HUSEYIN SASMAZ
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 11 Eyl 2009
- Mesajlar
- 1,204
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 61
İLLET
İllet, hükmün kendisinden dolayı var olduğu şeydir. Ya da başka bir ifade ile illet; hükme sevk eden husustur. Yani hükmün yapılmasına ve ortaya çıkartılmasına değil. Hükmün teşri’ine sevk edendir. Buradan anlaşılıyor ki; illetin, uygun bir vasıf yani anlaşılır bir vasıf olması kaçınılmadır. Bu şu demektir: O vasıf, hükmün konulmasında Şeriat koyucuya ait maksat olmaya uygun bir manayı kapsar olması kaçınılmazdır. İllet, uygun bir vasıf olmasaydı, yani Şeriat koyucunun hükmün konulmasındaki maksadı olmaya uygun bir manayı kapsamasaydı da sadece bir işaret olsaydı, o vasıfla illetlendirmek imkânsız olurdu. Çünkü o zaman o, hükme bir emare yani bir işaret olurdu. Dolayısıyla hükmün bilinmesi dışında onda bir fayda yoktur. Asıl hakkındaki hüküm, hitapla bilinmiştir, hitaptan çıkartılmış illet ile değil. Onun için illetin; “hükmü belirleyen” olarak tarif edilmesi hatadır. Çünkü bu, illetin sadece emare olması demektir. Hâlbuki illetin vakıası, onun emare olmadığıdır. Bilakis o, hükmün konulmasına sevk edendir.
İllet, her ne kadar hükmün delili olsa da, onunla hitabın delil olması arasında fark vardır. Zira hitap; hükme delildir, hükme alâmettir ve onu belirleyendir. İllet de, hükme delildir, ona alâmettir ve onu belirleyendir. Fakat illet, bunun yanısıra hükme sevk eden husustur. Zira illet, hükmün kendisinden dolayı konulduğu husustur. Dolayısıyla illette, belirleme yanısıra “illiyet” de vardır. Yani hükmün kendisinden dolayı konulduğu şeye delâlet de vardır, onun için illet, nâssın akledilenidir. Nâss illeti kapsamıyorsa, onun mantuku vardır, mefhumu vardır fakat ma’kulu yoktur. Dolayısıyla nâssa, başkası kesinlikle ilhak olunmaz. Fakat nâss, içindeki hükümle anlaşılır bir vasfı birleştirerek bir illeti kapsıyorsa, o zaman onun mantuku olur, mefhumu olur, ma’kulu olur. Dolayısıyla ona başkası ilhak edilir.
Böylece illetin varlığı; nâssı, olaylardan başka fertleri ve başka çeşitleri kapsar kılar. Bunu da mantuku ve mefhumu ile değil de, olayların nâssta geçenle birlikte illette ortak oluşlarından dolayı ilhak yoluyla yapar. Buna göre illette, hükme delaletine ilaveten yeni bir şey vardır. O da bu hükmün konulmasına sevk eden husustur. Dolayısıyla illetin, “hükmü belirleyen” olarak tarifi doğru değildir. Çünkü bu tarif, illetin mahiyetine delâleti tam ifade etmiyor. Bunun için illet, “hükme sevk eden” olarak tarif edildi. Bu tariften, onun hükmü belirleyen olduğu da anlaşılır.
Ayrıca illet, hükmün delili hakkında gelebilir. Zira hükme delâlet eden hitap, hitabın içerdiği illete de delâlet etmiş olabilir. Allah’u Teâla’nın şu sözünde olduğu gibi: مَا أَفَاءَ اللَّهُ عَلَى رَسُولِهِ مِنْ أَهْلِ الْقُرَى فَلِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ وَلِذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَابْنِ السَّبِيلِ كَيْ لاَ يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الآغْنِيَاءِ مِنْكُمْ “Allah’ın (fethedilen) ülkeler halkından Rasulü’ne verdiği fey’ (silah kullanmadan elde edilen ganimet) Allah, Rasul, yakınları, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. Böylece o mallar, içinizde yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet olmasın diye.”[1] Sonra da şu sözü geliyor: لِلْفُقَرَاءِ الْمُهَاجِرِينَ “...fakir muhacirler içindir.”[2] Böylece ayet, fey’in fakir muhacirlere verilmesi hükmüne delâlet etti. Onun için Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem hakkında bu ayetin indiği o fey’i –ki o, Nadiroğulları fey’i idi- fakir olan iki adam dışında Ensar’a vermeksizin sadece muhacirlere verdi. Aynı şekilde ayette geçen illete delâlet etti. O da Allah’u Teâla’nın şu sözüdür: كَيْ لاَ يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الآغْنِيَاءِ مِنْكُمْ “Mallar sadece içinizde zenginler arasında dolaşan bir devlet olmasın.”[3] Yani, devlet/mal ve imkânın sadece zenginler arasında kalmasın, bilakis başkalarına da geçsin diye, demektir. Böylece bu illet de, hükmün konuluşuna sevk eden olarak hükme delâlet etmektedir.
Şu da bir başka örnektir: Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den taze hurmanın kuru hurma ile satışının caiz oluşu hakkında kendisine sorulduğunda şöyle dediği rivayet edildi: أَيَنْقُصُ إِذَا يَبِسَ قَالُوا نَعَمْ فَنَقال النبي فلا إذن هل “Taze hurma, kuruduğunda noksanlaşıyor mu?” Dediler ki; “Evet.” Bunun üzerine Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem dedi ki; “O halde hayır.”[4] Hadis, taze hurmanın kuru hurma ile takasının caiz olmadığı hükmüne delâlet etmektedir. Aynı şekilde hadiste geçen, taze hurmanın kuruduğunda noksanlaşıyor olması illeti de, hükmün konuluşuna sevk eden olarak hükme delâlet etmektedir.
Bu iki örnekte illet, hükmün delili içinde gelmiştir.
İllete delâlet eden delil olabilir, sözü ile kast edilen, delaletin illette olmasıdır. Böylece hükmün konulmasına sevk eden olarak illet, hükme delâlet etmiş olmaktadır.
Mesela; gasp hükmü, gasp edilen malın kendisinin geri verilmesidir. Bu Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözünün genelliğinden alınmıştır: عَلَى الْيَدِ مَا أَخَذَتْ حَتَّى تُؤَدِّيَ “Ele, aldığını geri vermesi borçtur.”[5] Bu söz, ödünç alma ile, kiralama ile ve gasp ile başkasının malından elinin aldığını mal sahibine geri vermesinin insana farz olduğuna dair bir delildir. Fakat gasp olunan mal telef olduğunda gasp edenin o malın benzerini ya da değerini mal sahibine vermesi vacibtir. Bunun delili de Enes’ten rivayet edilen şu hadistir: “Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in eşlerinden bazısı Nebi’ye bir tabakta yemek hediye etti. Aişe tabağa eliyle vurup içinde olanı yere fırlattı. Bunun üzerine Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle dedi: طعام بطعام وإناء بإناء “Yemeğe yemek, tabağa tabak”[6] İbn Ebu Hâtim rivayetinde ise Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle dedi: مَنْ كَسَرَ شَيْئًا فهو له فَعَلَيْهِ مِثْلُهُ “Kim bir şey kırarsa, o onundur, benzerini sahibine vermesi de üzerine zorunludur.”[7] Bu söz, telef olanın ve bundan dolayı da gasp edilen malın telef olmasının hükmünün delilidir. Telef, telef olanın değerinin ya da benzerinin sahibine verilmesinin illetidir. Böylece yukarıdaki hadis, illete de delil olmaktadır.
Ayrıca ferdin malı saygındır. Kişinin onayı olmadıkça malı alınmaz. Bu da Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözünün genelliğinden dolayıdır: لا يَحِلُّ مَالُ امْرِئٍ إِلا بِطِيبِ نَفْسٍ مِنْهُ “Rızası olmadan Müslüman bir kişinin malı helâl olmaz.”[8] Fakat o malın yasaklanması zarara yol açarsa ondan zorla alınır. Bu İbn Abbas’dan rivayet edilen şu hadisten dolayıdır: Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle dedi: لا ضَرَرَ وَلا ضِرَارَ وَلِلرَّجُلِ أَنْ يَجْعَلَ خَشَبَةً فِي حَائِطِ جَارِهِ “Ne zarar vermek ne de zarara maruz kalmak vardır. Bir kişinin evinin duvarına odun koyması hakkı vardır.”[9] Ebu Hureyre’den de Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şöyle dediği rivayet edildi: لا يَمْنَعْ جَارٌ جَارَهُ أَنْ يَغْرِزَ خَشَبَهُ فِي جِدَارِهِ “Komşu, komşusunun duvarına kazık çakmasına mani olmaz.”[10] Bu iki hadis, komşunun komşusunun duvarına kazık çakmasına mani olmasının helâl olmadığına, engel olduğunda hakimin onu zorlayacağına delâlet etmektedir. Hâlbuki duvar, şahsın mülküdür, komşusunu engelleme hakkı vardır. Fakat komşunun kazık çakmasına engel olursa, ona zarar vermiş olur. Dolayısıyla zararın ortadan kaldırılması için, komşusuna izin vermesine zorlanır. Burada illet, zarar vermektir. Bu zararın engellenmesine dair ve zararın, mülk sahibinin mülkünden taviz vermeye zorlanması için illet olduğuna dair delildir. Böylelikle illete de delil olmaktadır.
Birinci örnekteki “telef” ve ikinci örnekteki “zarar”, her ikisi de, her birine delâlet eden delilin geldiği Şer’î illetlerdir.
Buna binaen illetin delilinin, hükmün delili olması şart değildir. Bilakis illetin delili, hükmün delili olabilir ve kendisindeki maksadın illete delâlet olduğu delil olabilir.
İlletin bilinmesi; illet nâssla sabit olduğundan dolayı, hükme bağlı değildir. Dolayısıyla hükme bağlı değildir fakat delilin varlığına bağlıdır. Hüküm tek başına, hakkında delil gelmiş olsa da, illete delâlet etmez. Çünkü illet hüküm değildir ve hüküm, illete delil olmaya uygun değildir. Bundan dolayı iki işlev arasındaki sırf benzerlikten dolayı bir hüküm bir hükme kıyas edilmez. Bilakis Şer’î delilin kendisine delâlet etmiş olduğu bir illetin olması kaçınılmazdır.
Buna binaen hüküm ve illet, farklı iki şeylerdir. O ikisinden her birisi de Kitap veya Sünnet veya sahabenin icmâsından kendisine delâlet eden bir delile ihtiyaç duyar. Dolayısıyla delilin hükme delâleti, illetin varlığına delâlet etmeye yeterli değildir. Bilakis illete delâlet eden bir delilin olması kaçınılmazdır. Bu ister illete delâlet eden özel bir nâss ile hükmün delilinin kendisi olsun, ister ise kendisiyle maksadın illete delâlet olduğu bir delil olsun fark etmez. Fakat illetin kendisi hükme delil olur, başka bir delile ihtiyaç duymaz. Çünkü illetin kendisi delildir. Zira illet, nâssın anlaşılanıdır. Böylece o, nâssın mantuku ve mefhumu gibi olur. Bundan dolayı illetin “hükme sevk eden” şeklinde tarifi, onunla ilgili tarifin en dakiğidir.
İlletin tarifi, “hükmün kendisinden dolayı var olduğu şeydir” şeklinde olunca; illet ile sebep arasında bir benzerlik oluşmaktadır. İllet ile menat arasında da bir benzerlik oluşmaktadır. Onun için illet ile sebep arasındaki farkın ve illet ile menat arasındaki farkın açıklanması kaçınılmazdır.
İllet İle Sebep Arasındaki Fark:
* Sebep; varlığı, var olmayı yokluğu da yokluğu/bulunmamayı gerektiren husustur. O, hükmün teşri’ine/konulmasına sevk eden değildir. Zira sebep, hükmün vakıada var olması ile alakalıdır, vakıanın çözümü için hükmün konulması ile alakalı değildir. Ramazan ayına şahit olmanın, ona şahit olan üzerine orucun vacib olması için “sebep” olması gibi. Dolayısıyla sebep, vacib olmanın varlığına delâlet etmektedir, vacib olana sevk edene yani vacib olmanın sebebine delâlet etmemektedir. Vacib olmanın varlığı, vacib olmanın sebebinden başka bir şeydir.
İllet böyle değildir. Zira illet, hükmün kendisinden dolayı var olduğu yani konulduğu şeydir. Yani illet, hükmün konulmasına sevk edendir. O, hükmün konulmasıyla alakalıdır, hükmün bilfiil varlığı ile alakalı değildir. İllet, hükmün var oluş sebebi değil, vacib oluş sebebidir.
* Sebep, hükmün varlığından önce gelir. Zira sebep var olduğunda, vacib olarak konulmuş hüküm de var olur. Sebebin var olmasından önce, konulan hüküm mükellef üzerinde vacib olarak durur. Fakat bu vacib oluşun var olması, sebebin var olmasına bağlıdır.
İllet böyle değildir. Zira illet, hükmün konuluşu ile beraberdir. Çünkü illet, hükmün konulmasına sevk edendir.
SLM AHSYET / LLET
İllet, hükmün kendisinden dolayı var olduğu şeydir. Ya da başka bir ifade ile illet; hükme sevk eden husustur. Yani hükmün yapılmasına ve ortaya çıkartılmasına değil. Hükmün teşri’ine sevk edendir. Buradan anlaşılıyor ki; illetin, uygun bir vasıf yani anlaşılır bir vasıf olması kaçınılmadır. Bu şu demektir: O vasıf, hükmün konulmasında Şeriat koyucuya ait maksat olmaya uygun bir manayı kapsar olması kaçınılmazdır. İllet, uygun bir vasıf olmasaydı, yani Şeriat koyucunun hükmün konulmasındaki maksadı olmaya uygun bir manayı kapsamasaydı da sadece bir işaret olsaydı, o vasıfla illetlendirmek imkânsız olurdu. Çünkü o zaman o, hükme bir emare yani bir işaret olurdu. Dolayısıyla hükmün bilinmesi dışında onda bir fayda yoktur. Asıl hakkındaki hüküm, hitapla bilinmiştir, hitaptan çıkartılmış illet ile değil. Onun için illetin; “hükmü belirleyen” olarak tarif edilmesi hatadır. Çünkü bu, illetin sadece emare olması demektir. Hâlbuki illetin vakıası, onun emare olmadığıdır. Bilakis o, hükmün konulmasına sevk edendir.
İllet, her ne kadar hükmün delili olsa da, onunla hitabın delil olması arasında fark vardır. Zira hitap; hükme delildir, hükme alâmettir ve onu belirleyendir. İllet de, hükme delildir, ona alâmettir ve onu belirleyendir. Fakat illet, bunun yanısıra hükme sevk eden husustur. Zira illet, hükmün kendisinden dolayı konulduğu husustur. Dolayısıyla illette, belirleme yanısıra “illiyet” de vardır. Yani hükmün kendisinden dolayı konulduğu şeye delâlet de vardır, onun için illet, nâssın akledilenidir. Nâss illeti kapsamıyorsa, onun mantuku vardır, mefhumu vardır fakat ma’kulu yoktur. Dolayısıyla nâssa, başkası kesinlikle ilhak olunmaz. Fakat nâss, içindeki hükümle anlaşılır bir vasfı birleştirerek bir illeti kapsıyorsa, o zaman onun mantuku olur, mefhumu olur, ma’kulu olur. Dolayısıyla ona başkası ilhak edilir.
Böylece illetin varlığı; nâssı, olaylardan başka fertleri ve başka çeşitleri kapsar kılar. Bunu da mantuku ve mefhumu ile değil de, olayların nâssta geçenle birlikte illette ortak oluşlarından dolayı ilhak yoluyla yapar. Buna göre illette, hükme delaletine ilaveten yeni bir şey vardır. O da bu hükmün konulmasına sevk eden husustur. Dolayısıyla illetin, “hükmü belirleyen” olarak tarifi doğru değildir. Çünkü bu tarif, illetin mahiyetine delâleti tam ifade etmiyor. Bunun için illet, “hükme sevk eden” olarak tarif edildi. Bu tariften, onun hükmü belirleyen olduğu da anlaşılır.
Ayrıca illet, hükmün delili hakkında gelebilir. Zira hükme delâlet eden hitap, hitabın içerdiği illete de delâlet etmiş olabilir. Allah’u Teâla’nın şu sözünde olduğu gibi: مَا أَفَاءَ اللَّهُ عَلَى رَسُولِهِ مِنْ أَهْلِ الْقُرَى فَلِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ وَلِذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَابْنِ السَّبِيلِ كَيْ لاَ يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الآغْنِيَاءِ مِنْكُمْ “Allah’ın (fethedilen) ülkeler halkından Rasulü’ne verdiği fey’ (silah kullanmadan elde edilen ganimet) Allah, Rasul, yakınları, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. Böylece o mallar, içinizde yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet olmasın diye.”[1] Sonra da şu sözü geliyor: لِلْفُقَرَاءِ الْمُهَاجِرِينَ “...fakir muhacirler içindir.”[2] Böylece ayet, fey’in fakir muhacirlere verilmesi hükmüne delâlet etti. Onun için Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem hakkında bu ayetin indiği o fey’i –ki o, Nadiroğulları fey’i idi- fakir olan iki adam dışında Ensar’a vermeksizin sadece muhacirlere verdi. Aynı şekilde ayette geçen illete delâlet etti. O da Allah’u Teâla’nın şu sözüdür: كَيْ لاَ يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الآغْنِيَاءِ مِنْكُمْ “Mallar sadece içinizde zenginler arasında dolaşan bir devlet olmasın.”[3] Yani, devlet/mal ve imkânın sadece zenginler arasında kalmasın, bilakis başkalarına da geçsin diye, demektir. Böylece bu illet de, hükmün konuluşuna sevk eden olarak hükme delâlet etmektedir.
Şu da bir başka örnektir: Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den taze hurmanın kuru hurma ile satışının caiz oluşu hakkında kendisine sorulduğunda şöyle dediği rivayet edildi: أَيَنْقُصُ إِذَا يَبِسَ قَالُوا نَعَمْ فَنَقال النبي فلا إذن هل “Taze hurma, kuruduğunda noksanlaşıyor mu?” Dediler ki; “Evet.” Bunun üzerine Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem dedi ki; “O halde hayır.”[4] Hadis, taze hurmanın kuru hurma ile takasının caiz olmadığı hükmüne delâlet etmektedir. Aynı şekilde hadiste geçen, taze hurmanın kuruduğunda noksanlaşıyor olması illeti de, hükmün konuluşuna sevk eden olarak hükme delâlet etmektedir.
Bu iki örnekte illet, hükmün delili içinde gelmiştir.
İllete delâlet eden delil olabilir, sözü ile kast edilen, delaletin illette olmasıdır. Böylece hükmün konulmasına sevk eden olarak illet, hükme delâlet etmiş olmaktadır.
Mesela; gasp hükmü, gasp edilen malın kendisinin geri verilmesidir. Bu Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözünün genelliğinden alınmıştır: عَلَى الْيَدِ مَا أَخَذَتْ حَتَّى تُؤَدِّيَ “Ele, aldığını geri vermesi borçtur.”[5] Bu söz, ödünç alma ile, kiralama ile ve gasp ile başkasının malından elinin aldığını mal sahibine geri vermesinin insana farz olduğuna dair bir delildir. Fakat gasp olunan mal telef olduğunda gasp edenin o malın benzerini ya da değerini mal sahibine vermesi vacibtir. Bunun delili de Enes’ten rivayet edilen şu hadistir: “Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in eşlerinden bazısı Nebi’ye bir tabakta yemek hediye etti. Aişe tabağa eliyle vurup içinde olanı yere fırlattı. Bunun üzerine Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle dedi: طعام بطعام وإناء بإناء “Yemeğe yemek, tabağa tabak”[6] İbn Ebu Hâtim rivayetinde ise Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle dedi: مَنْ كَسَرَ شَيْئًا فهو له فَعَلَيْهِ مِثْلُهُ “Kim bir şey kırarsa, o onundur, benzerini sahibine vermesi de üzerine zorunludur.”[7] Bu söz, telef olanın ve bundan dolayı da gasp edilen malın telef olmasının hükmünün delilidir. Telef, telef olanın değerinin ya da benzerinin sahibine verilmesinin illetidir. Böylece yukarıdaki hadis, illete de delil olmaktadır.
Ayrıca ferdin malı saygındır. Kişinin onayı olmadıkça malı alınmaz. Bu da Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözünün genelliğinden dolayıdır: لا يَحِلُّ مَالُ امْرِئٍ إِلا بِطِيبِ نَفْسٍ مِنْهُ “Rızası olmadan Müslüman bir kişinin malı helâl olmaz.”[8] Fakat o malın yasaklanması zarara yol açarsa ondan zorla alınır. Bu İbn Abbas’dan rivayet edilen şu hadisten dolayıdır: Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle dedi: لا ضَرَرَ وَلا ضِرَارَ وَلِلرَّجُلِ أَنْ يَجْعَلَ خَشَبَةً فِي حَائِطِ جَارِهِ “Ne zarar vermek ne de zarara maruz kalmak vardır. Bir kişinin evinin duvarına odun koyması hakkı vardır.”[9] Ebu Hureyre’den de Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şöyle dediği rivayet edildi: لا يَمْنَعْ جَارٌ جَارَهُ أَنْ يَغْرِزَ خَشَبَهُ فِي جِدَارِهِ “Komşu, komşusunun duvarına kazık çakmasına mani olmaz.”[10] Bu iki hadis, komşunun komşusunun duvarına kazık çakmasına mani olmasının helâl olmadığına, engel olduğunda hakimin onu zorlayacağına delâlet etmektedir. Hâlbuki duvar, şahsın mülküdür, komşusunu engelleme hakkı vardır. Fakat komşunun kazık çakmasına engel olursa, ona zarar vermiş olur. Dolayısıyla zararın ortadan kaldırılması için, komşusuna izin vermesine zorlanır. Burada illet, zarar vermektir. Bu zararın engellenmesine dair ve zararın, mülk sahibinin mülkünden taviz vermeye zorlanması için illet olduğuna dair delildir. Böylelikle illete de delil olmaktadır.
Birinci örnekteki “telef” ve ikinci örnekteki “zarar”, her ikisi de, her birine delâlet eden delilin geldiği Şer’î illetlerdir.
Buna binaen illetin delilinin, hükmün delili olması şart değildir. Bilakis illetin delili, hükmün delili olabilir ve kendisindeki maksadın illete delâlet olduğu delil olabilir.
İlletin bilinmesi; illet nâssla sabit olduğundan dolayı, hükme bağlı değildir. Dolayısıyla hükme bağlı değildir fakat delilin varlığına bağlıdır. Hüküm tek başına, hakkında delil gelmiş olsa da, illete delâlet etmez. Çünkü illet hüküm değildir ve hüküm, illete delil olmaya uygun değildir. Bundan dolayı iki işlev arasındaki sırf benzerlikten dolayı bir hüküm bir hükme kıyas edilmez. Bilakis Şer’î delilin kendisine delâlet etmiş olduğu bir illetin olması kaçınılmazdır.
Buna binaen hüküm ve illet, farklı iki şeylerdir. O ikisinden her birisi de Kitap veya Sünnet veya sahabenin icmâsından kendisine delâlet eden bir delile ihtiyaç duyar. Dolayısıyla delilin hükme delâleti, illetin varlığına delâlet etmeye yeterli değildir. Bilakis illete delâlet eden bir delilin olması kaçınılmazdır. Bu ister illete delâlet eden özel bir nâss ile hükmün delilinin kendisi olsun, ister ise kendisiyle maksadın illete delâlet olduğu bir delil olsun fark etmez. Fakat illetin kendisi hükme delil olur, başka bir delile ihtiyaç duymaz. Çünkü illetin kendisi delildir. Zira illet, nâssın anlaşılanıdır. Böylece o, nâssın mantuku ve mefhumu gibi olur. Bundan dolayı illetin “hükme sevk eden” şeklinde tarifi, onunla ilgili tarifin en dakiğidir.
İlletin tarifi, “hükmün kendisinden dolayı var olduğu şeydir” şeklinde olunca; illet ile sebep arasında bir benzerlik oluşmaktadır. İllet ile menat arasında da bir benzerlik oluşmaktadır. Onun için illet ile sebep arasındaki farkın ve illet ile menat arasındaki farkın açıklanması kaçınılmazdır.
İllet İle Sebep Arasındaki Fark:
* Sebep; varlığı, var olmayı yokluğu da yokluğu/bulunmamayı gerektiren husustur. O, hükmün teşri’ine/konulmasına sevk eden değildir. Zira sebep, hükmün vakıada var olması ile alakalıdır, vakıanın çözümü için hükmün konulması ile alakalı değildir. Ramazan ayına şahit olmanın, ona şahit olan üzerine orucun vacib olması için “sebep” olması gibi. Dolayısıyla sebep, vacib olmanın varlığına delâlet etmektedir, vacib olana sevk edene yani vacib olmanın sebebine delâlet etmemektedir. Vacib olmanın varlığı, vacib olmanın sebebinden başka bir şeydir.
İllet böyle değildir. Zira illet, hükmün kendisinden dolayı var olduğu yani konulduğu şeydir. Yani illet, hükmün konulmasına sevk edendir. O, hükmün konulmasıyla alakalıdır, hükmün bilfiil varlığı ile alakalı değildir. İllet, hükmün var oluş sebebi değil, vacib oluş sebebidir.
* Sebep, hükmün varlığından önce gelir. Zira sebep var olduğunda, vacib olarak konulmuş hüküm de var olur. Sebebin var olmasından önce, konulan hüküm mükellef üzerinde vacib olarak durur. Fakat bu vacib oluşun var olması, sebebin var olmasına bağlıdır.
İllet böyle değildir. Zira illet, hükmün konuluşu ile beraberdir. Çünkü illet, hükmün konulmasına sevk edendir.
SLM AHSYET / LLET