HUSEYIN SASMAZ
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 11 Eyl 2009
- Mesajlar
- 1,204
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 61
İlletin Delilleri
İlletin ancak vahyin getirmiş olduklarından alınması caizdir. Yani sadece Kitap, Sünnet ve sahabelerin icmâsından alınması caizdir. Çünkü Kitap, lafız ve mana olarak vahiyle gelmiştir. Sünnet, mana olarak vahiyle gelmiştir. Sahabelerin icmâsı da bir delili keşfeder, yani Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den söylediği ya da yaptığı ya da hakkında sükût ettiği bir hususu keşfeder, dolayısıyla o da vahiyle gelenden sayılır. İllet bu üçünden birisinde geçtiğinde Şer’î illettir. Bunlardan birisinde geçmezse Şer’î illet sayılmaz, Şeriata göre bir değeri de yoktur.
Kitap ve Sünnetten Şer’î nâssların kapsamlı incelenmesinden açığa çıkıyor ki; Şer’î nâsslar illete ya açıkça, ya delalet olarak, ya istinbat yoluyla, ya da kıyas yoluyla delâlet etmektedirler. Şer’î illete, Şeriatta yani yani Şer’î nâsslar olarak itibar edilen nâsslarda, bu dört durumun dışında herhangi başka bir delâlet yoktur.
Şer’î nâss; illete, ya nâssta açıkça delâlet eder, yani nâssın lafızları veya terkibi ve tertibi illete delâlet eder, ya da illet bir tek nâsstan istinbat yoluyla elde edilir veya bir şeyin illet oluşu –toplamlarından değil- belirli delâlet edilenlerinden anlaşılan belirli çeşitli nâsslardan istinbat yoluyla çıkartılır. Ya da Şeriatın, kendisinden dolayı illet olarak itibar etmesine sebep olan hususu kapsamasından dolayı, nâss ve sahabelerin icmâsında geçmeyen illeti, Kitap veya Sünnet ile yani nâss ile ve sahabelerin icmâsı ile gelmiş olan başka bir illete kıyas ederek illet elde edilir. Yani nâssın getirmediği bu illet, Şeriat koyucunun illet oluşuna sevk eden olarak itibar ettiği şeyin kendisini içermektedir. Yani ondaki illetlik yönü, nâssın getirmiş olduğu illetteki illetlik yönünün aynısıdır.
I- Nâssın kendisine açıkça delâlet ettiği illete gelince:
O, nâssın mantukundan ya da mefhumundan anlaşılan illettir. Bu Kitaptan veya Sünnetten bir delilin delil getirmeye ve bakmaya/düşünmeye ihtiyaç duymaksızın dilde kendisi için konulan bir lafızla belirli bir vasıfla illetlendirilmeye delâlet etmesidir. Bu iki kısımdır:
1- İçerisindeki vasfın, hükmün illeti oluşunun açık olduğu husustur. Buna örnek Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözüdür: إِنَّمَا جُعِلَ الِاسْتِئْذَانُ مِنْ أَجْلِ الْبَصَرِ “İzin istemek bakıştan dolayı konuldu.”[1] Yani başkasının evine girerken bakışın, kendisine bakılması haram olana düşmemesi için izin istemek hükmü konuldu.
Başka bir örnek de Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözüdür: إِنَّمَا نَهَيْتُكُمْ مِنْ أَجْلِ الدَّافَّةِ الَّتِي دَفَّتْ فَكُلُوا وَادَّخِرُوا وَتَصَدَّقُوا “Ben size onu sırf (dışarıdan Medine’ye) gelen yoksul kafileden ötürü yasaklamıştım. Artık yiyin, saklayın, tasadduk edin.”[2]
Hadiste geçen الدافة –“Dâffe”, kıtlık senesinde yiyecek toplamak için yavaş yavaş giden bir topluluktur. Bu lafız, الدفيف kelimesinden alınmıştır. O da, الدبيب –Debîb “sürüngen” demektir. Hadisten kast edilen, gezgin kafile ya da düşmanına doğru yavaş yavaş hareket eden ordudur.
Bir başka örnek de, Allah’u Teâlâ’nın şu sözüdür: مِنْ أَجْلِ ذَلِكَ كَتَبْنَا عَلَى بَنِي إِسْرَائِيلَ “İşte bu yüzdendir ki İsrailoğullarına şöyle yazmıştık:”[3]
2- İçerisinde ل –Lâm, كي –Key, إن –İn, ب –Bâ, gibi illet harflerinden bir harfin geçtiği husustur.
- ل –“Lâm”, harfine örnek Allah’u Teâlâ’nın şu sözüdür: لئلا يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَى اللَّهِ حُجَّةٌ بَعْدَ الرُّسُلِ “Ki insanların Rasullerden sonra Allah’a karşı bir bahaneleri olmasın...”[4] “Bir hüccet/bahane olmaması”, başına ل –Lâm, gelmiş bir vasıftır. Dolayısıyla bu, onun Rasullerin gönderilişinin illeti olduğuna delâlet etmektedir. Çünkü vasıf, kendisi ile illetlendirilendir, isim değil. Bu da dil ehlinin ل –Lâm’ın illetlendirme için olduğunu açıklamalarından ve onların lafızlar hakkındaki sözlerinin de hüccet oluşundan dolayıdır. Onun için başına ل –Lâm gelen vasıfla illetlendirme Şer’î illet olmaktadır.
- كي –“Key”, harfine örnek Allah’u Teâlâ’nın şu sözüdür: كَيْ لاَ يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الآغْنِيَاءِ مِنْكُمْ “Mallar sadece içinizde zenginler arasında dolaşan bir devlet olmasın.”[5] Yani “devlet” zenginler arasında kalmasın, bilakis başkalarına da geçsin diye. Yani fey’den ensara verilmeden muhacirlere verilmesindeki illet, zenginliğin sadece onlar arasında dolaşmamasıdır.
Bir başka örnek de Allah’u Teâlâ’nın şu sözüdür: لِكَيْ لا يَكُونَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ حَرَجٌ فِي أَزْوَاجِ أَدْعِيَائِهِمْ “Ki evlatlıkları, karılarıyla ilişiklerini kestiklerinde (o kadınlarla evlenmek isterlerse) mü’minlere bir güçlük olmasın.”[6] Yani Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in Zeyd’in boşanmış eşiyle evlendirilmesinin illeti, evlatlıklarının boşanmış eşleriyle evlenmekte mü’minlerin sıkıntı çekmemesidir.
- إن –“İn”, harfine örnek ise, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in Uhud’da şehit olanlar hakkında söylediği şu sözüdür: زَمِّلُوهُمْ بِدِمَائِهِمْ فَإِنَّهُ لَيْسَ يَدْمَى لَوْنُهُ لَوْنُ الدَّمِ وَرِيحُهُ رِيحُ الْمِسْكِ فِي اللَّهِ إِلَّا يَأْتِي يَوْمَ الْقِيَامَةِ كَلْمٌ يُكْلَمُ “Onları kanları ile gömün. Zira Allah yolunda yaralanan bir kimse Kıyamet Günü, rengi kan rengi, kokusu misk kokusu olan kan şah damarlarından akarken haşrolunacaktır.”[7] Böylece şehidin yıkanmamsının illeti, Kıyamet Günü yaralarından kan akarak haşr olunacak olmalarıdır.
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Ve Selem bir ihramlı hakkında ona giysisini kıyas ederek şöyle dedi: وَلَا تُمِسُّوهُ طِيبًا وَلَا تُخَمِّرُوا رَأْسَهُ فَإِنَّ اللَّهَ يَبْعَثُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مُلَبِّيًا “Ona koku sürmeyin ve kafasını örtmeyin. Zira Allah onu Kıyamet günü ‘lebbeyk’ diyerek diriltecektir.”[8]
Bir başka örnek de, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in kedinin temiz olması hakkındaki şu sözüdür: إِنَّمَا هِيَ مِنَ الطَّوَّافِينَ عَلَيْكُمْ وَالطَّوَّافَاتِ “Çünkü onlar sizin etrafınızda gezinip dolaşanlardandırlar.”[9]
Bir başka örnek de, Rasul SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözüdür: لا تَشْتَرُوا السَّمَكَ فِي الْمَاءِ فَإِنَّهُ غَرَرٌ “Sudaki balığı satmayın. Çünkü o yanıltır.”[10]
- ب –“Bâ”, harfine örnek Allah’u Teâlâ’nın şu sözüdür: فَبِمَا رَحْمَةٍ مِنْ اللَّهِ لِنْتَ لَهُمْ “O vakit Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın.”[11] ب–“Bâ”, harfi, başına geldiği hususu, Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e nisbet edilen “yumuşak davranmanın” illeti yaptı.
Bir başka örnek de Allah’u Teâlâ’nın şu sözüdür: جَزَاءً بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ “Yaptıklarına karşılık olarak.”[12]
İşte bunlar, illetlendirme hakkında açık sîgalardır. Ancak sîganın illetlendirme ifade etmesi, sadece hakkında şu üç husus gerçekleştiğinde olur:
1- Harfin bizzat kendisinin dilde illetlendirme için konulmuş olması.
2- Başına geldiği hususun sıfat olması.
3- Bu sıfatın hüküm için uygun olması. Hükmün ona uymasına binaen olması.
Vasfın münasib olmasının manası; dilin konuluşundan dışarı çıkmamakla birlikte, onun uyumuna binaen hükme varmaktan dolayı o hükmün konuluş maksadı olmaya elverişli olanın meydana gelmesini gerektiren bir istikrarlı, açık vasıf olmasıdır.
Bu üç husus bir arada toplanırsa, sîga illetlendirmeyi ifade eder ve hakkında nâss gelen hükmü bu durumda illetlendirmek vacib olur. Bu üç husus bir arada toplanmadığında sîga, illetlendirme için olmaz. Buna göre Allah’u Teâlâ’nın şu sözlerindeki ل –Lâm, illetlendirme için değildir. لِيَشْهَدُوا مَنَافِعَ لَهُمْ “...Kendilerine ait bir takım yararları yakinen görmeleri için.”[13] لِيَكُونَ لَهُمْ عَدُوًّا وَحَزَنًا “O, kendileri için bir düşman ve tasa olsun diye.”[14] Bu ayetlerdeki ل –Lâm, harfi illetlendirme için değildir, bilakis akibeti bildirmek içindir. Çünkü bu harf ne kadar dilde illetlendirme için konulmuş olsa da, onun uyumuna binaen hükme varmaktan hükmün konuluşuna maksat olmaya elverişli olanın meydana gelmesi gerekmemektedir. Çünkü hacc, bir takım yararları görmek için konulmadı. Firavun ve karısı, Musa’yı kendilerine düşman olsun diye almadılar.
Bir başka örnek de Allah’u Teâlâ’nın şu sözleridir: ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ شَاقُّوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ “(Bu söylenenler), onların Allah’a ve Rasul’üne karşı gelmelerinden ötürüdür.”[15] إِنَّمَا يُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَنْ يُوقِعَ بَيْنَكُمْ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَاءَ فِي الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِ “Şeytan; içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak ... ister.”[16] Bu sözlerdeki ب –Bâ ve إن –İnne, harfleri, illetlendirmek için değildirler. Çünkü her ne kadar bu harfler dilde illetlendirmek için konulmuş olsalar da, uygun bir vasfın başına gelmemişlerdir. Dolayısıyla onların bu ayetlerde illetlendirme için olmaları söz konusu olmaz.
II- Kendisine delilin delâlet ettiği illete gelince:
Bu, “tenbih” ve “imâ” diye isimlendirilip iki kısma ayrılır:
1- Hükmün, kendisine ait bir mefhumu muvafaka ve mefhumu muhalefetinin olması bakımından anlaşılır bir vasfa baskın olmasıdır. Bu durumda vasıf, illet sayılır ve hükmün kendisi ile illetlendirilir.
Buna örnek Allah’u Teâlâ’nın şu sözüdür: إِنَّمَا الصَّدَقَاتُ لِلْفُقَرَاءِ وَالْمَسَاكِينِ وَالْعَامِلِينَ عَلَيْهَا وَالْمُؤَلَّفَةِ قُلُوبُهُمْ “Sadakalar (zekâtlar) Allah’tan bir farz olarak ancak yoksullara, düşkünlere, zekât toplayan memurlara, kalpleri (İslâm’a) ısındırılacak olanlara,... mahsustur.”[17] “Kalpleri ısındırılacak olanlar” zekât vermekle kalpleri ısındırılan Müslüman şahıslardır. Bu tabir bir isim değildir, sadece zekât verme hükmü için uygun bir vasıftır. Böylece onlara zekât vermenin illeti, “kalplerini ısındırmak” olmaktadır. Bunun gibi yoksullar, düşkünler, zekât toplayan memurlar da aynıdır. Zira zekât vermenin illeti, yoksul olmaları, düşkün olmaları ve zekât memuru olmalarıdır, yani bu vasıflar ile vasıflanmış olmalarıdır.
Bir başka örnek Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözüdür: الْقَاتِلُ شيئا و لا يَرِثُ “Katil bir şeye varis olamaz.”[18] “Katil” kelimesi, anlaşılır bir vasıftır. Zira varis olmamanın illeti olduğuna delâlet etmektedir. Yani varis yapılmamasının illetinin “katil olması” olduğuna delâlet etmektedir.
Başka bir örnek Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözüdür: لا ضمان على مؤتمن “Emanet edilene tazmin etmek yoktur.”[19] Tazmin etmenin illeti, emanet edilen olmasıdır. Çünkü “emanet edilen” lafzı, tazmin etmeme hükmüne uygun bir vasıftır. Dolayısıyla illettir.
Bir başka örnek de Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözüdür: لا يَرِثُ الْمُسْلِمُ الْكَافِرَ ولا الْكَافِرُ الْمُسْلِمَ “Müslüman kâfire, kâfir de Müslüman’a varis olmaz.”[20] Bu delâlet ediyor ki, onun varis yapılmamasının illeti, kâfir olmasıdır.
Bir başka örnek de Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözüdür: مَنْ أَسْلَفَ فَلْيُسْلِفْ فِي كَيْلٍ مَعْلُومٍ وَوَزْنٍ مَعْلُومٍ إِلَى أَجَلٍ مَعْلُومٍ “Ödünç veren, belirli bir zamana kadar belirli bir ölçü ve tartıda ödünç versin.”[21] Ödünç vermenin caiz oluşu hakkındaki illet, onun ölçülen ve tartılan olmasıdır. Çünkü ödünç vermenin caiz oluşu hükmüne uygun bir vasıftır. Böylece onun, belirli ölçüde ve belirli tartıda olması illetidir. Vb.
2- İlletlendirmenin, konuluş bakımından lafzın delâlet edileninden dolayı gerekli olmasıdır, lafzın konuluşu ile illetlendirmeye delâlet eden olması değil. Bu beş çeşittir:
a- Hükmün, sebeb olma ve takip etme ف –Fâ’sı ile vasfa dayandırılmasıdır. Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem‘in şu sözlerinde olduğu gibi: إِذَا بَايَعْتَ فَقُلْ لا خِلابَةَ “Satış yaptığında, cezb edici olmayan şekilde söyle.”[22] “Cezb edici söz” hilekârlıktır. مَنْ أَحْيَا أَرْضًا مَيْتَةً فَهِيَ لَهُ “Kim ölü bir araziyi ihya ederse, o onundur.”[23] ملكت نفسك فاختاري “Nefsinin sahibisin. O halde seçimini yap.”[24]
فا –Fâ, harfi; hükmün kendisinden çıktığı herhangi bir cümlede vasfın başına geldiğinde, illetlendirme ifade eder, ister hükmün başına gelsin, ister vasfın başına gelsin, fark etmez. Zira فا –Fâ, harfı bunun gibi şekillerde sebeb olmak için konulmuştur. Dolayısıyla illetle ilgili durumu ifade eder.
فا –Fâ, harfinin, lügatte mutlak birleştirme manasına geçmesi, “erteleme” ve “mühlet” kast edildiğinde ثم –Sümme, manasında geçmesine gelince, bu, yukarıdaki örneklerde zahir değildir. Ayrıca “sebeb olma” ve “takip etme” işlevine engel olan bir karinenin varlığı halinde bulunmaktadır. Bunun için bunlarda asıl olan, illetlendirme ifade etmesidir. Birleştirme ve erteleme işlevi, asıl olanın karşıtıdır. Zira فا –Fâ, harfi, lügatte tertip ve takip için konulmuştur. Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözünde olduğu gibi: مَنْ حَاطَ حَائِطًا عَلَى أَرْضٍ فَهِيَ لَهُ “Kim işletilmeyen boş bir araziye duvar çekerse, o onundur.”[25] Bu sözdeki ف –Fâ, harfi, illetle ilgili durumun çıkartılmasına delâlet etmektedir. Çünkü burada ف –Fâ, harfi, takip içindir. O zaman hükmün kendisinden çıkartıldığı hususun ardından geleni tespit etmesi gerekir. Dolayısıyla onun hükme sebep olması gerekir. Zira ف –Fâ, harfi, tertip ve takip için konulmasında, sebep oluşu ifade eder. Dolayısıyla illetle ilgili durumu ifade eder. Buna görhttp://www.rasidihilafet.org/kitaplar/Islam_Sahsiyeti_Cilt_3/046.htme bu harf bundan başkasında kullanıldığında, asıl olandan başkasında kullanılmış olur.
İlletin ancak vahyin getirmiş olduklarından alınması caizdir. Yani sadece Kitap, Sünnet ve sahabelerin icmâsından alınması caizdir. Çünkü Kitap, lafız ve mana olarak vahiyle gelmiştir. Sünnet, mana olarak vahiyle gelmiştir. Sahabelerin icmâsı da bir delili keşfeder, yani Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den söylediği ya da yaptığı ya da hakkında sükût ettiği bir hususu keşfeder, dolayısıyla o da vahiyle gelenden sayılır. İllet bu üçünden birisinde geçtiğinde Şer’î illettir. Bunlardan birisinde geçmezse Şer’î illet sayılmaz, Şeriata göre bir değeri de yoktur.
Kitap ve Sünnetten Şer’î nâssların kapsamlı incelenmesinden açığa çıkıyor ki; Şer’î nâsslar illete ya açıkça, ya delalet olarak, ya istinbat yoluyla, ya da kıyas yoluyla delâlet etmektedirler. Şer’î illete, Şeriatta yani yani Şer’î nâsslar olarak itibar edilen nâsslarda, bu dört durumun dışında herhangi başka bir delâlet yoktur.
Şer’î nâss; illete, ya nâssta açıkça delâlet eder, yani nâssın lafızları veya terkibi ve tertibi illete delâlet eder, ya da illet bir tek nâsstan istinbat yoluyla elde edilir veya bir şeyin illet oluşu –toplamlarından değil- belirli delâlet edilenlerinden anlaşılan belirli çeşitli nâsslardan istinbat yoluyla çıkartılır. Ya da Şeriatın, kendisinden dolayı illet olarak itibar etmesine sebep olan hususu kapsamasından dolayı, nâss ve sahabelerin icmâsında geçmeyen illeti, Kitap veya Sünnet ile yani nâss ile ve sahabelerin icmâsı ile gelmiş olan başka bir illete kıyas ederek illet elde edilir. Yani nâssın getirmediği bu illet, Şeriat koyucunun illet oluşuna sevk eden olarak itibar ettiği şeyin kendisini içermektedir. Yani ondaki illetlik yönü, nâssın getirmiş olduğu illetteki illetlik yönünün aynısıdır.
I- Nâssın kendisine açıkça delâlet ettiği illete gelince:
O, nâssın mantukundan ya da mefhumundan anlaşılan illettir. Bu Kitaptan veya Sünnetten bir delilin delil getirmeye ve bakmaya/düşünmeye ihtiyaç duymaksızın dilde kendisi için konulan bir lafızla belirli bir vasıfla illetlendirilmeye delâlet etmesidir. Bu iki kısımdır:
1- İçerisindeki vasfın, hükmün illeti oluşunun açık olduğu husustur. Buna örnek Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözüdür: إِنَّمَا جُعِلَ الِاسْتِئْذَانُ مِنْ أَجْلِ الْبَصَرِ “İzin istemek bakıştan dolayı konuldu.”[1] Yani başkasının evine girerken bakışın, kendisine bakılması haram olana düşmemesi için izin istemek hükmü konuldu.
Başka bir örnek de Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözüdür: إِنَّمَا نَهَيْتُكُمْ مِنْ أَجْلِ الدَّافَّةِ الَّتِي دَفَّتْ فَكُلُوا وَادَّخِرُوا وَتَصَدَّقُوا “Ben size onu sırf (dışarıdan Medine’ye) gelen yoksul kafileden ötürü yasaklamıştım. Artık yiyin, saklayın, tasadduk edin.”[2]
Hadiste geçen الدافة –“Dâffe”, kıtlık senesinde yiyecek toplamak için yavaş yavaş giden bir topluluktur. Bu lafız, الدفيف kelimesinden alınmıştır. O da, الدبيب –Debîb “sürüngen” demektir. Hadisten kast edilen, gezgin kafile ya da düşmanına doğru yavaş yavaş hareket eden ordudur.
Bir başka örnek de, Allah’u Teâlâ’nın şu sözüdür: مِنْ أَجْلِ ذَلِكَ كَتَبْنَا عَلَى بَنِي إِسْرَائِيلَ “İşte bu yüzdendir ki İsrailoğullarına şöyle yazmıştık:”[3]
2- İçerisinde ل –Lâm, كي –Key, إن –İn, ب –Bâ, gibi illet harflerinden bir harfin geçtiği husustur.
- ل –“Lâm”, harfine örnek Allah’u Teâlâ’nın şu sözüdür: لئلا يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَى اللَّهِ حُجَّةٌ بَعْدَ الرُّسُلِ “Ki insanların Rasullerden sonra Allah’a karşı bir bahaneleri olmasın...”[4] “Bir hüccet/bahane olmaması”, başına ل –Lâm, gelmiş bir vasıftır. Dolayısıyla bu, onun Rasullerin gönderilişinin illeti olduğuna delâlet etmektedir. Çünkü vasıf, kendisi ile illetlendirilendir, isim değil. Bu da dil ehlinin ل –Lâm’ın illetlendirme için olduğunu açıklamalarından ve onların lafızlar hakkındaki sözlerinin de hüccet oluşundan dolayıdır. Onun için başına ل –Lâm gelen vasıfla illetlendirme Şer’î illet olmaktadır.
- كي –“Key”, harfine örnek Allah’u Teâlâ’nın şu sözüdür: كَيْ لاَ يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الآغْنِيَاءِ مِنْكُمْ “Mallar sadece içinizde zenginler arasında dolaşan bir devlet olmasın.”[5] Yani “devlet” zenginler arasında kalmasın, bilakis başkalarına da geçsin diye. Yani fey’den ensara verilmeden muhacirlere verilmesindeki illet, zenginliğin sadece onlar arasında dolaşmamasıdır.
Bir başka örnek de Allah’u Teâlâ’nın şu sözüdür: لِكَيْ لا يَكُونَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ حَرَجٌ فِي أَزْوَاجِ أَدْعِيَائِهِمْ “Ki evlatlıkları, karılarıyla ilişiklerini kestiklerinde (o kadınlarla evlenmek isterlerse) mü’minlere bir güçlük olmasın.”[6] Yani Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in Zeyd’in boşanmış eşiyle evlendirilmesinin illeti, evlatlıklarının boşanmış eşleriyle evlenmekte mü’minlerin sıkıntı çekmemesidir.
- إن –“İn”, harfine örnek ise, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in Uhud’da şehit olanlar hakkında söylediği şu sözüdür: زَمِّلُوهُمْ بِدِمَائِهِمْ فَإِنَّهُ لَيْسَ يَدْمَى لَوْنُهُ لَوْنُ الدَّمِ وَرِيحُهُ رِيحُ الْمِسْكِ فِي اللَّهِ إِلَّا يَأْتِي يَوْمَ الْقِيَامَةِ كَلْمٌ يُكْلَمُ “Onları kanları ile gömün. Zira Allah yolunda yaralanan bir kimse Kıyamet Günü, rengi kan rengi, kokusu misk kokusu olan kan şah damarlarından akarken haşrolunacaktır.”[7] Böylece şehidin yıkanmamsının illeti, Kıyamet Günü yaralarından kan akarak haşr olunacak olmalarıdır.
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Ve Selem bir ihramlı hakkında ona giysisini kıyas ederek şöyle dedi: وَلَا تُمِسُّوهُ طِيبًا وَلَا تُخَمِّرُوا رَأْسَهُ فَإِنَّ اللَّهَ يَبْعَثُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مُلَبِّيًا “Ona koku sürmeyin ve kafasını örtmeyin. Zira Allah onu Kıyamet günü ‘lebbeyk’ diyerek diriltecektir.”[8]
Bir başka örnek de, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in kedinin temiz olması hakkındaki şu sözüdür: إِنَّمَا هِيَ مِنَ الطَّوَّافِينَ عَلَيْكُمْ وَالطَّوَّافَاتِ “Çünkü onlar sizin etrafınızda gezinip dolaşanlardandırlar.”[9]
Bir başka örnek de, Rasul SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözüdür: لا تَشْتَرُوا السَّمَكَ فِي الْمَاءِ فَإِنَّهُ غَرَرٌ “Sudaki balığı satmayın. Çünkü o yanıltır.”[10]
- ب –“Bâ”, harfine örnek Allah’u Teâlâ’nın şu sözüdür: فَبِمَا رَحْمَةٍ مِنْ اللَّهِ لِنْتَ لَهُمْ “O vakit Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın.”[11] ب–“Bâ”, harfi, başına geldiği hususu, Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e nisbet edilen “yumuşak davranmanın” illeti yaptı.
Bir başka örnek de Allah’u Teâlâ’nın şu sözüdür: جَزَاءً بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ “Yaptıklarına karşılık olarak.”[12]
İşte bunlar, illetlendirme hakkında açık sîgalardır. Ancak sîganın illetlendirme ifade etmesi, sadece hakkında şu üç husus gerçekleştiğinde olur:
1- Harfin bizzat kendisinin dilde illetlendirme için konulmuş olması.
2- Başına geldiği hususun sıfat olması.
3- Bu sıfatın hüküm için uygun olması. Hükmün ona uymasına binaen olması.
Vasfın münasib olmasının manası; dilin konuluşundan dışarı çıkmamakla birlikte, onun uyumuna binaen hükme varmaktan dolayı o hükmün konuluş maksadı olmaya elverişli olanın meydana gelmesini gerektiren bir istikrarlı, açık vasıf olmasıdır.
Bu üç husus bir arada toplanırsa, sîga illetlendirmeyi ifade eder ve hakkında nâss gelen hükmü bu durumda illetlendirmek vacib olur. Bu üç husus bir arada toplanmadığında sîga, illetlendirme için olmaz. Buna göre Allah’u Teâlâ’nın şu sözlerindeki ل –Lâm, illetlendirme için değildir. لِيَشْهَدُوا مَنَافِعَ لَهُمْ “...Kendilerine ait bir takım yararları yakinen görmeleri için.”[13] لِيَكُونَ لَهُمْ عَدُوًّا وَحَزَنًا “O, kendileri için bir düşman ve tasa olsun diye.”[14] Bu ayetlerdeki ل –Lâm, harfi illetlendirme için değildir, bilakis akibeti bildirmek içindir. Çünkü bu harf ne kadar dilde illetlendirme için konulmuş olsa da, onun uyumuna binaen hükme varmaktan hükmün konuluşuna maksat olmaya elverişli olanın meydana gelmesi gerekmemektedir. Çünkü hacc, bir takım yararları görmek için konulmadı. Firavun ve karısı, Musa’yı kendilerine düşman olsun diye almadılar.
Bir başka örnek de Allah’u Teâlâ’nın şu sözleridir: ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ شَاقُّوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ “(Bu söylenenler), onların Allah’a ve Rasul’üne karşı gelmelerinden ötürüdür.”[15] إِنَّمَا يُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَنْ يُوقِعَ بَيْنَكُمْ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَاءَ فِي الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِ “Şeytan; içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak ... ister.”[16] Bu sözlerdeki ب –Bâ ve إن –İnne, harfleri, illetlendirmek için değildirler. Çünkü her ne kadar bu harfler dilde illetlendirmek için konulmuş olsalar da, uygun bir vasfın başına gelmemişlerdir. Dolayısıyla onların bu ayetlerde illetlendirme için olmaları söz konusu olmaz.
II- Kendisine delilin delâlet ettiği illete gelince:
Bu, “tenbih” ve “imâ” diye isimlendirilip iki kısma ayrılır:
1- Hükmün, kendisine ait bir mefhumu muvafaka ve mefhumu muhalefetinin olması bakımından anlaşılır bir vasfa baskın olmasıdır. Bu durumda vasıf, illet sayılır ve hükmün kendisi ile illetlendirilir.
Buna örnek Allah’u Teâlâ’nın şu sözüdür: إِنَّمَا الصَّدَقَاتُ لِلْفُقَرَاءِ وَالْمَسَاكِينِ وَالْعَامِلِينَ عَلَيْهَا وَالْمُؤَلَّفَةِ قُلُوبُهُمْ “Sadakalar (zekâtlar) Allah’tan bir farz olarak ancak yoksullara, düşkünlere, zekât toplayan memurlara, kalpleri (İslâm’a) ısındırılacak olanlara,... mahsustur.”[17] “Kalpleri ısındırılacak olanlar” zekât vermekle kalpleri ısındırılan Müslüman şahıslardır. Bu tabir bir isim değildir, sadece zekât verme hükmü için uygun bir vasıftır. Böylece onlara zekât vermenin illeti, “kalplerini ısındırmak” olmaktadır. Bunun gibi yoksullar, düşkünler, zekât toplayan memurlar da aynıdır. Zira zekât vermenin illeti, yoksul olmaları, düşkün olmaları ve zekât memuru olmalarıdır, yani bu vasıflar ile vasıflanmış olmalarıdır.
Bir başka örnek Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözüdür: الْقَاتِلُ شيئا و لا يَرِثُ “Katil bir şeye varis olamaz.”[18] “Katil” kelimesi, anlaşılır bir vasıftır. Zira varis olmamanın illeti olduğuna delâlet etmektedir. Yani varis yapılmamasının illetinin “katil olması” olduğuna delâlet etmektedir.
Başka bir örnek Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözüdür: لا ضمان على مؤتمن “Emanet edilene tazmin etmek yoktur.”[19] Tazmin etmenin illeti, emanet edilen olmasıdır. Çünkü “emanet edilen” lafzı, tazmin etmeme hükmüne uygun bir vasıftır. Dolayısıyla illettir.
Bir başka örnek de Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözüdür: لا يَرِثُ الْمُسْلِمُ الْكَافِرَ ولا الْكَافِرُ الْمُسْلِمَ “Müslüman kâfire, kâfir de Müslüman’a varis olmaz.”[20] Bu delâlet ediyor ki, onun varis yapılmamasının illeti, kâfir olmasıdır.
Bir başka örnek de Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözüdür: مَنْ أَسْلَفَ فَلْيُسْلِفْ فِي كَيْلٍ مَعْلُومٍ وَوَزْنٍ مَعْلُومٍ إِلَى أَجَلٍ مَعْلُومٍ “Ödünç veren, belirli bir zamana kadar belirli bir ölçü ve tartıda ödünç versin.”[21] Ödünç vermenin caiz oluşu hakkındaki illet, onun ölçülen ve tartılan olmasıdır. Çünkü ödünç vermenin caiz oluşu hükmüne uygun bir vasıftır. Böylece onun, belirli ölçüde ve belirli tartıda olması illetidir. Vb.
2- İlletlendirmenin, konuluş bakımından lafzın delâlet edileninden dolayı gerekli olmasıdır, lafzın konuluşu ile illetlendirmeye delâlet eden olması değil. Bu beş çeşittir:
a- Hükmün, sebeb olma ve takip etme ف –Fâ’sı ile vasfa dayandırılmasıdır. Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem‘in şu sözlerinde olduğu gibi: إِذَا بَايَعْتَ فَقُلْ لا خِلابَةَ “Satış yaptığında, cezb edici olmayan şekilde söyle.”[22] “Cezb edici söz” hilekârlıktır. مَنْ أَحْيَا أَرْضًا مَيْتَةً فَهِيَ لَهُ “Kim ölü bir araziyi ihya ederse, o onundur.”[23] ملكت نفسك فاختاري “Nefsinin sahibisin. O halde seçimini yap.”[24]
فا –Fâ, harfi; hükmün kendisinden çıktığı herhangi bir cümlede vasfın başına geldiğinde, illetlendirme ifade eder, ister hükmün başına gelsin, ister vasfın başına gelsin, fark etmez. Zira فا –Fâ, harfı bunun gibi şekillerde sebeb olmak için konulmuştur. Dolayısıyla illetle ilgili durumu ifade eder.
فا –Fâ, harfinin, lügatte mutlak birleştirme manasına geçmesi, “erteleme” ve “mühlet” kast edildiğinde ثم –Sümme, manasında geçmesine gelince, bu, yukarıdaki örneklerde zahir değildir. Ayrıca “sebeb olma” ve “takip etme” işlevine engel olan bir karinenin varlığı halinde bulunmaktadır. Bunun için bunlarda asıl olan, illetlendirme ifade etmesidir. Birleştirme ve erteleme işlevi, asıl olanın karşıtıdır. Zira فا –Fâ, harfi, lügatte tertip ve takip için konulmuştur. Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözünde olduğu gibi: مَنْ حَاطَ حَائِطًا عَلَى أَرْضٍ فَهِيَ لَهُ “Kim işletilmeyen boş bir araziye duvar çekerse, o onundur.”[25] Bu sözdeki ف –Fâ, harfi, illetle ilgili durumun çıkartılmasına delâlet etmektedir. Çünkü burada ف –Fâ, harfi, takip içindir. O zaman hükmün kendisinden çıkartıldığı hususun ardından geleni tespit etmesi gerekir. Dolayısıyla onun hükme sebep olması gerekir. Zira ف –Fâ, harfi, tertip ve takip için konulmasında, sebep oluşu ifade eder. Dolayısıyla illetle ilgili durumu ifade eder. Buna görhttp://www.rasidihilafet.org/kitaplar/Islam_Sahsiyeti_Cilt_3/046.htme bu harf bundan başkasında kullanıldığında, asıl olandan başkasında kullanılmış olur.