Deysânî tek kelime dahi etmeden kalkıp gitti.
Arkadaşları bu olayı öğrenince "Niçin ismini söylemedin sen de?" diye sordular kendisinden.
Eğer diye cevap verdi, İsmimin Abdullah olduğunu söyleyecek olsaydım, kimdir bu Kimdir bu kölesi olduğun? diye soracaktı hemen.
Bunun üzerine arkadaşları ona akıl verdiler;
"Geri dön, tekrar ona git ve Allah'ı ispatlamasını, fakat senin ismini sormamasını iste ondan" dediler.
Deysânî tekrar imamın yanına dönüp Mabuduma delalet et beni, yaratanımı göster bana; ancak adımı da hiç sorma! dedi.
İmam, oturmasını söyledi.
İmamın küçük çocuğunun elinde bir yumurta vardı, oynuyordu onunla.
İmam, yumurtayı çocuktan alıp Ey Deysânî dedi,
Her tarafı kapalı olan şu küçücük yumurtanın sert bir kabuğu vardır.
Bu kabuğun altında da incecik bir zar ve onun içinde de biri altın sarısı, diğeri de gümüş rengi olmak üzere iki kaygan ve sıvı madde vardır ki asla birbirine karışmaz ve öylece içiçe, fakat birbirine karışmaksızın dururlar orada!
Ne içindeki sağlığa faydalı o şey dışarı çıkıp da sağlamlığını haber verebilir bize; ne de bozulmasına sebeb olan o maddenin içeri girebileceği bir yol vardır ki oradan araştırarak yumurtanın bozuk olup olmadığını anlayabilelim.
Dişi bir tür için mi, yoksa erkek bir tür için mi hazırlanıp hazırlanmadığı (içindeki civcivin tavuk mu yoksa horoz mu olduğu) belli değildir.
Daha sonra şu haliyle çatlıyor ve göz kamaştırıcı güzellikte tâvusî renkli bir canlı çıkıveriyor ortaya.
Bu görkemli sistemin bir düzüp koşanı ve onun içine bu muazzam dünyayı yerleştiren bir yaratıcısı yok mu sence?
Deysâni, başını öne eğip düşünceye daldı; bir süre öylece kaldıktan sonra başını kaldırıp Şehadet ederim ki dedi, Allah'tan başka ilah yoktur, tek ve bir'dir, ne eşi vardır, ne ortağı.
Muhammed (saa) O'nun elçisi ve kulu, sizler de yaratılmışlar üzerindeki imam ve huccetisiniz.
Bana gelince; geçmişimden pişmanlık duyuyor ve tövbe ediyorum şimdi.