Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

İmam-ı Rabbani Hazretleri bu mektubu muhterem şeyhi Muhammed Bakibillah'a yazmıştır. (1 Kullanıcı)

Siyahgulsevdalisi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Haz 2006
Mesajlar
2,046
Tepki puanı
0
Puanları
0
İmam-ı Rabbani Hazretleri bu mektubu muhterem şeyhi Muhammed Bakibillah'a yazmıştır.

KONUSU: a) Cezbe ve sülük husulünün beyanı.

b) Celâl ve cemal sıfatları ile terbiye almak.

c) Fenanın ve bekanın beyanı.

d) Nakşibendî tarikatına mensub olmanın üstünlüğü.

e) Belâ ve musibet için dua.

Bendegânm en küçüğü Ahmed'den bir arzuhaldir.

Şanı büyük mutlak mürşid olan Yüce Hak, üstün teveccüh bereketi ile bana şu ikramda bulundu: Cezbe ve sülük terbiyesi.

Sonra... Beni celâl ve cemal sıfatları ile terbiye etti. Şu anda: Celâl cemalin aynı oldu, cemal dahi celalin aynı oldu.

Risâle-i Kudsiye (1) için yazılan haşiyelerde; bu ibarenin sarih manasını tahrif edip mevhum manaya almışlar. Halbuki ibarenin manası zahirine göre verilmiştir; tahrif ve tevil edilmesi kabil değildir.

Bu terbiyenin alâmeti: Zata dayalı sevgide gerçekleşmedir. Anlatılan manada gerçekleşme olmadan, bu terbiyenin husulüne yer yoktur.

Zata dayalı sevgi fena bulma alametidir. Fena ise Allahü Taalâ'nın zatından başka şeyleri unutmaktır.

İlimler, tam manası ile sine sahasından ayrılmadıkça; mutlak bilgisizlikle (2) gerçekleşme hâsıl olmadıkça, fenadan yana nasib gelmesi imkansızdır.

Anlatılan manadaki cehil (bilgisizlik hali) daimîdir; onun zevaline imkân yoktur. Bazan gelip bazan da giden cinsten değildir.

Bu babda son gaye mana şudur: Bekadan evvel sırf cehalet vardır; bekadan sonra da cehalet ve ilim birleşir. Burada anlatılan cehalet gözünde şuur vardır; hayret gözündeyse huzur.

İşbu anlatılan makam Hakke'l-Yakîn makamıdır; orada ilimden ve aynden (bilgiden ve görünüşten) sayılanların her biri diğerine perde olamaz. Anlatılan cehaletten önce gelen temsilî ilim, itibar derecesi dışındadır.

Her ne kadar bu makamda ilim varsada, özdedir; şuhud varsa, o da özdedir; marifet dahi özdedir. Dışarıda göz kaldığı sürece özde hâsıl olan bir şey yoktur.

Şayet nazar öze dönük ise... yani tamamen... O zaman uygun olan: Nazarın tamamen dıştan kesilmesidir.

Bu manada Hace Nakşibend Hz. leri şöyle anlattı:

-Ehlüllah fena ve bekadan sonra ne görürlerse... onu kendi özlerinde görürler. Marifet yoluyla elde ettikleri her şeye de kendi özlerinde arif olurlar. Hayretleri dahi yine kendi özlerinde olur.

Bundan açıkça anlaşılıyor ki: Müşahede, marifet, hayret, sadece özdedir; onun dışında bir şey değildir. Bunlardan, yalnız biri özde bulunursa... fenadan yana haz ve nasib yoktur. Onlardan bir kısmı dışarıda olunca; sonunda gelmesi umulan beka nasıl gelsin? Fena ve beka işindeki mertebelerin nihayeti budur. Ve bu: Mutlak fena halidir. Mutlak fena ise, diğerlerine göre, daha şümullüdür. Beka durumu dahi, fena hali mikdarına göre olur.

Üstte anlatılan mana icabı olarak, ehlüllahtan bazılarının fena ve beka ile tahakkuk (haklaşma, gerçekleşme) sonu dışa dönük müşahedeleri vardır. Ancak bu azizlerin bağlı bulundukları makam bütün nisbetlerin üstündedir.

Bu manada bir şiir şöyledir:

Her esen nesime misal Hicazı olmaz;

Kalaylı demir Yemanîce revaç bulmaz.(3)

Geçip giden nice asırlardan sonra; anlatılan silsilenin büyüklerinden bir iki zat; bu tarikat bağını şereflendirirken, diğer silsileler için ne söylerler?

Bu bağlılık Abdülhalık Göcdüvânî hazretlerine ulaşır; sırrının kutsiyeti artsın. Onu kemale erdirip tamamlayan zat ise, Şeyhler şeyhidir. Yani, Nakşıbend namı ile maruf Bahaeddindir; sırrının kudsiyeti artsın.

Anlatılan durum bir devlettir ki ona: Kendi halifelerinden Hace Alaaddin Attar ermiştir. Bu büyük bir saadettir. Daha başka kimlere nasib olacağı zamanla görülecektir.

Dünya metaı cinsinden bir şeyim benden gitse, gönlüm hoş oluyor; aynısının bir daha olmasını temenni ediyorum.

Bu yolda şaşılacak durum şudur: Her ne zaman belâ ve musibet vaki olsa; öncelikle feraha ve sevince sebeb oluyor. O zaman şöyle diyorum:

- Daha yok mu?..

Dünya metaı cinsinden bir şeyim benden gitse, gönlüm hoş oluyor; aynısının bir daha olmasını temenni ediyorum.

Sebebler âlemine indirildiğim an, nazarım aczime ve fakrime ilişti. Bu da, benim için bir nevi hüzün oldu. Bu dahi, ilk baştan gelen az zarar dolayısiyle oluyordu.

Anlattığım üzüntü devam ediyordu. İsterse o az zarar, tezce gitsin; hiç gelmemiş gibi olsun.

Bir belânın ya da bir musibetin defi için Subhan Allah'a dua ettiğim zaman; bundan maksad o belanın yada musibetin kalkması değildi. Gerçek olan:

-"Bana dua ettiniz. " (40 Mümin Suresi Ayet 60)

Emrine imtisaldi. Ne var ki, şu anda duadan maksad, belâ ve musibetlerin kalkmasıdır.

Bundan önce zail olup giden korku ve hüzün geri döndü. Bu da, bana malum olduğuna göre: Sekir halinden ileri geliyor.

Ayıklık haline gelince... Avam insanlarda bulunan acz, korku, hüzün gam ve ferahtan yana ne varsa ayrılık hali sahibinde de mevcuttur.

Başlangıçta duadan gaye: Belânın kalkması değildi; ama bu mana gönlüme pek hoş gelmiyordu. Ancak, içinde bulunduğum bir hale mağlûb olmuştum.

Bu arada aklıma gelen şu oldu: Peygamberlerin duaları, yalnız niyetlerinin hâsıl olması yönünde değildir. Allahü Tââlâ onlara salâtlar ve selâmlar eylesin.

Son anlatılan hale erdikten sonradır ki: İşin hakikî yüzü meydana çıktı. O zaman bildim ki: Peygamberlerin duaları Yüce Hakk'a karşı acz, iftikar, korku, inkisar yönündedir. Yalnız ilâhî emir gereği değildir.

Emir gereği olarak; zaman zaman, vukua gelen işleri arz etme cür'eti meydana geliyor.



Her ayine tutan hiç İskender mi olur? Her kılık değiştiren Hak eri mi olur?
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt