Şimdi (2007) 69 yaşında olup, uzun yıllar Heybeliadada ikamet eden Ali Durmuş anlatıyor:
1971 yılında küçük kardeşim, Fatih İmam Hatip Lisesinde okurken, velisi olarak okula gitmiş ve öğretmeni ile görüşmek için okul bahçesinde beklemekteydim. Oradan Balattaki Patrikhaneyi seyrederken ürperdim. Ne hayalet bir bina! Küfrün merkezi burası olmalı! diyerek kendi kendime azıcık yüksek sesle vah vah demişim. Az ilerde bir bankta oturan 90 yaşında ak sakallı, gün görmüş ihtiyar bir zat benim sesimi işiterek, bana Evlâdım neden vahlanıyorsun? diye seslendi.
Patrikhaneyi göstererek, Bu hayalet binada kim bilir ne kadar casus vardır. dedim.
Ak sakallı amca Evlâdım bu ne ki?.. Ben bu gözlerimle gördüm, bu kulaklarımla işittim. Ben Süleymaniye Câmisinin cemaatindendim. İngilizlerin İstanbul'u işgal ettiği günlerdi. Bizim 20 yıllık imam efendi, yani Süleymaniye Câmisinin imamı, başında sarığı, cübbesi ve uzun sakalları ile bildiğimiz imam ortadan kayboldu. Kime sorsak hiç kimse bilmiyor. İmam efendi nereye gider! diye cemaat merak içinde idi. Bir iki ay sonra öğle namazını kılıp bahçede oturduğumuz bir günde, bir manga İngiliz askeri, önlerinde yüzbaşıları ile birlikte çıkageldi. Ellerinde tüfekleri ile sağa sola dikkatlice bakarak kontrol ediyorlar, herhangi bir saldırı olmasın diye. Önlerindeki yüzbaşı yüksek sesle seslendi: Ey Cemaat! Beni tanıdınız mı?
Kimseden bir ses çıkmayınca, bir müddet sonra tekrar Ey Cemaat beni tanımadınız mı? diye seslendi. Tanıyan çıkmamıştı. Bir müddet sonra başındaki askerî miğferini çıkarıp cemaate karşı İşte ben 20 yıllık imamınız!.. deyince, herkesin aklı başına geldi ve onu tanıdık. Dedi ki: “Ben bir İngiliz yüzbaşısıyım. Vazifem bitti, şimdi gidiyorum. Şunu da söyleyeyim, sizin dininizi biliyorum, benim arkamda namaz kılanlar namazlarını iade etsinler.
Ve geldiği gibi manga askeri ile çekip gitti. Kim bilir bunun gibi kaç casus daha vardır.
1971 yılında küçük kardeşim, Fatih İmam Hatip Lisesinde okurken, velisi olarak okula gitmiş ve öğretmeni ile görüşmek için okul bahçesinde beklemekteydim. Oradan Balattaki Patrikhaneyi seyrederken ürperdim. Ne hayalet bir bina! Küfrün merkezi burası olmalı! diyerek kendi kendime azıcık yüksek sesle vah vah demişim. Az ilerde bir bankta oturan 90 yaşında ak sakallı, gün görmüş ihtiyar bir zat benim sesimi işiterek, bana Evlâdım neden vahlanıyorsun? diye seslendi.
Patrikhaneyi göstererek, Bu hayalet binada kim bilir ne kadar casus vardır. dedim.
Ak sakallı amca Evlâdım bu ne ki?.. Ben bu gözlerimle gördüm, bu kulaklarımla işittim. Ben Süleymaniye Câmisinin cemaatindendim. İngilizlerin İstanbul'u işgal ettiği günlerdi. Bizim 20 yıllık imam efendi, yani Süleymaniye Câmisinin imamı, başında sarığı, cübbesi ve uzun sakalları ile bildiğimiz imam ortadan kayboldu. Kime sorsak hiç kimse bilmiyor. İmam efendi nereye gider! diye cemaat merak içinde idi. Bir iki ay sonra öğle namazını kılıp bahçede oturduğumuz bir günde, bir manga İngiliz askeri, önlerinde yüzbaşıları ile birlikte çıkageldi. Ellerinde tüfekleri ile sağa sola dikkatlice bakarak kontrol ediyorlar, herhangi bir saldırı olmasın diye. Önlerindeki yüzbaşı yüksek sesle seslendi: Ey Cemaat! Beni tanıdınız mı?
Kimseden bir ses çıkmayınca, bir müddet sonra tekrar Ey Cemaat beni tanımadınız mı? diye seslendi. Tanıyan çıkmamıştı. Bir müddet sonra başındaki askerî miğferini çıkarıp cemaate karşı İşte ben 20 yıllık imamınız!.. deyince, herkesin aklı başına geldi ve onu tanıdık. Dedi ki: “Ben bir İngiliz yüzbaşısıyım. Vazifem bitti, şimdi gidiyorum. Şunu da söyleyeyim, sizin dininizi biliyorum, benim arkamda namaz kılanlar namazlarını iade etsinler.
Ve geldiği gibi manga askeri ile çekip gitti. Kim bilir bunun gibi kaç casus daha vardır.