Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

İRŞAD VE TEBLİĞ (1 Kullanıcı)

ADALETIMAHZA

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Eyl 2006
Mesajlar
3,630
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
55
Web Sitesi
www.islamiportal.net
İRŞÂD

Doğru yoldan gitmek, doğru yolu bulmak, doğru düşünmek, akıl ve temyiz gücüne sahip olmak, irşâd ise doğru yolu gösterme, uyarma, irfan sahibi birinin bir kimseye tarikatı ve Allah yolunu göstermesi gibi anlamlara gelir. İrşâdı yapan kimseye mürşid denir. Allah'ın, sayısı doksandokuz olan güzel isimlerinden birisi de "er-Reşîd" (bk. Hûd, 11/87). Reşîd, mürşid anlamındadır. Mürşit, doğru ve hak yolu gösteren demektir. Şu halde irşâdda; rehberlik, doğru yolu gösterme, hak ve hakikate davet söz konusudur.

Terim olarak irşâdı şöyle tarif edebiliriz: Bu işe ehil kimseler tarafından insanları, dünya ve ahiret saadetine ermeleri için hak ve hakikate, doğru yola, salih amele ve her çeşit iyiliklere çağırarak, her türlü kötülükten kaçınmalarını telkin etmek.

İrşâdda muhatab olan, yani irşâd edilecek kimseler hem gayrimüslimler ve hem de müslümanlardır. Müslüman olmayanları irşâd; onları iman ve İslâm'a davet etmek demektir. Müslümanları irşâd ise; onlara imanın gereği olan salih amel ve güzel ahlâkı telkin etmektir. İrşâdı yapacak kimseler ise Peygamberlerden sonra, salih müminler ve din bilginleridir. İrşâd, dini bir emir olup müslümanlar üzerine farz-ı kifayedir. Müslümanların içlerinden bir grup bu görevi yapınca diğerlerinin üzerinden düşer. İnsanları irşâd edecek mürşidleri, din bilginlerini yetiştirmek müslümanlar üzerine farzdır. Kur'an-ı Kerîm'de: "Sizden, insanları hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten alıkoyan bir topluluk olsun" (Âlu İmrân, 3/104)buyurulur. Ümmet; grup, sınıf anlamınadır. İçinizden irşâd görevini yapacak bir grup bulunsun" veya "sizden, emr-i bi'l ma'ruf ve nehy-i ani'l münker yapacak bir topluluk oluşsun" demektir.

İnsanlık tarihinde doğru veya yanlış hiçbir sistem ve hiç bir nizam büyük kitleler tarafından kendiliğinden kabul edilmemiştir. Her hangi bir nizam ve ideolojinin kabul edilmesi için mutlaka o nizam ve ideolojinin davetçilerinin bulunması gerekir. Din için de bu genel kaide geçerlidir. Allah Teâlâ'nın insanların hidayeti için peygamberler göndermesi, bu peygamberlerin, Allah'ın dinini yeryüzünde hakim kılmak için daimi bir çalışma içerisinde bulunmaları bunun apaçık bir delilidir.

İnsanları irşâdda bulunmak, onların dünya ve ahirette saadet ve selametleri için çalışmak demektir. Bu nedenle insanları irşâd önemli bir görevdir. Bu görevi toplumda belli bir grubun üstlenmemesi, toplumun hepsinin sorumluluğuna sebep olur. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Günah isleyenlerin bulunduğu bir toplumda önlemeye gücü yeten kimseler olduğu halde bunu engellemezlerse, Allah'ın, kendi nezdinden onların hepsini kapsayan bir azabın gelmesi pek yakındır" (Ebû Dâvud, Melâhim 17: İbn Mâce, Fiten, 20; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 361, 363, 364, 366);

"Şunu yeminle söylüyorum ki; siz ya iyiliği emreder, kötülükten sakındırmaya çalışırsınız; aksi halde Allah size içinizdeki en kötülerinizi musallat eder. Sonra hayırlılarınız dua eder, fakat duaları kabul olunmaz" (Ebu Dâvûd, Melâhim, 17; Tirmizî, Fiten, 9; Ahmed b. Hanbel, V, 388, 390, 391). Allah Resulune, insanların en hayırlısının kim olduğu sorulunca, şöyle cevap vermiştir: "İnsanların en hayırlısı en çok okuyanı, en muttaki olanı, iyiliği en çok emredeni, kötülükten en fazla sakındırmaya çalışanı ve en çok sıla-ı rahim yapanıdır " (Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 432).

Hz. Peygamber, Veda haccı hutbesinde, dinî emir ve yasakların, bilgilerin nesilden nesile aktarılması ve irşat faaliyetinin sürdürülmesi için ümmetine görev yüklemiştir. Bu da tebliğ görevidir. "Sizden hazır olanlar, burada bulunmayanlara sözlerimi ulaştırsınlar. Umulur ki, bunları burada bulunmayanlar, bulunanlardan daha iyi anlar ve korur" (Ahmed b. Hanbel, V, 41).

Kur'an-ı Kerîm'de; "Siz insanların faydası için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. iyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışırsınız." (Âlu İmrân, 3/110) buyurulur. Onu en hayırlı yapan; iyiliği emretme, kötülükten sakındırmaya çalışma, başka bir deyimle "irşat" görevini ifa etme özelliğidir.

İrşâtın metodunu ve irşatsırasında izlenecek yolu Kur'an-ı Kerîm şöyle belirlemiştir: "Ey Peygamber! İnsanları Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et. Onlarla en güzel şekilde mücadele et. Şüphesiz ki Rabbin, yolundan sapanı da çok iyi bilir, doğru yolda yürüyenleri de çok iyi bilir" (en-Nahl, 16/125);

"Ey Musa ve Hârun! İkiniz de Firavun'a gidin. Çünkü o çok azdı. Öğüt alacağını veya korkacağını umarak ona yumuşak sözler söyleyin" (Tâhâ, 20/43-44); "(Ey habibim!) Allah'ın rahmeti sebebiyle onlara yumuşak davrandın. Eğer sen sert ve katı kalbli olsaydın, şüphesiz insanlar, etrafından dağılır giderlerdi. Öyleyse onları affet ve bağışlanmalarını dile. İşlerde onlarla istişare et. Bir ise de azmettin mi, Allah'a tevekkül et. Şüphesiz Allah tevekkül edenleri sever" (Âlu İmrân, 3/159).

Diğer yandan mürşidin etkili olabilmesi söyledikleriyle önce kendisinin amel etmesine bağlıdır. Aksi halde irşâddan olumlu sonuç alınamayacağı ayette şöyle ifade edilir: "Ey iman edenler, yapmayacağınız şeyi, niçin söyleyip duruyorsunuz" (es-Saff, 61/2).

İrşâdda mürşidin amelinin önemini belirtmek üzere İslâm bilginleri; "Ey Rabbimiz bizi ulemâ-ı âmilîn ve sulehâ-i şâkirinden eyle" duasını çokça tekrar etmişlerdir. Anlamı: "Ey Rabbimiz bizi, bilgisiyle amel eden âlimler ve nimetlere şükür eden sâlihler zümresine ilhak et" demektir.

Şâmil İA.






TEBLİĞ

Zaman, yer ve nitelik açısından amaca ulaşma, sona varma, nihâyete erme, resmi bir yazıyı, kararı halka veya ilgililere duyurma, bildiri, beyanname, mesaj, bir dini başkalarına anlatma ve yayılmasına çalışma. "Be-leğa" fiilinden "Tef'il" babında masdardır. Çoğulu "Tebliğat"tır.

Tebliğ, Kur'an'da "belâğ" kelimesi ile aynı anlamda kullanılmıştır. Tebliğ masdar, belâğ ise isim olarak onküsur yerde geçmektedirler. Bu kelimelerin ifâde ettiği ilâhi mesajın sahibi Yüce Allah, aracı ve vasıtası Hz. Muhammed (s.a.s), muhatabı ise, insandır.

Tebliğ, peygamberlerin sıfatlarından ve onların gerçek vazifelerindendir. Bu gerçeği ifâde eden bir ayetin meâli şöyledir:

"Ey elçi, Rabbinden sana indirileni duyur. Eğer bunu yapmazsan, O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan korur" (el-Mâide 5/67).

Bu görev yalnız Hz. Muhammed (s.a.s)'e verilmemiş, diğer peygamberlere de verilmiştir (el-A 'raf, 7/62, 68, 79, 93; el-Ahkâf, 46/23).

Tebliğ vazifesini yapan peygamberler, bu vazifelerinde zorlayıcı herhangi bir yola başvurmamışlar, sadece tebliğ vazifelerini yerine getirmişler ve sonucu Allah'a bırakmışlardır:

"Peygambere düşen, sadece tebliğ yapmaktır" (el-Mâide, 5/99) (Bu konu ile ilgili olarak bkz. Âl-î İmrân, 3/20; el-Mâide, 5/92; er-Ra'd, 13/40; en-Nahl, 16/35,82; en-Nûr, 24/54; el-Ankebût, 29/18; Yâsîn, 36/17; eş-Şuarâ, 42/48; et-Teğâbûn, 64/12).

Allah'tan aldıkları mesajları, muhatabı olan insanlara tebliğ etmekle görevli olan peygamberler, bu yolda çeşitli sıkıntılara katlanmışlar ve en güzel sabır örneğini göstermişlerdir. "(Önce) en yakın akrabanı uyar" (eş-Şuarâ, 26/214) ayeti nazil olunca, Hz. Muhammed (s.a.s) ilk tebliği, evinde topladığı Abdülmuttaliboğullarına yaptı. Daha sonra Safa tepesine çıkarak halka seslendi ve halk O'nun etrafında toplandı. Onlara, "Şu dağın arkasında düşman var desem, bana inanır mısınız?" diye sorunca, halk, "Evet, sana inanırız. Çünkü senden yalan duymadık" cevabını verdi. Öyle ise size şiddetli bir azabı haber veriyorum" deyince, amcası Ebu Leheb hakaret ifâde eden sözler sarfederek, onu susturdu. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s)'in tebliğini engellemeye çalışan Ebu Leheb ve hanımı hakkında Tebbet suresi nazil oldu (Abdülfettah el-Kâdî, Esbâbü'n-Nüzûl, Beyrut,(t.y.) s. 251).

Peygamberler, tebliğ vazifelerini yerine getirirken, çeşitli sıkıntılarla karşılaşmışlardır. Ama hiç bir zaman yollarından sapmamışlar ve davalarında taviz vermemişlerdir. Hayatları bu hususta ibretli olaylarla doludur.

Bu şekilde sabırla davranarak tebliğde bulunmak, insanları hikmetli sözler ve güzel öğütlerle Allah'ın yoluna davet etmek Allah'ın, Kur'an'a kulak veren her mümine ilâhî bir emridir:

"(Ey Muhammed) Sen (insanları) Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütlerle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücâdele et" (en-Nahl, 16/125).

Bu ayette söz konusu olan "hikmet" ve "güzel öğüt", tebliğ ile ilgilenen insanlar için çok önemlidir. Hikmet, kişinin tebliğ sırasında dikkatli ve basiretli olması, bunu körü körüne yapmamasıdır. Hikmet, hitabedilen kişinin zihin, yetenek ve şartlarını gözönünde bulundurulmasını ve mesajın bunlara uygun bir şekilde iletilmesini gerektirir.

"Güzel öğüt" ise, kişinin muhatabını sadece mantıkî ikna metotlarıyla değil, aynı zamanda duygularını cezbederek de inandırmaya çalışmasıdır .

Bu ayette geçen "Onlarla en güzel şekilde mücadele et" emri de, tebliğ vazifesini ciddi bir şekilde yerine getirmeyi taleb etmektedir. Buna göre tebliğci, tatlı bir dile sahip olmalı, tebliğde soylu bir davranış göstermeli, cezbedici, akla ve mantığa uygun fikirleri öne sürmeli ve muhatabını en güzel bir şekilde ikna etmeye çalışmalıdır (el-Kurtubî, el-Camiul'i-Ahkâmi'l-Kur'ân, Kahire 1967, X, 200; er-Razî, et-Tefsiru'l-Kebir, Mısır 1937, XX, 138 v.d.; ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, Kahire 1977, III, 167).

Kur'an, ilahi mesajın insanlara ulaştırılması açısından büyük önem taşıyan tebliği "büyük cihad" (cihad-ı ekber) olarak tanımlar:

"Kâfirlere boyun eğme ve bununla (bu Kur'an ile) onlara karşı büyük cihâd et" (el-Furkan, 25/52).

Bu ayetteki "büyük cihâd", İslâm davası yolunda elden geleni yapmak, bu dava için bütün imkan ve kaynakları seferber etmek ve Allah'ın adını yüceltmek için tebliğde bulunmak demektir. Gerçekten de tebliğ suretiyle cihadda bulunmak, düşmana karşı silahla cihatda bulunmaktan daha büyük ve daha üstündür (ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, Kahire 1977, IV, 125; el-Beydâvî, Envâru't-Tenzîl ve Esraru't-Te'vîl, Mısır 1955, II, 73; er-Razî, et-Tefsiru'l-Kebir, Mısır 1937, XXIV, 100).

Tebliğ ile meşgul olanlar, insanlar arasında ayırım yapmadan, genç ihtiyar, kadın erkek, herkese tebliğde bulunmalıdırlar. Ölüm döşeğinde olan insana bile, İslâm tebliğ edilmelidir. Çünkü o, iman ettikten sonra vefât ederse, ahireti kurtarılmış olur. Her hususta olduğu gibi, bu hususta da en güzel örnek, Hz. Muhammed (s.a.s)'dir. Ebu Talib'in ölüm zamanı gelince, Resulullah (s.a.s) onun yanına geldi. Orada Ebu Cehil ve Abdullah b. Ebî Ümeyye de vardı. Hz. Peygamber (s.a.s) Ebu Talib'e: "Ey amcacığım, 'Lâ-İlâhe İllallah' de, bununla Allah katında sana şehâdet edeyim " buyurdu. Ebu Cehil: "Ya Ebu Talib, Abdülmuttalib'in dininden vaz mı geçeceksin?" dedi. Resulullah (s.a) amcasına tebliğde bulunmaya davet etti. Fakat Ebu Talib, ona son söz olarak Abdülmuttalib'in dini üzerinde olduğunu söyledi ve 'Lâ İlâhe İllallah' demekten çekindi. O zaman Hz. Muhammed (s.a.s): "Allah beni men etmediği müddetçe, senin için dua edeceğim" dedi. Bunun üzerine şu ayet nâzil oldu: "Akraba bile olsalar, cehennemin halkı oldukları belli olduktan sonra (Allah'a) ortak koşanlar için mağfiret dilemek; ne peygamberin, ne de inananların yapacağı bir iş değildir" (et-Tevbe, 9/113). Ebu Talib hakkında da: "(Ey Muhammed), sen, sevdiğini doğru yola iletemezsin, fakat Allah, dilediğini doğru yola iletir. O, yola gelecek olanları daha iyi bilir" (el-Kasas, 28/56) ayeti nazil oldu (Müslim, iman, 9; Muhammed b. İshâk b. Yesar, Sîretu İbn İshâk, Konya 1980, 222).

Ayrıca Kur'an, Allah'ın en büyük düşmanlarına bile tebliğin götürülmesini emreder. Hem de onları kırmadan, ezmeden, lânetlemeden ve onlara öfkelenmeden bu vazifelerinin yerine getirilmesi gerektiğini vurgular: "(Ey Musa ve Harun) Firavun'a gidin, çünkü o azmıştır. Ona yumuşak ve tatlı bir sözle tebliğde bulunun. Belki öğüt alır veya Allah'tan korkar" (Tâhâ, 20/43, 44).

Yüce Allah, Firavun'un imân etmeyeceğini elbette biliyordu. Ama yine ona tebliğin yapılmasını emretmiştir. Bunda çeşitli hikmetler vardır. İnanan insanların tebliğ vazifelerini yerine getirmeleri ve kendisine tebliğin ulaşmadığı hiç kimsenin kalmaması gerekir. Bu durum, tebliğcileri de mes'uliyetten kurtarır. Nitekim Yüce Allah başka bir ayette, Hz. Musa ve ona bağlı olanların tebliğe ısrarla devam etmelerini faydasız gören bazı insanlardan söz ederken, şöyle bir açıklamada bulunmuştur: "İçlerinden bir topluluk, "Allah'ın helâk edeceği yahut şiddetli bir şekilde azaba uğratacağı bir kavme hâlâ ne diye tebliğe bulunuyorsunuz?" dediler. Tebliğe devam edenler şu cevabı verdiler: Rabbiniz huzurunda özür beyanı yüzünden, bir de belki kendilerine gelir, korunurlar ümidiyle" (el-Ârâf, 7/164).

Bu durum, tebliğcinin görevini savsaklamadığına delil olur ve kendisine tebliğ yapılanın "ben bunu bilmiyordum" şeklinde mazerette bulunmasını engeller (ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, Mısır (t.y), IV, 34).

Merhum müfessir Elmalılı, bu ayeti açıklarken şöyle buyurmuştur: "Tebliğ vazifesini yerine getirme, herkese son nefesine varıncaya kadar bir nevi farzdır. Bununla beraber, dünyada hiç bir-hususta ümitsizliğe düşmek caiz değildir. Her ne kadar günahkâr olurlarsa olsunlar, insanların tövbe ve takvasını arzu ve ümit etmek de bir vazifedir. İnsanlığın hali sürekli değişmededir ve kader sırrı meydana gelişinden önce bilinmez. Ne bilirsiniz, bu güne kadar hiç söz dinlemeyen bu insanlar belki yarın dinleyiverir ve sakınmaya başlar, bütün bütün sakınmazsa, belki biraz sakınır ve bu sayede azabı hafifler. Her halde tebliğde bulunup öğüt vermek, tebliği terk etmekten evlâdır. Tebliği bütünüyle terk etmekte ise, hiç bir ümit yoktur. Hiç bir mukavemete maruz kalmayan fenalık daha süratle yayılır. Herhangi bir fenalığın aslını silmek mümkün olmasa da hızını azaltmaya çalışmak da göz ardı edilmemelidir (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, İstanbul 1971, IV, 2313).

Hz. Peygamber (s.a.s) veda hutbesinde İslâm'ın temel prensiplerini tebliğ ettiği zaman, sık sık hazır olanlara: "Tebliğ vazifemi yaptım mı?" diye sormuş. Onlardan olumlu cevap alınca, "Allah'ım, sen benim tebliğ vazifemi yaptığıma şahid ol!.." diyerek, bu kutsal vazifeyi yerine getirmenin sevincini yaşamıştır (Ahmed Zeki Safve, Cemheretu Hutubi'l-Arab, Mısır 1962, 1, 157).

Peygamber ve O'nun yolunda yürüyenlerin en önemli görevi, Hakk'ı tebliğdir. Her Müslüman bu konuda görevlidir. Müminlerin bu husustaki görevlerini yerine getirmeleri farzdır.

İslâm, sürtüşme, tartışma, bölünme ve parçalanma dini değildir. Onun ruhunda ve mayasında ancak Allah'a kul olmanın derin manası, birbirimize kardeş olmanın yüksek anlamı yatmaktadır. Dinde kula kul olma basiretsizliği yoktur. Günümüzün tebliğ metodu bu doğrultuda geliştirilmelidir.

İslâm dininde tebliğ, belli bir sınıfın değil, inanan bütün insanların vazifesidir. İslâm'da sınıf ayırımı yoktur. Her kişi, kendi bilgi ve kültür seviyesine göre, başkalarına tebliğde bulunup onları şuurlandırmaya çalışmak mecburiyetindedir.

Yüce Allah'ın Kur'an-ı Kerim'de üzerinde önemle durduğu "davet" ve "Emr bi'l-Ma'ruf ve Nehy ani'l-Münker" de, tebliğe yakın ve onunla iç içe olan konulardır.

Hz. Muhammed (s.a.s), Allah rızası için yapılmayan her şeyin bâtıl ve faydasız olduğunu haber vermiştir (Tirmizî, Hudûd, 24, Fiten, 59, Zühd, 21; İbn Mace, Hudûd, 12, Zühd, 21). Buna göre tebliğ de, Allah rızası için yapılmalıdır. Herhangi bir maddî veya manevî menfaat niyeti ile yapılan tebliğin hiç bir faydası olmaz. Yüce Allah da Kur'an-ı Kerim'de, tebliğin herhangi bir karşılık beklemeden, Allah rızası için yapılmasını ve bu şekilde yapılan tebliği dinlemenin gerektiğini açıklamıştır (Yasin, 36/21).

Her şeyi Allah rızası için yapan, gaye olarak O'nun rızasını seçen ve bu yolda tebliğ vazifesini de bilinçli bir şekilde yerine getiren bir toplum, mutluluğun sırrına erer.

Kur'an, insanlara tebliğ edilmek üzere indirilmiştir. Hz. Muhammed (s.a.s), bu yolda her türlü sıkıntıya göğüs gererek, gerektiği gibi bu vazifeyi yerine getirdi. O'nun ümmetinin de, bu vazifeyi sadece Allah rızası için ve hakkıyla yerine getirmesi gerekir.

 

Kaan Erdem

Yönetici
Katılım
9 Ara 2006
Mesajlar
11,197
Tepki puanı
230
Puanları
63
RE: İRŞAD VE TEBLİĞ

Selamünaleyküm abla.Gerçekten çok dolu ve içeriği zengin bir konu açmışsınız.Fakat gölgede kalmış uzun olduğu için.Maksadımız bilgi almak yada öğrenmekse ilgi ve alakadan mahrum kalmamalıydı.Allah cc emanet olun selam ve dua ile kalın.:H
 

ADALETIMAHZA

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Eyl 2006
Mesajlar
3,630
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
55
Web Sitesi
www.islamiportal.net
RE: İRŞAD VE TEBLİĞ

KAAN ERDEM yazdı:
Selamünaleyküm abla.Gerçekten çok dolu ve içeriği zengin bir konu açmışsınız.Fakat gölgede kalmış uzun olduğu için.Maksadımız bilgi almak yada öğrenmekse ilgi ve alakadan mahrum kalmamalıydı.Allah cc emanet olun selam ve dua ile kalın.:H

V.A.S.Kardeşim.Evet uzun gibi gözükse de bu konuda ciltler dolusu kitap yazılır.Üstelik Rabbimizin ilk emri OKU olmasına rağmen biz müslümanlar hala okumamakta direnerek felaha ereceğimizi hayal bile etmeyelim.Kaç kişi hayatında ilmihal alıp da elinden düşürmüyor,kaç kişi ben şu kadar hadisi ezberlemeliyim diye düşünüyor?İrşad ve tebliğ her müslümana farzdır.Bizler farzları islamın 5 şartına indirgersek,şu bulunduğumuz noktanın bizim gayretlerimizin değil ALLAH ın lütfu olduğunu anlarız.Yana yakıla acaba etrafımda imanını kurtarabileceğim bir kişi var mı diye araştırıyor muyuz,bırak araştırmayı üzülüyor muyuz,dert ediniyor muyuz?Ve en acısı irşad ve tebliğ için kendimizi yetiştiriyor muyuz?Bunları bugün kendimize sormazsak bize yarın ahirette sorulmayacak mı?ALLAH razı olsun.A.E.O.:T
 

mucahid

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Ağu 2006
Mesajlar
1
Tepki puanı
0
Puanları
0
esselamun aleyk
ilk önce fethullah gülen hocaefendininde deinmi_ olduu tabir ve kiymetlerden biride tebli ve irsaddir
bunun için sevgili kardesimizin de dedigi gibi birçok kitaplar yazilmistir
irsad ekseni adli kitabi size tavsiye ederim
ALLAHIN INAYET VE KEREMIYLE
ALLAHA EMANET OLUN
MÜCAHID MUSTAFA ÇAGRI
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt