir. Bu esaslar değişmezse ve bu sapık mefhumlar düzeltilmezse toplumda insanların hayatını değiştirmek zor olacağı gibi devletin teşkilatını, toplumun kuralları müslümanlara tahakküm eden nefsi ve zihni yönleri değiştirmek de çok zor olacaktır.
6- Müslümanlar ile İslâm yönetimi arasındaki zaman mesafesinin uzaklaşmasıdır. Özellikle bu yönetim siyaseti ve maliye siyasetinde tecelli eder. Bu zaman mesafesinin uzak olması, müslümanların İslâm hayatını tasavvur etmesini zayıflatır. Bir de gayri müslimlerin İslâm hayatını sahih olarak tasavvur etmelerini engellediği gibi onlara gerçeğin tersini gösterir. Özellikle müslümanlar, İslâm Devleti'nin son döneminde yöneticiler tarafından İslâm'ın kötü uygulanışını müşahade ettiler. Bir de otuz seneden fazla (bu tarih 1953'e göredir) her hususta İslâm'la çelişen bir nizamın düşmanları tarafından kendileri üzerine hakim kılındığını gördüler. Bu yönetim altında İslâmî olmayan yönetim siyaseti ve maliye siyasetine göre yönetildiler. Bunun için insanların yaşadıkları kötü vakıadan yükselip yaşamaları gerekli olan hayatı tasavvur etmeleri kaçınılmazdır. Çünkü hayatlarını o tasarladıkları hayata dönüştürmeye ve değiştirmeye doğru bir çalışma yapmalıdırlar. Aynı zamanda bu düşünme ve değişme İslâm hayatına doğru olunca parça parça değil tam bir şekilde olması gerekir. İslâm nizamını uygulamak yama yaparak ve cüzlerle yetinip, tedricen değil, inkilabi yani bir defada olması gerekir. Ta ki İslâm'ın yüksek ve izzetli günlerindeki hayat vakıasının sureti onların zihinlerine yaklaşsın.
7- İslâm beldelerinde demokrasi esası üzerine kurulu olup halk üzerine kapitalist sistemin tümünü uygulayan, batı devletlerine siyasî şekilde bağlanan, ülkecilik ve bölgecilik esası üzerine kaim olan hükümetlerin var olmasıdır. Bu durum, İslâm hayatını yeniden başlatmak için çalışmayı zorlaştırır. Çünkü çalışma ancak kapsamlı şekilde olup ve her yeri kaplamalıdır. Nitekim İslâm, İslâm beldelerini bölüp birer devletçiklere dönüştürülmesini mübah kılmaz. Tersine bütün bu beldelerin tek bir devlet haline gelmesini zorunlu kılar. Bu ise davetin kapsamlı, çalışmanın kapsamlı ve uygulamanın kapsamlı olmasını gerektirir ki bu, kaim olan hükümetlerin İslâm Davetine karşı direnmelerini doğurur. Bu hükümetlerin adamları müslümanlardan olsa da aynı durum geçerlidir. Bunun için İslâm Davetini her bölgede yüklenmek gerekir. Velev ki bu, İslâm beldelerinde kurulu hükümetler tarafından gelecek karşı koymalardan kaynaklanan zorluk ve meşakketlere katlanmayı gerekirse de yapılmalıdır.
8- Vatancılık, milliyetçilik ve sosyalizm hakkında kamuoyunun bulunması ve bu esaslar üzerine siyasî hareketlerin kurulmasıdır. Şöyle ki; Batılılar İslâm beldelerini işgal edip yönetimin iplerini ellerine geçirdikten ve kapitalist sistemini uyguladıktan sonra insanlarda nefsî müdafaa temayüller doğdu. Yaşadıkları toprakları müdafaa etmek için vatancı/millî duygular meydana çıktı. Aynı anda nefsî müdafaa, aileyi korumak ve kavmi savunmak ve bu kavim için yönetim kurmaya doğru bir çalışma yapmak için ırkçı ve milliyetçi taassup tahrik edildi. Bundan memleketlerden düşmanı kovmak için “vatancılık” adıyla siyasî hareketler doğduğu gibi yönetimin bir milliyete ait olması için “milliyetçilik” adıyla da siyasî hareketler neşet etti. Daha sonra insanlara kapitalist sisteminin bozukluğu ve salih olmadığı açığa çıkınca onların arasında sosyalizm için bir propaganda yayıldı. Bundan dolayı kapitalizmi ortadan kaldırmak için sosyalizm adıyla kitleler kuruldu. Fakat bu hareketler nezdinde hayat nizamı için ani ve sathi tasavvurdan başka bir tasavvur bulunmadı. Bu durum onları ideolojinin gerçek manasından ve İslâm'ın evrensel bir ideoloji olma vasfından uzaklaştırdı.
İslâm Devleti'nin kurulması kolayca elde edilebilir bir şey değildir. Çünkü, İslâm hayatını yeniden başlatmak öyle kolay bir husus değildir. İslâm Devleti'nin yeniden kuruluşu karşısında ortadan kaldırılması gereken çeşitli ve büyük engeller vardır. Aynı zamanda İslâm hayatını yeniden başlatma yolunda aşılması gereken birçok büyük zorluklar mevcuttur. Çünkü sorun herhangi bir devlet kurmak ya da ismi İslâm olan bir devlet kurmak değildir. Bilâkis sorun; İslâm'ı İslâm akidesinden fışkıran bir nizam olarak Allah'ın hükmü itibariyle şerî hükümler olarak uygulayacak olan İslâm Devleti'nin kurulması sorunudur. Bu devlet, içerde İslâmî hayatı tam şekilde başlatacak, dışarda ise bütün insanlara İslâm Davetini taşıyacaktır. Bu devlet; İslâm akidesinden ve İslâm hüküm ve fikirlerinden oluşan İslâmî nefsiyet üzerine ve İslâm fikriyle yüklü olup İslâm'ın düşünce ve metoduyla İslâm'da fikrî bir oluşum olarak oluşan İslâm zihniyeti üzerine kurulu olması lazımdır. Ta ki İslâm şahsiyeti başta ve herşeyden önce oluşsun. Bundan sonra devlet İslâm akidesinden fışkıran kanun ve nizamlar üzerine kurulur. Ancak bu şekilde bu hayat için nefsin içinden bir dürtü, arzu doğar. Yönetici ve yönetilenler tarafından şevk ve istekle, sıkıntı bulunmaksızın gönüllü olarak o nizam ve kanunların uygulanmasını garanti edecek İslâmî nefsiyet ve zihniyet doğar. Bu devleti kuracak ümmetin İslâmî olması gerekli olduğu gibi, ümmetin işlerini idare edecek ulul-emrin/ yöneticilerin de müslüman olması gereklidir. Hayatın bütün yönleri ve alanlarında da İslâmî olması gerekir. Bu devlet, İslâm'ı dünyaya bir mesaj olarak yüklenme imkanı veren İslâmî hayatın başlamasını gerçekleştirmeli. Bu yüklenme, gayri müslimlere Allah'ın dinine gurub gurub girebilmek için İslâm nurunu devletinde görme imkanı vermelidir. Bunun için İslâm hayatını yeniden başlatma yolunda duran veya İslâm Devleti'nin kuruluşu karşısında duran engel ve zorlukların çok olmasına rağmen bilinmesi gerekir ve bunları izale etmek, onlara galip gelebilmek için de çalışmak gerekir. Bu engel ve zorlukların en önemlileri şunlardır:
1- Gayri İslâmî fikirlerin var olması ve İslâm dünyasına hakim olması. Şöyle ki; İslâm dünyası, düşüş dönemini geçirirken tefekkürü zayıftı. Zihniyeti bu düşüş sebebiyle zayıflamıştı ve bilgisizdi. Bu haldeyken ona gayri İslâmî fikirlerle saldırıldı. Bu fikirler İslâm'la çelişiyordu. Saptırıcı bir esas üzerine kaim olduğu gibi hayat hakkında ve onun öncesi ve sonrası hakkında yanlış bir mefhum üzerine kuruludur. Bu fikirler mukavemetsiz, boş verimli bir toprak buldu. Onun için imkanını bulup ona tahakküm edebildi. Bu sebeble müslümanların zihniyetleri, özellikle tahsillilerinin zihniyetleri bu fikirlerle doldu. Böylece icad edicilikten uzak taklide alışkın, İslâm düşüncesini siyasî olarak kabul etmeye hazır olmayan siyasî zihniyetler oluştu. Aynı anda bu zihniyetler İslâm düşüncesinin hakikatına özellikle siyasî tarafına müdrik olamadı.
Bundan dolayı İslâmî Davetin İslâm'a davet ve İslâmî hayatı yeniden başlatmaya davet halinde olması lazımdır. Gayri müslimler, kendilerine İslâmî fikirler izah edilerek İslâm'a davet edilirler. Müslümanlar, kendilerine İslâm'ı kavratarak İslâm hayatını yeniden başlatmak için çalışmaya davet edilirler. Bu şunu gerektirir; gayri İslâmî olan diğer fikirlerin ne kadar sahte, neticelerinin ne kadar tehlikeli olduğunu göstermek lazım. Bir de davetin siyasî yolu çizilmeli. Ümmete öyle bir İslâmî kültür verilmelidir ki üzerinde siyasî yön bariz olmalıdır. Bu zorluk ancak böyle aşılabilir.
2- Eğitim ve öğretim programlarının sömürgecilerin koyduğu esas üzerinde var olması, okul ve üniversitelerde bu programların uygulama metodunun var olmasıdır. Bu okul ve üniversiteler, sömürgeci kâfirin çizdiği plana göre özel bir zihniyetle yürümek üzere yönetim, idare, yargı, eğitim ve öğretim, tıp ve hayatın diğer işlerini yürütecek kişileri mezun ediyor. Ta ki yönetim ve idare yerlerine sömürgeci memurlar yerine müslümanlardan yetiştirdikleri memurlar geçsinler. Bu memurların işi, sömürgeci kâfirin kanunları, müeyyideleri, kültürleri, siyasetleri, nizamları, hadaretleri ve başka hususlarını korumak, bekçilik yapmak, sömürgecinin savunduğu kadar veya daha şiddetlice bunları savunmaktır.
Bu zorluğa galip gelmenin yolu; bu hususları o yöneticilere, o memurlara ve bütün insanlara keşfedip göstermektir. Ta ki bu işlerde mevcud olan sömürgecilik tarafının korkunçluk ve çirkinliği görünsün. Bunu savunanlar savundukları şeyden vazgeçsinler, İslâm Daveti o müslümanlara kendi yolunu göstersin.
3- Sömürgeci kâfirin koyduğu esas üzerine eğitim ve öğretim programının uygulanmasının devamı. Eğitimi istedikleri metoda göre sürdürmeleri, mezun olan genç ve okuyan gençlerin çoğunun İslâm'a çelişen bir yöne gitmelerine sebeb oldu. Burada bahsettiğimiz eğitim ve öğretim programları bilim ve sanayi ile ilgili programlar değildir. Çünkü bilim ve sanayi evrensel bir şeydir. Hiç bir ümmete has değildir. Bütün insanlar için genel bir şeydir. Kasdettiğimiz programlar kültür programlarıdır. Bunlar hayat hakkında bakış açısını etkiler. Zaten bu eğitim ve öğretim programları, İslâmi hayatı yeniden başlatma karşısında bir engel oluşturmaya sebeb oldu. Bunlar; kültür, tarih, edebiyat, felsefe ve kanunla ilgili bilgi derslerini kapsar. Çünkü tarih, hayatın vakıalarını açıklayan bilgidir. Edebiyat ise, hayatın duygusunu tasvir eden konudur. Felsefe, hayat hakkında bakış açısını teşkil edecek temel fikirdir. Kanun ise, hayatın müşkillerini pratik şekilde tedavi edip fert ve topluluklar arasındaki ilişkiyi düzenleyecek, idare edecek çözümlerdir. Bunların tümüyle sömürgeci kâfir, müslüman çocuklarının zihniyetlerini özel bir şekilde oluşturdu. Bu çocukların bazılarını kendi hayatlarında ve ümmetin hayatında İslâm'ın varlığının zaruriyetini hissetmez hale getirdi. Bu çocukların bir kısmını da; İslâm'ın, hayat sorunlarını çözmek için elverişliliğini inkâr ederek ona düşmanlık göstermelerine sevketti.
Bunun için bu zihniyetleri değiştirmek kaçınılmaz oldu. Bu şöyle olur: Gençler, okul ve üniversiteler dışında yoğun ve yerleşik kültürle kültürleştirilmelidir ki, bu zorluk da aşılabilsin.
4- Bazı kültürel konulara evrensel bilim olarak itibar etmek ve genel olarak insanlar nezdinde bunlara hürmet gösterip onları yüceltmektir. Bu kültürel konular; sosyoloji, psikoloji, eğitim bilimidir. İnsanlar, bu kültür konularını birer ilim olarak saydıkları gibi, bunların gösterdiği gerçeklerin de tecrübe ve deneylerden meydana geldiğini zannediyorlar. Bu sebeble bunları yüceltiyor, gösterdiklerini hayat işlerinde hakim kılıp tartışılmaz hususlar olarak telakki ediyorlar. Bunun için bunlar okul ve üniversitelerde birer ilim olarak öğretilir, hayat sahnesinde uygulanmaya çalışılır ve işleri idare etmede bunlara yardım için başvurulur oldu. Bu sebeble psikiyatristler,sosyologlar ve eğitimcilerin sözleri Kur'an ve Hadis'ten daha fazla delil olarak gösterilir oldu. Bundan dolayı bu konuları öğrenmekten ve bunlara saygı göstermekten, hayat işlerinde bunların hakim kılınmasından bizde yanlış fikir ve bakış açısı doğdu. Böylece bunlara muhalif olan sözü müslümanlara kabul ettirmek zor oldu. Nitekim bu bilgilerin toplamı, dini hayattan ayırmaya ve İslâm Devleti'nin kuruluşuyla savaşmaya götürmektedir.
Gerçek ise; bu bilgi konuları ilim değil kültürdür. Çünkü bunlar gözlem ve istinbat yoluyla meydana gelir. Tecrübe ve deneylerle meydana gelmez. Bunları insanlar üzerine uygulamak tecrübe sayılmaz. Ancak bunlar değişik vaziyet ve şartlarda değişik kişiler üzerine tekrarlanmış birer gözlemlerdir. Onun için bunlar birer gözlem ve istinbattırlar (görüş çıkartmadılar). Bunlar labaratuvarda bir şey üzerine yapılmış deneyler gibi deneyler değildir. Bunun için ilim konusuna girmez, kültür sahasına girer. Üstelik bunlar içlerinde hata ve doğru bulunabilen birer zannî görüştürler.
Nitekim bunlar yanlış bir esas üzerine kuruludur. Çünkü ferde ve topluma belli bir bakışa göre yürütülürler. Bu nedenle ferdiyetçilik üzerine kaimdirler. Bunun bakışı toplumun fertlerden oluştuğu itibarına göre fertten aileye, aileden cemaata, cemaattan topluma intikal eder. Bundan dolayı bu bakış, toplumları birbirinden farklı görüp ayrı cinsten oluştuğunu kabul eder. Bir topluma uygun olan hususun başka topluma uygun olmayacağını düşünürler.
Gerçekte ise toplum; insanlar, fikirler, nizamlar ve duygulardan oluşur. Bir yerde insan için elverişli fikir ve tedaviler başka yerdeki insan için de elverişli olur. Çeşitli toplumları ıslah edecek fikir, duygu ve düzenler toplumları bir tek toplum haline getirir.
Onların topluma yanlış bakışı, eğitim bilimindeki ve sosyolojideki teorilerin yanlışlığına sebeb oldu. Çünkü bu sözde ilimler, bu yanlış bakış üzerine kuruludur.
Aynı şekilde pisikolojiye de mebnidir. Halbuki bu sözde ilim, iki yönden hatalıdır.
Birincisi; beyni değişik bölgelere bölüyor ve her bölge için ayrı ve özel bir kabiliyetin varlığını iddia edip,bazı beyinlerde bir takım kabiliyetlerin bulunduğunu, bazılarında bulunmadığını söylüyor. Halbuki gerçekte beyin tekdir. Fikirlerin değişikliği, öncül bilgilerin azlığı-çokluğu ve farklı olmasından ileri gelir. Kabileyetin bir beyinde varlığı diğerinde yokluğu diye bir şey yoktur. Tersine bütün beyinler hissedilen vakıa, duyu organları ve öncül bilgi bulunduktan sonra her konuyu düşünebilme kabiliyetine sahiptir. Ancak beyinler bağlama gücü ve hissetme gücü bakımından birbirinden farklı olabilirler, görme gücünün kuvvetli-zayıf olması bakımından gözlerin farklı oluşu gibi. Onun için, beyine her yerde herhangi bir malumat verilebilir. Ve onda onu hazmetme kabiliyeti vardır. Onun için psikolojideki beyinlerde kabiliyetle ilgili hususun esası yoktur.
İkincisi; psikoloji, içgüdülerin kısmı keşfedilmiş bir kısmı da keşfedilmemiş olarak bir çok olduğunu itibar eder. Alimleri bu mefhum üzerine, içgüdüler hakkında yanlış teoriler korlar. Gerçekte ise, hissedilen ve müşahade edilen husus, insanlarda canlı takat vardır. Bunu insanın gösterdiği tepki ve isteklerden anlarız. Bu takatın iki çeşidi var. Birincisi, doyumu zorunlu şekilde gerekli olan doyumlanmaması halinde insanın ölebileceği husus. İkincisi, doyumun gerekli olup doyumlanmaması halinde insanın yaşayabileceği fakat sıkıntıya düşebileceği husus. Birinci şekil; acıkma, susama, haceti giderme gibi uzvî ihtiyaçlardır. İkinci şekil ise; içgüdülerdir ki bunlar; dindarlık, nevi ve beka içgüdüleridir. Bu içgüdülerin birincisi, insanın aciziyeti hissetmesiyle; ikincisi, insan nevinin bekasını hissetmesiyle; üçüncüsü ise, insanın zatının bekasını hissetmesiyle ilgilidir. Bunun dışında başka içgüdü bulunmaz. Bu içgüdülerin tezahürleri vardır. Meselâ; korkmak, egemen olmak, mülk edinmek gibi tezahürler beka içgüdüsünün birer tezahürleridir. Takdis etmek, ibadet yapmak, dindarlık içgüdüsünün tezahürleridir. Baba olmak, kardeş edinme, anne olmak arzuları nevi içgüdüsünün bire tezahürleridirler. Bunun için psikolojinin, beyin hakkındaki düşüncesinin yanlış oluşu gibi içgüdüler hakkındaki düşüncesi de yanlıştır.
Bundan dolayı bu iki esas üzerine mebni olan teorilerin hatalı çıkmasına sebeb olur. Bir de sözde eğitim ilminin hataya düşmesine sebeb oldu. Çünkü eğitim ilmi (!) psikolojiden etkilenmiştir.
Buna binaen sosyoloji, psikoloji ve eğitim bilimi birer kültür konularıdır. İslâm düşüncesine aykırı fikirler içerir. Bütünü itibariyle yanlıştır. Ona saygı göstermek ve onu yüceltmek ve hakim kılmak İslâm Devleti için çalışma karşısında duracak bir zorluk ve engelin doğmasına sebeb oldu. Bunun için bu konular ilim değil birer kültür ve bilgi konuları olduklarını, kesin hakikat olmayıp zannî olduklarını ve yanlış temellere dayalı olduklarını göstermek gerekir. Bunun için bunlar hayata hakim edilmez. Hayata ancak İslâm hakim kılınır.
5- İslâm dünyasındaki toplumun İslâm'la çelişen gayri İslâmî bir hayatı yaşaması. Şöyle ki: Devlet teşkilatı, onun ve toplumun üzerine kurulacağı yönetim nizamı, toplumun bütün unsurlarıyla üzerine kurulu olacak hayatın kuralları, müslümanları yönlendiren nefsi yön ve düşünceleri üzerine kurulu olan zihinsel oluşumun tümü, hayat hakkındaki mefhumların esası üzerine kuruludur ve hepsi İslâm mefhumlarıyla çelişmektedir. Bu esaslar değişmezse ve bu sapık mefhumlar düzeltilmezse toplumda insanların hayatını değiştirmek zor olacağı gibi devletin teşkilatını, toplumun kuralları müslümanlara tahakküm eden nefsi ve zihni yönleri değiştirmek de çok zor olacaktır.
6- Müslümanlar ile İslâm yönetimi arasındaki zaman mesafesinin uzaklaşmasıdır. Özellikle bu yönetim siyaseti ve maliye siyasetinde tecelli eder. Bu zaman mesafesinin uzak olması, müslümanların İslâm hayatını tasavvur etmesini zayıflatır. Bir de gayri müslimlerin İslâm hayatını sahih olarak tasavvur etmelerini engellediği gibi onlara gerçeğin tersini gösterir. Özellikle müslümanlar, İslâm Devleti'nin son döneminde yöneticiler tarafından İslâm'ın kötü uygulanışını müşahade ettiler. Bir de otuz seneden fazla (bu tarih 1953'e göredir) her hususta İslâm'la çelişen bir nizamın düşmanları tarafından kendileri üzerine hakim kılındığını gördüler. Bu yönetim altında İslâmî olmayan yönetim siyaseti ve maliye siyasetine göre yönetildiler. Bunun için insanların yaşadıkları kötü vakıadan yükselip yaşamaları gerekli olan hayatı tasavvur etmeleri kaçınılmazdır. Çünkü hayatlarını o tasarladıkları hayata dönüştürmeye ve değiştirmeye doğru bir çalışma yapmalıdırlar. Aynı zamanda bu düşünme ve değişme İslâm hayatına doğru olunca parça parça değil tam bir şekilde olması gerekir. İslâm nizamını uygulamak yama yaparak ve cüzlerle yetinip, tedricen değil, inkilabi yani bir defada olması gerekir. Ta ki İslâm'ın yüksek ve izzetli günlerindeki hayat vakıasının sureti onların zihinlerine yaklaşsın.
7- İslâm beldelerinde demokrasi esası üzerine kurulu olup halk üzerine kapitalist sistemin tümünü uygulayan, batı devletlerine siyasî şekilde bağlanan, ülkecilik ve bölgecilik esası üzerine kaim olan hükümetlerin var olmasıdır. Bu durum, İslâm hayatını yeniden başlatmak için çalışmayı zorlaştırır. Çünkü çalışma ancak kapsamlı şekilde olup ve her yeri kaplamalıdır. Nitekim İslâm, İslâm beldelerini bölüp birer devletçiklere dönüştürülmesini mübah kılmaz. Tersine bütün bu beldelerin tek bir devlet haline gelmesini zorunlu kılar. Bu ise davetin kapsamlı, çalışmanın kapsamlı ve uygulamanın kapsamlı olmasını gerektirir ki bu, kaim olan hükümetlerin İslâm Davetine karşı direnmelerini doğurur. Bu hükümetlerin adamları müslümanlardan olsa da aynı durum geçerlidir. Bunun için İslâm Davetini her bölgede yüklenmek gerekir. Velev ki bu, İslâm beldelerinde kurulu hükümetler tarafından gelecek karşı koymalardan kaynaklanan zorluk ve meşakketlere katlanmayı gerekirse de yapılmalıdır.
8- Vatancılık, milliyetçilik ve sosyalizm hakkında kamuoyunun bulunması ve bu esaslar üzerine siyasî hareketlerin kurulmasıdır. Şöyle ki; Batılılar İslâm beldelerini işgal edip yönetimin iplerini ellerine geçirdikten ve kapitalist sistemini uyguladıktan sonra insanlarda nefsî müdafaa temayüller doğdu. Yaşadıkları toprakları müdafaa etmek için vatancı/millî duygular meydana çıktı. Aynı anda nefsî müdafaa, aileyi korumak ve kavmi savunmak ve bu kavim için yönetim kurmaya doğru bir çalışma yapmak için ırkçı ve milliyetçi taassup tahrik edildi. Bundan memleketlerden düşmanı kovmak için “vatancılık” adıyla siyasî hareketler doğduğu gibi yönetimin bir milliyete ait olması için “milliyetçilik” adıyla da siyasî hareketler neşet etti. Daha sonra insanlara kapitalist sisteminin bozukluğu ve salih olmadığı açığa çıkınca onların arasında sosyalizm için bir propaganda yayıldı. Bundan dolayı kapitalizmi ortadan kaldırmak için sosyalizm adıyla kitleler kuruldu. Fakat bu hareketler nezdinde hayat nizamı için ani ve sathi tasavvurdan başka bir tasavvur bulunmadı. Bu durum onları ideolojinin gerçek manasından ve İslâm'ın evrensel bir ideoloji olma vasfından uzaklaştırdı.