İnsan Denilen Muammâ.
Nasıl ki, her varlık, hayatını kendi istidatlarına uygun bir vasatta devam ettirirse, insan da bu kâidenin dışında değildir. Gıdâsı ve teneffüs sahası, çiçek özlerinin içindeki âlem olan bir bal arısını, alıştığı dünyânın dışında yaşatmak mümkün olmadığı gibi, bunun zıddına, mizâcı pislikle gıdâlanan bir fareyi de gül bahçesinde barındırmak mümkün değildir. Yüksek ruhlar, hakîkat-i Muhammediyye’den akseden füyûzâtla gıdâlandıkları gibi, habîs ve fâsık ruhlar da habâsetle tatmîn olurlar. Sefâletlerini, saâdet zannederler.
Bu gerçekten hareketle diyebiliriz ki, bir topluma kurbağa karakterli kimseler hâkim olursa, ortalık bataklığa döner. Yılan ve çıyan ruhlu insanlar hâkim olursa, bütün bir millet zehirlenir, terör ve anarşi başlar. Lâkin gül tabiatlı, merhamet, şefkat sâhibi, gönül insanları hâkim olduğunda ise, bütün memleket bir gülistân olur; toplum, gerçek huzur ve saâdete kavuşur.
Günümüzde menfî tesirlerin toplumu kasıp kavurduğu, bu tesirlerin neticesiyle kötü mizaçlı ve ahlâksız insanların sayısının gitgide çoğaldığı bir hengâmda insanların kendini, yakınlarını ve çevresini muhafaza etmek için çok daha gayretli olması şarttır. Kur’ân-ı Kerim’de zikredilen Ashâb-ı Kehf misâli, içinde yaşadığımız toplumun yanlışlarına sürüklenmemeli ve bu kötü gidişâta “Dur!” diyebilmeliyiz. Önce kendimizden başlayarak halka halka çevremizi ıslâha çalışmalıyız. Gazâlî Hazretleri, böyle karışık bir toplum hayatında insanların, dikkat etmezlerse nasıl yavaş yavaş ayaklarının kayabileceğini şu sözleriyle tasvir eder:
“-Gayr-ı müslimlerle zihnî akrabalık, zaman içinde kalbî akrabalığa döner. Bu kalbî yakınlık da kişinin helâkine sebep olur. İyi bil ki, gafletin getirdiği sarhoşluk, içkinin getirdiğinden daha beterdir.”
* * *
Başta insan olmak üzere, bütün varlıklar, az-çok çevrelerinden tesir almaktadırlar. Çevrenin varlıklar üzerindeki tesiri, eskiden beri bilinen bir hakikat olmakla beraber, son zamanlarda yapılan deneyler, mânevî hâllerin de madde üzerinde büyük bir tesiri bulunduğunu göstermiştir.
Nitekim, bir müddet önce gazete ve dergilere mevzû olan “su kristalleri” bunun en müşahhas misallerindendir. Aynı misâlin bir başka tezâhürü de Aziz Mahmud Hüdâyî Kız Kur’ân Kursu’muzda yaşanmıştır. Yan yana iki ayrı odaya konulan aynı cins iki çiçekten birinin üstüne Esmâ-i Hüsnâ yazılmış, orada Kur’ân-ı Kerîm tilâvet olunarak kendisine her fırsatta güzel sözler söylenmiştir.
Diğer çiçeğin saksısına ise kötü sözler yazılarak asılmış, bu çiçeğin bulunduğu odada sıkça pop tarzı müzik çalınmıştır. Bir-iki ay gibi kısa bir zaman içerisinde güzel ve ulvî sözler söylenen çiçek serpilip büyümüş; pop müziği dinletilen çiçek ise kuruyup solmaya yüz tutmuştur.
Bu hâl, eşyânın bile çevresinde olup bitenlerden nasıl radyasyon gibi bir tesir aldığını açıkça ortaya koymaktadır. İç dünyası, rûhânî derinlik ve idrâk melekeleri bakımından pek çok varlıktan üstün şekilde yaratılmış olan insanoğlunun, etrafındakilerden tesir altında kalması ise kat kat fazla olacaktır. Bu sebeple insanın çevre ve arkadaş seçerken, çok daha titiz ve dikkatli olması icab eder ki, bu karışık cemiyet hayatında huzur, rûhâniyet ve sürûr içinde yaşayabilsin.
Âyet-i kerîmelerde buyurulur:
“Ey îmân edenler! Allâh’tan ittikâ edin ve sâdıklarla beraber olun.” (et-Tevbe, 119)
“(Ey Rasûlüm!) Âyetlerimiz hakkında ileri-geri konuşmaya dalanları gördüğünde, onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan uzak dur. Eğer şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra artık o zâlimler topluluğuyla oturma.” (el-En‘am, 68)
“…Allâh’ın âyetlerinin inkâr edildiğini ya da onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, onlar bundan başka bir söze dalıncaya (konuyu değiştirinceye) kadar kâfirlerle berâber oturmayın; yoksa sizler de onlar gibi olursunuz.” (en-Nisâ, 140)
* * *
Allâh’ım, bize kötülüğü emreden nefsimizin şerrinden sana sığınırız!.. Bize fücûru değil, takvâyı emreden sâlih ve sâdık dostlar ihsân eyle!.. Bize, doğduğumuz andaki gibi tertemiz bir şekilde dünyanın kirlerine bulaşmadan huzuruna erişen kullarından olmamızı nasîb eyle!..
Âmin!..
-“Allah, inkâr edenlere, Nûh’un karısı ile Lût’un karısını misal verdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki sâlih kişinin nikâhları altında iken onlara hâinlik ettiler. Kocaları Allah’tan gelen hiçbir şeyi onlardan savamadı. Onlara: «Haydi ateşe girenlerle birlikte siz de girin!» denildi.” (et-Tahrîm, 10)
-Dem: An, zaman, vakit. Şâdî: Memnuniyet, gönül ferahlığı. Giryân: Ağlayan. Zemherî: Kışın en soğuk vaktidir ki, ocak, şubattır. Beşâret: Müjde. Tahte’s-serâ: Yerin altı, toprak altı. Katre: damla Umman: Deniz, büyük deniz, okyanus. Câlinus: (131-200) Bergamalıdır. İlk çağın büyük yunan hekimlerindendir. Lokman: Halk dilinde “Lokman Hekim” ismiyle bilinen, bitkilerden ilaç yapan büyük bir tabibtir.
-“Onlara (yahudilere) kendisine âyetlerimizden verdiğimiz ve fakat onlardan sıyrılıp çıkan, o yüzden de şeytanın tâkibine uğrayan ve sonunda azgınlardan olan kimsenin haberini oku!..” (el-A’râf, 175)
Müfessirler, bu âyette ismi zikredilmeyen kimsenin Hazret-i Musa’nın kavminden Bel’am bin Baûrâ olduğunu bildirmişlerdir. Bu zât, önceleri Hazret-i Musa’ya iman etmişken, basit dünyevî menfaatler karşılığında küfre kaymıştır.
(ALINTI)
Nasıl ki, her varlık, hayatını kendi istidatlarına uygun bir vasatta devam ettirirse, insan da bu kâidenin dışında değildir. Gıdâsı ve teneffüs sahası, çiçek özlerinin içindeki âlem olan bir bal arısını, alıştığı dünyânın dışında yaşatmak mümkün olmadığı gibi, bunun zıddına, mizâcı pislikle gıdâlanan bir fareyi de gül bahçesinde barındırmak mümkün değildir. Yüksek ruhlar, hakîkat-i Muhammediyye’den akseden füyûzâtla gıdâlandıkları gibi, habîs ve fâsık ruhlar da habâsetle tatmîn olurlar. Sefâletlerini, saâdet zannederler.
Bu gerçekten hareketle diyebiliriz ki, bir topluma kurbağa karakterli kimseler hâkim olursa, ortalık bataklığa döner. Yılan ve çıyan ruhlu insanlar hâkim olursa, bütün bir millet zehirlenir, terör ve anarşi başlar. Lâkin gül tabiatlı, merhamet, şefkat sâhibi, gönül insanları hâkim olduğunda ise, bütün memleket bir gülistân olur; toplum, gerçek huzur ve saâdete kavuşur.
Günümüzde menfî tesirlerin toplumu kasıp kavurduğu, bu tesirlerin neticesiyle kötü mizaçlı ve ahlâksız insanların sayısının gitgide çoğaldığı bir hengâmda insanların kendini, yakınlarını ve çevresini muhafaza etmek için çok daha gayretli olması şarttır. Kur’ân-ı Kerim’de zikredilen Ashâb-ı Kehf misâli, içinde yaşadığımız toplumun yanlışlarına sürüklenmemeli ve bu kötü gidişâta “Dur!” diyebilmeliyiz. Önce kendimizden başlayarak halka halka çevremizi ıslâha çalışmalıyız. Gazâlî Hazretleri, böyle karışık bir toplum hayatında insanların, dikkat etmezlerse nasıl yavaş yavaş ayaklarının kayabileceğini şu sözleriyle tasvir eder:
“-Gayr-ı müslimlerle zihnî akrabalık, zaman içinde kalbî akrabalığa döner. Bu kalbî yakınlık da kişinin helâkine sebep olur. İyi bil ki, gafletin getirdiği sarhoşluk, içkinin getirdiğinden daha beterdir.”
* * *
Başta insan olmak üzere, bütün varlıklar, az-çok çevrelerinden tesir almaktadırlar. Çevrenin varlıklar üzerindeki tesiri, eskiden beri bilinen bir hakikat olmakla beraber, son zamanlarda yapılan deneyler, mânevî hâllerin de madde üzerinde büyük bir tesiri bulunduğunu göstermiştir.
Nitekim, bir müddet önce gazete ve dergilere mevzû olan “su kristalleri” bunun en müşahhas misallerindendir. Aynı misâlin bir başka tezâhürü de Aziz Mahmud Hüdâyî Kız Kur’ân Kursu’muzda yaşanmıştır. Yan yana iki ayrı odaya konulan aynı cins iki çiçekten birinin üstüne Esmâ-i Hüsnâ yazılmış, orada Kur’ân-ı Kerîm tilâvet olunarak kendisine her fırsatta güzel sözler söylenmiştir.
Diğer çiçeğin saksısına ise kötü sözler yazılarak asılmış, bu çiçeğin bulunduğu odada sıkça pop tarzı müzik çalınmıştır. Bir-iki ay gibi kısa bir zaman içerisinde güzel ve ulvî sözler söylenen çiçek serpilip büyümüş; pop müziği dinletilen çiçek ise kuruyup solmaya yüz tutmuştur.
Bu hâl, eşyânın bile çevresinde olup bitenlerden nasıl radyasyon gibi bir tesir aldığını açıkça ortaya koymaktadır. İç dünyası, rûhânî derinlik ve idrâk melekeleri bakımından pek çok varlıktan üstün şekilde yaratılmış olan insanoğlunun, etrafındakilerden tesir altında kalması ise kat kat fazla olacaktır. Bu sebeple insanın çevre ve arkadaş seçerken, çok daha titiz ve dikkatli olması icab eder ki, bu karışık cemiyet hayatında huzur, rûhâniyet ve sürûr içinde yaşayabilsin.
Âyet-i kerîmelerde buyurulur:
“Ey îmân edenler! Allâh’tan ittikâ edin ve sâdıklarla beraber olun.” (et-Tevbe, 119)
“(Ey Rasûlüm!) Âyetlerimiz hakkında ileri-geri konuşmaya dalanları gördüğünde, onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan uzak dur. Eğer şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra artık o zâlimler topluluğuyla oturma.” (el-En‘am, 68)
“…Allâh’ın âyetlerinin inkâr edildiğini ya da onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, onlar bundan başka bir söze dalıncaya (konuyu değiştirinceye) kadar kâfirlerle berâber oturmayın; yoksa sizler de onlar gibi olursunuz.” (en-Nisâ, 140)
* * *
Allâh’ım, bize kötülüğü emreden nefsimizin şerrinden sana sığınırız!.. Bize fücûru değil, takvâyı emreden sâlih ve sâdık dostlar ihsân eyle!.. Bize, doğduğumuz andaki gibi tertemiz bir şekilde dünyanın kirlerine bulaşmadan huzuruna erişen kullarından olmamızı nasîb eyle!..
Âmin!..
-“Allah, inkâr edenlere, Nûh’un karısı ile Lût’un karısını misal verdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki sâlih kişinin nikâhları altında iken onlara hâinlik ettiler. Kocaları Allah’tan gelen hiçbir şeyi onlardan savamadı. Onlara: «Haydi ateşe girenlerle birlikte siz de girin!» denildi.” (et-Tahrîm, 10)
-Dem: An, zaman, vakit. Şâdî: Memnuniyet, gönül ferahlığı. Giryân: Ağlayan. Zemherî: Kışın en soğuk vaktidir ki, ocak, şubattır. Beşâret: Müjde. Tahte’s-serâ: Yerin altı, toprak altı. Katre: damla Umman: Deniz, büyük deniz, okyanus. Câlinus: (131-200) Bergamalıdır. İlk çağın büyük yunan hekimlerindendir. Lokman: Halk dilinde “Lokman Hekim” ismiyle bilinen, bitkilerden ilaç yapan büyük bir tabibtir.
-“Onlara (yahudilere) kendisine âyetlerimizden verdiğimiz ve fakat onlardan sıyrılıp çıkan, o yüzden de şeytanın tâkibine uğrayan ve sonunda azgınlardan olan kimsenin haberini oku!..” (el-A’râf, 175)
Müfessirler, bu âyette ismi zikredilmeyen kimsenin Hazret-i Musa’nın kavminden Bel’am bin Baûrâ olduğunu bildirmişlerdir. Bu zât, önceleri Hazret-i Musa’ya iman etmişken, basit dünyevî menfaatler karşılığında küfre kaymıştır.
(ALINTI)