Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

İnsanın Değeri Aşk İle Ölçülür (1 Kullanıcı)

İLK VAHİY

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
29 May 2009
Mesajlar
619
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
55
Web Sitesi
www.tevbequran.com
allah_muhammed_1242649469.jpg


Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) sonsuz bir terakki, uruc, saflaşma ve nurlanma dini getirmiştir. Mânevi hayatın en yüksek seviyede kemâle ermesi için gereken tüm kapılar açılmıştır. Bu kemâl de sadece mükellefiyetleri yerine getirmekle mümkün değildir; kuşun ikinci kanadı aşk kanadıdır. Din saf aşktır! Bütün bilgiler sıkılıp süzülüp aşk olmak için vardırlar; bütün kitaplar bir tane kitabı anlamak için okunur; önce sahifelerden müteşekkil Kur’ân, ondan sonra da en büyük kitap ve âlem olan insan okunur. Kur’ân’ı kendine ayna yapıp onu Efendimizin aşkı nuruyla okuyan o aynadan kendini müşahede eder ki nefsaniyetten ârî olan bir kişiden de Hakk’tan başka bir şey zuhur etmez. En büyük keramet kul olabilmektir. İnsanın değerinin âşık olabilme kapasitesiyle ölçüldüğünü öğretiyor Hz. Mevlânâ. İnsanın bu doğrultuda kendisine hakikati duymayı, görmeyi ve hissetmeyi öğretmesi gerekmektedir. Bu değer aynı zamanda kişinin taşıyabildiği mânevi yük ile ölçülür. İşte bu noktada insanlığın mânevi kapasitesinin neredeyse tamamen âtıl yollarda çürütüldüğünü görüyoruz. Hz. Mevlânâ buyuruyor ki, “Pencereleri olmayan bir ev cehennem gibidir. Dinin temeli, ey Allah’ın kulu, evde pencere açmaktır!” Burada kasıt buyrulan ev kalptir; pencere de kalp gözü!
Günümüzün insanı sadece kendisiyle ve zahiren kazandıklarıyla meşgul. Kendi kalbinin nefisten arınmış bir şekilde konuştuklarının letafetinden habersiz hale geldi. Sessizliği unuttu. Ağzının sustuğu zamanlarda ise içinde şeytan ve nefis konuşuyor.
Hz. Mevlânâ’nın batıdaki ünü insanlar çoğunlukla tefrik edemeseler bile insanın fıtrat damarını yakalamış olmasındandır. Bunu anlayamayanlar bile demek ki o letâfetten bazı kokular duyuyorlar ve okuyorlar; bu da her insanın fıtrat-ı İslâmiyye üzerine yaratıldığına bir delildir. Günümüzün dünyasında kurumuş, ölmek üzere olan gönül evlerimizi Hz. Mevlânâ gibi velilerin nuru ile aydınlatabilmeliyiz.
Gerçek güzellik ebedidir. Böyle bir güzellik kusursuzdur ve zerre çirkinliğe müsaade etmez. Hakk’ın Cemâlinin öyle sınırsız bir kudreti vardır ki maddeyi nûra kâlbeder. Hz. Mevlânâ’nın buyurduğu gibi, Bu kişi yemek yer ve pislik üretir. Diğeri de aynısından yer ama onun yedikleri tamamen Nur-u İlâhiye dönüşür.
“Bu, yer ve yediği nefret ve kıskançlığa dönüşür; diğeri de yer, fakat onun yedikleri O’nun aşkına dönüşür.”

Zayıf ve bozuk bir firâsetle bakan göz, sadece kısacık bir ömre mahkûm olan bu geçici dünyanın alıntı ve ikinci el olan zâhiri güzelliklerini görebilir. Fiziksel boyutta zâhir olan güzellik Erham-ür-Râhîmîn olan Rabbimizin Cemâl-i ebedisinin nurunu örten perdedir.
Maalesef insanların çoğu, Müslümanlar dâhil, şekle, kasalarına, keselerine, masalarına, rütbelerine vs… tapıyorlar. Tapmaktan maksat elbette ki önünde yüksek bir yere koyarak karşısında secde etmek değil; Müslüman dahî olsa ibadet şeklen bittikten sonra Müslümanlık seccade üstüne, Cami duvarları arasına ve zamanlardan Ramazan ayına sıkıştırılmaya çalışılıyor; sığmaz. Kendi makamına, mevkiine, ailesine, parasına, şöhretine, ilmine vs… Allah’ın emir ve yasaklarından; O’na yaklaşmaktan daha fazla değer vermek ve hep akılda ve gönülde Allah’ı değil de dünyayı tutmak bunlara tapmak değil de nedir??
 

İLK VAHİY

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
29 May 2009
Mesajlar
619
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
55
Web Sitesi
www.tevbequran.com
2630397245_b67538644f.jpg


Kâinatın ışık kaynağı bencillik değil, ‘bensizliktir’! Âlemi sadece bensizlik değiştirebilir. Artık Allah dostlarını tanımaya ve dinlemeye başlamalıyız. Onlar insanlığa iç hayatı, ve o iç hayatın neticesi olup içimizde zâten potansiyel olarak bulunan aşk-ı ilâhîyi öğretirler. Envâr-ı tevhîd-i Sübhan ile her bir zerreleri münevver ve müzeyyen olduğu için mânevi yaralarımızı ve hastalıklarımızı teşhîs ve tedâvi edecek devâ onlardadır.
Bütün dünyada “Rûmî” olarak tanınan Hz. Mevlânâ şöyle diyor: “Ah keşke kendi güzelliğini görebilseydin! Sen güneşten de büyüksün! Bu kir pas hapishanesinde neden kurudun ve büzüldün? Neden kalbin pınarlarından akan zarafet ve nezaketle tazelenmeyesin? Neden bir gül gibi gülmeyesin? Neden açılıp bûyini etrafa vermeyesin?”
Kendi güzelliğimizin bir farkına varabilsek ya! Cevap kendimizi tanımaktır. Kim olduğumuzu bilmek yaratılışımızda mahfuz olan o ilahi hazinenin kapılarını bize açacaktır. Bizler nurdan mahlûklarız. Bizler Allah’ın, kulluğun cevheri olan Muhammed Mustafa (SAV) Efendimiz’e olan her ciheti kuşatıcı aşkının meyveleriyiz.
İnsan elbette ki Rahmani nefesin muhatabı olan en şerefli yaratılmıştır; ama aynı zamanda çamurdan müteşekkil süfli bir varlıktır da Hem nurdur hem zulmettir. Âlemlerden daha geniş olan bu iki zıt uç arasında hangi dallara tutunup yükseleceğimizi; hatta dallardan ziyade nasıl kanatlanıp uçacağımızı bize Hz. Mevlânâ göstermektedir. İnsanın tüm bozuk yanlarına önce adeta bir projektör tutmada sonra da isteyene neşter vurmaktadır. Buyuruyor ki, “Şu iblisvari gözlerini bir anlığına kapa. Sûrete daha ne kadar bakacaksın? Ne kadar? Ne Kadar?
Mevlânâ; inkârcılar, câhiller ve kâfirlerin aslında kendilerine işkence ettiklerini, kendilerini inkâr ettiklerini yani kendi kendilerinin düşmanı olduklarını en güzel şekilde tanımlamaktadır:
“Ayın yüzünde hata bulursun; cennette diken yolarsın. Eğer cennete diken aramak için girersen, kendinden başka bulamazsın. İnkâr edenler kendi kendilerinin düşmanıdır; inkar ederek kendilerini yaralamaya devam ederler. Zavallı, gözleri perdeli yarasa kendisinin düşmanıdır güneşin değil. Güneşin parlaması onu öldürür; peki o güneşe nasıl zarar verebilir” “Bu ‘ben’ ve ‘biz’ bütün insanların tırmandığı bir merdivendir. Sonunla herkes mutlaka düşer. Kim daha yukarıya gidiyorsa, daha büyük bir aptaldır; kemiklerini daha kötü kıracaktır”.
Selam ve Duâ ile..
 
O

orhan-12

KUR’AN’I AZİMÜŞŞAN’A SAYGI
Saygı sevgiden, sevgi saygıdandır
Allah /c.c./ Kelamı olan Kur’an’ı Azimüşşan yerlerde sürünüyor ve süründürülüyor. Hemde nazil olduğu mekân Kâbe’i Muazzama ve Ravza’i
Mütehherada. Üstelik bunu yapanlar ve göz yumanlar Hıristiyanlar vs. değil bizzat
Müslüman uleması geçinen âlimler, bilim adamları, Kâbe ve Ravza imamları Hafızlar, Tarikat efendileri, Hacılardan oluşan Muhammed/s.a.v/ ümmeti cematı tarafından ve en acısı efendimizin bu emaneti, bu mucizesi efendimizin makamında efendimize inatla üstüne yatılarak, yere konulup avretten aşağıda tutularak; Allah /c.c./ Kelamı olan Kur’an’ı Azimüşşan yerlerde sürünüyor ve süründürülüyor.
Hani Allah /c.c./ Kelamı olan Kur’an’ı Azimüşşan abdestiz okunmaz ,hatta dokunulamazdı..?
Ramazan da Vitir namazında duada 10 dakika cematı timsahlar gibi ağlatmak ve ağlamak kimseyi kurtarmaz.
Kur’an’ı Kerime bir gayrı muslim bir istenmeyen hareketi yapsa ne yapıyorsak, İlahi Kitabın sahibi bu hareketten dolayı bize ne yapmaz, düşünmek bile istemiyorum.
Bu saygısızlığı önlemede yetki ve sorumluluğunuzu kullanmanızı talep ediyorum. Bana bu görev verilsin, 60 dakikada Kur’an’ı Kerimi ayağa kaldırırım.
Saygılarımla
Hz. Muhammed
Ruh itibariyle arş, bedeni arz Muhammed.
İnsani yapısıyla meleki tarz Muhammed.
Her hareketi sünnet, tebliği farz Muhammed.
Feda olsun uğrunda kâinat az, Muhammet. s.a.v.
Orhan Afacan
www gönül damlası com
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt