Resul Aydın
Kayıtlı Kullanıcı
Mutlaka bir cenazeye gitmişinizdir. Ve o cenazede tabut ve tabutun üstünde bir yeşil örtü görmüşünüzdür. O yeşil örtünün üzerinde sırma ile yazılı bir ayet vardır. O ayette şöyle Kuran kesinlikle "öleceksiniz" demez, ölümü "tadacaksınız der; kişi ölümü tattığı anda ölmüş olduğunu farketmez.
Kişi kendi bedenini yıkayanı ve çevresindekileri görür, bilir, tanır. Kendi cenaze namazını kılanları, tabutun içinde ve üstü örtülü olmasına rağmen görür, bilir ve tanır. Mezardan uzaklaşanların ayak seslerini işitir. Sonra kabirin içindeyken iki melek gelir. Münker, Nekir adlarıyla, maruf. Ve ona bazı sualler sorar. O suallerinde cevabını verir.
Bir yerde bir koltukta oturuyorsunuz, çevrenizde de insanlar var. O anda elinizi kaldırmak istiyorsunuz, kaldıramıyorsunuz. Bir şey söylemek istiyorsunuz sesiniz çıkmıyor, bir anda paniğe düşüyorsunuz. Dikkat edin. Aklınız, şuurunuz, idrakiniz, bütün duyularınız yerinde, dışarıda olup bitenleri görüyorsunuz.
Fakat beden bir anda yığılıp kalmış. "Ölülerinizin yanında haykırıp, bağırıp, çagırmayın onlara eziyet edersiniz" Çünkü; o zaten ölü değil!! Derken alıyorlar bedeni koltuğun üstüne uzatıyorlar..
Siz orda çevrenizde ağlaşanları seyredip duruyorsunuz. Sonra alıyorlar sizi, götürüyorlar bir hamama sıcak bir yere, üstünüze suları döküyorlar, sizi evirip çeviriyorlar, siz ne kadar uğraşırsanız uğraşın, dışarıyla iletişim kurmaya "Ben yaşıyorum!" demeye diyemiyorsunuz.
Ama sizi yıkayanları görüyorsunuz, biliyorsunuz, tanıyorsunuz. Tanıyorsunuz ama maddi dünyasıyla bağınız kopmuş. Param diyorsunuz, işim diyorsunuz, koltuğum diyorsunuz, anam, karım, çocuğum diyorsunuz hiç! Bunların hiç biri size ulaşamıyor. Ve bunlara dokunamıyorsunuz.
Ölümü tatma anındaki olayların bazı ana noktalarını vurgular. Öyleyse ölüm denen olayın ne olduğunu bir an için hatırlayalım. Şöyle anlatayım size ölümü;
Daha sonra sizi alıyorlar beyaz bir kefene sarıyorlar, tahta bir sandığın içine koyuyorlar, üstünüzü kapatıyorlar ama o tahta sizin görüşünüze mani olmuyor, Dışarıda olanları seyrediyorsunuz. Gözleri yaşlı, hüzünlü insanları görüyorsunuz Sonra götürüyorlar bir musalla taşına koyuyorlar.
Hüzünlü an, çevrenizde aglıyorlar, haykırıyorlar. Gözü yaşlı karınız, kocanız, çocugunuz, ananız, babanız, arkadaşlarınız, sevdikleriniz... Ve siz bunları da seyrediyorsunuz...
Sonra sizi alıyorlar bir mezarın yanına getiriyorlar. Koyuyorlar toprağın üzerine, mezar kazılıyor çevrenizde hüzünlü insanları görebiliyorsun Işte o anda hayatınızın en büyük paniği başlıyor. Yaşamınızın en büyük paniğini o anda yaşıyorsunuz.
Çünkü; aklınız, şuurunuz, idrakiniz, bütün duygularınız sizinle beraber, yani siz o anda yaşıyorsunuz, fakat bedeni içinde bir örtüde ve o mezarın içine konacağınızı, üstünüze toprağın atılacağını, ve orada hapis kalacağınızı, görüp hissediyorsunuz. Hz. Ömer(r.a) soruyor; Ya Resulallah! Ben mezara konduğum zaman şu andaki aklım, idrakim, duygularım, şuurum, aynen muhafaza olacak mı?
-Evet Ya Ömer! Aynen şu andaki aklın, idrakin, duygularınla varolacaksın.
Evet. Kişi o mezara gömülme anında hayatının en büyük paniğini yaşıyor. Diri diri toprağa gömülüyor Ve sizi en sevdiklerinizin elleriyle toprağa alıp o mezarın içine koyuyorlar, üstünüze toprağı atmaya başlıyorlar. Tahtalar konuluyor veya beton taşlar konuluyor, dışarıyla ilginiz kesiliyor. Ama dişardaki sesleri duyuyorsunuz, toprağın içinde canlı canlı hapis kaldığınızı hissediyorsunuz.
Evet bedende bir olay yok o ana kadar ama, siz o toprağın içinde canlı canlı hapissiniz. Bağırmak, haykırmak istiyorsunuz; Beni buraya bırakmayın!,beni buraya koymayın!, ben yaşıyorum!, canlıyım!, diriyim! Ben de sizin kadar şuurluyum! AMA ILETİŞİM YOK!
Bunlara ulaşamıyorsunuz, ve sizi oraya bırakıyorlar, üstünüze topraği kapatıyorlar, ışık kayboluyor, kapkaranlık bir mezarın içinde tek başınasınız...
Peygamberimiz(s.a.s) ş öyle diyor:" Kişi kabre konduğu zaman o panik içinde öyle bir haykırışla haykırır ki; feryadı arşa kadar yükselir.
Fakat ne yazık ki insan kulağı o haykırışı işitemez." Işte o panik anında düşünüyorsunuz ki, size dünyada iken söylenen; ölmek yok!, hayat devam ediyor!, öbür hayata kendini haziılamazsan pişman olursun! ikazları gelmişti, ulaşmıştı fakat bunları kaa'le almamıştın. Artık mezardan geri dönüş yok. Bitiyor,herşey son buluyor. Ve orada gerçekten iki melek geliyor, size bazı sualler soruyor.
Siz o panik halinizle ne derece cevap verebiliyorsunuz, size ait olan bir olay..
Sonra aradan zaman geçiyor, mezarın içinde yılan, çıyan, köstebek, fare kenarlardan çıkıyor geliyor sizin kaşınızı, gözünüzü, yanağınızı, ağzınızı, burnunuzu, karnınızı, bağırsaklarınızı yemeye başlıyor.
Ve siz mezarda kendi yeyinişi, bu hayvanlar tarafından parçalanışınızı seyrediyorsunuz, hissediyorsunuz. Evet fiziki bedeninize olan fiziksel bir azap size ulaşmıyor ama, kendinizi kabus görür şekilde düşünün, rüyada, yatakta...
Rüyanızda size gelen baskıları, birtakım hayvanların size verdiği zararı, veya bir uçurumdan düşüşünüzü bir bıçağın sizi kesişini, boğulmanızı, göğsünüze birinin oturup boğazınızı sıkmasını düşünün...O anda fiziksel bir olay yok ama, sizin yaşadığınız kabus. Işte mezarda öyle bir kabusun içine düşüyorsunuz ki, uyanma, geri dönme yolu yok. Ve böylesine başlayan bir ÖLÜM ÖTESI YAŞAM.
Yani siz ölümün ne olduğunu tadıyorsunuz. Tadış sizde bir şey değiştirmiyor. Herhangi bir şeyi tattığınız zaman nasıl şuurunuzda, idrakinizde bir değişme olmuyorsa, sadece o şeyin ne olduğunu anlıyorsanız, "ölümü tatmak" demek bu bedene kumanda edemez hale gelmeniz demek. Bu bedene kumanda edemez hale geliyorsunuz, işte bu "ölümü tatmak" denen olay. Ama yaşamınız devam ederek gidiyor o kabirde...