mehdi ordusu
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 13 Kas 2009
- Mesajlar
- 1
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 36
İmam Hüseyin'in (Selam onun ve ailesinin üzerine olsun)
Aşk ve Fedakarlık Dolu Hayatı...
İmam Hüseyin (a.s) Hz. Ali (a.s) ve Peygamber-i Ekrem’in kızı Hz.
Fatıma (a.s)’nın ikinci oğludur. Hicretin dördüncü yılında dünyaya
geldi. Büyük kardeşi İmam Hasan Mücteba (a.s) şehit olduktan sonra
Allah’ın emri ve kardeşinin vasiyeti üzerine imamet makamına ulaştı.
İmam Hüseyin (a.s) on yıl imamet etti. Yaklaşık altı ay dışında bu müddetin
tümü Muaviye’nin hilafeti zamanında en zor koşullar,acı durumlar
ve en ağır baskılar altında geçti. Çünkü birinci olarak dini yasalar toplumda
değerini kaybetmiş, hükümetin istekleri, Allah ve Resulünün isteklerinin
yerini almıştı. İkinci olarak da Muaviye ve dostları bütün mümkün yollara
baş vurarak Ehl-i Beyt’i ve taraftarlarını ezip Ali(a.s)’nin
ismini yok etmek istiyorlardı. Ayrıca Muaviye oğlu Yezid’in hilafet
temellerini atıp pekiştiriyordu. Halkın bir kısmı, hiçbir usule kayıtlı
olmadığından Yezid’in hilafetine razı değillerdi. Muaviye de
muhalefetlerin çoğalmasını önlemek için daha fazla baskılara başvuruyordu.
İmam Hüseyin (a.s) isteyerek istemeyerek bu karanlık günleri arkada
bırakıyor ve Muaviye tarafından yapılan her çeşit ruhsal işkence ve
baskılara katlanıyordu. Hicretin altmışıncı yılında Muaviye öldü ve oğlu Yezid
babasının yerine oturdu. Biat meclisinin kurulması, Arapların içerisinde
saltanat, imaret ve sair önemli konularda bir gelenekti. Toplum, özellikle
tanınmış kişiler bu konularda sultana yahut emire biat eli veriyorlardı. Biatin
ardından itaatsizlik etmek o kavme ar ve zillet sayılırdı. Aynı zamanda
imzaladığı şeye boyun eğmekten kaçmak, kesin suç olarak bilinirdi. Hz.
Peygamberin siretinde de baskı olmaksızın yapılan anlaşma ve ahit
muteber sayılmıştır.
Muaviye hayattayken tanınmış kişilerden Yezid’e biat almıştı. Fakat
İmam Hüseyin (a.s)’a dokunmayıp, biat teklifinde bulunmamıştı.
Özellikle oğlu Yezid’e şöyle vasiyet etti: “Hüseyin Bin Ali
biat etmezse fazla ısrar etme ve öylece kalsın.” Çünkü Muaviye
meselenin önünü arkasını ölçebiliyordu.
Ancak Yezid, gururu ve çekinmezliği sonucu, babası ölünce onun vasiyetini
unutup, Medine valisine, “Hüseyin’den benim hilafetim için
biat iste, etmezse başını Şam’a gönder” diye emir verdi.
Medine valisi Yezid’in isteğini İmam Hüseyin (a.s)’a
duyurunca İmam ondan bu konuda düşünmesi için zaman aldı ve geceleyin
ailesini de alarak Mekke’ye hareket edip İslam’da resmen
emniyetli ve güvenceli yer olarak ilan edilen Allah’ın Haremi
(Mekke’ye) sığındı.
Bu olay hicretin altmışıncı yılında Recep ayının sonları ve Şaban ayının
evvellerinde vuku buldu. İmam Hüseyin (a.s) yaklaşık dört ay
Mekke’ye sığınarak yaşadı. Bu haber yavaş yavaş İslam ülkelerine
yayıldı. Bir taraftan, Muaviye devrindeki haksızlıklara razı olmayıp,
Yezid’in hilafetine karşı çıkanlar İmam Hüseyin’in (a.s)
yanına gelip yardım edeceklerine dair söz veriyorlardı, bir taraftan da
Irak’tan, özellikle Kufe şehrinden halk aralıksız mektup gönderip
İmam Hüseyin’in (a.s) Irak’a gelip Müslümanlara önderlik
ederek zulüm ve adaletsizliği yok etmesini ısrarla istiyorlardı. Elbette bu
durum Yezid için çok tehlikeli idi.
İmam Hüseyin (a.s), hac mevsimine kadar Mekke’de ikamet etti.
Müslümanlar İslam ülkelerinden grup grup hac amellerini yapmak için
Mekke’ye akın ettiler. Bu arada İmam, Yezid’in kendisini
öldürmek için hacı kılığında gizli bir grubu gönderdiği haberini aldı. Bunlar
amel sırasında ihram elbiseleri altına gizledikleri silahlarla İmam
Hüseyin’i şehit edeceklerdi.
İmam Hüseyin (a.s) hac amellerini yarıda keserek, bir toplantıda kısa bir
konuşma yaparak Irak’a hareket edeceğini bildirdi. Bu konuşmada
şehit olacağını da bildirdi. Müslümanlardan onun yardımına koşmalarını ve
bu hedef yolunda kanlarını vermelerini istedi. Ertesi gün de Ehl-i
Beyt’i ve dostlarını alarak Irak’a yöneldi
İmam Hüseyin (a.s) biat etmemeye kesin
kararlıydı. Bu yolda şehit olacağını da iyi biliyordu. Umumi fesat, fikri inhitat
ve toplumun, özellikle Iraklıların iradesizliğiyle gücü pekiştirilen Ümeyye
Oğullarının büyük ve korkunç savaş gücünün onu yok edeceğini biliyordu.
Tanınmış kişilerden bir grup, İmamın yanına gelip bu hareket ve kıyamın
tehlikesini hatırlattılar. Fakat o hazret cevaplarında şöyle buyurdu: Ben biat
etmeyeceğim. Zulüm ve fesat hükümetine boyun eğmeyeceğim. Nereye
gitsem, nerede olsam beni öldüreceklerini biliyorum. Mekke’den ayrılmamın
nedeni ise, kanımın dökülmesiyle Kabe’nin hürmetinin zedelenmesini
önlemektir.
İmam Hüseyin (a.s), Kufe yoluna koyuldu. Daha Kufe’ye birkaç günlük yol
varken, Kufe’ye gönderdiği elçisinin ve tanınmış sadık dostlarından birinin,
Yezid’in valisi tarafından şehit edilip yine onun emriyle ayaklarına ip
bağlanarak, Kufe sokaklarında gezdirildiğini duydu. Kufe ve yöresinin sıkıca
gözaltına alındığını ve İmam’la savaşacak teçhizatlı bir ordunun
hazırlandığını duyunca, ölümden başka bir yol kalmadığını anladı. İşte
burada şehit olmak için kesin karar aldığını açıkça belirtti ve Kufe’ ye doğru
hareketini devam ettirdi.
Kufe’nin yaklaşık olarak yetmiş kilometre yakınlarında Kerbela ismindeki bir
çölde Yezid’in ordusu onları ablukaya aldı. Sekiz gün burada kaldılar. Bu
sırada günden güne abluka çemberi daralıyor ve sürekli düşmanın sayısı
çoğalıyordu. Bilahare İmam (a.s), ailesi ve çok az sayıdaki ashabıyla birlikte,
otuz bin kişiden oluşan ordunun muhasarasında kaldı.
Bu birkaç gün içinde İmam Hüseyin (a.s), ordusunun yerlerini ayarlayıp
dostlarını tasfiye etmeye karar aldı. Kısa bir konuşmada ashabına
seslenerek şöyle buyurdu: “Bizim ölüm ve şahadetten başka bir yolumuz
yoktur. Ben biatımı sizden kaldırdım. Gitmek isteyen, gecenin karanlığından
faydalanıp kendisini bu tehlikeli meydandan kurtarsın. Çünkü onlar bir tek
beni öldürmek istiyorlar.”
Daha sonra ışıkların söndürülmesine emir verdi. Maddi maksatlar için İmam
Hüseyin (a.s)’a koşulanlar ayrılıp dağıldılar. Sadece hak aşıklarından çok azı
(40 kişiye yakın) yaranı ve Beni Haşim’den olan akrabaları kaldılar.
İmam Hüseyin (a.s), yine kalanları toplayıp konuştu ve şöyle buyurdu: “
Sizden her kim isterse gecenin karanlığından faydalansın ve kendisini
tehlikeden kurtarsın. Onlar bir tek beni istiyorlar. Fakat bu defa İmam’ ın
vefalı dostları bir bir kalkıp, biz hiçbir zaman senin önder olduğun hak
yolundan dönmeyeceğiz, elimiz kılıç tutana, damarımızda kan akana dek
savaşıp senin hürmetini koruyacağız, senin temiz eteğinden kopmayacağız,
diye çeşitli beyanlarda bulundular.
Muharrem ayının dokuzuncu gününün sonlarında son teklif (biat veya
savaş) düşman tarafından İmam’a ulaştı. Hazret, o geceyi ibadet için
mühlet alıp yarınki savaşa hazırlandı.
Hicretin 61. Yılı Muharrem ayının 10. günü İmam, bir avuç dostlarıyla
(toplamı doksan kişiden azdı. Kırk kişi önceden yanında olanlar, otuzdan
biraz fazlası savaş günü ve gecesi düşman ordusundan dönenler ve
diğerleri de İmam’ın Haşimî akrabaları; örneğin oğulları, kardeşleri,
kardeşinin ve bacısının oğulları ve amca oğullarıydı) sayısız düşman ordusu
karşısında saf çektiler ve savaş başladı.
O gün sabahtan akşama kadar savaştılar. İmam Hüseyin, Haşimi gençleri
ve sair dostları son nefere kadar şehit oldular. (Şehitlerin içinde İmam
Hasan (a.s)’ın iki küçük oğlu, İmam Hüseyin’in bir küçük oğlu ve daha
kundakta olan bir yavrusunu da saymalıyız.)
Savaş bittikten sonra düşman ordusu, İmam (a.s) ‘ın haremini yağmaladılar
ve çadırları ateşe vererek şehitlerin başını kesip elbiselerini çıkardılar.
Cesetleri defnetmeden, sığınaksız kızlardan ve kadınlardan oluşan Ehl-i
Beyt esirlerini şehitlerin başlarıyla birlikte Kufe’ye doğru hareket ettirdiler.
(Esirlerin içinde erkek olarak İmam Hüseyin (a.s)’ın yirmi iki yaşındaki oğlu
dördüncü imam olan Zeynelabidin (a.s) ağır hasta olarak, bir de onun oğlu
beşinci İmam Muhammed Bin Ali ve İmam Hasan (a.s)’ın oğlu Hasan-ül
Müsenna da bulunuyorlardı. Hasan-ül Müsenna savaşta ağır yaralı olarak
şehitlerin içinde kalmıştı fakat son anlarda diri olarak bulundu. Düşman
komutanlarının birinin arabuluculuğuyla başı kesilmedi ve esirlerle birlikte
Kufe’ye götürüldü.) Kufe ‘den de Dimeşk ‘e, Yezid ‘in yanına götürüldüler.
Kerbela vakası, kadınların esir alınıp şehirlerde gezdirilmesi, (esirler içinde
bulunan) Hz. Ali (a.s)’ın kızı (Hz. Zeynep) ve İmam Zeynülabidin’in Kufe ve
Şam’daki toplantı yerlerinde konuşmaları, Ümeyye oğullarını rezil etti ve
Muaviye’nin yıllarca yaptığı propakandayı etkisiz bıraktı. Hatta Yezid,
Kerbela’da memurları eliyle yapılan bu işlerden kendisini temizlemeye
çalıştı. Kerbela vakıası, etkisi geç olmasına rağmen, Ümeyye oğullarını
saltanattan düşürmekle birlikte, Ehlibeyt mektebinin kökleşmesinde büyük
bir etkendi. Gösterdiği en yakın etki, çeşitli kıyamlar ve bunun yanı sıra da
on iki yıl süren kanlı savaşlardır. Öyle ki, İmam Hüseyin’ in (a.s) katillerinden
hiçbiri intikamdan kaçıp kurtulamadı.
Tarihin İmam Hüseyin (a.s) ve Yezid’le ilgili bölümünü okuyup o zamanın
hakim sistemi üzerinde araştırma yapan kimse bilir ki, İmam’ın sadece bir
seçeneği vardı o da şehit olmaktı. İslam dininin apaçık ezilmesine neden
olan biat, hiçbir koşulda İmam Hüseyin için mümkün değildi.
Çünkü Yezid, İslam dinine ve kanunlarına saygı göstermemekle yetinmeyip,
İslam’ı açıktan açığa ezmeğe girişen bir kişiydi.
Hal bu ki onun geçmişleri (babası), dinin kanunlarına, din adına muhalefet
ediyorlar ve zahirde dine saygı gösteriyorlardı. Hatta halkın inandığı
Peygamber (s.a.a.) ve sair dini şahsiyetlere yardım edip, onların yanında
bulunmuş olmakla iftihar ediyorlardı.
İşte buralardan, bazı tarihçilerin İmam Hasan ve İmam Hüseyin hakkında
ortaya sürdükleri görüşlerin yanlış olduğu aydınlığa kavuşmuş oluyor.
Bazıları diyorlar ki: İmam Hasan ve İmam Hüseyin iki değişik tabiata
sahiptiler; İmam Hasan sulhsever idi. Kırk bin askeri olmasına rağmen barışı
kabul etti. Fakat İmam Hüseyin savaşı tercih etti ve kırk kişi adamı olmasına
rağmen Yezid‘le savaşa kalktı.
Bu söz yanlıştır, çünkü görüyoruz ki Yezid’e biat etmeyi kabul etmeyen
İmam Hüseyin (a.s), on yıl kardeşi gibi Muaviye’ nin hükümeti döneminde
yaşadı, ama hiçbir zaman muhalefet etmedi. Gerçekten de İmam Hasan ve
İmam Hüseyin Muaviye ile savaşsalar da öldürüleceklerdi ve onların
ölümünün İslam’a hiçbir faydası olmayacak; kendisini doğru yolda gösteren,
sahabe, vahiy yazarı ve müminlerin dayısı olarak tanınan, her hileye
başvuran Muaviye’ nin siyaseti karşısında etkili olmayacaktı. Kaldı ki elindeki
imkanları kullanıp, onları kendi dostları vasıtasıyla öldürtüp de kendisi yas
tutabilir ve kanlarını almaya kalkabilirdi. Nitekim üçüncü halifeye de aynen
böyle yapmıştı.
Aşk ve Fedakarlık Dolu Hayatı...
İmam Hüseyin (a.s) Hz. Ali (a.s) ve Peygamber-i Ekrem’in kızı Hz.
Fatıma (a.s)’nın ikinci oğludur. Hicretin dördüncü yılında dünyaya
geldi. Büyük kardeşi İmam Hasan Mücteba (a.s) şehit olduktan sonra
Allah’ın emri ve kardeşinin vasiyeti üzerine imamet makamına ulaştı.
İmam Hüseyin (a.s) on yıl imamet etti. Yaklaşık altı ay dışında bu müddetin
tümü Muaviye’nin hilafeti zamanında en zor koşullar,acı durumlar
ve en ağır baskılar altında geçti. Çünkü birinci olarak dini yasalar toplumda
değerini kaybetmiş, hükümetin istekleri, Allah ve Resulünün isteklerinin
yerini almıştı. İkinci olarak da Muaviye ve dostları bütün mümkün yollara
baş vurarak Ehl-i Beyt’i ve taraftarlarını ezip Ali(a.s)’nin
ismini yok etmek istiyorlardı. Ayrıca Muaviye oğlu Yezid’in hilafet
temellerini atıp pekiştiriyordu. Halkın bir kısmı, hiçbir usule kayıtlı
olmadığından Yezid’in hilafetine razı değillerdi. Muaviye de
muhalefetlerin çoğalmasını önlemek için daha fazla baskılara başvuruyordu.
İmam Hüseyin (a.s) isteyerek istemeyerek bu karanlık günleri arkada
bırakıyor ve Muaviye tarafından yapılan her çeşit ruhsal işkence ve
baskılara katlanıyordu. Hicretin altmışıncı yılında Muaviye öldü ve oğlu Yezid
babasının yerine oturdu. Biat meclisinin kurulması, Arapların içerisinde
saltanat, imaret ve sair önemli konularda bir gelenekti. Toplum, özellikle
tanınmış kişiler bu konularda sultana yahut emire biat eli veriyorlardı. Biatin
ardından itaatsizlik etmek o kavme ar ve zillet sayılırdı. Aynı zamanda
imzaladığı şeye boyun eğmekten kaçmak, kesin suç olarak bilinirdi. Hz.
Peygamberin siretinde de baskı olmaksızın yapılan anlaşma ve ahit
muteber sayılmıştır.
Muaviye hayattayken tanınmış kişilerden Yezid’e biat almıştı. Fakat
İmam Hüseyin (a.s)’a dokunmayıp, biat teklifinde bulunmamıştı.
Özellikle oğlu Yezid’e şöyle vasiyet etti: “Hüseyin Bin Ali
biat etmezse fazla ısrar etme ve öylece kalsın.” Çünkü Muaviye
meselenin önünü arkasını ölçebiliyordu.
Ancak Yezid, gururu ve çekinmezliği sonucu, babası ölünce onun vasiyetini
unutup, Medine valisine, “Hüseyin’den benim hilafetim için
biat iste, etmezse başını Şam’a gönder” diye emir verdi.
Medine valisi Yezid’in isteğini İmam Hüseyin (a.s)’a
duyurunca İmam ondan bu konuda düşünmesi için zaman aldı ve geceleyin
ailesini de alarak Mekke’ye hareket edip İslam’da resmen
emniyetli ve güvenceli yer olarak ilan edilen Allah’ın Haremi
(Mekke’ye) sığındı.
Bu olay hicretin altmışıncı yılında Recep ayının sonları ve Şaban ayının
evvellerinde vuku buldu. İmam Hüseyin (a.s) yaklaşık dört ay
Mekke’ye sığınarak yaşadı. Bu haber yavaş yavaş İslam ülkelerine
yayıldı. Bir taraftan, Muaviye devrindeki haksızlıklara razı olmayıp,
Yezid’in hilafetine karşı çıkanlar İmam Hüseyin’in (a.s)
yanına gelip yardım edeceklerine dair söz veriyorlardı, bir taraftan da
Irak’tan, özellikle Kufe şehrinden halk aralıksız mektup gönderip
İmam Hüseyin’in (a.s) Irak’a gelip Müslümanlara önderlik
ederek zulüm ve adaletsizliği yok etmesini ısrarla istiyorlardı. Elbette bu
durum Yezid için çok tehlikeli idi.
İmam Hüseyin (a.s), hac mevsimine kadar Mekke’de ikamet etti.
Müslümanlar İslam ülkelerinden grup grup hac amellerini yapmak için
Mekke’ye akın ettiler. Bu arada İmam, Yezid’in kendisini
öldürmek için hacı kılığında gizli bir grubu gönderdiği haberini aldı. Bunlar
amel sırasında ihram elbiseleri altına gizledikleri silahlarla İmam
Hüseyin’i şehit edeceklerdi.
İmam Hüseyin (a.s) hac amellerini yarıda keserek, bir toplantıda kısa bir
konuşma yaparak Irak’a hareket edeceğini bildirdi. Bu konuşmada
şehit olacağını da bildirdi. Müslümanlardan onun yardımına koşmalarını ve
bu hedef yolunda kanlarını vermelerini istedi. Ertesi gün de Ehl-i
Beyt’i ve dostlarını alarak Irak’a yöneldi
İmam Hüseyin (a.s) biat etmemeye kesin
kararlıydı. Bu yolda şehit olacağını da iyi biliyordu. Umumi fesat, fikri inhitat
ve toplumun, özellikle Iraklıların iradesizliğiyle gücü pekiştirilen Ümeyye
Oğullarının büyük ve korkunç savaş gücünün onu yok edeceğini biliyordu.
Tanınmış kişilerden bir grup, İmamın yanına gelip bu hareket ve kıyamın
tehlikesini hatırlattılar. Fakat o hazret cevaplarında şöyle buyurdu: Ben biat
etmeyeceğim. Zulüm ve fesat hükümetine boyun eğmeyeceğim. Nereye
gitsem, nerede olsam beni öldüreceklerini biliyorum. Mekke’den ayrılmamın
nedeni ise, kanımın dökülmesiyle Kabe’nin hürmetinin zedelenmesini
önlemektir.
İmam Hüseyin (a.s), Kufe yoluna koyuldu. Daha Kufe’ye birkaç günlük yol
varken, Kufe’ye gönderdiği elçisinin ve tanınmış sadık dostlarından birinin,
Yezid’in valisi tarafından şehit edilip yine onun emriyle ayaklarına ip
bağlanarak, Kufe sokaklarında gezdirildiğini duydu. Kufe ve yöresinin sıkıca
gözaltına alındığını ve İmam’la savaşacak teçhizatlı bir ordunun
hazırlandığını duyunca, ölümden başka bir yol kalmadığını anladı. İşte
burada şehit olmak için kesin karar aldığını açıkça belirtti ve Kufe’ ye doğru
hareketini devam ettirdi.
Kufe’nin yaklaşık olarak yetmiş kilometre yakınlarında Kerbela ismindeki bir
çölde Yezid’in ordusu onları ablukaya aldı. Sekiz gün burada kaldılar. Bu
sırada günden güne abluka çemberi daralıyor ve sürekli düşmanın sayısı
çoğalıyordu. Bilahare İmam (a.s), ailesi ve çok az sayıdaki ashabıyla birlikte,
otuz bin kişiden oluşan ordunun muhasarasında kaldı.
Bu birkaç gün içinde İmam Hüseyin (a.s), ordusunun yerlerini ayarlayıp
dostlarını tasfiye etmeye karar aldı. Kısa bir konuşmada ashabına
seslenerek şöyle buyurdu: “Bizim ölüm ve şahadetten başka bir yolumuz
yoktur. Ben biatımı sizden kaldırdım. Gitmek isteyen, gecenin karanlığından
faydalanıp kendisini bu tehlikeli meydandan kurtarsın. Çünkü onlar bir tek
beni öldürmek istiyorlar.”
Daha sonra ışıkların söndürülmesine emir verdi. Maddi maksatlar için İmam
Hüseyin (a.s)’a koşulanlar ayrılıp dağıldılar. Sadece hak aşıklarından çok azı
(40 kişiye yakın) yaranı ve Beni Haşim’den olan akrabaları kaldılar.
İmam Hüseyin (a.s), yine kalanları toplayıp konuştu ve şöyle buyurdu: “
Sizden her kim isterse gecenin karanlığından faydalansın ve kendisini
tehlikeden kurtarsın. Onlar bir tek beni istiyorlar. Fakat bu defa İmam’ ın
vefalı dostları bir bir kalkıp, biz hiçbir zaman senin önder olduğun hak
yolundan dönmeyeceğiz, elimiz kılıç tutana, damarımızda kan akana dek
savaşıp senin hürmetini koruyacağız, senin temiz eteğinden kopmayacağız,
diye çeşitli beyanlarda bulundular.
Muharrem ayının dokuzuncu gününün sonlarında son teklif (biat veya
savaş) düşman tarafından İmam’a ulaştı. Hazret, o geceyi ibadet için
mühlet alıp yarınki savaşa hazırlandı.
Hicretin 61. Yılı Muharrem ayının 10. günü İmam, bir avuç dostlarıyla
(toplamı doksan kişiden azdı. Kırk kişi önceden yanında olanlar, otuzdan
biraz fazlası savaş günü ve gecesi düşman ordusundan dönenler ve
diğerleri de İmam’ın Haşimî akrabaları; örneğin oğulları, kardeşleri,
kardeşinin ve bacısının oğulları ve amca oğullarıydı) sayısız düşman ordusu
karşısında saf çektiler ve savaş başladı.
O gün sabahtan akşama kadar savaştılar. İmam Hüseyin, Haşimi gençleri
ve sair dostları son nefere kadar şehit oldular. (Şehitlerin içinde İmam
Hasan (a.s)’ın iki küçük oğlu, İmam Hüseyin’in bir küçük oğlu ve daha
kundakta olan bir yavrusunu da saymalıyız.)
Savaş bittikten sonra düşman ordusu, İmam (a.s) ‘ın haremini yağmaladılar
ve çadırları ateşe vererek şehitlerin başını kesip elbiselerini çıkardılar.
Cesetleri defnetmeden, sığınaksız kızlardan ve kadınlardan oluşan Ehl-i
Beyt esirlerini şehitlerin başlarıyla birlikte Kufe’ye doğru hareket ettirdiler.
(Esirlerin içinde erkek olarak İmam Hüseyin (a.s)’ın yirmi iki yaşındaki oğlu
dördüncü imam olan Zeynelabidin (a.s) ağır hasta olarak, bir de onun oğlu
beşinci İmam Muhammed Bin Ali ve İmam Hasan (a.s)’ın oğlu Hasan-ül
Müsenna da bulunuyorlardı. Hasan-ül Müsenna savaşta ağır yaralı olarak
şehitlerin içinde kalmıştı fakat son anlarda diri olarak bulundu. Düşman
komutanlarının birinin arabuluculuğuyla başı kesilmedi ve esirlerle birlikte
Kufe’ye götürüldü.) Kufe ‘den de Dimeşk ‘e, Yezid ‘in yanına götürüldüler.
Kerbela vakası, kadınların esir alınıp şehirlerde gezdirilmesi, (esirler içinde
bulunan) Hz. Ali (a.s)’ın kızı (Hz. Zeynep) ve İmam Zeynülabidin’in Kufe ve
Şam’daki toplantı yerlerinde konuşmaları, Ümeyye oğullarını rezil etti ve
Muaviye’nin yıllarca yaptığı propakandayı etkisiz bıraktı. Hatta Yezid,
Kerbela’da memurları eliyle yapılan bu işlerden kendisini temizlemeye
çalıştı. Kerbela vakıası, etkisi geç olmasına rağmen, Ümeyye oğullarını
saltanattan düşürmekle birlikte, Ehlibeyt mektebinin kökleşmesinde büyük
bir etkendi. Gösterdiği en yakın etki, çeşitli kıyamlar ve bunun yanı sıra da
on iki yıl süren kanlı savaşlardır. Öyle ki, İmam Hüseyin’ in (a.s) katillerinden
hiçbiri intikamdan kaçıp kurtulamadı.
Tarihin İmam Hüseyin (a.s) ve Yezid’le ilgili bölümünü okuyup o zamanın
hakim sistemi üzerinde araştırma yapan kimse bilir ki, İmam’ın sadece bir
seçeneği vardı o da şehit olmaktı. İslam dininin apaçık ezilmesine neden
olan biat, hiçbir koşulda İmam Hüseyin için mümkün değildi.
Çünkü Yezid, İslam dinine ve kanunlarına saygı göstermemekle yetinmeyip,
İslam’ı açıktan açığa ezmeğe girişen bir kişiydi.
Hal bu ki onun geçmişleri (babası), dinin kanunlarına, din adına muhalefet
ediyorlar ve zahirde dine saygı gösteriyorlardı. Hatta halkın inandığı
Peygamber (s.a.a.) ve sair dini şahsiyetlere yardım edip, onların yanında
bulunmuş olmakla iftihar ediyorlardı.
İşte buralardan, bazı tarihçilerin İmam Hasan ve İmam Hüseyin hakkında
ortaya sürdükleri görüşlerin yanlış olduğu aydınlığa kavuşmuş oluyor.
Bazıları diyorlar ki: İmam Hasan ve İmam Hüseyin iki değişik tabiata
sahiptiler; İmam Hasan sulhsever idi. Kırk bin askeri olmasına rağmen barışı
kabul etti. Fakat İmam Hüseyin savaşı tercih etti ve kırk kişi adamı olmasına
rağmen Yezid‘le savaşa kalktı.
Bu söz yanlıştır, çünkü görüyoruz ki Yezid’e biat etmeyi kabul etmeyen
İmam Hüseyin (a.s), on yıl kardeşi gibi Muaviye’ nin hükümeti döneminde
yaşadı, ama hiçbir zaman muhalefet etmedi. Gerçekten de İmam Hasan ve
İmam Hüseyin Muaviye ile savaşsalar da öldürüleceklerdi ve onların
ölümünün İslam’a hiçbir faydası olmayacak; kendisini doğru yolda gösteren,
sahabe, vahiy yazarı ve müminlerin dayısı olarak tanınan, her hileye
başvuran Muaviye’ nin siyaseti karşısında etkili olmayacaktı. Kaldı ki elindeki
imkanları kullanıp, onları kendi dostları vasıtasıyla öldürtüp de kendisi yas
tutabilir ve kanlarını almaya kalkabilirdi. Nitekim üçüncü halifeye de aynen
böyle yapmıştı.