Mumtehane Suresi, biliyorsunuz adını 'imtihan edilen kadın' dan alır. İmtihan, sureye nisbet edilerek 'Mumtahine' adı da verilmiştir. Bu durumda mana 'İmtihan eden sure', veya en geniş anlamıyla “İmtihan Suresi” olmuş olur. Gerçekten de bu sure imtihan suresidir. İnip bitmiş bir imtihan suresi değil, hepimize, her zaman ve zeminde inmekte olan imtihan suresi.
'İmtihan olan kadın' kim mi?
Sare isimli Ebu Leheb’in cariyeliğini yapmış olan müşrik bir kadın. Hicretin 4. yılında Medine’ye geliyor. Mekke’de kıtlık yeni yeni baş gösteriyor. Azgın Kureyş’in burnunu sürtüyor Mevla.
Kadın milletin ortasında 'Abdulmuttalip oğulları!' diye feryat ediyor. Duygu sömürüsü yapıyor yani. Cariyeler, örfen ailenin bir ferdi sayılıyor. Bir aile cariyesini sokağa aç bi-ilaç bıraktığında, kınanıyor. Allah Rasulü, akrabalarına kadına maddi destek çıkmalarını söylüyor. Kadın yaklaşık iki yıl kalıyor Medine’de. Bu arada ne yapıyor, ne ediyor bilinmiyor. Kadın tarih sahnesine Hudeybiye anlaşmasıyla neticelenen seferde çıkıyor.
Bu noktada sahnede ikinci bir şahıs daha görüyoruz: surenin ilk ayetlerinin inişine neden olan Hatıb b. Ebi Belte’a. Bu güzide sahabi Bedr’e katılanlardan. Artı, cennetle müjdelenmiş bir amel olarak tescil edilen Rıdvan bey’atı sahiplerinden. Artı Uhud’a katılmış, hem de Allah Rasulü’nün 'Yerinizden asla kıpramayın' dediği elli okçu arasında. Tabi ki disipline uymayanlardan olmuş ki, yaşıyor.
Allah Rasulü, 'özel kaynağı'nın verdiği bir haber üzerine, Hz. Ali başkanlığında dört kişilik bir müfrezeyi yola çıkarıyor: 'Gidin, şu şu evsafta bir kadın bulacaksınız yolda, onda bir mektup var, onu alıp getirin.'
Geliyorlar, tarif edilen eşkâldeki kadını Mekke’yolunda Ravza-i Hah denilen yerde buluyorlar. Bu, Ebu Leheb’in cariyesi Sare. Mektubu istiyorlar, vermek istemiyor, Hz. Ali zorluyor, sonunda çıkarıp veriyor. Mektubun metni, müfessir Alusi’nin nakline göre şöyle:
Haberiniz olsun ki, Rasulullah gece apansız gelen sele bir orduyla size yöneldi. Allah’a yemin olsun ki o sizin üzerinize tek başına gelse, yine de ona zafer verecektir; zira o Allah’ın kendisine vaat ettiği şeye ulaşacaktır.' Görüyorsunuz, içerik olarak temiz, fakat yapılan iş çok çok tehlikeli ve vahim.
'Hatıb huzur-u Nebi’ye celp ediliyor. Allah Rasulü mektubu gösterince hiç inkar etmiyor, hatasını savunmuyor, aynen şöyle diyor: 'Aleyhimde hüküm vermekte acele etme ya Rasulallah! Ben Kureyş’ten değilim, onların yanaşmasıyım. Diğer muhacirlerin hemen hepsinin yakını var, onların geride kalan ailelerini onlar koruyor. Ailemi himaye için benim hiç kimsem yok. Bu yolla onlara ulaşmak istedim; ne inkarımdan, ne dinimden yüz çevirdiğim için ve ne de İslam’dan sonra küfürden razı olduğum için yaptım bunu.'
Nebi, 'Doğru söyledi' diyor. Hz. Ömer 'Bırak ya Rasulallah şu münafığın hakkından geleyim' diye kılıcına davranıyor. Rasulullah 'sen dur' diyor. Ve adı geçen surenin şu ayeti üzerinden, hepimize çağları aşan şu ders veriliyor:
'Siz ey iman edenler! Benim ve sizin düşmanlarınızı can dostlar edinmeyiniz. Siz onlara yürek dolusu sevgi sunuyorsunuz ama, bakın işte, onlar size gelen bütün hakikati kökten inkar edip Elçi’yi ve sizi, sırf Rabbiniz Allah’a iman ettiniz diye sürüp çıkarıyorlar. Doğrusu sizler de benim davam uğruna ve rızamı kazanmak için yapılmış bir cihad sonunda çıkarılmıştınız. Ne ki şimdi onlara içinizdeki sevgi sebebiyle sır veriyorsunuz. Ama ben sizin gizlediklerinizi de, açığa vurduklarınızı da çok iyi bilirim: Artık sizden kim böyle yaparsa, işte o doğru yolun ortasında sapıtmış demektir.' (60-1)
Tahminim o ki, Hatıb’ı kadın ayartıyor. Kadın tekin değil. Hatta yine tahmin ediyorum ki, bu kadın Medine’ye casusluk için yollanıyor. Zaten Fetih günü vur emri verilen az sayıdaki insan arasında o da var. O gün cezası infaz edilen 4 kişiden biri. Demek ki, rolü anlaşılmış.
Bu olaydan bir çok ders çıkarıyoruz. İlk elde akla gelenler şunlar:
1. Delil ve şahit ortada olsa da, sanık belli olsa da, yargısız infaz yapılamaz. 2. Mahkeme herkese açık olmalı, cemaati top yekûn riske eden olayın üstü örtülmemeli. 3. Kişinin yakınlarına olan sevgisi gözünü karartmamalı. 4. Bedre katılmış, Rıdvan bey’atında bulunmuş bir sahabi de olsa, kuldur, hata yapabilir. 5. Bir yanlış, mazeret var diye doğru olmaz. 6. Bir yanlıştan dolayı iyi bir geçmiş silinmez. 7. Birinin münafık olup olmadığı sadece yanlışına bakılarak değil, o yanlışın arkasındaki niyet ve sebeplere bakılarak tesbit edilebilir. 8. Müslümanlar aleyhine düşmana bilginin en masumu bile yasaktır. 9. Sahabe en zor durumda bile kendini ifade edebilecek bir özgüvenle yetiştirilmiştir. 10. Hata ile hatayı yapan insan arasındaki fark göz önünde tutulduğu için Hatıb’tan daha sonra çok yararlanılmıştır.
Mesela, Mısır’a elçi olarak gönderilmiş ve başarılı olmuştur. Hz. Ömer döneminde bir kez daha elçilik yapmıştır. Huneyn sırasında susuz İslam ordusuna kuyu yapma görevi ona tevdi edilmiştir. Hepsinden öte, onun bu hatası üzerinden Allah bize hitap etmiş, tüm zamanlarda geçerli olan dersler vermiştir. Yine Rasulullah bu gibi durumlarda nasıl davranmamız gerektiğinin pratiğini bu sayede ortaya koymuştur.
İmtihanımız devam ediyor: Ders alanlara ve imtihanı başarıyla verenlere ne mutlu.
'İmtihan olan kadın' kim mi?
Sare isimli Ebu Leheb’in cariyeliğini yapmış olan müşrik bir kadın. Hicretin 4. yılında Medine’ye geliyor. Mekke’de kıtlık yeni yeni baş gösteriyor. Azgın Kureyş’in burnunu sürtüyor Mevla.
Kadın milletin ortasında 'Abdulmuttalip oğulları!' diye feryat ediyor. Duygu sömürüsü yapıyor yani. Cariyeler, örfen ailenin bir ferdi sayılıyor. Bir aile cariyesini sokağa aç bi-ilaç bıraktığında, kınanıyor. Allah Rasulü, akrabalarına kadına maddi destek çıkmalarını söylüyor. Kadın yaklaşık iki yıl kalıyor Medine’de. Bu arada ne yapıyor, ne ediyor bilinmiyor. Kadın tarih sahnesine Hudeybiye anlaşmasıyla neticelenen seferde çıkıyor.
Bu noktada sahnede ikinci bir şahıs daha görüyoruz: surenin ilk ayetlerinin inişine neden olan Hatıb b. Ebi Belte’a. Bu güzide sahabi Bedr’e katılanlardan. Artı, cennetle müjdelenmiş bir amel olarak tescil edilen Rıdvan bey’atı sahiplerinden. Artı Uhud’a katılmış, hem de Allah Rasulü’nün 'Yerinizden asla kıpramayın' dediği elli okçu arasında. Tabi ki disipline uymayanlardan olmuş ki, yaşıyor.
Allah Rasulü, 'özel kaynağı'nın verdiği bir haber üzerine, Hz. Ali başkanlığında dört kişilik bir müfrezeyi yola çıkarıyor: 'Gidin, şu şu evsafta bir kadın bulacaksınız yolda, onda bir mektup var, onu alıp getirin.'
Geliyorlar, tarif edilen eşkâldeki kadını Mekke’yolunda Ravza-i Hah denilen yerde buluyorlar. Bu, Ebu Leheb’in cariyesi Sare. Mektubu istiyorlar, vermek istemiyor, Hz. Ali zorluyor, sonunda çıkarıp veriyor. Mektubun metni, müfessir Alusi’nin nakline göre şöyle:
Haberiniz olsun ki, Rasulullah gece apansız gelen sele bir orduyla size yöneldi. Allah’a yemin olsun ki o sizin üzerinize tek başına gelse, yine de ona zafer verecektir; zira o Allah’ın kendisine vaat ettiği şeye ulaşacaktır.' Görüyorsunuz, içerik olarak temiz, fakat yapılan iş çok çok tehlikeli ve vahim.
'Hatıb huzur-u Nebi’ye celp ediliyor. Allah Rasulü mektubu gösterince hiç inkar etmiyor, hatasını savunmuyor, aynen şöyle diyor: 'Aleyhimde hüküm vermekte acele etme ya Rasulallah! Ben Kureyş’ten değilim, onların yanaşmasıyım. Diğer muhacirlerin hemen hepsinin yakını var, onların geride kalan ailelerini onlar koruyor. Ailemi himaye için benim hiç kimsem yok. Bu yolla onlara ulaşmak istedim; ne inkarımdan, ne dinimden yüz çevirdiğim için ve ne de İslam’dan sonra küfürden razı olduğum için yaptım bunu.'
Nebi, 'Doğru söyledi' diyor. Hz. Ömer 'Bırak ya Rasulallah şu münafığın hakkından geleyim' diye kılıcına davranıyor. Rasulullah 'sen dur' diyor. Ve adı geçen surenin şu ayeti üzerinden, hepimize çağları aşan şu ders veriliyor:
'Siz ey iman edenler! Benim ve sizin düşmanlarınızı can dostlar edinmeyiniz. Siz onlara yürek dolusu sevgi sunuyorsunuz ama, bakın işte, onlar size gelen bütün hakikati kökten inkar edip Elçi’yi ve sizi, sırf Rabbiniz Allah’a iman ettiniz diye sürüp çıkarıyorlar. Doğrusu sizler de benim davam uğruna ve rızamı kazanmak için yapılmış bir cihad sonunda çıkarılmıştınız. Ne ki şimdi onlara içinizdeki sevgi sebebiyle sır veriyorsunuz. Ama ben sizin gizlediklerinizi de, açığa vurduklarınızı da çok iyi bilirim: Artık sizden kim böyle yaparsa, işte o doğru yolun ortasında sapıtmış demektir.' (60-1)
Tahminim o ki, Hatıb’ı kadın ayartıyor. Kadın tekin değil. Hatta yine tahmin ediyorum ki, bu kadın Medine’ye casusluk için yollanıyor. Zaten Fetih günü vur emri verilen az sayıdaki insan arasında o da var. O gün cezası infaz edilen 4 kişiden biri. Demek ki, rolü anlaşılmış.
Bu olaydan bir çok ders çıkarıyoruz. İlk elde akla gelenler şunlar:
1. Delil ve şahit ortada olsa da, sanık belli olsa da, yargısız infaz yapılamaz. 2. Mahkeme herkese açık olmalı, cemaati top yekûn riske eden olayın üstü örtülmemeli. 3. Kişinin yakınlarına olan sevgisi gözünü karartmamalı. 4. Bedre katılmış, Rıdvan bey’atında bulunmuş bir sahabi de olsa, kuldur, hata yapabilir. 5. Bir yanlış, mazeret var diye doğru olmaz. 6. Bir yanlıştan dolayı iyi bir geçmiş silinmez. 7. Birinin münafık olup olmadığı sadece yanlışına bakılarak değil, o yanlışın arkasındaki niyet ve sebeplere bakılarak tesbit edilebilir. 8. Müslümanlar aleyhine düşmana bilginin en masumu bile yasaktır. 9. Sahabe en zor durumda bile kendini ifade edebilecek bir özgüvenle yetiştirilmiştir. 10. Hata ile hatayı yapan insan arasındaki fark göz önünde tutulduğu için Hatıb’tan daha sonra çok yararlanılmıştır.
Mesela, Mısır’a elçi olarak gönderilmiş ve başarılı olmuştur. Hz. Ömer döneminde bir kez daha elçilik yapmıştır. Huneyn sırasında susuz İslam ordusuna kuyu yapma görevi ona tevdi edilmiştir. Hepsinden öte, onun bu hatası üzerinden Allah bize hitap etmiş, tüm zamanlarda geçerli olan dersler vermiştir. Yine Rasulullah bu gibi durumlarda nasıl davranmamız gerektiğinin pratiğini bu sayede ortaya koymuştur.
İmtihanımız devam ediyor: Ders alanlara ve imtihanı başarıyla verenlere ne mutlu.