İmtihan şuuruyla yaşamak
İnsan olarak dünya denen mukavvadan bir sahnede büyük imtihanlardan geçiriliyoruz. Yaşadığımız müddetçe hayır ve şerlerle sınanıyoruz. Elbette hayırlara şükredenler, şerlere sabredenler bu ilahi imtihandan alnının akıyla çıkacaklardır. Ancak unutulmamalıdır ki imanı besleyip güçlendiren de amellerdir. Amelsiz iman her dem yara alır.
Dünyanın gelmiş geçmiş en hayırlı toplumu olan sahabeler ibadette sınır tanımazlardı. Onlar bilirlerdi ki ibadetler nimetlere şükrün bedenen ifadesidir. Şükür kulluğun aynasıdır. Hayattayken cennetle müjdelenen sahabeler ibadetlerinde hiçbir zaaf ve gevşeklik göstermemişlerdir. Aksine ibadetlere dört elle sarılarak hayatlarını idame ettirmişlerdir.
Bu dinin Peygamberi, gecesini gündüzünü ibadetlere ayırmış, asla kulluk şuurundan bigane kalmamıştır. Her fırsatta ibadet etmiştir. Bununla ilgili olarak Hz. Aişe validemizin naklettiği şu hadis-i şerifi dikkatlerinize arz ederim. O şöyle buyurmuştur: "Nebiy-yi muhterem (sav) Efendimiz mübarek ayakları şişinceye kadar geceleyin ibadet ederdi. Bunun üzerine kendisine: 'Ya Rasulallah! Geçmişte ve gelecekteki bütün günahların mağfiret olunduğu halde niçin böyle yapıyorsun?' dedim. 'Rabbime şükreden bir kul olmayayım mı?' buyurdu."
Mümin basiretli, ferasetli ve sağduyulu olur. O eşyaya ibret nazarıyla bakar. Dünyanın geçici hevesleri onu asli vazifesi olan kulluğundan uzaklaştıramaz. Daima Allah'ın onu gözetlediği şuuruyla yaşar. Yaptığı her işi hak ve hakikat süzgecinden geçirir. Kararlarını verirken hakkaniyeti gözetir. Güçlü olsa da daima haklının ve mazlumun yanında olur. Bu özellikler onun imanının tezahüründen başka bir şey değildir.
Bir kişi iç dünyasında böyle bir âlem oluşturabilmişse iman nimetinden payına düşeni almış demektir. İmanın ne kadar büyük bir nimet olduğunu, onsuz yüreklerin bir yükten öte mana taşımadığını büyük İslam şairi Mehmet Akif Ersoy şu mısralarında ne kadar da veciz bir şekilde ifade ediyor:
İmandır o cevher ki ilâhi ne büyüktür
İmansız olan paslı yürek sinede yüktür
Şu kısacık ömürde en büyük sermayemiz kulluğumuz ve imanımızdır. Tabir caizse kulluğumuz sultanlığımızdır. O bizi dünyayla kıyaslanmayacak kadar güzel ve sonsuz olan cennete götürecektir. Ya inkârcılar; onları da sonsuz acı bir azap bekliyor. Ne mutlu iman üzere yaşayanlara ve son nefesini bu hâl üzere teslim edenlere… Sözlerimi Yüce Rabbimizin kâfirlere yönelik olarak söylediği şu tüyler ürperten sözlerle noktalamak istiyorum:
"Ayetlerimizi inkâr etmiş ve kâfir olarak ölmüşlere gelince; işte Allah'ın, meleklerin ve tüm insanların lâneti onların üzerinedir. Onlar ebediyyen lânet içinde kalırlar, artık ne kendilerinden azap hafifletilir ne de onların yüzlerine bakılır." (Bakara, 161–162)
Rabbim bizleri bu zümreye dâhil olmaktan ve onların şerrinden korusun. (Âmin)
İnsan olarak dünya denen mukavvadan bir sahnede büyük imtihanlardan geçiriliyoruz. Yaşadığımız müddetçe hayır ve şerlerle sınanıyoruz. Elbette hayırlara şükredenler, şerlere sabredenler bu ilahi imtihandan alnının akıyla çıkacaklardır. Ancak unutulmamalıdır ki imanı besleyip güçlendiren de amellerdir. Amelsiz iman her dem yara alır.
Dünyanın gelmiş geçmiş en hayırlı toplumu olan sahabeler ibadette sınır tanımazlardı. Onlar bilirlerdi ki ibadetler nimetlere şükrün bedenen ifadesidir. Şükür kulluğun aynasıdır. Hayattayken cennetle müjdelenen sahabeler ibadetlerinde hiçbir zaaf ve gevşeklik göstermemişlerdir. Aksine ibadetlere dört elle sarılarak hayatlarını idame ettirmişlerdir.
Bu dinin Peygamberi, gecesini gündüzünü ibadetlere ayırmış, asla kulluk şuurundan bigane kalmamıştır. Her fırsatta ibadet etmiştir. Bununla ilgili olarak Hz. Aişe validemizin naklettiği şu hadis-i şerifi dikkatlerinize arz ederim. O şöyle buyurmuştur: "Nebiy-yi muhterem (sav) Efendimiz mübarek ayakları şişinceye kadar geceleyin ibadet ederdi. Bunun üzerine kendisine: 'Ya Rasulallah! Geçmişte ve gelecekteki bütün günahların mağfiret olunduğu halde niçin böyle yapıyorsun?' dedim. 'Rabbime şükreden bir kul olmayayım mı?' buyurdu."
Mümin basiretli, ferasetli ve sağduyulu olur. O eşyaya ibret nazarıyla bakar. Dünyanın geçici hevesleri onu asli vazifesi olan kulluğundan uzaklaştıramaz. Daima Allah'ın onu gözetlediği şuuruyla yaşar. Yaptığı her işi hak ve hakikat süzgecinden geçirir. Kararlarını verirken hakkaniyeti gözetir. Güçlü olsa da daima haklının ve mazlumun yanında olur. Bu özellikler onun imanının tezahüründen başka bir şey değildir.
Bir kişi iç dünyasında böyle bir âlem oluşturabilmişse iman nimetinden payına düşeni almış demektir. İmanın ne kadar büyük bir nimet olduğunu, onsuz yüreklerin bir yükten öte mana taşımadığını büyük İslam şairi Mehmet Akif Ersoy şu mısralarında ne kadar da veciz bir şekilde ifade ediyor:
İmandır o cevher ki ilâhi ne büyüktür
İmansız olan paslı yürek sinede yüktür
Şu kısacık ömürde en büyük sermayemiz kulluğumuz ve imanımızdır. Tabir caizse kulluğumuz sultanlığımızdır. O bizi dünyayla kıyaslanmayacak kadar güzel ve sonsuz olan cennete götürecektir. Ya inkârcılar; onları da sonsuz acı bir azap bekliyor. Ne mutlu iman üzere yaşayanlara ve son nefesini bu hâl üzere teslim edenlere… Sözlerimi Yüce Rabbimizin kâfirlere yönelik olarak söylediği şu tüyler ürperten sözlerle noktalamak istiyorum:
"Ayetlerimizi inkâr etmiş ve kâfir olarak ölmüşlere gelince; işte Allah'ın, meleklerin ve tüm insanların lâneti onların üzerinedir. Onlar ebediyyen lânet içinde kalırlar, artık ne kendilerinden azap hafifletilir ne de onların yüzlerine bakılır." (Bakara, 161–162)
Rabbim bizleri bu zümreye dâhil olmaktan ve onların şerrinden korusun. (Âmin)