Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Islàm devletini yok etmek (1 Kullanıcı)

HUSEYIN SASMAZ

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eyl 2009
Mesajlar
1,204
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
61
İSLÀM DEVLETİNİ YOK ETMEK

Birinci Dünya Savaşı, müttefik devletlerin kesin zafer elde etmelerinden sonra savaşa katılan ülkeler arasında ateşkes ilân edilerek sona erdi. Osmanlı Devleti, bir çok küçük parçalara bölünüp tahrip edildi. Müttefik devletler bütün Arap beldelerini işgal ettiler. Mısır, Suriye, Filistin, Doğu Ürdün, Irak'ı işgal edip bunları devletten ayırdılar. Osmanlıların ellerinde Türkiye adındaki beldelerinden başka bir yer kalmadı. Müttefikler oraya da girdiler. İngiliz savaş gemileri Boğazlara hakim oldu. İngiliz askerleri başkentin bir kısmını, Çanakkale'nin bütün kalelerini ve Türkiye'nin bütün stratejik ve önemli mevkilerini işgal etti.

Fransız askerleri ise, İstanbul'un bir kısmını işgal edip Senegalli askerlerle doldurdu. İtalyan orduları Pera ve demiryollarını işgal ettiler. Müttefiklerin subayları polis ve jandarmalarının işlerini denetlemeye başladı. Limanı da kontrolleri altına aldılar. Kaleleri silahlardan arındırdılar. Türk ordusunun bir kısmını terhis etmeye başladılar. İttihat ve Terakki Cemiyeti çözülüp dağıldı. Cemal Paşa ve Enver Paşa memleketin dışına kaçtılar. Bu cemiyetin diğer azaları gizlendiler. İşgalci düşmanların emirlerin yerine getirmek için Tevfik Paşa'nın başkanlığında zayıf bir hükümet kuruldu.

Bu esnada halife Vahdeddin idi. O, bir emri vâkiı karşısında kaldığını ve durumun hikmetli uslupla kurtarmanın gerekli olduğunu görüyordu. Onun için parlamentoyu feshedip, hükümet başkanlığını en samimi arkadaşı olan Ferid'e verdi. Ferid Paşa, halifenin müttefiklere karşı mülayim tutumunu ve mukavemette sebeb olmayacak bakışını destekledi. Çünkü mukavemetin memleketin helâkine sebeb olacağını görüyordu. Çünkü savaş sona erdi. Vahdeddin, bu planı uyguladı.

Hal durgun şekilde Türkiye'de 1919 senesinin ortasına kadar devam etti. O günlerde durumlarda değişiklik oldu. Müttefiklerin tutumları zayıfladı. Çünkü İtalya'da, Fransa'da ve İngiltere'de dahili cephelerini parçalayacak ciddî dahili sorunlar, halk arasında da sıkıntılar, rahatsızlıklar başladı. Müttefikler arasında ihtilaf ortaya çıktı. Hatta bu, İstanbul'da müttefiklerin temsilcileri arasında açık şekilde görüldü. Zira onların arasında ihtilaf çıktı ve ganimetler üzerine rekabet halindeydiler. Askerî mevkiler ve iktisadî imtiyazlardan her devlet aslan payı almayı istiyordu. Böylece Türkiye kendi durumunu kurtarmak için son oku atmayı deneme imkânına sahip oldu. Çünkü müttefiklerin zaafı ve anlaşmazlıkları şu dereceye ulaştı: Onlardan her devlet Türklere diğer devlete karşı tahrik edip yardım ediyordu. O zaman daha sulh konferansı henüz yapılmamıştı. Sulh şartları da ortaya atılmamıştı. Böylece ufukta ümit görüntüleri görülmeye başlandı. İngilizler, M. Kemal’i kendi siyasetlerini uygulamak, Hilâfet Devleti’ni yok etmek üzere kendilerine ajan yapmışlardı. Halk arasında ciddî mukavemet harekatı düzenleme imkanına sahip olduklarına inanılmaya başlandı. Düşmanın kontrolü altında kalan silah depolarını çalıp memleketin diğer yerlerine gizli örgütlere göndermek amacı ile İstanbul'da ondan fazla gizli cemiyet oluştu.

Bazı resmî adamları bu işe yardımcı oluyordu. Nitekim Harp Bakanlığının Vekili İsmet Paşa, Harp Erkanı başkanı Fevzi Paşa, İçişleri Bakanı Fethi Paşa, Deniz Bakanı Rauf Bey. Bunların hepsi o cemiyetlere ve o işlere yardımcı oluyordu. Bunun için düşmana gizlice mukavemet yapmak amacıyla bir çok cemiyet kuruldu. İttihat ve Terakki Cemiyeti canlandı. Nizamî orduların bir kısmı bu hareketlere katıldı. Ondan sonra hepsi Mustafa Kemal'in komutanlığı altında tek bir hareket altında toplandılar. Müttefiklere mukavemet etmek, onları memleketten kovmak niyetiyle birlikte, kendilerine karşı çıkarsa halifenin ordusuna da mukavemet etmek amacıyla harekete geçtiler. Mustafa Kemal, bu hususta büyük başarı elde etti. Ondan sonra İstanbul'daki merkezî hükümetin ve padişahın düşmanların egemenliği altında kaldığını ve Anadolu'da millî bir hükümetin kurulmasının gerekli olduğunu gördü. İşte M. Kemal yapacağı devrime vatancılık elbisesi giydirerek, neticesi Hilâfet’in yok edilmesi olacak olan harekete girişti. Bu aynı zamanda Türkiye’yi diğer Osmanlı Devleti parçalarından ayırmak içindi. M. Kemal’in hareketinden açıkça anlaşılan onu bu işe hazırlayanların ve bu devrim için onu kullananların İngilizler olduğudur.

Bu nedenle Sivas'da millî bir konferans yaptı. Burada Türkiye'nin istikbalini kurmayı sağlayacak vesile ve üsluplar tartışıldı. Konferans bir takım kararlar aldı, yürütücü komisyon seçti ve bu komisyonun başkanlığına Mustafa Kemal'i getirdi. Bu konferans padişaha hükümet başkanı Ferid Paşa'yı azletmekle ilgili bir talebte bulunarak uyarı gönderdi. Bir de hür yeni parlamento seçimi yapmakla ilgili talebini ekledi. Padişah bu baskı altında mecbur kalıp bu konferansın taleblerine boyun eğerek hükümet başkanı Ferid Paşa'yı azledip yerine Ali Rıza'yı tayin etti. Yeni seçimlerin yapılmasını emretti. Konferansın adamları memleketi kurtarmak isteyen bir kitle olduklarını göstererek seçime katıldılar. Ve böylece yeni parlamentoda ezici çoğunluğu kazandılar.

Bu başarının akabinden konferans ve adamları Ankara'ya geçtiler. Bundan sonra Ankara,çalışmanın merkezi oldu. Bu konferansın milletvekilleri Ankara'da bir toplantı yapıp parlamentonun İstanbul'da toplanmasını ve konferansın azalarının birer resmî milletvekili olduktan sonra konferansın feshedilmesini önerdiler. Fakat Mustafa Kemal, bu iki düşünceye karşı çıkıp şöyle dedi: "Bu konferans, parlamentonun adalete ne kadar bağlı olduğunu ve siyasetinin ne olduğu anlaşılıncaya kadar devam etmeli. Başkente geçmek ise delice bir ahmaklıktan başka bir şey değildir. Çünkü bunu yaparsanız, yabancı düşmanın tahakkümü altında kalırsınız. İngilizler beldelere hakimiyetlerini devam ettiriyorlar. Hükümet sizin işlerinize karışacak. Sizi de tutuklayabilir. Bu nedenle parlamentonun mustakil ve hür kalabilmesi için burada Ankara'da toplanması uygun olur."

Mustafa Kemal bu kendi görüşü üzerinde ısrarla kaldı, fakat milletvekillerini parlamentonun Ankara'da toplanmasına ikna edemedi. Milletvekilleri başkente gidip, halifeye bağlılıklarını ve itaatlarını gösterdiler. Ondan sonra işlerine devam ettiler. Bu hadise 1920 senesinin Ocak ayında idi.

Sultan iradesini milletvekillere kabul ettirmeye çalıştı. Fakat milletvekilleri reddettiler ve memleketin halklarına sımsıkı sarıldıklarını ortaya koydular. Üzerlerinde baskı artınca Sivas konferansında ortaya çıkarttıkları millî misaklarını kamuoyuna bildirdiler. Bu misak barışı kabul edebilmek şartlarını ihtiva eden belgeydi. Bu şartlardan en önemlisi Türkiye’nin belli sınırlar içerisinde müstakil ve hür olmasaydı. Müttefikler ve özellikle İngilizler buna sevindiler. Çünkü bu kararı çıkartmak için çalışıyorlardı. Bir de bu kararı memleketin ahalisinden çıkmasını sağlamak için çalışıyorlardı. Dikkati çeken nokta; İslâm Devleti vasfı ile Osmanlı Devleti'nin hükmü altında bulunan bütün beldeler Birinci Cihan Savaşından sonra birer millî misak çıkartmalarıdır. Bütün bu millî misaklar bir bent içeriyordu ki o da şu idi: Müttefiklerin istedikleri parçanın ayrı müstakil bir ülke olmasıdır. Irak'ta Irak istiklalini içeren millî misak çıkartıldı. Suriye'de Suriye istiklalini içeren millî misak çıkarttılar. Filistin'de Filistin'in istiklalini içeren millî misak çıkarttılar. Mısır'da Mısır'ın istiklalini içeren millî misak çıkarıldı v.b. Bunun için müttefiklerin ve özellikle İngilizlerin Türk millî misakının çıkması ile sevinmeleri tabiî idi. Çünkü bu, onların istediklerine uygun olarak geldi. Zaten planları Osmanlı Devleti'nin birer devletçiklere bölmekti ki, Osmanlı Devleti bir daha bir tek kuvvetli devlete dönüşmesin ve müslümanların devleti yok olsun.

Müttefikler her yerde böyle millî misak çıkartmakla başarılı olmasaydılar mesele başka hal alırdı. Çünkü Osmanlı Devleti bütün vilâyetleri ile tek bir devlet idi. Bütün vilâyetlerini kendisinden bir cüz sayıyordu. O bir federal sistem üzerinde değil de birleşik merkezî sistem üzerinde yürüyordu. Bir Hicaz ile bir Türkiye arasında, bir Kudüs sancağı ile bir İskenderun sancağı arasında fark yoktu. Zira hepsi de tek bir devletin birer parçalarıydı.

Türkiye'nin hezimeti, Almanya hezimetinden farksızdı. Çünkü ikisi savaşta anlaşmış iki devlet idiler. Sulh şartları birisine uygulanacaksa diğerine de uygulanacaktı. Alman halkı kendi memleketlerinin bir karışı dahi kaybetmedi. Aralarındaki bağlar kopmadı. Osmanlı Devleti'nde de böyle olmalıydı. Halklarının arasında bağların kopması doğru değildi. Müttefikler bunu biliyorlardı. Ve bunu hesaba katarak endişe ediyorlardı. Fakat Osmanlılar, devletlerinin parçalanmasını kendileri istediler. Araplar da Türkler de bunu istediler. O halde müttefikler bunu yerine getirmek için ne kadar çaba gösterip teşvik etseler azdı. Özellikle devletin merkezi olan Türkiye'nin talebine süratle icabet ettiler. Çünkü devlette otoritenin çoğunluğunu temsil ediyordu.

İşte bundan dolayı müttefikler Türk millî misakını kendileri için nihai zafer saydılar. Bunun akabinde Türklere mukavemet hürriyeti verdiler. Her yerden çekilmeye başladılar. İngiliz ve Fransız kuvvetleri, memleketin içinden çekildiler. Bu durumda Türklerin azimleri şiddetlendi. Memlekette düşmana karşı oluşan mukavemet hareketi Padişaha karşı bir devrim hareketine dönüştü. Ondan sonra Padişah bu harekete karşı bir ordu hazırlayıp kuvvetli bir hamle başlattı. Netice olarak o mukavemet hareketini yok etti. Ondan sonra devrim merkezi olan Ankara dışında halkın hepsi Padişahla beraber oldular. Ankara da düşmek üzereydi. Ona bağlı köyler arka arkaya Padişahın sancağı altına girip halifenin ordusuna katılmaya başladı. Mustafa Kemal ve onunla birlikte olanlar Ankara'da pek sıkıntılı bir duruma girdiler. Fakat Mustafa Kemal mukavemet üzerinde ısrarlı kaldı. Vatancılarda heyacanı cesareti yeniden tahrik etti. Bunların azimleri tekrar şiddetlendi. Türkiye'nin çeşitli bölgelerinde İngilizlerin başkenti işgal ettiklerine, vatancıları tutukladıklarına, parlamentoyu zorla kapattıklarına, Padişah ve hükümetin onlara yardım ettiklerine dair haberler yayıldı. Bu haberler akabinde durum değişti. Halk, yüzünü Padişahtan çevirdi. Kamuoyu Ankara'daki vatancılara yöneldi. Kadınlar, erkekler Ankara'dan umut bekleyerek var güçleri ile Türkiye'yi savunmaya koştular. Halifenin ordusundan da bir çoğu da umutlarının bağlandığı Mustafa Kemal'in ordusuna katıldılar. Böylece M. Kemal'in cephesi güçlendi. Memleketin bir çok yerinde güç, onun eline geçti. Bir bildiri yayınlanarak millî meclisi seçmeye davet etti. Bu meclisin merkezi Ankara olacaktı. Seçim oldu, yeni milletvekilleri seçildi. Kendilerine "Büyük Millet meclisi" ismini vererek meşru hükümet ilân ettiler. Sonra M. Kemal'i bu meclisin başkanı seçtiler. Ankara, millî hükümetin başkenti oldu. Bütün Türkler buna katıldı. M. Kemal halifenin geri kalan ordusunu dağıttı. Böylece iç savaş sona erdi. Sanra Yunanlılara karşı harp açtı. Onlarla şiddetli savaşlar oldu. İlk bakışta zafer onların oldu. Sonra durum değişti. Ancak daha sonraları1921'in Ağustos ayına gelindiğinde büyük bir güçle onların üzerine ani bir saldırı yaptı. O zaman Yunanlılar İzmir'i ve Türkiye'nin bazı kıyılarını işgal ediyorlardı, savaş onun zaferi ile bitti. Daha sonra 21 Eylül'ün başlarında 1921'de İsmet İnönü'yü Herington'la geniş bir anlaşma yapmak için gönderdi. Müttefik ülkeler Yunanlıların Teris'ten kovulmasına razı oldular ve kendileri de İstanbul ve Türk topraklarından çıkacaklarına söz verdiler. Mustafa Kemal'in nutuklarının incelenmesinden açığa çıkıyor ki; müttefiklerin bu tutumu M. Kemal'in İslâmî yönetimi ortadan kaldırması karşılığında idi.

Onun için bu durum zaferlerden sonra Millet Meclisinde Türkiye'nin durumu hakkındaki tartışma esnasında yaptığı şu konuşmadan anlaşılıyor:

"İslâm devletlerinden oluşan bir birliğe inanmıyorum. Hatta Osmanlı halklarından oluşan bir birliğe de inanmıyorum. Bizden olan herkes istediği fikre inanabilir. Fakat hükümetin bir tek hedef ve belirlenmiş bir takım gerçeklere dayalı ve çizilmiş değişmeyen bir siyasete bağlanması gerekir. Onun hedefi, vatanın hayatını ve belli coğrafî sınırlar içerisinde istiklâlini korumaktır. Duygular ve evham bizim siyasetimizi etkilememeli. Rüyalar ve hayalî şeyler yok olsun. Çünkü bunlar geçmişte bize ok pahalıya maloldu."

İSLÀM DEVLETİNİ YOK ETMEK Birinci Dünya Savaşı, müttefik
 

HUSEYIN SASMAZ

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eyl 2009
Mesajlar
1,204
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
61
İSLÀM DEVLETİNİ YOK ETMEK

Birinci Dünya Savaşı, müttefik devletlerin kesin zafer elde etmelerinden sonra savaşa katılan ülkeler arasında ateşkes ilân edilerek sona erdi. Osmanlı Devleti, bir çok küçük parçalara bölünüp tahrip edildi. Müttefik devletler bütün Arap beldelerini işgal ettiler. Mısır, Suriye, Filistin, Doğu Ürdün, Irak'ı işgal edip bunları devletten ayırdılar. Osmanlıların ellerinde Türkiye adındaki beldelerinden başka bir yer kalmadı. Müttefikler oraya da girdiler. İngiliz savaş gemileri Boğazlara hakim oldu. İngiliz askerleri başkentin bir kısmını, Çanakkale'nin bütün kalelerini ve Türkiye'nin bütün stratejik ve önemli mevkilerini işgal etti.

Fransız askerleri ise, İstanbul'un bir kısmını işgal edip Senegalli askerlerle doldurdu. İtalyan orduları Pera ve demiryollarını işgal ettiler. Müttefiklerin subayları polis ve jandarmalarının işlerini denetlemeye başladı. Limanı da kontrolleri altına aldılar. Kaleleri silahlardan arındırdılar. Türk ordusunun bir kısmını terhis etmeye başladılar. İttihat ve Terakki Cemiyeti çözülüp dağıldı. Cemal Paşa ve Enver Paşa memleketin dışına kaçtılar. Bu cemiyetin diğer azaları gizlendiler. İşgalci düşmanların emirlerin yerine getirmek için Tevfik Paşa'nın başkanlığında zayıf bir hükümet kuruldu.

Bu esnada halife Vahdeddin idi. O, bir emri vâkiı karşısında kaldığını ve durumun hikmetli uslupla kurtarmanın gerekli olduğunu görüyordu. Onun için parlamentoyu feshedip, hükümet başkanlığını en samimi arkadaşı olan Ferid'e verdi. Ferid Paşa, halifenin müttefiklere karşı mülayim tutumunu ve mukavemette sebeb olmayacak bakışını destekledi. Çünkü mukavemetin memleketin helâkine sebeb olacağını görüyordu. Çünkü savaş sona erdi. Vahdeddin, bu planı uyguladı.

Hal durgun şekilde Türkiye'de 1919 senesinin ortasına kadar devam etti. O günlerde durumlarda değişiklik oldu. Müttefiklerin tutumları zayıfladı. Çünkü İtalya'da, Fransa'da ve İngiltere'de dahili cephelerini parçalayacak ciddî dahili sorunlar, halk arasında da sıkıntılar, rahatsızlıklar başladı. Müttefikler arasında ihtilaf ortaya çıktı. Hatta bu, İstanbul'da müttefiklerin temsilcileri arasında açık şekilde görüldü. Zira onların arasında ihtilaf çıktı ve ganimetler üzerine rekabet halindeydiler. Askerî mevkiler ve iktisadî imtiyazlardan her devlet aslan payı almayı istiyordu. Böylece Türkiye kendi durumunu kurtarmak için son oku atmayı deneme imkânına sahip oldu. Çünkü müttefiklerin zaafı ve anlaşmazlıkları şu dereceye ulaştı: Onlardan her devlet Türklere diğer devlete karşı tahrik edip yardım ediyordu. O zaman daha sulh konferansı henüz yapılmamıştı. Sulh şartları da ortaya atılmamıştı. Böylece ufukta ümit görüntüleri görülmeye başlandı. İngilizler, M. Kemal’i kendi siyasetlerini uygulamak, Hilâfet Devleti’ni yok etmek üzere kendilerine ajan yapmışlardı. Halk arasında ciddî mukavemet harekatı düzenleme imkanına sahip olduklarına inanılmaya başlandı. Düşmanın kontrolü altında kalan silah depolarını çalıp memleketin diğer yerlerine gizli örgütlere göndermek amacı ile İstanbul'da ondan fazla gizli cemiyet oluştu.

Bazı resmî adamları bu işe yardımcı oluyordu. Nitekim Harp Bakanlığının Vekili İsmet Paşa, Harp Erkanı başkanı Fevzi Paşa, İçişleri Bakanı Fethi Paşa, Deniz Bakanı Rauf Bey. Bunların hepsi o cemiyetlere ve o işlere yardımcı oluyordu. Bunun için düşmana gizlice mukavemet yapmak amacıyla bir çok cemiyet kuruldu. İttihat ve Terakki Cemiyeti canlandı. Nizamî orduların bir kısmı bu hareketlere katıldı. Ondan sonra hepsi Mustafa Kemal'in komutanlığı altında tek bir hareket altında toplandılar. Müttefiklere mukavemet etmek, onları memleketten kovmak niyetiyle birlikte, kendilerine karşı çıkarsa halifenin ordusuna da mukavemet etmek amacıyla harekete geçtiler. Mustafa Kemal, bu hususta büyük başarı elde etti. Ondan sonra İstanbul'daki merkezî hükümetin ve padişahın düşmanların egemenliği altında kaldığını ve Anadolu'da millî bir hükümetin kurulmasının gerekli olduğunu gördü. İşte M. Kemal yapacağı devrime vatancılık elbisesi giydirerek, neticesi Hilâfet’in yok edilmesi olacak olan harekete girişti. Bu aynı zamanda Türkiye’yi diğer Osmanlı Devleti parçalarından ayırmak içindi. M. Kemal’in hareketinden açıkça anlaşılan onu bu işe hazırlayanların ve bu devrim için onu kullananların İngilizler olduğudur.

Bu nedenle Sivas'da millî bir konferans yaptı. Burada Türkiye'nin istikbalini kurmayı sağlayacak vesile ve üsluplar tartışıldı. Konferans bir takım kararlar aldı, yürütücü komisyon seçti ve bu komisyonun başkanlığına Mustafa Kemal'i getirdi. Bu konferans padişaha hükümet başkanı Ferid Paşa'yı azletmekle ilgili bir talebte bulunarak uyarı gönderdi. Bir de hür yeni parlamento seçimi yapmakla ilgili talebini ekledi. Padişah bu baskı altında mecbur kalıp bu konferansın taleblerine boyun eğerek hükümet başkanı Ferid Paşa'yı azledip yerine Ali Rıza'yı tayin etti. Yeni seçimlerin yapılmasını emretti. Konferansın adamları memleketi kurtarmak isteyen bir kitle olduklarını göstererek seçime katıldılar. Ve böylece yeni parlamentoda ezici çoğunluğu kazandılar.

Bu başarının akabinden konferans ve adamları Ankara'ya geçtiler. Bundan sonra Ankara,çalışmanın merkezi oldu. Bu konferansın milletvekilleri Ankara'da bir toplantı yapıp parlamentonun İstanbul'da toplanmasını ve konferansın azalarının birer resmî milletvekili olduktan sonra konferansın feshedilmesini önerdiler. Fakat Mustafa Kemal, bu iki düşünceye karşı çıkıp şöyle dedi: "Bu konferans, parlamentonun adalete ne kadar bağlı olduğunu ve siyasetinin ne olduğu anlaşılıncaya kadar devam etmeli. Başkente geçmek ise delice bir ahmaklıktan başka bir şey değildir. Çünkü bunu yaparsanız, yabancı düşmanın tahakkümü altında kalırsınız. İngilizler beldelere hakimiyetlerini devam ettiriyorlar. Hükümet sizin işlerinize karışacak. Sizi de tutuklayabilir. Bu nedenle parlamentonun mustakil ve hür kalabilmesi için burada Ankara'da toplanması uygun olur."

Mustafa Kemal bu kendi görüşü üzerinde ısrarla kaldı, fakat milletvekillerini parlamentonun Ankara'da toplanmasına ikna edemedi. Milletvekilleri başkente gidip, halifeye bağlılıklarını ve itaatlarını gösterdiler. Ondan sonra işlerine devam ettiler. Bu hadise 1920 senesinin Ocak ayında idi.

Sultan iradesini milletvekillere kabul ettirmeye çalıştı. Fakat milletvekilleri reddettiler ve memleketin halklarına sımsıkı sarıldıklarını ortaya koydular. Üzerlerinde baskı artınca Sivas konferansında ortaya çıkarttıkları millî misaklarını kamuoyuna bildirdiler. Bu misak barışı kabul edebilmek şartlarını ihtiva eden belgeydi. Bu şartlardan en önemlisi Türkiye’nin belli sınırlar içerisinde müstakil ve hür olmasaydı. Müttefikler ve özellikle İngilizler buna sevindiler. Çünkü bu kararı çıkartmak için çalışıyorlardı. Bir de bu kararı memleketin ahalisinden çıkmasını sağlamak için çalışıyorlardı. Dikkati çeken nokta; İslâm Devleti vasfı ile Osmanlı Devleti'nin hükmü altında bulunan bütün beldeler Birinci Cihan Savaşından sonra birer millî misak çıkartmalarıdır. Bütün bu millî misaklar bir bent içeriyordu ki o da şu idi: Müttefiklerin istedikleri parçanın ayrı müstakil bir ülke olmasıdır. Irak'ta Irak istiklalini içeren millî misak çıkartıldı. Suriye'de Suriye istiklalini içeren millî misak çıkarttılar. Filistin'de Filistin'in istiklalini içeren millî misak çıkarttılar. Mısır'da Mısır'ın istiklalini içeren millî misak çıkarıldı v.b. Bunun için müttefiklerin ve özellikle İngilizlerin Türk millî misakının çıkması ile sevinmeleri tabiî idi. Çünkü bu, onların istediklerine uygun olarak geldi. Zaten planları Osmanlı Devleti'nin birer devletçiklere bölmekti ki, Osmanlı Devleti bir daha bir tek kuvvetli devlete dönüşmesin ve müslümanların devleti yok olsun.

Müttefikler her yerde böyle millî misak çıkartmakla başarılı olmasaydılar mesele başka hal alırdı. Çünkü Osmanlı Devleti bütün vilâyetleri ile tek bir devlet idi. Bütün vilâyetlerini kendisinden bir cüz sayıyordu. O bir federal sistem üzerinde değil de birleşik merkezî sistem üzerinde yürüyordu. Bir Hicaz ile bir Türkiye arasında, bir Kudüs sancağı ile bir İskenderun sancağı arasında fark yoktu. Zira hepsi de tek bir devletin birer parçalarıydı.

Türkiye'nin hezimeti, Almanya hezimetinden farksızdı. Çünkü ikisi savaşta anlaşmış iki devlet idiler. Sulh şartları birisine uygulanacaksa diğerine de uygulanacaktı. Alman halkı kendi memleketlerinin bir karışı dahi kaybetmedi. Aralarındaki bağlar kopmadı. Osmanlı Devleti'nde de böyle olmalıydı. Halklarının arasında bağların kopması doğru değildi. Müttefikler bunu biliyorlardı. Ve bunu hesaba katarak endişe ediyorlardı. Fakat Osmanlılar, devletlerinin parçalanmasını kendileri istediler. Araplar da Türkler de bunu istediler. O halde müttefikler bunu yerine getirmek için ne kadar çaba gösterip teşvik etseler azdı. Özellikle devletin merkezi olan Türkiye'nin talebine süratle icabet ettiler. Çünkü devlette otoritenin çoğunluğunu temsil ediyordu.

İşte bundan dolayı müttefikler Türk millî misakını kendileri için nihai zafer saydılar. Bunun akabinde Türklere mukavemet hürriyeti verdiler. Her yerden çekilmeye başladılar. İngiliz ve Fransız kuvvetleri, memleketin içinden çekildiler. Bu durumda Türklerin azimleri şiddetlendi. Memlekette düşmana karşı oluşan mukavemet hareketi Padişaha karşı bir devrim hareketine dönüştü. Ondan sonra Padişah bu harekete karşı bir ordu hazırlayıp kuvvetli bir hamle başlattı. Netice olarak o mukavemet hareketini yok etti. Ondan sonra devrim merkezi olan Ankara dışında halkın hepsi Padişahla beraber oldular. Ankara da düşmek üzereydi. Ona bağlı köyler arka arkaya Padişahın sancağı altına girip halifenin ordusuna katılmaya başladı. Mustafa Kemal ve onunla birlikte olanlar Ankara'da pek sıkıntılı bir duruma girdiler. Fakat Mustafa Kemal mukavemet üzerinde ısrarlı kaldı. Vatancılarda heyacanı cesareti yeniden tahrik etti. Bunların azimleri tekrar şiddetlendi. Türkiye'nin çeşitli bölgelerinde İngilizlerin başkenti işgal ettiklerine, vatancıları tutukladıklarına, parlamentoyu zorla kapattıklarına, Padişah ve hükümetin onlara yardım ettiklerine dair haberler yayıldı. Bu haberler akabinde durum değişti. Halk, yüzünü Padişahtan çevirdi. Kamuoyu Ankara'daki vatancılara yöneldi. Kadınlar, erkekler Ankara'dan umut bekleyerek var güçleri ile Türkiye'yi savunmaya koştular. Halifenin ordusundan da bir çoğu da umutlarının bağlandığı Mustafa Kemal'in ordusuna katıldılar. Böylece M. Kemal'in cephesi güçlendi. Memleketin bir çok yerinde güç, onun eline geçti. Bir bildiri yayınlanarak millî meclisi seçmeye davet etti. Bu meclisin merkezi Ankara olacaktı. Seçim oldu, yeni milletvekilleri seçildi. Kendilerine "Büyük Millet meclisi" ismini vererek meşru hükümet ilân ettiler. Sonra M. Kemal'i bu meclisin başkanı seçtiler. Ankara, millî hükümetin başkenti oldu. Bütün Türkler buna katıldı. M. Kemal halifenin geri kalan ordusunu dağıttı. Böylece iç savaş sona erdi. Sanra Yunanlılara karşı harp açtı. Onlarla şiddetli savaşlar oldu. İlk bakışta zafer onların oldu. Sonra durum değişti. Ancak daha sonraları1921'in Ağustos ayına gelindiğinde büyük bir güçle onların üzerine ani bir saldırı yaptı. O zaman Yunanlılar İzmir'i ve Türkiye'nin bazı kıyılarını işgal ediyorlardı, savaş onun zaferi ile bitti. Daha sonra 21 Eylül'ün başlarında 1921'de İsmet İnönü'yü Herington'la geniş bir anlaşma yapmak için gönderdi. Müttefik ülkeler Yunanlıların Teris'ten kovulmasına razı oldular ve kendileri de İstanbul ve Türk topraklarından çıkacaklarına söz verdiler. Mustafa Kemal'in nutuklarının incelenmesinden açığa çıkıyor ki; müttefiklerin bu tutumu M. Kemal'in İslâmî yönetimi ortadan kaldırması karşılığında idi.

Onun için bu durum zaferlerden sonra Millet Meclisinde Türkiye'nin durumu hakkındaki tartışma esnasında yaptığı şu konuşmadan anlaşılıyor:

"İslâm devletlerinden oluşan bir birliğe inanmıyorum. Hatta Osmanlı halklarından oluşan bir birliğe de inanmıyorum. Bizden olan herkes istediği fikre inanabilir. Fakat hükümetin bir tek hedef ve belirlenmiş bir takım gerçeklere dayalı ve çizilmiş değişmeyen bir siyasete bağlanması gerekir. Onun hedefi, vatanın hayatını ve belli coğrafî sınırlar içerisinde istiklâlini korumaktır. Duygular ve evham bizim siyasetimizi etkilememeli. Rüyalar ve hayalî şeyler yok olsun. Çünkü bunlar geçmişte bize ok pahalıya maloldu."

İSLÀM DEVLETİNİ YOK ETMEK Birinci Dünya Savaşı, müttefik


slm Devleti - Takiyyuddin En-Nebhani
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt