Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

İnsanlık nedir? (1 Kullanıcı)

syk

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 Mar 2007
Mesajlar
140
Tepki puanı
0
Puanları
0
İnsanlık nedir?

İnsanlık başkalarının yüzüne dost görünüp arkasından kuyusunu kazmak mı ?? Yoksa insanların başarısını kıskanıp ona bazı yollarla daha çok başarılı olmasına engel olmak mı... İnsanlık huzurun olduğu yerde huzursuzluk yaratmak mı ??? Haksız yere insanlara iftira atmak ve onları dostlarına küçük düşürmek mi ??? İnsanlık düşene birde ben vurayım mı demek yoksa elini uzatım düşeni kaldırmak mıdır ????

İnsanlığımızı kaybettimiz yerde dostlarımızı, arkadaşlarımızı, hayatımızı kaybettimiş oluyoruz... Ne kadar kabullenmesekte etraftaki insanlara zarar verdiğimizde çevremizdeki dostların teker teker kaybedildiğini görmezden geliyoruz.... Herşey Sadece çok kazanmak hırsından öne çıkıyor... İnsanlara yardım ederek onlara huzurlu bir hayat yaşamasına yardımcı olarak çevredeki dostluk zincirini genişleteceğimiz yere tersini yaparak bu zinciri daraltıp nefes alınmayacak bir hale getiriyoruz... Belki kendimizi değil ama etraftakinlerin bundan etkilenmesi ve onlara zarar vermemize neden olabiliyoruz...

Şimdi Geçmişe Bakın ve Düşünün Hak Yediğiniz Yerde Durun ve Yaptığınız Yanlışları Düzeltmeye Çalışın....

Bir Dost kazanmak o kadar kolay değil ama kaybetmek ise 1 saniyelik olay...

İnsalığımızı, dostluklarımızı ve en önemlisi dostlarımız kaybetmeyelim....

İnsan olmak o kadar kolay değil insanlık başka bişey... aramızdaki insan kılığına girmiş yaratıkları kendimizden ve çevremziden uzaklaştıralım....

İnsan sevilince ve sevince güzeldir....


Saygılarla....
 

Çeşm-i Bülbül

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Mar 2009
Mesajlar
13,384
Tepki puanı
6
Puanları
0
İnsan olmak o kadar kolay değil insanlık başka bişey... aramızdaki insan kılığına girmiş yaratıkları kendimizden ve çevremziden uzaklaştıralım....

İnsan sevilince ve sevince güzeldir....

EyvALLAH kardeşim... Güzel paylaşım, teşekkürler...
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,599
Tepki puanı
965
Puanları
113
Yaş
66
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
İnsan Olma Sorumluluğumuz!
Eleştirel aklın peşinde, nerden geldiğimiz, ne için yaşadığımız, nereye gittiğimiz sorularına karşı üretmeye çalışacağımız her cevap bizi daha çok ‘insan’laştıracaktır.
000akisilikboz0.jpg

İnsan olarak doğmayı seçmediğimiz doğru. Ya da en azından böyle bir seçimi hatırlamıyoruz. Fakat buradayız, nefes alıyoruz ve bu yazıyı okuyoruz.

Milyarlarca canlı arasında kendini her gün geliştirebilecek bir potansiyel ile doğan yegâne canlılarız. Diğer tüm canlılar için hayat standart geçirilen bir yaşam formu sadece.
Bir karanfilin “Geçen yaz kırmızı açtım hadi bu yaz da beyaz açayım.” dediğini hiç duymadık. Ya da bir leyleğin “Afrika çok uzak kardeşim bu kış eve doğalgaz bağlatacağım, bir yere kıpırdamayacağım.” duyanımız yoktur. Bir ağacın beğenmediği yerini değiştirmesi, bir timsahın çok güzel diye bir ceylanı yemediğini, Ay’ın “Her gece her gece bıktım yahu, bu gün vuracağım başımı yastığa, doğmayacağım.” diye oflanıp pufladığına hiç şahit olmadık. Olmayacağız da.
Ama insanlar âleminde bunları milyonlarca örnekle çoğaltabiliriz. İnsan olmanın ayrımına varmanın ilk şartı buradan geçmek olsa gerek.
Sonrasında ise;
Bir bilinçliliğin,
Bir farkındalığın,
Bir keşfedişin,
Bir yenilenmenin,
Bir hayret etmenin hırkasına bürünmeli insan.
Yaşadığı her günün kendisine kendisini daha iyi yapma fırsatı sunduğu bilerek yaşamalı.
Çok inandığım bir sözdür, “Daha iyi, iyinin düşmanıdır!”
Oysaki bu söz bir tek insanın kendini yenilemesinin, keşfetmesinin, çoğaltmasının karşısında geçersizdir. İnsan her geçen gün yenilenebilir, çoğalabilir ve keşfedebilir.
Akıl sahibi olmak aklı kullanmayı,
Kalp sahibi olmak kalbi kullanmayı,
İnsan olmak insanlığı yüceltmeyi gerektirir.
Durmadan kendini bir adım öne süren akla dur demeyelim. Onu takip etmek bizlere hiçbir şey kaybettirmez.
Aklın sorgulayan, eleştiren, merak eden kapılarını sonuna kadar açalım.
Atalarımızdan duyduklarımız ile yetinmeyelim.
Bize aktarılan bilgilerle şekillendirmeyelim hayatımızı.
Coşkun bir nehrin eninde sonunda varacağı yer denizidir.
Aklın denizi kalptir.
Dünyanın etrafından döndüğü iyilik, şefkat, merhamet, adalet duygularını içimizde her daim çoğaltırsak beraberinde bireysel gelişimin de gün be gün arttığına şahit olacağız.
Gelişmek yaşamak yakıtıyla çalışır. Her tebessüm, her güzellik, her çaba, her okuma, her düşünme, her yenilenme gelişmenin yakıt ikmalidir.
Sonsuz evrenin, sonsuz sevginin, sonsuz iyiliğin ve sonsuz var olmanın büyüklüğüyle durmadan kendini geliştirmeye çalışan insan her zaman her şekilde her evrende kazanan insandır.
İnsan olmak sorumluluk almaktır.
Gelişmeye, daha çok düşünmeye, daha çok sorgulamaya, daha çok yenilenmeye karşı sorumluluk alarak büyür insan.
Eleştirel aklın peşinde, nerden geldiğimiz, ne için yaşadığımız, nereye gittiğimiz sorularına karşı üretmeye çalışacağımız her cevap bizi daha çok ‘insan’laştıracaktır.
İnsan olmanın sorumluluğunu taşımaktan korkmayalım. Zira yükte hafif pahada ender nadirlikteki bir zenginliktir bu.
Nice güzel gelişimlere sevgili dostlar.

Adem Özbay
ademozbaya@gmail.com
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Geriye doğru bakılarak ileriye doğru mesafe alınan tek yolculuk hayat yolculuğudur. Diğer bir deyişle hayat, ileriye doğru yaşanır ama yalnız geriye dönük olarak anlaşılır. Bu anlaşılma, şuurlu bir idrak ve yaşananlardan ders alabilme düzeyinde olursa ve bu düzey devamlı yükselirse, yoldaki sapmalar o nispette az, yolculuk ise o nispette çalkantısız, sarsıntısız ve hasarsız olur. Hayatı anlamlı kılan ve insanı yücelten en önemli gaye; onu, âdeta bütün evreni kucaklayacakmış gibi dışa dönük ve maksada uygun olarak yaşamaktır. Hz. Mevlâna'yı tüm dünyaya tanıtan ve sevdiren de bu anlayış değil midir? Hayatı sadece kendine dönük olarak, ben-odaklı yaşayanlar, çevresindekileri hiçe sayan, kendi dışındaki olayları önemsemeyen, onlarla sadece çok ihtiyacı olduğu zaman bile "zoraki bir lütfen" tavrı ölçüsünde iletişim kuran ve kendi dışındaki bütün ötekiler ona hizmetle yükümlüymüş tavrı ve beklentisi içinde olan zavallı insancıklardır.
Koskoca kâinatta bir sivrisinek kanadındaki nokta kadar bile yer tutmadığı halde, lügatinde "ben" sözcüğünden başkasına yer vermeyen o kibir abidesinin, hiç beklemediği bir anda, çıkabileceği en tepe noktasından kafa üstü yere çakıldığına tarih çok defa şahit olmuştur. Kendi gözünde önemli kıldığı, değer olarak kabul ettiği şeyler bir şekilde elinden çıktığı zaman çırılçıplak kalacak, tüm fiziksel ihtiyaçları eksiksiz olarak karşılığında ise hayatı anlamsız olmaya başlayacaktır. Bu, içinden çıkılması öyle zor bir paradoks ki, olması da, olmaması da ayrı bir dert. Çünkü bedensel tatminden sonra ister istemez yaşadığı hayat için bazı anlam arayışları başlıyor insanoğlunda. Zira onu rahat bırakmayan, ama elle tutamadığı ve adını koyamadığı bir "ben" daha var görünenin ötesinde, içinin ta derinliklerinde. O bedensiz "ben'e" ruh deyin, can deyin, nefis deyin, ne derseniz deyin, her dilde, her kültürde ismi değişse de, özü aynıdır onun. İnsanı değerli kılan da o zaten. Zira beden, bir canide de, bir âlimde de anatomik olarak çok farklı değil. Şu var ki, nasıl beden, kendini soğuktan, sıcaktan koruyan giysiye, güçlü ve zinde tutacak yiyeceğe, içeceğe ihtiyaç duyuyorsa, bedeni ayakta tutan o bedensiz "Ben" de benzer ihtiyaçları hissediyor ve istiyor. Ama çok önemli bir farkla ki, onun giysisi, gıdası her beden için ayrı değil. Standart ve asla değişmez bir formatta. Onun giysisi, kullandıkça eskimeyen, aksine değer kazanan, sabırdır, kanaattir, hoşgörüdür. Paltosu, hataları örtmek ve görmemek, görse bile affetmektir. Sofrasının en sevdiği yiyeceği karşılıksız verebilmek, lezzet veren çeşnisi ise, tevazudur, tatlı dildir, güler yüzdür. Kullandığı sözlükte "haklıyım" fiilinin birinci tekil şahsı bir daha okunmamacasına silinmiştir adeta.
O giysi bir iş verende olursa eğer, işçisinin evindeki kedisinin ayağına batan kıymıktan çatısındaki kırık kiremitine kadar ilgisiz kalamaz. Bir öğretmende olursa eğer, yetişkin olduklarında topluma yön verebilecek, mensubu olduğu millete değer katabilme derdinde ve şuurunda olan bireyler yetiştirmek en büyük gayesi olur onun. Toplumda yer alan her fert, akıl, zekâ, kültür ve psikolojik özellikleri nedeniyle toplum ağacının belki en güzel ve en tatlı meyvesi olamayabilir. Ama o elbiseyi giydiği sürece ağacın bütününe zarar verebilecek, hastalıklı, ben-odaklı iri bir dal yerine, o ağacı oluşturan sayısız dokulardan biri olmayı yeğleyecektir.
İnsan hayatının nihai hedefine götüren pusulası ve feneri kıymetindeki bu standart ve değişmez değerler insanoğluna en baştan bedelsiz olarak verilmişti. O, bunu kısmen unuttu ya da yok saydı veyahut değerini bilemedi. Sis ve pus içinde rotasını, yönünü, yanını belirleyemediği hedefsiz yolculuğunda başına gelenler için hep suçlu aradı. Bir aynaya bakmayı bile akıl edemedi. Bu değerlerden bir şekilde haberdar olanların bir kısmı, onu yanlış yerlerde aradılar. Zira işportaya düşmesi düşünülemezdi. Diğer bir kısım ise bu değerlere sahip insanları dost ve arkadaş edindiler. Çünkü onlar biliyorlardı ki, vagonun lokomotife bağlanmaktan başka alternatifi yoktur. Zaten başka türlüsü yanlış olurdu
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
El-Ezher Üniversitesi’nin kapısına Zekeriya EJ-Ensdrî adında 60 yaşında bir ihtiyar gelmiş ve “Burayı kim yönetiyor?” diye sormuş. Bekçi, “Rektör!” demiş. İhtiyar “Ben rektör olmak istiyorum, bana bunun yolunu anlatır mısın?” deyince bekçi alaylı bir tavırla ona eğitim durumunu sormuş. İhtiyar, ilkokul mezunu olduğunu söylediğinde bekçi gülmüş ve “Amca! Rektör olabilmek için önce ortaokul, sonra lise, ardından da üniversite okuyacaksın; daha sonra doktora yapıp doçent ve profesör olacaksın. Fakat senin yaşın 60’a dayanmış, bunları başarabilmen mümkün değil!” demiş. İhtiyar yine de ümidini kaybetmemiş, yalvara yakara idare amiriyle görüşme izni almış ve sonuçta hizmetli olarak üniversitede göreve başlamış. Çalışırken bir taraftan da ortaokul ve liseyi dışarıdan bitirmiş. Sınavlara girip kendi üniversitesinde okumaya hak kazanmış. Bu arada büyük kültür hizmetlerinde bulunuyor, sosyal faaliyetlere, çalışmalara öncülük ediyormuş. Üniversiteyi bitirdikten sonra yüksek lisansını, doçentlik çalışmalarını yapıp 90 yaşında profesör olmuş. Üniversite heyeti büyük başarı ve çalışmalarından duydukları memnuniyetten dolayı bu 90’lık ihtiyarı üniversiteye rektör seçmişler. Birkaç sene görevini titizlikle yaptıktan ve nice talebeler yetiştirdikten sonra görevinden ayrılmış. Yaşama azmi, başarma aşkıyla dolu hayati 120 yaşındayken noktalanmış.
Eğer ne istediğinizi bilir ve yılmadan çalışırsanız, en gizli isteklere cevap veren Yaratıcı sizi duyacak ve mutlaka cevap verecektir. Zaten vermek istemeseydi, istemek duygusunu vermezdi. Öyle değil mi? O halde ne duruyorsunuz? Haydi, iş başına!

Not: Ezher Üniversitesi, Mısır’ın en kaliteli üniversitelerinden biridir. Türkiye’deki üniversitelerden ODTÜ’ye denk gösterilebilir.
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Mutlu olmanın şartlarından biri de yargılamak yerine anlamak ve anlamaya çalışmaktır.Hayatımıza yargılamak yerine anlayışı yerlerleştirmesi hem onu,hem de iletişim içinde olduğu insanların mutlu edecek ve geliştirecektir.
Yargılayarak karşımızdaki suçlayarak hiç bir yere varamayacağımız gibi,karşımızdaki kişinin kalbini kırar onu yaralarız.O kişinin kendini kötü hissetmesine neden oluruz.Halbuki ilişkilerimizde yapıcı olmak şart olması gerekir.Üstelik yargılama hakkına sahip değiliz.Bir kimseye zorla bir şey yaptıramayız sadece düşünce tarzının yada yaptığı şeyin doğru olmadığını söyleyebiliriz.Bu konuda elimde bulunan çok değerli bir yazar olarak tanıdığım konuşmalarında ve yazılarından hayatıma önemli şeyler kattığım ÖZNUR ÖZDOĞAN’ın “Mutluluğu Seçiyorum” isimli kitabından bir bölüm aktarmak istiyorum.
“Allah ol der, hemen oluverir.” ayeti Kur’an-ı Kerim’de defalarca tekrarlanır. (Yasin, 82; Meryem, 35; Mümin, 68; E-nam, 73; Bakara, 117) inanan insanlar olarak defalarca bu ayeti okuruz, ama hayatımızın akışında “olmaz”-”olur” anlayışları egemendir: Şunları yapan insan cennete, şunları yapan cehenneme gider; bunu başaramam; o bunu yapamaz… Allah ol der hemen oluverirse, kul olarak biz sadece olabilir veya olmayabilir diyebiliriz. Yani insana yakışan, esnek bakış açısı. Buna, kulluk bilinci, yargıladığımız anlardaki bilincimize de Tanrılık bilinci diyebiliriz. Maslow: “yalnızca esnek bir bakış açısına sahip olan, yenilikleri güvenle ve korkusuzca karşlıayabilen insan geleceğin üstesinden gelebilir” diyor. (Maslow, 2001, s. 22) Hz. Muhammed, Uhud savaşından 8 yıl sonra o bölgeden geçerken veda hutbesinde: “Sizin bir daha puta tapıcılığa dönmenizden korkmuyorum. Endişe ettiğim şey, sizin dünya işlerine dalmanız ve maddeyi put edinmenizdir.” diyor. Bizler, maddeden güç alarak kendimizde Tanrılık bilinci oluşturabiliyoruz, dünyanın maddesel boyutuna odaklanıp, sahip olma
dürtüsüyle adeta birbirimizle yarışıyor, birbirimizi yargılayabiliyoruz. Mevlana Mesnevide bu yaklaşımı şöyle bir hikayeyle anlatmaktadır: “Ebu cehil bir gün Peygamberimize: “Beni Haşimden senden daha çirkin suratlı biri gelmemiştir” dedi. Peygamberimiz: “Her ne kadar haddini aştınsa da yine de doğru söyledin” dedi. Biraz sonra Hz. Ebubekir Peygamberimizin yanına gelince: “Ey güneş yüzlü elçi, senden daha güzel daha parlak bir yüz görmedim.” dedi. Peygamberimiz bunun üzerine. “Ey gerçek dost, ey dünya bağlarından kurtulan, doğru söyledin.” dedi. Orada bulunanlar bu durum karşısında şaşırıp: “Ey Peygamber, bu ikisi de birbirine zıt şeyler söylediler, sen her ikisine de doğru söylediniz dedin, bunun sebebi nedir?” diye sordular. Peygamberimiz: “Ben bir ayna gibiyim, bana bakan kendini görür. O baktı kendini gördü, o baktı kendini gördü.” dedi.” Benzer nitelik taşıyan ifadeleri Hz. Muhammed “Mümin müminin aynasıdır.“, sözüyle dile getirmiştir. (Ebu Davud, Cilt 4, Kitabul Edeb Bölümü, Bab 57, Hadis No: 4918) Mevlana, yine Mesnevi’ de şöyle seslenmektedir: “insanlarda ayıptan başka hiçbir şey görmeyene ayıplar olsun.Gayb aleminden gelen temiz ruh, aynı yerden gelen kardeşlerde nasıl olur da ayıp görür?

Ayıp hiç bir şey bilmeyen kişiye göre ayıptır. Fakat her şeyi hoş gören, olduğu gibi kabul eden Allah’a karşı ayıp değildir. – Bize göre kafirlik afettir, ama Allah’a göre onda bir hikmet vardır. – Birisinde yüzlerce faziletle beraber bir de ayıp bulunsa, o ayıp armudun sapı, üzümün çöpü gibi kınanmaz bir ayıptır. Terazide her ikisini de beraber tartarlar, çünkü sapla veya çöple meyve, beden ile can gibi birbirleri ile uyuşmuşlar, birbirlerinden hoşlanmaktadırlar.” İnsanın, hayatına, yargılamak yerine anlayışı yerleştirmesi hem onu, hem de iletişim içinde olduğu insanları mutlu edecek ve geliştirecektir. Bir İlköğretim Okulunda, 6. sınıfta ders anlatırken, yaşadığım bir olayla bu konuyu örneklendirmek istiyorum: Dersin konusu hırsızlıktı. “Hırsızlık nedir?” diye sordum. Öğrencilerim, hırsızlığı, “başkasının sahip olduğu bir şeyi izinsiz almak” olduğu görüşünde birleştiler. Öğretmen; Hz. İsa’nın “yiyecek dolabınızda bulunan her fazla yiyecek, giysi dolabınızda bulunan her fazla giysi aslında başkalarının haklarını evinizde bulundurduğunuz için hırsızlıktır.” Sözünü hatırlattım. Bu anlamda hep birlikte -ben de dahil bir parça hırsız olduğumuzu kabul ettik. Hz. Muhammed’in: “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” sözünü hatırlayanlar oldu. Ondan sonra öğrenciler, sahip olduklarını paylaşmaya karar verdiler. Ertesi gün Aylin söz aldı: “Öğretmenim, Gürol, evlenince eşinin çalışmasına izin vermeyeceğini söylemişti. Biz, derslerimizde, dünyada bir tane olduğumuzu ve her birimizin dünyaya yapacağı bir hizmeti olduğunu öğrendik.Peki Gürol, eşini çalıştırmamakla, onun dünyaya yapacağı hizmeti insanlıktan çalmış olmuyor mu, bu hırsızlık olmuyor mu?” dedi.
O gün, sınıf olarak, bu davranışın hırsızlık olduğuna karar verdik ve Gürol, eğer eşi isterse, o da onun çalışmasını destekleyeceğini ifade etti. Bu olayı hiç unutmadım. Kadın koğuşunda hırsızlık yapanlarla konuşurken de bu yaşantının bende oluşturduğu farkındalıkla, onlarla empatik iletişim kurabildim. İlişkilerimizde, daha derindeki sorunları fark etmeden, yüzeydeki niteliklerle ilgilenmek ve yargılamak, bir başkasının kalbinin kutsal köşelerini çiğnemek demektir.”
Sayın ÖZNUR ÖZDOĞAN’ın burada anlatmak istediğini dilerim anlamışsınızdır.
Bir insanı yargılamak yerine onunla empatik iletişim kurmanın ve onu anlamanın anlamaya çalışmanın çok daha önemli olduğunu belirtmektedir
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt