ashabaselam
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 22 Şub 2009
- Mesajlar
- 224
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 41
Cennet ile müjdelenmiş olan Ehl-i sünnet vel-cemaatin dört büyük mezhebinden biri olan Şafii mezhebinin reisidir.
Adı, Muhammed bin İdris?tir. Dedesinin dedesi Şafi, Kureyş kabilesinden ve eshab-ı kiramdan olduğu için, Şafii adı ile meşhur olmuştur. Şafi?in dedesinin dedesi de Haşim bin Abdi Menaf?dır.
150 (m.767) senesinde Gazze?de doğdu. 204 (m.820)?de Mısır?da vefat etti. Kabri, Kurafe kabristanlığında büyük bir türbe içindedir.
Henüz beşikte iken babası vefat etmişti. Annesi onu iki yaşında, asıl memleketleri olan Mekke´ye getirdi. Orada büyüdü. Yedi yaşına gelince Kur´an-ı kerimi ezberledi. Bundan sonra ilim öğrenmeye başladı.
Daha küçük yaşta iken Mekke´de bulunan zamanın meşhur âlimlerinin derslerine ve sohbetlerine devam etmeye başlamıştır. Kendisi, ilim öğrenmeye başladığı bu ilk günleri için şöyle demiştir: "Kur´an-ı kerimi ezberledikten sonra devamlı Mescid-i harama gidip, fıkıh ve hadis âlimlerinden pek çok istifade ettim. Fakat çok fakir idik, bir yaprak kağıt almaya bile gücümüz yoktu. Derslerimi ve öğrendiğim meseleleri yazmakta çok sıkıntı çekerdim."
Mekke´deki bu ilk tahsilinden sonra Arapçanın inceliklerini ve edebiyatını öğrenmek için, Huzeyl kabilesinin arasına gitti. Bu hususta da şöyle demiştir:
"Ben Mekke´den çıktım. Çölde Huzeyl kabilesinin yaşayışını ve dilini öğrendim. Bu kabile, Arapların dil bakımından en fasihi idi. Onlarla birlikte gezdim, dolaştım, ok atmayı öğrendim. Mekke´ye döndüğüm zaman, bir çok rivayet ve edebiyat bilgilerine sahip olmuştum."
Daha on yaşında iken, o zamanın en meşhur âlimi imam-ı Malik´in "Muvatta" adlı hadis kitabını, dokuz günde ezberlemiştir. Gençliğinin ilk yıllarında kendini tamamen ilme verip, Mekke´deki Süfyan bin Uyeyne, Müslim bin Halid ez-Zenci gibi fakih ve muhaddislerden ilim tahsil etti. Hadis, fıkıh, lügat ve edebiyatta çok yükseldi. Mekkeli gençler arasında, ilimde parmakla gösterilen bir dereceye ulaştı.
Tahsilinde en önemli safha, imam-ı Malik hazretlerine talebe olmasıyla başlamıştır. Mekke´den Medine´ye gidip, imam-ı Malik´den ders almasını şöyle anlatmıştır:
"İlk zamanlar Mekke´de, Müslim bin Halid´den fıkıh öğrendim. O sırada Medine´de bulunan Malik bin Enes´in büyüklüğünü ve müslümanların imamı olduğunu işittim. Kalbime geldi ki onun yanına gideyim, talebesi olayım. Sonra onun meşhur eseri olan "Muvatta"nın bir nüshasını, Mekke´de birinden tekrar geri vermek üzere alıp dokuz günde ezberledim. Mekke valisine gidip, birini Medine valisine birisini de Malik bin Enes´e vermek üzere iki mektup alıp Medine´ye gittim. Medine´ye varınca, Medine valisine gidip ona ait olan mektubu verdim ve Medine valisi ile birlikte imam-ı Malik´in yanına gittik, imam-ı Malik dışarı çıktı. Uzun boylu ve gayet heybetli bir görünüşü vardı. Medine valisi, Mekke valisinin gönderdiği mektubu imama takdim etti. Mektupta "Muhammed bin İdris, annesi tarafından şerefli bir kimsedir. Ve hali şöyle şöyledir..." diye yazılı olan kısmı okuyunca "Sübhanallah! Resulullahın ilmi şöyle mi oldu ki, mektup ile yazılıp, sorulup, talep olunur" dedi. Ben de durumumu ve ilim öğrenmek istediğimi anlattım. Sözlerimi dinledikten sonra bana baktı. Adın nedir, dedi. Muhammed´dir dedim. Ey Muhammed, dedi, ileride büyük bir şânın olacak, Allahü teâlâ senin kalbine bir nur vermiştir. Onu masiyetle söndürme! Yarın birisi ile gel, sana Muvatta´yı okusun buyurdu. Ben de onu ezberledim, ezberden okurum dedim. Ertesi gün imam-ı Malik´e gelip okumaya başladım. Her ne zaman, imamı üzme korkusundan okumayı bırakmak istesem, benim güzel okumam onu hayretler içerisinde bırakır, ey genç daha oku derdi. Kısa zamanda Muvatta´yı bitirdim."
İmam-ı Malik´in yanına geldiği zaman, yirmi yaşlarında bulunuyordu. İmam-ı Malik onu himayesine alıp, dokuz yıl müddetle ilim öğretti. İlimde yüksek bir dereceye ulaşan imam-ı Şafii Mekke´ye dönünce, oraya gelen Yemen valisi, onu Yemen´e götürüp kadılık vazifesi verdi. Beş yıl kadar bu görevi yaptıktan sonra, Bağdat?a giderek, ilmini ilerletmek için, imam-ı a´zamın talebesi olan imam-ı Muhammed´den ders almaya başladı. İmam-ı Muhammed onu kendi himayesine alıp, yazmış olduğu kitaplarını okutmak suretiyle, Irak´ta tedvin edilen fıkıh ilmini ve Irak´ta meşhur olan rivayetleri öğretti, imam-ı Muhammed ayrıca İmam-ı Şafii´nin üvey babası idi. İmam-ı Şafii onun ilminden ve kitaplarından çok istifade etmiştir.
Ebu Ubeyd şöyle demiştir:
İmam-ı Şafii´den duydum, buyurdu ki, "İmam-ı Muhammed´den öğrendiğim meselelerle ve ilimle, bir deve yükü kitap yazdım. Eğer o olmasaydı ilim kapısının eşiğinde kalmıştım. Bütün insanlar ilimde, Irak âlimlerinin, Irak âlimleri de Kufe âlimlerinin çocuklarıdır. Onlar da Ebu Hanife´nin çocuklarıdır." Yani bir babanın çocukları için lazım olan nafakayı kazanıp, çocuklarını beslemesi gibi, imam-ı a?zam Ebu Hanife hazretleri de kendinden sonrakileri böylece ilimle beslemiş ve doyurmuştur.
İmam-ı Şafii, Bağdat?ta imam-ı Muhammed´den aldığı dersleri tamamlayıp, Mekke´ye döndü. Burada bir müddet inceleme ve araştırmalar yapıp, ayrıca talebelere ders verdi. Bilhassa hac mevsiminde çeşitli İslam beldelerinden gelen ilim adamları ondan ilim öğrenirlerdi. Mekke´deki bu ikameti dokuz yıl kadar sürdü. Sonra tekrar Bağdat?a gitti. Bu sırada Bağdat İslam âleminin önemli bir ilim merkezi idi. Burada bulunan âlimler, imam-ı Şafii´ye hürmet göstermiş ve ilim talebeleri onun etrafında toplanmıştır. Bağdat âlimleri dahi ondan ders almışlardır. Daha önce Mekke´de imam-ı Şafii ile görüşen ve ondan hadis dinleyen Ahmed bin Hanbel talebe olmuş, onun üstünlüğüne hayran kalmıştır. Yine imam-ı Şafii ile emsal olan Ishak bin Raheveyh ve benzerleri ondan ilim tahsil etmiştir. Herkes onun dersine koşuyor ve verdiği fetvalara hayran kalıyordu. Ders ve fetva vermekte uyguladığı usul, geniş olarak açıkladığı istinbat (kaynaklardan hüküm çıkarma) usulü olan, usul-i fıkıh ilmi idi.
O buna göre açıklamalarda bulunuyordu. Güzel ve açık konuşması, ifade ve izah tarzı, münazara kuvveti ve tesir bakımından çok güçlü idi. İmam-ı Şafii Bağdat?ta bulunduğu sırada (el-Kitab-ül Bağdadiyye) adını verdiği eserini yazdı. İmam-ı Şafii´nin üstün şahsiyetine ve yüksek ilmine hayranlık duyarak, ondan ders alıp ilim öğrenen talebelerinden bir kısmı şunlardır: Ahmed bin Hanbel, İshak bin Raheveyh, ez-Zaferani, Ebu Sevr İbrahim bin Halid, Ebu İbrahim Müzeni, Rebi´ bin Süleyman-ı Muradi gibi bir çok âlim. Daha sonraki asırlarda, Şafii mezhebinde yetişmiş âlimlerden meşhur olanlardan bazıları da şunlardır: Hadis âlimlerinden imam-ı Nesai, kelam (akaid) âlimlerinden Ebul-Hasen-i Eşari, imam-ı Maverdi, imam-ı Nevevi, imam-ül-Haremeyn Abdülmelik bin Abdullah, imam-ı Gazali, İbni Hacer-i Mekki... Kaffal-ı Kebir, İbni Subki, imam-ı Suyuti v.b.
İmam-ı Nesai´nin (Sünen)´i meşhurdur, imam-ı Eşari, Ehl-i sünnetin itikaddaki iki imamından birisidir. Hocalarının zinciri imam-ı Şafii´ye ulaşır.
İmam-ı Şafii hazretleri, ilim, zühd, marifet, zeka, hafıza ve nesep bakımlarından zamanındaki âlimlerin en üstünü idi. Onüç yaşında iken, Harem-i şerif de "Bana istediğinizi sorunuz" derdi. Onbeş yaşında iken fetva verirdi. Zamanının en büyük âlimi olan ve üçyüz bin hadis-i şerifi ezbere bilen imam-ı Ahmed bin Hanbel, ondan ders almaya gelirdi. Çok kimse imam-ı Ahmed´e, "Böyle büyük bir âlim iken, karşısında nasıl oturuyorsun?" dediklerinde, "Bizim ezberlediklerimizin manalarını o biliyor. Eğer onu görmeseydim, ilmin kapısında kalacaktım. O, dünyayı aydınlatan bir güneştir, ruhlara gıdadır" derdi. Bir kere de, "Fıkıh kapısı kapanmıştı. Allahü teâlâ, bu kapıyı, kullarına imam-ı Şafii ile tekrar açtı" dedi. Bir kere de, "İslamiyet?e, şimdi Şafii´den daha çok hizmet eden birini bilmiyorum" dedi. İmam-ı Ahmed yine buyurdu ki: (Allahü teâlâ her yüzyılda bir âlim yaratır, benim dinimi, herkese onun ile öğretir) hadis-i şerifinde bildirilen âlim, imam-ı Şafii´dir. Hadis-i şerifte (Kureyş´e sövmeyiniz. Zira Kureyşli bir âlim, yeryüzünü ilimle doldurur) buyuruldu. İslam âlimleri bu hadis-i şerif, imam-ı Şafii´nin geleceğini bildirmiştir, demişlerdir.
Adı, Muhammed bin İdris?tir. Dedesinin dedesi Şafi, Kureyş kabilesinden ve eshab-ı kiramdan olduğu için, Şafii adı ile meşhur olmuştur. Şafi?in dedesinin dedesi de Haşim bin Abdi Menaf?dır.
150 (m.767) senesinde Gazze?de doğdu. 204 (m.820)?de Mısır?da vefat etti. Kabri, Kurafe kabristanlığında büyük bir türbe içindedir.
Henüz beşikte iken babası vefat etmişti. Annesi onu iki yaşında, asıl memleketleri olan Mekke´ye getirdi. Orada büyüdü. Yedi yaşına gelince Kur´an-ı kerimi ezberledi. Bundan sonra ilim öğrenmeye başladı.
Daha küçük yaşta iken Mekke´de bulunan zamanın meşhur âlimlerinin derslerine ve sohbetlerine devam etmeye başlamıştır. Kendisi, ilim öğrenmeye başladığı bu ilk günleri için şöyle demiştir: "Kur´an-ı kerimi ezberledikten sonra devamlı Mescid-i harama gidip, fıkıh ve hadis âlimlerinden pek çok istifade ettim. Fakat çok fakir idik, bir yaprak kağıt almaya bile gücümüz yoktu. Derslerimi ve öğrendiğim meseleleri yazmakta çok sıkıntı çekerdim."
Mekke´deki bu ilk tahsilinden sonra Arapçanın inceliklerini ve edebiyatını öğrenmek için, Huzeyl kabilesinin arasına gitti. Bu hususta da şöyle demiştir:
"Ben Mekke´den çıktım. Çölde Huzeyl kabilesinin yaşayışını ve dilini öğrendim. Bu kabile, Arapların dil bakımından en fasihi idi. Onlarla birlikte gezdim, dolaştım, ok atmayı öğrendim. Mekke´ye döndüğüm zaman, bir çok rivayet ve edebiyat bilgilerine sahip olmuştum."
Daha on yaşında iken, o zamanın en meşhur âlimi imam-ı Malik´in "Muvatta" adlı hadis kitabını, dokuz günde ezberlemiştir. Gençliğinin ilk yıllarında kendini tamamen ilme verip, Mekke´deki Süfyan bin Uyeyne, Müslim bin Halid ez-Zenci gibi fakih ve muhaddislerden ilim tahsil etti. Hadis, fıkıh, lügat ve edebiyatta çok yükseldi. Mekkeli gençler arasında, ilimde parmakla gösterilen bir dereceye ulaştı.
Tahsilinde en önemli safha, imam-ı Malik hazretlerine talebe olmasıyla başlamıştır. Mekke´den Medine´ye gidip, imam-ı Malik´den ders almasını şöyle anlatmıştır:
"İlk zamanlar Mekke´de, Müslim bin Halid´den fıkıh öğrendim. O sırada Medine´de bulunan Malik bin Enes´in büyüklüğünü ve müslümanların imamı olduğunu işittim. Kalbime geldi ki onun yanına gideyim, talebesi olayım. Sonra onun meşhur eseri olan "Muvatta"nın bir nüshasını, Mekke´de birinden tekrar geri vermek üzere alıp dokuz günde ezberledim. Mekke valisine gidip, birini Medine valisine birisini de Malik bin Enes´e vermek üzere iki mektup alıp Medine´ye gittim. Medine´ye varınca, Medine valisine gidip ona ait olan mektubu verdim ve Medine valisi ile birlikte imam-ı Malik´in yanına gittik, imam-ı Malik dışarı çıktı. Uzun boylu ve gayet heybetli bir görünüşü vardı. Medine valisi, Mekke valisinin gönderdiği mektubu imama takdim etti. Mektupta "Muhammed bin İdris, annesi tarafından şerefli bir kimsedir. Ve hali şöyle şöyledir..." diye yazılı olan kısmı okuyunca "Sübhanallah! Resulullahın ilmi şöyle mi oldu ki, mektup ile yazılıp, sorulup, talep olunur" dedi. Ben de durumumu ve ilim öğrenmek istediğimi anlattım. Sözlerimi dinledikten sonra bana baktı. Adın nedir, dedi. Muhammed´dir dedim. Ey Muhammed, dedi, ileride büyük bir şânın olacak, Allahü teâlâ senin kalbine bir nur vermiştir. Onu masiyetle söndürme! Yarın birisi ile gel, sana Muvatta´yı okusun buyurdu. Ben de onu ezberledim, ezberden okurum dedim. Ertesi gün imam-ı Malik´e gelip okumaya başladım. Her ne zaman, imamı üzme korkusundan okumayı bırakmak istesem, benim güzel okumam onu hayretler içerisinde bırakır, ey genç daha oku derdi. Kısa zamanda Muvatta´yı bitirdim."
İmam-ı Malik´in yanına geldiği zaman, yirmi yaşlarında bulunuyordu. İmam-ı Malik onu himayesine alıp, dokuz yıl müddetle ilim öğretti. İlimde yüksek bir dereceye ulaşan imam-ı Şafii Mekke´ye dönünce, oraya gelen Yemen valisi, onu Yemen´e götürüp kadılık vazifesi verdi. Beş yıl kadar bu görevi yaptıktan sonra, Bağdat?a giderek, ilmini ilerletmek için, imam-ı a´zamın talebesi olan imam-ı Muhammed´den ders almaya başladı. İmam-ı Muhammed onu kendi himayesine alıp, yazmış olduğu kitaplarını okutmak suretiyle, Irak´ta tedvin edilen fıkıh ilmini ve Irak´ta meşhur olan rivayetleri öğretti, imam-ı Muhammed ayrıca İmam-ı Şafii´nin üvey babası idi. İmam-ı Şafii onun ilminden ve kitaplarından çok istifade etmiştir.
Ebu Ubeyd şöyle demiştir:
İmam-ı Şafii´den duydum, buyurdu ki, "İmam-ı Muhammed´den öğrendiğim meselelerle ve ilimle, bir deve yükü kitap yazdım. Eğer o olmasaydı ilim kapısının eşiğinde kalmıştım. Bütün insanlar ilimde, Irak âlimlerinin, Irak âlimleri de Kufe âlimlerinin çocuklarıdır. Onlar da Ebu Hanife´nin çocuklarıdır." Yani bir babanın çocukları için lazım olan nafakayı kazanıp, çocuklarını beslemesi gibi, imam-ı a?zam Ebu Hanife hazretleri de kendinden sonrakileri böylece ilimle beslemiş ve doyurmuştur.
İmam-ı Şafii, Bağdat?ta imam-ı Muhammed´den aldığı dersleri tamamlayıp, Mekke´ye döndü. Burada bir müddet inceleme ve araştırmalar yapıp, ayrıca talebelere ders verdi. Bilhassa hac mevsiminde çeşitli İslam beldelerinden gelen ilim adamları ondan ilim öğrenirlerdi. Mekke´deki bu ikameti dokuz yıl kadar sürdü. Sonra tekrar Bağdat?a gitti. Bu sırada Bağdat İslam âleminin önemli bir ilim merkezi idi. Burada bulunan âlimler, imam-ı Şafii´ye hürmet göstermiş ve ilim talebeleri onun etrafında toplanmıştır. Bağdat âlimleri dahi ondan ders almışlardır. Daha önce Mekke´de imam-ı Şafii ile görüşen ve ondan hadis dinleyen Ahmed bin Hanbel talebe olmuş, onun üstünlüğüne hayran kalmıştır. Yine imam-ı Şafii ile emsal olan Ishak bin Raheveyh ve benzerleri ondan ilim tahsil etmiştir. Herkes onun dersine koşuyor ve verdiği fetvalara hayran kalıyordu. Ders ve fetva vermekte uyguladığı usul, geniş olarak açıkladığı istinbat (kaynaklardan hüküm çıkarma) usulü olan, usul-i fıkıh ilmi idi.
O buna göre açıklamalarda bulunuyordu. Güzel ve açık konuşması, ifade ve izah tarzı, münazara kuvveti ve tesir bakımından çok güçlü idi. İmam-ı Şafii Bağdat?ta bulunduğu sırada (el-Kitab-ül Bağdadiyye) adını verdiği eserini yazdı. İmam-ı Şafii´nin üstün şahsiyetine ve yüksek ilmine hayranlık duyarak, ondan ders alıp ilim öğrenen talebelerinden bir kısmı şunlardır: Ahmed bin Hanbel, İshak bin Raheveyh, ez-Zaferani, Ebu Sevr İbrahim bin Halid, Ebu İbrahim Müzeni, Rebi´ bin Süleyman-ı Muradi gibi bir çok âlim. Daha sonraki asırlarda, Şafii mezhebinde yetişmiş âlimlerden meşhur olanlardan bazıları da şunlardır: Hadis âlimlerinden imam-ı Nesai, kelam (akaid) âlimlerinden Ebul-Hasen-i Eşari, imam-ı Maverdi, imam-ı Nevevi, imam-ül-Haremeyn Abdülmelik bin Abdullah, imam-ı Gazali, İbni Hacer-i Mekki... Kaffal-ı Kebir, İbni Subki, imam-ı Suyuti v.b.
İmam-ı Nesai´nin (Sünen)´i meşhurdur, imam-ı Eşari, Ehl-i sünnetin itikaddaki iki imamından birisidir. Hocalarının zinciri imam-ı Şafii´ye ulaşır.
İmam-ı Şafii hazretleri, ilim, zühd, marifet, zeka, hafıza ve nesep bakımlarından zamanındaki âlimlerin en üstünü idi. Onüç yaşında iken, Harem-i şerif de "Bana istediğinizi sorunuz" derdi. Onbeş yaşında iken fetva verirdi. Zamanının en büyük âlimi olan ve üçyüz bin hadis-i şerifi ezbere bilen imam-ı Ahmed bin Hanbel, ondan ders almaya gelirdi. Çok kimse imam-ı Ahmed´e, "Böyle büyük bir âlim iken, karşısında nasıl oturuyorsun?" dediklerinde, "Bizim ezberlediklerimizin manalarını o biliyor. Eğer onu görmeseydim, ilmin kapısında kalacaktım. O, dünyayı aydınlatan bir güneştir, ruhlara gıdadır" derdi. Bir kere de, "Fıkıh kapısı kapanmıştı. Allahü teâlâ, bu kapıyı, kullarına imam-ı Şafii ile tekrar açtı" dedi. Bir kere de, "İslamiyet?e, şimdi Şafii´den daha çok hizmet eden birini bilmiyorum" dedi. İmam-ı Ahmed yine buyurdu ki: (Allahü teâlâ her yüzyılda bir âlim yaratır, benim dinimi, herkese onun ile öğretir) hadis-i şerifinde bildirilen âlim, imam-ı Şafii´dir. Hadis-i şerifte (Kureyş´e sövmeyiniz. Zira Kureyşli bir âlim, yeryüzünü ilimle doldurur) buyuruldu. İslam âlimleri bu hadis-i şerif, imam-ı Şafii´nin geleceğini bildirmiştir, demişlerdir.