Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

iMAM MUSA KAZIM (AS)'DAN İBRETLİ ÖYKÜLER (1 Kullanıcı)

EHL-İ BEYT

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Mar 2009
Mesajlar
731
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
45
1.Fıkhî Muammalar

Yılların birinde Harun Raşit, Ka’be’nin ziyaretine gitti.
Tavaf zamanı, halifenin yalnız tavaf etmesi için halkın aradan çıkmasını istediler.
Harun tavaf etmek isterken, bir Arap da gelip onunla tavaf etmeğe başladı.
(O adamın bu ameli halifenin onuruna dokundu, kızarak," bu adamı buradan uzaklaştırınız." diye emretti.)
Memurlar Arap adama: “Halife tavafını bitirene kadar biraz sabret!" dediler.

Arap adam onların cevabında şöyle dedi:
“Allah-u Teala’nın, bu kutsal yerde herkesi eşit bildiğini ve Kur’an-ı Kerim’de: “Mescid’ul-Haram’ı (Ka’be’yi), yerli olsun, dışarıdan gelmiş olsun, onu eşit
insanlar için kıldık” (HACC/25)
diye buyurmuş olduğunu bilmiyor musunuz?

Harun bu sözü Arap’tan duyunca kendi muhafızına:
“Onunla bir işin olmasın, onu kendi haline bırak” diye emretti.
Sonra “Hacer’ul-Esved”i istilam etmek (ona el sürmek) için ona doğru gitti.
Arap adam orada da öncelikle davranıp ondan önce Hacer’ul-Esved’i istilam etti!

Daha sonra Harun, namaz kılmak için Makam-ı İbrahim’e geldi.
Yine de Arap adam Harun’dan önce oraya yetişti ve namaz kılmakla meşgul oldu.
Harun namazını bitirir bitirmez, o adamı ihzar etmelerini emretti.
Adam Harun’un bu emrini duyunca şöyle dedi:
“Benim halifeyle bir işim yoktur, eğer halifenin benimle bir işi varsa, onun kendisi benim yanıma gelsin!”

Harun istemediği halde o adamın karşısına gelip ona selam verdi; Arap adam da selamının cevabını verdi.
Harun, “Burada oturmama izin veriyor musun?”dedi.
Arap, “Burası benim mülküm değildir, biz burada eşitiz, istediğin takdirde oturabilirsin!”dedi.
Harun, (Arap adamın bu şekil konuşmasından rahatsız olarak ona)
Senden dini bir mesele sormak istiyorum, doğru cevap vermediğin takdirde sana eziyet edeceğim” dedi.

Arap, “Senin sorun, (bilmediğin bir meseleyi) öğrenmek için mi,
yoksa (bu yolla) bana eziyet etmek mi istiyorsun?”dedi.
Harun, “Elbette öğrenmek içindir” dedi.
Arap, “Çok iyi! Ama ayağa kalkman ve öğretmeninden bir soru sormak isteyen bir öğrenci gibi benim karşımda oturman gerekir” dedi.
Harun mecburen kalkıp onun karşısında toprak üstünde oturdu.
Harun, “Söyle bakalım, Allah Teala ne gibi şeyleri sana farz kılmıştır?”dedi.
Arap, “Farzın hangi kısmından soruyorsun?
Bir farzdan mı, beş farzdan mı, on yedi farzdan mı, otuz dört farzdan mı, doksan dörtten mi, yüz elli üçten mi, on ikinin birinden mi, kırkta birden mi, iki yüzde beşten mi, ömür boyuca bir defa olandan mı, veya birbirine karşılık olandan mı soruyorsun?” dedi.

Harun, “Ben bir farzdan sordum, ama sen bana bunca sayılar saydın!”dedi.
Arap, “Eğer din, dünyada sayı ve hesap üzere olmasaydı Allah-u Teala kıyamet günü insanlar için bir hesap açmazdı. Sonra şu ayeti okudu:

“Bir hardal tanesi bile olsa onu (teraziye) getiririz. Hesap görücüler olarak biz yeteriz.”
(ENBİYA/47)

Bu esnada Arap adam halifeyi ismiyle çağırdı.
Harun oldukça öfkelendi, öyle ki kıpkırmızı kesildi. (Çünkü halifenin görüşüne göre herkesin ona Emir’ul-Muminin demesi gerekirdi.)
Öfke ve gazap alameti yüzünde belirdiği halde şöyle dedi:
“Dediğin şeyleri açıkla! Açıklayabilirsen serbestsin, aksi takdirde Safa ile Merve arasında boynunun vurulmasını emredeceğim!”
Koruyucu halifeye: “Allah aşkına onu bu kutsal mekânda öldürme” diye rica etti!
Arap adam, koruyucunun bu sözünden dolayı güldü!
Harun- “Niçin güldün?”diye sordu.
Arap, “Sizin ikinizin halinden gülmem tuttu.
Çünkü hanginizin daha cahil olduğunu bilmiyorum. Zira eceli yetişmiş olan bir kimsenin mi,
yoksa eceli yetişmeyen bir kimseyi öldürmek için acele eden birinin mi affedilmesi isteniyor ?”dedi.

Harun, “Velhasıl dediğin şeyleri izah et!”dedi.
Arap, “Allah Teala’nın, bana neyi farz kıldığı şeyden soru sordun,
cevabı şudur ki; Allah Teala çok şeyleri bana farz kılmıştır.

“Farz olan bir şeyden mi soru soruyorsun?” sözümden maksadım, İslam dinidir. (Zira her şeyden önce ona uymak kullara farzdır.)
Beşten maksadım beş vakit namazlardı;
on yediden maksat farz namazların on yedi rekat olmasıdır;
otuz dörtten maksat, namazların secdeleridir;
yüz elliden maksat namazın tesbihleridir;
on ikiden birinden maksat, Ramazan ayıdır ki, on iki aydan sadece bir ayın oruç tutulması farz kılınmıştır;
kırkta birinden maksat, kırk dinar altını olan bir kimsenin zekat olarak bir dinar vermesinin farz olmasıdır;
iki yüzden beşinden maksat, iki yüz gümüş dirhemi olan bir kimsenin, zekat olarak beş dirhem vermesinin gerekliliğidir.

“Ömür boyu sadece bir defa farz olandan mı soruyorsun?” sözümden maksadım,
Allah’ın evinin (Ka’be’nin) ziyaretidir ki, ömür boyu sadece bir defa, istitaatı (gücü ve imkânı) olan kimseye farz olur.
Biri birine karşılıktan maksadım, kim haksız yere bir kimseyi öldürürse, ona karşılık olarak sadece katilin öldürülmesidir.
Allah-u Teala: “En nefs-u bi’n nefs” (Cana karşılık can... kısas edilmelidir) buyuruyor.
Arap adamın sözü son bulunca Harun, bu meselelerin tefsir ve açıklanmasından ve Arab’ın sözünün güzelliğinden bir hayli hoşnut oldu, onun ilim açısından büyük bir şahsiyet olduğuna kanaat etti ve ona karşı olan öfkesi artık sevgiye dönüştü.

Arap daha sonra Harun’a hitaben şöyle dedi:
“Sen bir takım şeyler benden sordun, ben de cevap verdim.
Şimdi ben de senden soru sormak istiyorum, sen de onlara cevap ver!
Cevap vermiş olursan bu bir kese altın senin kendi malındır, istediğin takdirde onu bu kutsal mekânda sadaka verebilirsin; cevap veremezsen, o zaman sen, kendi kabilemin fakirleri arasında taksim etmem için bir kese altın bana vermelisin.
Harun çaresizlikten bu öneriyi kabul etti.

Arap adam Harun’a şöyle bir soru yöneltti:

“Bir erkek sabahleyin kendisine haram olan bir kadına baktı,
ama öğle olunca o kadın ona helal oldu,
ikindi olunca tekrar kadın ona haram oldu;
akşam olunca yine o kadın ona helal oldu,
gece olunca tekrar o erkeğe haram oldu, ertesi gün sabah olunca o kadın ona yine helal oldu,
öğle olunca tekrar ona haram oldu, ikindi olunca yine helal oldu,
akşam olunca tekrar haram oldu, gece olunca yine helal oldu.”

Bu meseleleri nasıl çözmek gerekir? Biliyorsan ise çöz!”


Harun, “Ey Arap beni bir denize attın! Lütfen kendin cevap ver” dedi.

Arap, “Acayip bir halifesin! Bu çeşit meselelerin çözümünden aciz kalman
ve bir de Müslümanların halifesi olduğunu iddia etmen hiç doğru değildir!”dedi.

Harun, “İlim senin makamını yükseltmiş, kendin açıkla!

Arap,
“Sabahleyin erkeğin ona bakması haram olan kadın, parayla satın alınan bir cariye idi,
öğle olunca o erkek onu sahibinden aldı ve böylece ona helal oldu;
ikindi olunca onu azat etti, böylece ona haram oldu;
akşam olunca onu nikâhladı, böylece ona helal oldu; gece olunca ona talak verdi, böylece ona haram oldu;
ertesi günün sabahı rücu etti (döndü), böylece kadın ona helal oldu;
öğle olunca zihar etti (sen bana annemin sırtı gibisin dedi), böylece ona helal oldu;
ikindi olunca ziharın keffaretini verdi, böylece ona helal oldu;
akşam olunca kadın mürted (kafir) olarak haram oldu,
ama geceleyin tövbe etti ve böylece kocasına helal oldu.”


Harun, bu cevaba şaşırıp kaldı.
On bin dirhemin ona verilmesini emretti.
Ama Arap muhtaç olmadığını söyledi.

Harun, “Ömür boyu rahat olman için sana aylık bağlamamı istiyor musun?”dedi.
Arap, “Sana rızk veren beni unutmaz” dedi
Harun, “Borcun varsa söyle ödeyelim” dedi.
Arap, “Allah Teala’nın kendisi borçları ödüyor” dedi.
Harun, “İsmin nedir?”diye sordu.
Arap, “ Musa bin Cafer!”dedi.
Harun İmam (a.s)’ı ilk kez görüyordu,
İmam (a.s) da, halkın kendisini tanımaması için elbisesini değiştirdiğinden dolayı kimse onu tanıyamamıştı[
/B]



Bihar’ul-Envar, c. 48, s. 141
 

EHL-İ BEYT

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Mar 2009
Mesajlar
731
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
45
2.Sıla-i Rahim Ve Uzun Ömrün Sırrı


Şuayb- i Kavfi şöyle diyor:

Ben ziyaret için Mekke’ye gelmiş olan Yakub’la birlikte İmam Kazım (a.s)’ın huzuruna vardık.
İmam (a.s) Yakub’a bakarak şöyle buyurdu:

“Ey Yakup! Sen dün bu bölgeye geldin, seninle kardeşin İshak arasında filan mahallede ihtilaf çıktı, birbirinize küfür bile ettiniz.
Siz çirkin sözleri ağzınıza almamalısınız, din kardeşlerine sövmek
ve kötü sözler sarf etmek; bizim, baba ve dedelerimizin dininden uzak şeylerdir.
Biz, şialarımızdan hiçbir kimseye, böyle davranması için izin vermeyiz.
Eşi ve benzeri olmayan Allah’tan sakın ve takvalı ol.

Ey Yakup! Yakın bir zamanda ölüm, (sıla- i rahmi kestiğinizden dolayı) seninle kardeşin arasında ayrılık salacaktır.
Kardeşin İshak bu yolculukta, ailesinin yanına varmadan önce ölecektir, sen de ona karşı davranışından dolayı pişman olacaksın.
Siz birbirinizle ilişkiyi kestiniz, birbirinizle küsülüsünüz;
işte bundan dolayı Allah Teala sizin ömrünüzü kısalttı.”

Yakup İmam Kazım (a.s)’dan o sözleri duyanca şöyle dedi:
“Fedan olayım! Benim ecelim ne zaman yetişecektir:
İmam (a.s) şöyle buyurdular:
“Senin ecelin de yetişmişti ama filan yerde halana hizmet ettiğinden
ve ona hediye vererek mutlu olmasına neden olduğun için bu sıla-i rahim sebebiyle Allah Teala yirmi yıl senin ömrünü artırdı.”

Şuayb şöyle ekliyor:
Bir müddet sonra Yakub’u Mekke’de gördüm, halini sorduğumda şöyle dedi:
“Kardeşim (İshak), İmam Kazım (a.s)’ın buyurduğu gibi ailesine ulaşmadan önce vefat etti ve orada da defnedildi.



Bihar, c. 48, s. 36​
 

EHL-İ BEYT

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Mar 2009
Mesajlar
731
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
45
3.İmam Kazım (a.s)’ın Harun’la Münazarası

Bir gün Abbasi halifesi olan Harun Reşid, İmam Kazım (a.s)'a şöyle dedi:

“Neden halkın size Peyamber’in (s.a.a) oğulları demesine müsaade ediyorsunuz?
Oysa siz Ali’nin (a.s) oğullarısınız; anne bir kap gibidir; nesli baba üretiyor anne değil!”
İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdular:
“Ey halife!
Eğer Hz. Peygamber (s.a.a) hayatta olup da senin kızını isteseydi, kızını O Hazrete verir miydin?”
Harun: “Subhanellah! Neden vermeyeyim? Elbette verirdim ve bu vesileyle Arap ve Acem’e (Arap olmayana) karşı iftihar ederdim.”

İmam (a.s):
“Ama Hz. Peygamber (s.a.a) kesinlikle benim kızımı istemez, ben de kızımı O’na nikâhlamazdım.”

Harun: “Neden?”
İmam (a.s):
“Çünkü Hz. Peygamber (s.a.a) benim büyük babamdır.”

Harun:
“Aferin! O halde nasıl, Hz. Peygamber’in oğlu olmamasına rağmen kendinizi O’nun oğlu biliyorsunuz;
oysaki nesil oğuldandır kızdan değil?
Siz kızın oğlusunuz, kızın oğlu da nesil sayılmıyor!”

İmam (a.s):
“Hz. Peygamber’in kabri ve o kabirde yatan kimsenin hakkı hürmetine, beni bu sorunun cevabından mazur gör.”

Harun:
“Hayır, mazur görmem; Resulullah’ın (s.a.a) oğulları olmanıza dair sözünün kanıtı için delil getirmelisin;
Kur’ân’dan delil getirmedikçe özrünüzü kabul etmem.
Çünkü siz Kur’ân’ın bütün ilimlerini biliyorsunuz.”

İmam (a.s):
“Sorunun cevabını vermeme hazır mısın?”

Harun: “Evet, söyle.”

İmam (a.s) şu ayeti okudu:

“Bismillahirrahmanirrahim:
“Ve min zurriyetihi Davud’e ve Süleyman’e ve Eyyub’e ve Yusuf’e ve Musa ve Harun’e ve kezalike neczi’l- muhsinin ve Zekeriyya ve Yehya ve İsa.”

"Onun (İbrahim’in) soyundan Davud’u, Süleyman’ı, Eyyub’u, Yusuf’e, Musa’yı ve Harun’u hidayete ulaştırdık. Biz iyilik yapanları böylece ödüllendiririz. Zekeriyya’yı, Yahya’yı, İsa’yı ve İlyas’ı da (hidayete eriştirdik) "

(En’âm / 84)


Sonra şöyle bir soru sordu:
“Hz. İsa’ın babası kimdir?”

Harun: İsa’nın babası yoktur.

İmam (a.s):
“Bu okuduğum ayette Allah Teala Hz. İsa’yı, annesi Meryem tarafından aralarında büyük bir zaman olmasına rağmen Hz. İbrahim’in oğullarından saymaktadır.
İşte böylece biz de annemiz tarafından Hz. Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in oğlu oluyoruz.”



Bihar, c. 48, s. 127; c. 96, s. 240​
 

EHL-İ BEYT

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Mar 2009
Mesajlar
731
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
45
4. Aslanın Lokması Olan Büyücü


Harun Reşid bir büyücüden bir mecliste öyle bir iş yapmasını istedi ki,
Musa bin Cafer (İmam Kazım -a.s-) ona karşı koymaktan aciz kalsın
ve halk arasında mahcup olsun.

Büyücü, sofra açıldığında öyle bir düzen kurdu ki,
İmam Musa bin Cafer (a.s) elini uzatıp bir ekmek almak istediğinde ekmek Hazretin önünden fırlayıp uçuyordu.

Harun çirkin arzusuna ulaştığını görünce sevincinden kahkahayla gülüyordu. İmam (a.s) hemen başını kaldırıp perdenin üzerindeki aslana bakarak şöyle buyurdu:

“Ey aslan! Allah’ın bu düşmanını tut.”

Perde üzerindeki aslan, hemen bir büyük aslan şekline girerek atlayıp büyücüğü parça-parça edip yuttu.
Harun ve hizmetçileri böyle bir durumu görür görmez korkudan bayılıp düştüler.

Ayıldıklarında Harun, İmam (a.s)’a şöyle dedi:
Senin üzerindeki hakkım için bu aslandan o adamı geri çevirmesini iste.

İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdu:

“Eğer Hz. Musa’nın asası, büyücülerin oyunlarından yuttuğu şeyleri geri çevirirse,
bu aslan resmi de o adamı geri çevirecektir.”



Bihar, c. 48, s. 41
 

EHL-İ BEYT

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Mar 2009
Mesajlar
731
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
45
[CENTER]
4.İmam Öldüren Şia

Bir gün Memun etrafında bulunanlara şöyle dedi:
“Şia olmayı kimin bana öğrettiğini biliyor musunuz?”

Orada hazır bulunanlar: “Hayır, bilmiyoruz” dediler.
Memun: “Babam Harun Reşid öğretti” dedi.

Hüzzar: “Böyle bir şey nasıl mümkündür; oysa Harun’un kendisi sürekli bu aileyi öldürüyordu?”

Memun: “Onları mülkü ve saltanatının bekası için öldürüyordu.
Çünkü mülk (saltanat) akimdir (akraba ve evlat tanımaz).
Yılların birinde babam Harun ile Mekke’ye gittim. Mekke’ye ulaştığımızda teşrifatçılarına, Mekke ve Medine ehlinden Muhacir, Ensar, Beni Haşim ve diğer Kureyş kabilelerinden huzuruna gelenlerin şecerelerini (soylarını) bildirdikleri takdirde içeriye girmelerine izin verilmesini emretti.

İşte bundan dolayı onun yanına gelen herkes, ben falan oğlu falanım, diye soy şeceresini sayıyordu.
Harun da iki yüz dinardan beş bin dinara kadar şerafeti ve babalarının hicretteki rolüne göre onlara bağışta bulunuyordu.”

Memun sözlerinin devamında şöyle diyor:
Bir gün ben mecliste hazır iken Fazl bin Rabiy (Harun’un veziri) içeri girerek: “Ey müminlerin emiri!
Kapıda birisi kendisinin Musa bin Cafer bin Muhammed bin Ali bin Hüseyin bin Ali bin Ebi Talip olduğunu iddia ederek içeri girmek istiyor” dedi

Harun bu sözü işitir işitmez bana, Emin’e, Mutemin’e ve yanında bulunan diğer komutanlara dönerek şöyle dedi:
“Kendinizi kontrol edin, saygılı olun.”
Sonra kapıdaki nöbetçiye:
“Ona izin verin gelsin ve sakın benim halımın üzerinden başka bir yere bineğinden aşağı inmesin.”

Biz ayakta beklediğimiz halde, bedeni zayıf yaşlı bir şeyh içeri girdi;
ibadet onu zayıf bir hale getirmişti;
secdeler onun yüz ve burnunda iz bırakmıştı.
Gözü Harun’a ilişince merkebinden inmek istedi.
Fakat Harun yüksek bir sesle: “Vallahi benim halımın üzerinde bineğinden inmelisin” dedi!
Memurlar O’nun binekten inmesine izin vermediler.
Hepimiz saygıyla ona bakıyorduk.
O merkebiyle sultanın özel yerine ulaştı.
Teşrifatçı ve komutanlar onun etrafını sarmışlardı, o da merkepten halının üzerine indi.
Babam yerinden kalkarak onu karşılayıp bağrına bastı ve yüzünü gözlerini öptü.
Sonra elinden tutarak onu meclisin baş tarafına götürdü.
Kendi yanında oturtarak konuşmaya başladılar.
Harun tamamen ona dönük oturmuştu.
Durumları hakkında ona sorular sordu. Sorularından bazıları şunlardı:

“Ya Ebe’l- Hasan (İmam’ın künyesi)! Sorumluluğun altındaki ailenin sayısı kaçtır?”
İmam Kazım:
“Beş yüz kişiden fazladır.”
Harun: “Hepsi çocukların mıdır?!”
İmam Kazım (a.s):
“Hayır, onların çoğu, hizmetçi, akraba ve yakınlarımdır. Ama çocuğum otuzdan fazladır; erkekler şu kadar, kızlar da şu kadardır.”
Harun: “Neden kızları amcaoğulları ve münasip kişilerle evlendirmiyorsun?”
İmam Kazım (a.s):
“Mali durumum iyi değil.
Harun: “Tarlan nasıl?”
İmam Kazım (a.s):
“Bazen mahsul veriyor, bazen vermiyor.”
Harun: “Borçlu musun?”
İmam Kazım (a.s):
“Evet!”
Harun: “Ne kadar?”
İmam Kazım (a.s):
“On bin dinar civarında.”
Harun: “Ey amcaoğlu! Ben o kadar sana mal vereceğim ki, oğul ve kızlarını evlendirecek, borcunu ödeyecek ve tarlanı verimli hale getireceksin.”
İmam Kazım (a.s):
“Bu durumda akrabalık hakkına riayet etmiş olursun.
Allah Teala, bu iyi niyetine karşılık sana mükâfat versin.
Biz yakın bir akrabalık bağına sahibiz ve aynı soydanız.
Senin ceddin Abbas Hz. Peygamber’in ve Hz. Ali’nin amcasıdır.
Biz aynı kökten gelmekteyiz; böyle bir nimeti ve kudreti Allah senin ihtiyarına vermiş;
böyle bir amelde bulunmak senden uzak değildir.”
Harun: “İftihar ile bunu yapacağım.”
İmam Kazım (a.s):
“Allah Teala yöneticilere, fakirlerin yardımına koşmayı, borçluların borçlarını ödemeyi, çıplakları giydirmeyi, zindanda olanlara ve esirlere iyi davranmayı farz kılmıştır.
Sen bu işi yapmaya en iyi ve uygun bir şahıssın.”
Harun: “Öyle yapacağım ya Ebu’l- Hasan!”
Bu sırada Musa bin Cafer (İmam Kazım) ayağa kalktı.
Harun da saygı için ayağa kalktı, O’nun yüzünü ve gözlerini öptü.
Sonra bana, kardeşlerim Emin ve Mutemin’e dönerek şöyle dedi:
“Amcanız oğlu ve efendinizden önde giderek bineğinin üzengisini tutun, elbisesini düzeltin ve evine kadar O’nu uğurlayın.”

Yol esnasında Musa bin Cafer (a.s) gizlice bana şöyle dedi:
“Hilafet, babandan sonra sana yetişecektir,
hilafete ulaştığında çocuklarıma karşı iyi davran.”

Biz O’nu evine ulaştırdıktan sonra geri döndük.
Ben babama karşı kardeşlerimden daha cüretkâr idim.
Meclis boşalınca babama şöyle dedim:

“Ey müminlerin emiri!
Bu adam kimdi ki, O’na bu kadar saygı gösterdin, karşısında ayağa kalktın, onu karşıladın, meclisin başında.
Onu oturttun, kendin ise ondan aşağıda oturdun, bize üzengisini tutmamızı emrettin?”
Cevaben: “O insanların (gerçek olan) İmam’ı, Allah’ın hücceti ve halifesidir” dedi.
Ben: “Meğer bunlar sizin özellikleriniz değil mi?” diye sordum.

Dedi ki: “Hayır, ben zahirde halkın imamıyım, zor ve galebe ile halka önderlik yapıyorum.
Musa bin Cafer ise hak olan İmam’dır.
Oğlum! Allah’a and olsun ki O, Resulullah’ın halifeliğine benden ve bütün insanlardan daha layıktır.
Sen bile, benim oğlum olduğun halde hükümeti elde etmeye çalışır isen başını bedeninden ayırırım.
Zira saltanat akimdir (oğul falan tanımaz).”

Bu olay böyle geçti.
Harun Medine’den Mekke’ye hareket etmek istediğinde, içerisinde iki yüz dinar bulunan bir keseyi getirmelerini emretti.
Sonra Fazl bin Rebiy’e şöyle dedi:

“Bu keseyi Musa bin Cafer’e götür ve O’na de ki:
Müminlerin emiri dedi ki, şimdilik mali durumumuz iyi değil, ama yakın bir zamanda size daha fazla ihsan edeceğim.”

Ben ona itiraz ederek şöyle dedim:
“Ey müminlerin emiri! Nasıl oluyor da Muhacir, Ensar, Beni Haşim, Kureyş ve soyunu bilmediğin kişilere beş bin dinar veya ondan az veriyorsun,
ama bu kadar saygı gösterdiğin Musa bin Cafer’e iki yüz dinar -ki en az bahşişindir- veriyorsun!”

Harun cevaben şöyle dedi:
“Sus! Annesiz!
Eğer ona söz verdiğimi vermiş olursam, o zaman ondan taraf güvende kalamam,
yarın şia ve dostlarından yüz bin kişi karşımda durabilir.
O’nun ve ailesinin yoksulluk ve fakirliği, hem benim, hem de sizin için zengin olmalarından daha iyidir.”


Bihar, c. 48, s. 130​
 

EHL-İ BEYT

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Mar 2009
Mesajlar
731
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
45
6.Bir Kadının Azameti

Nişabur halkından bir grup insan otuz bin dinar, elli bin dirhem ve bir miktar kumaş toplayarak İmam’a ulaştırması için
Muhammed bin Ali en- Nişaburi’yi kendilerine emin bir fert olarak seçtiler.

Mümin bir kadın olan Nişabur’lu Şatita da salim bir dirhemle dört dirhem değerinde olan eliyle dokuduğu bir parça getirerek şöyle dedi:
“İnnellahe la yestahyi min’el- hak”

(Gönderdiğim eşya gerçi azdır; ama az da olsa İmam’ın hakkını göndermekten utanmamak gerekir.)

Muhammed bin Ali şöyle diyor:

Onun dirheminin bir nişanesi olması için onu eğdim.
Daha sonra takriben elli sayfalık bir mektup getirdiler,
sayfanın baş kısmında bir soru yazılmıştı, soruların cevabı yazılması için de sayfanın alt kısmı beyaz kalmıştı.
Yapraklar iki iki birbirinin üzerine bırakılıp üç iple bağlanmıştı,
her ipin üzerine de kimsenin onu açmaması için bir mühür vurulmuştu.

Bu malları gönderenler şöyle dediler:
Bu cüzveyi geceleyin İmam (a.s)’a ver ve o gecenin sabahı onların cevabını al.
Eğer zarfların salim olduğunu, mektupların mühürlerinin de kırılmadığını görmüş olursan,
onlardan beş tanesinin mührünü kırarak zarfları aç o mektuplara bak.
Eğer meselelerin cevabı, mühürler kırılmaksızın verilmiş olursa, İmam’dır, paraları O’na ver.
Eğer böyle olmazsa, bizim paraları geri çevir.

Muhammed bin Ali, Nişabur’dan Medine’ye doğru hareket ediyor,
Medine’de İmam Sadık (a.s)’ın oğlu Abdullah Eftah’ın evine gidiyor,
onu denedikten sonra, onun İmam olmadığını anlayınca oradan dışarı çıkarak şöyle diyor:

“Allah’ım beni doğru yola ( gerçek olan İmam’a) hidayet et.”

Muhammed bin Ali’nin kendisi şöyle diyor:

Hayranlık içerisinde durduğum bir halde, bir köle gelerek şöyle dedi:
“Gel aradığın kimsenin yanına gidelim.”
O köle beni, Musa bin Cafer’in evine götürdü. Hazret beni görünce şöyle dedi:

“Neden ümitsiz oldun, neden başkalarına doğru gidiyorsun?
Benim yanıma gel; Allah’ın hücceti ve velisi benim.
Ebu Hamza, ceddim Resulullah’ın camisinin kapısı önünde beni sana tanıtmadı mı?
Ben dün sormuş olduğunuz bütün meselelerin cevabını verdim.
soruları ve Şatita’ın vermiş olduğu dirhemle -ki Vazuri’ye ait olan ve içerisinde dört yüz dirhem bulunan kesenin içerisindedir- getir;
üstelik Şatita’ın, Belhi kardeşlerin paketi içerisinde olan dokuduğu parçayı da ver.”

İmam Musa bin Cafer (a.s)’ın bu sözleri aklımı başımdan aldı.
İstediği her şeyi getirerek O Hazretin önüne bıraktım.
İmam (a.s) Şatita’nın dirhem ve parçasını götürerek şöyle buyurdu:
“İnnellahe la yestahyi min’el- hak.
(Allah, haktan hâya etmez)
Benim selamımı Şatita’ya ilet.”

İmam (a.s) bir kese para götürerek bana verip şöyle buyurdu:
“İçerisinde kırk dirhem olan bu para kesesini ona ver.”
Daha sonra şöyle buyurdular:
“Kendi kefenimden olan bir parçayı, hediye olarak ona gönderiyorum;
bu, Fatımat’üz- Zehra (a.s)’ın köyü olan “Sayda” köyünün pamuğundandır;
İmam Sadık (a.s)’ın kızı olan bacım Halime onu dokumuştur.
Ona de ki: Siz Nişabur’a vardıktan sonra on dokuz gün yaşayacaktır.
Bu paralardan on altı dirhemi harcasın, geri kalan yirmi dört dirhemi de gerekli olan masrafları için bir kenara bıraksın.
Namazını ben kendim kılacağım.”

İmam (a.s) daha sonra şöyle buyurdular:
“Ey Ebu Cafer (Muhammed’in künyesi)!
Beni gördüğünde sakla ve kimseye söyleme!
Çünkü bu, senin hayrınadır...”




Bihar, c. 48, s. 73​
 

EHL-İ BEYT

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Mar 2009
Mesajlar
731
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
45
7.Kimseyi Küçük Saymayalım

Ali bin Yaktin, İmam Musa bin Cafer (a.s)’ın ashabından ve Harun Reşid’in güçlü vezirlerindendi.
Bir gün İbrahim Cemmal, görüşmek için onun huzuruna çıkmak istedi, fakat Ali bin Yaktin izin vermedi.
Ali bin Yaktin o yıl, Allah’ın evini ziyaret etmek için Mekke’ye doğru hareket etti.
Medine’de İmam Musa bin Cafer (a.s)’ın huzuruna çıkmak istedi. Ama İmam (a.s) ilk günü görüşmek için ona izin vermedi.
İkinci günü İmam (a.s)’ın huzuruna müşerref olarak şöyle dedi:
“Efendim! Benim suçum nedir ki görüşmemiz için izin vermiyorsun?”

İmam (a.s) şöyle buyurdular:
“Sana görüşmemiz için izin vermememin sebebi,
sen kardeşin İbrahim Cemmal’a, o deveci, sen ise vezir olduğundan dolayı görüşme izni vermedin.
Sen İbrahim’i kendinden razı etmedikçe, Allah Teala senin haccını kabul etmez.”

Ali bin Yaktin İmam (a.s)’ın bu sözüne karşılık şöyle dedi:
“Efendim! İbrahim’le nasıl görüşeyim, oysaki o Kufe’dedir, ben ise Medine’de?”

İmam (a.s) şöyle buyurdular:
“Gece olduğunda kölelerin ve çevrendekilerden hiçbir kimse farkına varmadan tek başına Baki’ kabristanlığına git.
Orada yularlı ve binmeğe hazır bir deve göreceksin;ona bin, o seni Kufe’ye ulaştırır.”

Ali bin Yaktin, İmam (a.s)’ın bu sözü üzerine Baki’ kabristanlığına giderek o deveye bindi.
Çok geçmeksizin Kufe’de İbrahim’in evinin önünde deveden aşağı indi.
Evin kapısını çalarak: “Ben Ali bin Yaktin’im” dedi.

İbrahim evin içerisinden:
“Harun’un veziri Ali bin Yaktin mi? Onun burada ne işi vardır?” diye sordu.

Ali bin Yaktin: “Önemli bir müşkülüm (sorunum) vardır” dedi.

İbrahim kapıyı açmak istemiyordu, ama ona Allah için deyince kapıyı açtı.

Kapıyı açar açmaz içeri girdi ve yalvararak şöyle dedi:
“İbrahim! Mevlam İmam Musa bin Cafer (a.s), sen beni affetmedikçe beni huzuruna kabul etmiyor.”

İbrahim onu böyle perişan görünce: “Allah seni affetsin” dedi.

Vezir (Ali bin İbrahim) buna razı olmadı; bundan dolayı yüzünü yere koyarak İbrahim’e:
“Allah aşkına ayağını yüzüme koy” dedi.
Ama İbrahim böyle bir işi yapmaya hazır olmadı.
İkinci kez yine ona: “Allah aşkına bunu yap” dedi.
Bu defa o kabul ederek ayağını onun yüzüne koydu.
İbrahim ayağını Ali bin Yaktin’in yüzüne koyduğunda o şöyle diyordu:
“Allah’ım! Şahit ol.”

Ali bin Yaktin daha sonra evden dışarı çıkıp deveye bindi.
Aynı gece deveyi, Medine’de İmam (a.s)’ın evinin kapısında yatırarak içeri girmek için o Hazretten izin istedi.
İmam (a.s) bu defa izin vererek onu huzuruna kabul etti.



Bihar, c. 48, s. 85
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt