Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

İnsan düzelirse.... Dünya da düzelir... (1 Kullanıcı)

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Bir iki asır var ki toplumumuz, kendi kendini inşa mülahazasıyla, tarihte emsali görülmemiş bir ihtilal humması içinde çırpınıp durmakta. Bilhassa son ikiyüz seneden beri aydınımız, toplumun genel dokusunu birkaç defa bozup, değiştirdi, değiştirip başkalaştırdı; hatta bazen, her on-on beş senede bir, öncekilere ait olanlarla beraber, kendi getirdiklerini de alt-üst ederek sürekli bir “değişim” ve “dönüşüm” humması yaşadı; yaşadı ve çağlar çağlar boyu, insanımızın kaderine hükmeden, hükmederken de her zaman mualla yerini koruyan dini, milli ve tarihi değerlerimizi temelinden sarsarak her şeyi yerle bir etti.

Öyle ki, bu talihsiz dönemde ma’bed muhtevasından uzaklaştı.. medrese bütün bütün delik-deşik oldu.. bediİ telakkilerimizin sembolü saraylar villalara inkılap etti.. eski saraylı şimdiki villalı, bütün bütün kendini taklit ve şablonculuk cereyanına saldı.. ulema, dine hizmet edeceğine ölmüş düşünceleri hortlatarak, yeni i’tizalı, cebri, mürcii, müşebbihi fantezilere kapıldı.. siyasiler iktidar olma hırsıyla, ülkeye hizmeti, olumlu politika üretmeyi ve kalkınma projeleri hazırlamayı bir kenara bırakarak birbirini bitirip tüketme yolunu seçti..

“devletin parası deniz mülahazası, bir kere daha büyük çoğunluğu pençesine aldı ve kitleleri birer mesavi yığını haline getirdi.. “el elden çözüldü yar elden gitti” gel gör ki, gaflet bit- medi; tarihten gelen insani mülahazalarımıza rağmen, demokrasiye rağmen, hatta halka rağmen sürekli levsiyat içinde dolaşıldı ve akla hayale gelmedik gariplikler irtikap edildi.

Göz göre göre millete bunları yapanlar hain miydi? Hayır! Satılmış mıydı? Sanmıyorum.. ahmak mıydı? Hiç zannetmem., ne idi öyleyse? Bu muamma karşısında bir şey söylemek oldukça zor; ama sanıyorum bunlar, kendilerini kendilerinden başka bir şey olma fantezisine kaptırmışlardı.. maneviyatsız, muhteviyatsız, şurada-burada teselli arayıp duruyor ve kendilerini adeta yeyip-bitiriyorlardı. Ruh dünyaları karbonlaşmış, içleri bomboş, olabildiğine sathi ve dekolte, fikirleri cılız, bakışları miyop, bakış zaviyeleri çarpık ve beyanları da alafranga idi., camiye sırtlarını dönmüş, kiliseden kabul alamamış.

ilmin şemasına takılıp- kalmış, teknolojinin “elifbe”sini aşamamış, “müzebzebine beyne zalik” fehvasınca bir orada-bir burada; ne tam orada-ne de tam burada; medeniyet düşünceleri ve kültür “yaşamları” itibariyle a’rafa düşmüş ve hep bir berzah hayatı yaşıyorlardı..

bari şimdilerde bir farklılaşma olsaydı; ne gezer. Aradan bunca yıl geçmiş olmasına rağmen, hala istikrar kazanmamış ve oturmamış bazı müesseselerimiz, sanki oturma adına yeni kurbanlar istiyor gibi bir halleri var. Ben, bunca hırpalanmış bir milletin, yeniden bir kere daha kan kaybına tahammül edeceğine ihtimal vermiyorum. Ancak, görünen o ki, bir kısım eski iş bilmezlerin mirasçıları ve hakkı kuvvette gören gücün kulları, her şeyi bir kere daha alt-üst etme niyetindeler.. hem de birkaç asırık bunca yanlış ve hatadan ders almamışçasına ve: “Önce yıkalım, sonra neyi, nasıl yapacağımızı düşünürüz...” gibi çocuksu mülahazalarla...

Bizim gibi bir zaman, batılılar da, ferdiyetçi ve liberal düşüncelerle, eski değişik kültürlerden ve dinlerin ruhundan kaynaklanan kolektif duygu ve hareket nizamını tahrip ederek toplumları bütünüyle yalnızlığa ve bunalıma itmişlerdi. Öyle ki, zaten varlığını berzahta sürdüren ma’bedi bütün bütün cankeş edip devre dışı bırakmış.. o dev katedralleri, mimarideki ferdiyetçilikle, yalı ve villa mimarisiyle küçülterek apartman seviyesine indirmiş.. mektebi çevreye sis ve duman püskürten bir inkar ve ilhad yuvasına çevirmiş.. kışlayı, bu anlayışı hem de kendine rağmen totaliterize eden ve koruyan bir bekçi haline getirmiş..

ve her şeyi aşırı ferdiyetçiliğe göre planlayıp ma’şeri vicdanı da kolektif şuuru da öldürmüş.. derken bir arada yaşayan grupların yerine, serazad ve çakırkeyf fertleri ikame ederek ortamı iştihaların, ihtirasların, dolayısıyla da kimlerin, nefretlerin, iğbirarların kol gezdiği bir kanlı arenaya döndürmüştü.. ne var ki o, oldukça erken yanlışlarını anladı ve anlayınca da, hemen süratle durumunu gözden geçirerek bu büyük tarihi hatadan geri dönüverdi...

Keşke biz de, her türlü ifrattan, tefritten uzak kalarak, fantastik alafranga saiklerin tesirine girmeden ve umursamazlığın derin derelerini aşırılığın korkunç uçurumları haline getirmeden, akl-ı selime tutunarak, vicdanla beraberliğimizi sürdürmek suretiyle, muhakeme- nin yanında tecrübe ve müşahedeyi de yanımıza alıp bir yerlere varmayı planlayabilseydik..

Ama, ne acıdır ki, onca emek-onca semek, göz nuru ve düşünceyi de içinde barındıran o korkunç levsiyata girmeyi biz de denemek istercesine, kendimizi o kokuşmuş çamurun içine salıverdik.. oysa ki onlar “tarihi bir yanılgı” diyerek kendilerini inkar saydıkları o koskoca hatadan hemen sıyrılıverip, kendi dinlerine, kendi kültürlerine ve tarih? dinamiklerine dönerek bu büyük yanlışta ısrar etmediklerini ortaya koymuşlardı...

Evet, bugünkü Batı, kuruluş dönemi itibariyle, geçmişini çok iyi değerlendirdi.. tarihi metrukatı karşısında alacağı şeyleri almada, atacağı şeyleri de atmada fevkalade titiz davrandı., davrandı ve şimdiye kadar gelmiş- geçmiş değişik medeniyet ve kültürlerin usaresini alarak bugünkü dünyasını onun üzerine kurdu. Aslında başka toplum ve başka milletler de aynı şeyi yapmışlardı. Bırakın diğer hususları sadece din açısından meseleyi ele alacak olursak, dünya büyük çoğunluğu itibariyle bugün yeniden dine yönelmeye başlamıştır.

Evet, Hıristiyanlık alemi -mevcut kaynakları itibariyle her zaman münakaşaya açık olsa da- yirmi birinci asra birkaç kadem kala, yeniden kiliseye yönelmekte; Uzak Doğu insanı bir kere daha Vedaların sihirli havasıyla Brahmanizm’i yorumlamaya çalışmakta; yeni” Mahayana” ve “Hinayana”larda Budizm’in ruhunu aramakta ve koskocaman dev bir ülkede Konfüçyizm’in ahlakiliğini soluklamakta, bu itibarla da Yakın Doğu ve eski İslam ülkelerinin bu umumi yönelişten doya doya nasiplerini almalarından daha tabi? ne olabilir ki.?

Ancak, düşmanların amansızlık ve insafsızlığı, dostların da vefasızlık ve idraksizliği yüzünden bu koca dünya, daha bir süre bunalım ve hafakanlarla yutkunup duracağa benzer. Bu da, birkaç asırdan beri bizi demir pençesinde kıvrandıran buhranların devam edeceği manasına gelir.

Öyle de olsa, zaman er-geç kayıp ilahi takdirdeki yörüngesine oturacak.. dünya yeniden şekillenecek ve cihanın çehresi bir kez daha değişecek. Ve tabi? bütün bunlar, zamana hakiki derinliğini kazandıran kudsiler sayesinde gerçekleşecektir. İman ve aksiyon dinamizmini harekete geçirerek yeniden bir inanç, sevgi, aşk, mantık ve muhakeme devri başlatacak olan kudsilerle. İmanları dağlar gibi metin, ümitleri her zaman fevkaladeliklerle iç içe, hiçbir güç ve kuvvetin “pes” ettiremeyeceği kadar ilahi inayetlerle destekli, bir o kadar da bunun şuurunda olan bu esatiri kahramanlar, bin bir ızdırap içinde kıvranan ve her gün daha bir derinleşen iştiyak ve beklentilerle, milyonların, problemlerinin çözümünde kendilerine bel bağladığı son ışık süvarileridir.

Öyle ki bunlar, duyulup hissedildikleri her yerde ruhlarda heyecan ve gönüllerde de sonsuzluk duygusu hasıl edecek.. senelerden beri bütün beklentileri boşa çıkmış ve ciddi bir ruh sefaleti içinde inleyip duran, inleyip dururken de her zaman bir Heraklit bekleyen yığınlar, bu Mesih solukluları duyunca, sür sesi almış gibi yeşerecek bir “ba’sü ba’del mevt”e yürüyecektir.

Aslında daha şimdiden bir hiss-i kable’lvukü (önsezi) ile topyekün dünya, onları sezdiği her yerde, onlara yöneliyor, onları dinliyor, onlara güven besliyor ve kurtuluşu adına Hak inayetinin onlarda temessül ettiğine inanıyor gibi.. bundan dolayı da, gittikleri her yörede iltifatlara mazhar oluyor, alkışlanıp takdirle karşılanıyor ve köpük köpük aşk u heyecanla selamlanıyorlar.. selamlanıyorlar ama hallerinde, ne takdir edilip alkışlanmanın hasıl ettiği şımarıklık, ne çevrelerindeki hüsn-ü zan tufanına karşı küstahlık, ne de ferdi enaniyetlerini besleyen aidiyet mülahazası ile bir faikiyet tavrı yok onlarda, olmayacak da; inşaallah onlar hep sade yaşayacak, sade düşünecek ve sade konuşacaklardır. Gönül verdikleri yüce hakikat sayesinde, hayatları hep ukba buutlu ve öteler televvünlü cereyan edecek.. içtimai münasebetleri hep meleklerinki gibi garazsız ivazsız olacak.. ve tabii üsluplarında da asla alafrangaya girmeyecek; düşüncelerini kendi enstrümanlarıyla seslendirecek..

sözlerinin belağatını samimi olmalarında arayarak düşüncelerini ihlasla besleyecek; hiçbir zaman cümlelerini süsleme lüzumunu duymayacak ve beyanlarında da asla dekolteye sapmayacaklardır.. halktan birer insan olarak onlar gibi oturacak, onlar gibi kalkacak, hislerini onlar gibi seslendirecek ve onlar gibi konuşacaklardır. Hatta bazen her şeyi tavır ve davranışlarının cereyanına salarak muhataplarını gönül diliyle ağırlayacak ve onlara halin en tabii, en fıtri bestelerini sunacaklardır. Onlar, tarihi “yanılgılar”ı düzeltmek, eskiye ve yeniye ait güzel şeylerden bir dünya kurmak, semavilikle arziliği bir kere daha buluşturmak için hep ölesiye bir gayret içinde olacaklardır.

Samimiyetlerinin derinliği ölçüsünde hizmetten başka bütün mülahazalara karşı kapalı kalacak, yanlışlara karşı alternatif düşünceler sunacak, kimden gelirse gelsin doğrulara arka çıkacak, tahribe ve tahripçiye karşı inşa ve imanın yanında olacaklardır. Onlar iyi şeylerin horlanması, insani değerlerin hafife alınması, tarihi dinamiklerin tezyif edilmesi karşısında hep ölür ölür dirilirler. Her insana karşı -onun her düşüncesini paylaşmasalar bile- her zaman saygılı, ince, zarif birer üslup insanıdırlar. Yeni bir mezhep, yeni bir yol ve yeni bir sistem peşinde değillerdir; ama eskilere yeni derinlikler kazandırarak en eski kıymetlerden en yeni şeyler ortaya koyacak kadar da duygu, düşünce, his ve mantık zenginliğine sahiptirler.

Herkesin maddi güce ve kaba kuvvete sığındığı günümüzde onlar, maddeyi kendi çerçevesinde kabulün yanında, sadece ve sadece ruha, maneviyata, ilahi inayetlere güvenirler. Milletçe kurtuluşlarının, maddi zaferlerden ve ülkeler elde etmekten daha çok, insanları kucaklamadan, onların ruhlarına girmeden ve gönüllerin kapılarını aralamadan geçtiğine inanırlar. Bugüne kadar düşmanlıklarla bir türlü açılmayan gönül kapılarının, mutlaka muhabbetle açılacağına öylesine inanmışlardır ki, sevginin en küçük bir parçasını dünyalara değiştirmezler.

Herkesin her fırsatta, kin, nefret, sertlik ve huşünet sergilemesine karşılık, onlar, olabildiğince hoşgörü ve müsamaha ile davranır, her zaman evrensel barışa giden yollan araştırırlar.. araştırır ve bunu hayatlarının gayesi bilirler. Bu itibarla da şununla-bununla uğraşma yerine bütün mücadele güçlerini kendi nefisleri üzerine teksif ederek sürekli kendi boşlukları, kendi zaafları ve kendi tutarsızlıklarıyla savaşırlar.. savaşır ve gönüllerini ihtiras, kin, nefret, intikam hissi gibi menfi duygulardan temizleyerek hep iyilik duygusuyla yatar-kalkar ve kötülükleri iyilikle savarlar.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt