Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

ilmiyle amel etmeyen Hatib vaiz ve hatiblerin akîbeti... (1 Kullanıcı)

Siyahgulsevdalisi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Haz 2006
Mesajlar
2,046
Tepki puanı
0
Puanları
0
EĞE TAŞLARI
Eğe taşlarını bilirsiniz. Bu taşın, demiri keskinleştirmeye yarayan, bıçağa dönüştüren bir özelliği vardır. Kendisi kesmediği halde; demiri keskinleştirir.
Bazı insanlar da aynen eğe taşları gibidir. Kendisi hidayete ermemişken, doğru yolda yürümezken insanları iyiliğe davet eder, kötülükten sakındırmaya çalışır. Kendi şeklini düzeltmeden, kendisi nasihate muhtaç iken insanlara vaaz–ü nasihat eder. İlmiyle amel etmez. Lakin bu ilmini çok süslü bir şekilde insanlara aktarır.
Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
–Kim âlimlere karşı böbürlenmek, cahillerle münakaşa etmek ve halkın dikkatini üzerine çekmek maksadıyla ilim öğrenirse Allah onu cehenneme sokar."(1)

İLMİYLE AMEL ETMEYEN VAİZ VE
HATİBLERİN AKIBETİ
Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri buyurdular:
İsra gecesi, bazı insanlara uğradım. Dudakları ateşten yapılmış makaslar ile kırpılıyordu.
Ben:
–Ey Cebrail, bunlar kimlerdir? dedim.
Cebrail:
– Bunlar, senin ümmetinin, insanlara iyiliği emredip, kendi nefislerini unutan hatipleridir. Cehennemde paylarına düşen cezayı çekiyorlar.
Onlara:
– Sizler kimlersiniz?
Onlar:
– Biz insanlara hayrı emreder; kendi nefsimizi unuturduk. Söylediklerimizle amel etmezdik. Diye cevap verirler.(2)
Yine Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri buyurdular ki:
–Kıyamet günü bir adam getirilip ateşe atılır. Karnındaki bağırsakları dışarı çıkar. Onları, eşeğin değirmen taşını gönderdiği gibi gönderir. Derken cehennem ahalisi etrafına toplanır ve: "Ey fûlan! Sen dünyada iken bize iyiliği emredip, kötülükten de nehyetmiyor muydun?" derler. O: "Evet, iyiliği emrederdim ama kendim yapmazdım; sizi kötülükten nehyeder ama kendim yapardım" diye cevap verir."(3)
Kuran'ı Kerim'de ise bu husus Bakara Suresinde Şöyle geçmektedir:
"İnsanlara iyilik emrede de kendinizi unutur musunuz? Hâlbuki kitap okuyorsunuz. Artık akıl etmez misiniz?"(4)
Eğer bir kimse hayrı ve iyiliği emrediyorsa, her şeyden önce kendisinin bu hayrı ve iyiliği yapması gerekir. Yine eğer bir kimse başkalarını herhangi bir şeyden nehyediyorsa, herkesten önce kendisinin bu kötülükten uzak durması gerekir. Zira kendi nefsini temizlemeyen bir insanın başkalarına tesir etmesi zor olacaktır. Etkilese bile, kalıcı olmayacaktır. Kendi şahsında model olmadığı için, anlattıklarını kendisi yaşamadığı için çevresel bir tepki de oluşacaktır. "Bak işte! Bu Müslümanlar, kendileri yaşamıyorlar, bize yapın diyorlar. Bunlar hep böyle…" dedirtmemek lazım. Dinimize, inancımıza laf getirmemeliyiz. "Biz yaşamıyoruz ama başkaları öğrensin, yaşasın" derken belki de onları daha çok uzaklaştırabiliriz. "Ben de onun gibi olacaksam, hiç olmasın daha iyi" diye düşündürmemeliyiz.
İyiliği emretmek ve kötülükten alıkoymak, buluğ çağına eren her Müslüman'ın, fıkıh kitaplarında açıklanan şartlara göre yapması gereken kendisine farz olan ibadetlerden birisidir. Hiçbir Müslüman etrafında gerçekleşen olaylar karşısında duyarsız ve sessiz kalmamalıdır. Lakin bu öyle bir farzdır ki, kişi kendi nefsini bu farzdan muaf tutarak, kendi nefsini unutarak gerçekleştirilmemelidir. Yine de bir kişi iyiliği emredebilir, kendisi onunla amel etmese bile. Kötülükten alıkoymaya çalışır, kendini kötülükten alıkoymasa bile.
Bu şundandır: Bir kişi iyilik yapmazsa bir vacibi terk etmiş olur. Eğer iyiliği emretmeyi de terk ederse iki vacibi terk etmiş olur. (Günahı ona göre çok olur. Kötülüğü işleyen bir emri çiğnemiştir. Kötülüğü işleyip, insanları kötülüklerden alıkoymayan ise iki vacibi terk etmiş olur.)
Bu çok hassas bir detaydır. Bu ayrıntıyı düşünerek insanları iyiliğe ve güzelliğe davet eden bir kişi, ben inanıyorum ki kendisi de iyilikte ve güzelliktedir. Kötülüklerden uzaktır. Kendi nefsini unutmaz. Böyle bir ayrıntıyı düşünüyorsa eğer iyiliği emrederken, daha açık bir ayrıntı olan "kendini unutmamayı" da hesaba katar.
Bunu da bildiği halde yine de kendi nefsini unutuyor ama başkalarına devamlı iyiliği emrediyor, kötülüklerden sakındırıyorsa o kişiden korkulur. Zira ilmi onu helak etmektedir. İlmi ile amel etmemekte ve ilmi ile gösteriş yapmakta, kendi nefsini yüceltmektedir. Eğe taşının demiri keskinleştirdiği gibi, kendisi de başkalarını iyileştirir; ama taş olmaya mahkûm kalacaktır.

TÜM İNSANLIĞIN İYİLİĞİ İÇİN
"Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü nehyeden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir."(5)
"Siz insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah'a inanırsınız."(6)
"Allah'a ve Ahiret gününe inanırlar, iyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar, hayır işlerinde de birbirleriyle yarış yaparlar. İşte onlar Salihlerdendirler."(7)
"Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder kötülükten sakındırırlar namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz Allah üstün ve güçlüdür hüküm ve hikmet sahibidir."(8)
"(Bunlar), O tevbekâr olanlar, o ibadet edenler, o hamd edenler, o oruçlular, o rükua varanlar, o secdeye kapananlar, iyiliği emredip, kötülükten vazgeçirenler, Allah'ın hududunu koruyanlar (emirleriyle yasaklarının ölçülerine riayet edenler)dır. Müjde ver o müminlere, müjde!"(9)
"Sen yine de affa sarıl, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir."(10)
"Onlar (o müminlerdir) ki, eğer kendilerini yeryüzünde iktidar mevkiine getirirsek namazı kılarlar, zekatı verirler, iyiliği emrederler ve fenalığı yasak ederler. Bütün işlerin sonu sırf Allah'a âittir."(11)
"Sizden herhangi biriniz bir kötülük görürse onu hemen eliyle değiştirsin. Buna gücü yetmiyorsa diliyle değiştirsin. Ona da gücü yetmiyorsa kalbiyle değiştirsin (o kötülüğe buğzetsin). İmanın en zayıfı da budur."(12)
Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir hadis–i şeriflerinde:
"Ya iyiliği emreder ve kötülükten sakındırırsınız yahut Allah sizin kötülerinizi sizin başınıza musallat eder. Sonra iyileriniz duâ etmeye kalkışır fakat duâları kabûl olmaz"(13)

MENFAATLER İNANCIN ÖNÜNE GEÇMEMELİ
İyilikleri emir, kötülükleri nehiy hususunda önümüzde engeller vardır. Öncelikle bu engelleri aşmamız, bu konudaki yanlışlarımızı tashih etmemiz lazımdır. Aksi takdirde istenilen neticeyi elde etmemiz mümkün olmaz.
Bu engeller:
– Nefsimizden,
– Çevremizden,
– Düzenden kaynaklanabilir.
Zamanımızda bu engellerin hepsi de en etkin şekilde mevcuttur.
– Bir taraftan engellemeye çalışırlar,
– Bir taraftan tavizler koparmak için çaba sarf ederler.
– Tuzak üzerine tuzaklar kurarlar.
– Zayıf taraflarımızı tespit edip bizi oradan vurmaya çalışırlar.
– Çeşit çeşit vaatlerde bulunurlar, kararlılığımızı, azmimizi zayıflatmaya çalışırlar.
– Şayet iyiliği emir, kötülüğü men hizmeti organizeli bir şekilde, bir toplum tarafından yapılıyorsa, aralarına fitne sokmaya, birlikteliklerini bozmaya çalışırlar.
– Hülasa olarak bu hizmetin önüne geçmek için her çareye başvururlar.
– Şayet nefsimiz birçok zaaflarla mağlup olur, zorluklara katlanabilecek kıvamda bulunmaz, tezkiye edilmemiş, ham bir durumda olursa en basit engellere takılıp kalır ve bizzat kendisi bu yolda en büyük bir engel olur. Çevrenin ve düzenin oyunlarına yardımcı olur.
İyiliği emir, kötülüğü men gibi çok önemli bir vazifeyi ifa eden kişiler, bu görevlerini yalnız Allah rızası için yapmalı; ecrini, karşılığını yalnız Allah Teâlâ'dan beklemelidirler.
Çünkü Peygamberler, yapmış oldukları risalet vazifelerinin karşılığını hep Allah Teâlâ'dan istemişler, kullardan hiçbir şey beklememişlerdir. Onların kutlu izini takip eden kişiler de aynı şekilde hareket etmelidirler.
Bütün peygamberler kavimlerini şöyle uyarmışlardır:
"Bilin ki, ben size gönderilmiş emin bir elçiyim. Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin. Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek, ancak âlemlerin Rabbidir."
Bütün tebliğciler, dâvetçiler, emri bil maruf, nehyi anil münker yapanlar bu yolu takip etmelidirler.
Bu konuda tashih edilmesi gereken en mühim husus; hiçbir kimseden, hiçbir makamdan, yapılan dâvet ve emri bil maruf, nehyi anil münker karşılığında:
– Para pul beklentisinde bulunmamak,
– Makam ve mevki gibi nefse hoş geleni beklenti içinde olmamak.
– Halk nazarında şöhret bulmak, itibar kazanmak arzusuna kapılmamak.
– Yaptığı hizmetlerin karşılığını, ecrini sâdece Allah'tan istemektir.
Herhangi bir davetçi, yaptığı hizmetlerin karşılığında fâni kullardan bir şeyler bekliyorsa, o kişinin sağlıklı bir şekilde dâvet etmesi, iyiliği emir, kötülükten men etmesi mümkün değildir. Çünkü İslâmî hizmetler için kullardan bir şey beklemek öldürücü bir zehirdir.
Bu gibi kişiler:
– Dâveti sulandırırlar,
– Beklentisi olan kişilere karşı istenilen şekilde iyiliği emir, kötülüğü men görevini yerine getiremezler.
– İslamî esasları tevil etmeye başlarlar.
– İslam'dan tavizler verirler.
– Kendi menfaatlerini İslamî tebliğin önüne çıkarırlar.
–Bu zayıf karakterleri sebebiyle insanlar nazarında, yöneticiler yanında, İslâmî meselelerin ciddiye alınmamasına sebep olurlar.
–Bütün bunlarla beraber kendi İslamî kimliklerini de zedelemiş, belki de tahrip etmiş olurlar.
Bu konuda tashih edilmesi gereken önemli diğer bir husus ise bu işe nefsin karıştırılmasıdır. Maalesef bir kısım kişiler, iyiliği emir, kötülüğü men edeyim derken kendi nefislerini tatmin etmeye çalıyorlar. Bilhassa sevmedikleri kişilerin ne yapıp yapıp, bir hatasını bulup ondan intikam almak istercesine acımasız bir şekilde kaba ve kindar davranışlar sergiliyorlar. Yapmış olduğumuz dâvete nefsimizi, nefsî arzularımızı karıştırırsak çok büyük bir cürüm işlemiş oluruz.
O bakımdan dâvetçiler, emri bil maruf, nehyi anil münker yapan kişiler, nefsi tezkiye, kalbi tasfiye yolunda en azından nefsi mutmaine derecesine ulaşmış olmalıdırlar.
Yoksa:
– Kaş yapayım derken göz çıkarırlar.
– İhya edeyim derken imha ederler.
– Düzelteyim derken, daha çok bozarlar.
– Yaklaştırayım derken, uzaklaştırırlar.
– Sevdireyim derken, nefret ettirirler.



MUHAKKAK ÜSTÜN GELECEK BİZİZ

Diğer taraftan dâvete ya da emri bil maruf, nehyi anil münkere muhatap olan kişilerin de kendilerini davete açık tutmaları gerekmektedir.
İnsanlar, tabiatları icabı zaman ve zemini müsait buldukları an hemen tepki gösterirler, savunmaya geçerler. Bu, insanların yaratılışında mevcut olan psikolojik bir durumdur.
Yanlışlarını hemen kabul edip, dâvetçiye teslim olan kişiler azın azıdır.
Çaresiz kalır ve hatasını kabul ederse, bu sefer de kendini başka türlü savunmaya kalkışır:
"Anladık, anladık, bir hata yaptık, ama insanın üzerine bu kadar da gelinmez ki!" diye tepki gösterir ve böyle yapmakla kendince:
– Kendisi biraz olsun rahatlamış,
– Muhatabını da daha fazla üstüne gelmekten caydırmış olacaktır.
Böyle bir anlayışın da süratle tashih edilmesi gerekir.
Burada karşımıza bir başka mesele daha çıkmaktadır ki, çok mühimdir:
Her dâvetçi, her eğitimci, Fert ve Toplum psikolojisini çok iyi bilmelidir. Bilmelidir ki, muhatabının psikolojik durumunu dikkate alarak dâvet etsin, emri bil maruf, nehyi anıl münker yapsın.
Ve dâvetçi bilmelidir ki, hidayet Allah'tandır. Kendisi sadece bir vasıtadır. Kendisine düşen davet, emri bil maruf, nehyi anil münker vazifesini usûlüne uygun bir şekilde yapmak, çaba göstermek ve dua etmektir. Netice istediği gibi tezahür etmese de asla ümidini kesmeden şevkle, aşkla vazifesine devam etmektir.
"(Rasûlüm) sen sevdiğini hidayete erdiremezsin. Lâkin Allah dilediğini hidayete erdirir. Hidayete erecek olanları en iyi bilen O'dur."(14)
Bu husus da çok dikkat edilmesi gereken bir konudur. Bir çok dâvetçi, istediği neticeyi alamayınca kısa bir zamanda yorgun düşüyor, yıpranıyor, ümit kesiyor ve "Artık bu iş burada bitti!" deyip köşesine çekiliyor. Her davetçi bu konuda da kendini tashih etmeli, asla ümitsizliğe düşmemelidir. Her olumsuz durumda, daha çok gayrete, şevke gelmeli, heyecanlanmalı, olumsuzlukları olumlu hale getirmek için çaba göstermelidir.
Hiçbir olumlu neticeye varmasak bile hizmet heyecanımızdan, gayretimizden, sevdamızdan hiçbir şey kaybetmeden hizmete devam etmeliyiz.
"Gevşemeyin, üzülmeyin, eğer hakikaten inanıyorsanız, muhakkak üstün olan sizsinizdir."(15)



KÖŞE

imam-ı gazâlî



TEVAZU BÜYÜK NİMETTİR

Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Selem buyurdular ki:
"Bir kişi tevazu de bulunurda Allah onun şerefini artırmadığı görülmemiştir." Tevazu için yine bir başka zamanda da şöyle buyurdular:
"Herkesin başının üzerinde manevi bir gem vardır. Kim ki tevazu de bulunur, melekler o gemi yukarı çekerek, o kul için Allah'a dua ederler 'Ya Rabbi falancayı kulunu yücelt,' o kul ne zaman kibirli bir harekette bulunursa yine melekler gemi aşağı çeker ve şöyle dua ederler 'Ya Rabbi falanca kulunu zelil et."
Peygamber Efendimiz buyurdu ki:
"Bir kişi acizliğinden değil, bilinçli bir şekilde tevazu gösterirse, helalinden kazandığı malın sadakasını verirse, çaresizlere acırsa ve gerçek âlimlere oturup kalkarsa o kişiye saadetler olsun."
Medine ehlinden bir zat, Kainatın Efendisi ile ilgili şu hadiseyi anlattı. Bana da dedem haber vermişti, bir gün Resulullah bize misafir oldu. O gün oruç tutuyordu. Orucunu açması için bal ile sütun karıştırılması ile bir şerbet yaptım ve onu Resulullah'a ikram ettim. Orucunu açınca, içtiği şeyin tatlı olduğunu anlayıp bana:
–Bu içtiğim nedir?
–Süt ve Bal karışımı bir şerbettir ya Resulullah!
Elindeki şerbeti içmekten vazgeçti, kabı hemen yere koydu ve şöyle buyurdu:
–Bu haramdır demiyorum, ancak Allah Teala birini yükseltirde o kimse kibre kapılırsa Allah onu alçaltır. Kim malının sadakasını verir, malını israf etmezse, Allah o kimseyi başkalarına muhtaç etmez. Harcamalarında israf yapanı fakir yapar, başkalarına muhtaç olur.
Bir zaman Medine sokaklarında bir fakir dolaşıyordu, fakirin yolu Resulullah'ın kapısına düşer. Efendimiz o sırada arkadaşları ile yemek yemektedir. Fakır dilenciyi görünce, onu sofrasına davet eti. Sofrada bulunanların bazıları, bu dilencinin üstü başının pisliği ve hastalıklı halinden dolayı, onunla aynı sofrada bulunmak kendilerine ağır geldi. Aradan zaman geçti ve o dilenciden tiksinen kişi, onun hastalığına yakalanarak vefat etti.
Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Selem buyurdular ki:
–Rabbim beni kul ve resul olmakla, nebi ve melik olmak arasında muhayyer kıldı. Dostum Cebrail'e sordum o bana tevazuu haber verdi, bende Rabbime kul ve Resul olmak istediğimi arz ettim.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt