Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Ilim edinme hakkında (1 Kullanıcı)

nakşibendi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 Mar 2006
Mesajlar
1,946
Tepki puanı
0
Puanları
0

Ey Allah'a ibadet etmek yolu ile manevî mertebelere yükselmek istiyen, Cehennem azabından kurtulup Allah'ın yanında iyiler zümresine girmeği gaye edinen kişi, bu dileğine ermen için en önemli işin ilim öğrenmektir. Çünkü ilim, bu dairenin kutbu, bu ağacın meyvesidir. Dünyada hakikî mürşid ilimdir. Gerçek yolu insanlara öğreten Odur. Bundan sonra ikinci önemli işin ibadettir. İlim ve ibadet, iki ulu gevher (pırlanta) dir ki bu gördüklerinin tümü onları kazanmak için yaradılmıştır. Cenab-ı Hakkın gönderdiği peygamberler, onlara indirdiği kitaplar, bu yer ve gökler ve bu ikisinde bulunanların hepsi, her şey bunları, bu iki değerli pırlantayı elde etmek için var olmuşlardır. Nitekim Cenab-ı Hak, Kur'an-ı Keriminde (Talâk S. A. 12) «Allah, yedi göğü ve yerden de onların mislini yaratmış olandır. Emri ve hikmeti bütün bunların arasında durmadan iner. Allah'ın (bunları yaratması, onun) hakikaten herşey'e kaadir olduğunu ilmiyle hakiykaten herşey'i kaplamış bulunduğunu bilmemiz içindir» buyurmuştur.
Deniliyor ki bir gün Hz. Davud (A.S.) Cenab -ı Haktan,,ya Rabbi bu insanları niçin,yarattın diye sordu. Allah ta cevaben: Ben gizli bir hazine idim, bilinmemi istedim ve sevdim ve beni bilsinler diye bu halkı yarattım buyurmuştur.
İşte bu ayet-i kerime ve kudsi hadisten anlaşılan, yer ve gökleri ve içindekilerin hepsini yoktan var eden Cenab-ı Hakkın asıl dileği zat ve sıfatlariyle kendisinin bilinmesidir. Yine, bu iki şâhid bize isbat ediyor ki: ilim, bu cihanda çok aziz ve kıymetli bir pırlantadır ki onun benzeri bulunmaz ve değeri biçilmez. Bilhassa Allah'ın vahdaniyyetini (birliğini) öğreten Tevhid ilmi.
Cenabı Hak, insanların yaradılış gayesini de şu ayet-i kerimede (zâriyât S.A. 58) «Ben cinleri de, insanları da (başka bir hikmetle değil) ancak bana kulluk etsinler (ibadet etsinler) diye yarattım» diye açıklamışlardır, işte bu ayet-i kerimeden de yaradılışın tek gayesinin yaradana, Allah'a kulluk ve ibadet olduğunu ve mutlaka yapılmasının gerektiğini anlıyoruz. Fakat ibadet bilgisiz olmaz. Onun için Cenab-ı Hak, bu ayeti, beni bildikten sonra ibadet etmeniz için yarattım; başka şey için yaratmadım, manasında buyurmuştur, işte bu ayıklamadan anlaşılıyor ki ilim ve ibadet, Allah'ın yanında en aziz ve kıymetli iki pırlantadır ki değeri biçilmez ve yine anlaşılıyor ki bu dünyada faydalı ilimle, sâlih amelden hayırlı hiçbir şey yoktur. O halde her kulun vazifesi bunları gücü yeterince yapmaktır. Yalnız bu iki pırlantanın en üstünü, en faziletli ve değerlisi ilimdir. Nitekim Hz. Peygamber de bir hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor: Alimlerin ibadet edenlerden üstünlüğü, benim, ümmetimin en değersizinden üstünlüğüm gibidir. Başka bir hadisinde de şöyle buyuruyor. İlim, adamına bir kere bakmak benim yanımda, gündüz oruç, gece namaz kılarak bir yıl ibadet yapmaktan daha sevimlidir. Yine bir gün Hz.. Peygamber sahabelerim: size, Cennet ehlinin en şereflisi kimdir söyliyeyim mi? Buyur Ya Resülallah dediklerinde ümmetimin âlimleridir buyurmuştur. Yine bir gün Hz. Peygamber, ben Miraç gecesinde cehenneme uğradım, halkına baktım ve çoğunun fakir olduğunu gördüm buyurduklarında sahabe, Ya Resulallah, maldan mı fakirdiler sorusuna, hayır, ilimden fakirlerdi; cevabını verdiler. Bu hadis-i şeriflerden anlıyoruz ki ilim, ibadetten daha üstün ve daha faziletlidir. Lâkin her âlimin ilmiyle amel etmesi vaciptir. Yoksa onun ilmi boşa gider. Çünkü ilim bir ağaçsa, ibadet de onun meyvesidir. Gerçi asıl ağaçtir ve meyve verme şerefi ona aittir. Fakat faydalanma bakımından önemli olan da meyvedir. Bu sebepten her insanın, ikisinden de haz ve nasibi olması lâzımdır. Yalnız birisiyle yetinmemeli, Yani kişiler hem ilim öğrenmeli hem de ibadetini yapmalıdır. Çünkü kendisine, ancak ikisi birlikte yaptığı takdirde fayda hasıl olur. Nitekim Hasan Basri hazretleri de bu hususta şöyle buyuruyor: İlmi öyle isteki ibadete, ibadeti öyle yap ki ilme mani olmasın. Şüphe yok ki ilim esastır. Bunun için Hz. Peygamber şöyle buyuruyor: îlim, amelin- ibadetin imamıdır, ibadet ona tabidir.
Şu iki sebeple ilim daima ibadetten üstün olduğunu gösterir.
1 — İbadetin tam ve eksiksiz olması için kul, evvelâ yaratıcısını bilecek sonra ona ibadet edebilir. Mevlası hakkında nelerin vacip nelerin muhal olduğunu bilmiyen kul onu nasıl idrak edebilir ve ne şekilde ona tapabilir. Sonra şer'an yapılması ve yapılmaması gerekenleri bilmeyince nasıl ibadet edileceğini ve nelerden sakınılacağı da bilinmez. Hatta böyle bir bilgisizlik veya yanlış bilgi, kulun, Allah'tan başkasına inanıp tapmasına yol açabilir. Böyle bir hal de onun şakave tine, sonunun üzücü ve acı olmasına ve ölümünde imansız gitmesine sebep olur. imansız gitmek iki şekilde olur:
1 — ölüm döşeğinde, tam koma halinde iken kişinin, inanması gereken şeyler için gönlüne şek ve şüphe düşer veya inkar durumuna düşer. O halde iken Azrail ruhunu alır. O şüphe ve inkâr, bu kul ile Allah arasında ebedî bir hicab (perde) olur ve bu perde sebebiyle Allah'tan daimi olarak uzak kalır yeri de ebediyyen cehennem olur.
2 — Ölüm döşeğinde, koma halinde iken, kişinin kalbini, âsi olma düşünce ve duygusu, dünya şehvetleri veya nefsin lezzetleri işgal eder, gönül bu fikir ve duygularla dolar. Bu halde imanın aslı yok olmaz. Fakat o anda zihin ve kalp, bunlarla uğraştığı için Cenab-ı Hakkı düşünmeyi tamamen unutur. Bu hal içinde iken Azrail ruhunu alır. îşte kalp ve zihni dünya şehvet ve lezzetleriyle uğraşan bu kişi ile Allah arasında yine bir perde gerilir ve bu perde gerili kaldığı müddetçe azab görür. Fakat imanla gittiği için, günahları derecesinde azâ gördükten sonra perde kalkar ve kendisi de kurtulur.
Bu açıklamadan anlaşıldı ki eğer kişi, dünyadaki amellerinin, âhiret hayatiyle olan bağlılığını bilse ve dünya yaşayışını buna göre ayarlayıp düzene koysa koma anlarında başa gelen bu felâket çukuruna düşmekten kolayca kendini kurtarır. Çünkü kişi sağlığında ne üzerinde ise hayatını nelerle geçirmiş, zihin ve kalbinde neler yerleşmişse ölümünde de onlar üzerinde ölür. Nitekim Hz. Peygamber (A.S.) bir hadis-i şerifinde:
«Yaşadığınız şey üzerinde ölürsünüz. Öldüğünüz şey üzerinde haşrolursunuz» buyurmuştur. Demek ki sağlığında ömrünü ibadet ve tâatla ve temiz bir yaşantı içinde geçirip tam bir inanç üzerinde olan kimse koma halinde de bu temiz inanç üzerinde ruhunu teslim eder.
Cenab-ı Hak, mü'min kullarına imanla, Kur'an'la dört yerde sabit kılar.
1 — Ruhunu teslim ederken.
2 — Kabirde, münkir ve nekir meleklerine cevap verirken.
3 — Sırat köprüsünden geçerken.
4 — Mahşer gününde hesap verirken. Bu dört yerde kişinin imanı, onun kurtarıcısı olur.
işte bu açıklamadan anlıyoruz ki: Her mü'min, Cenab-ı Hakkın zat ve sıfatlarıyle fiillerini bildikten sonra, şeriatın emir ve yasaklarını öğrenip ona göre hareket etmesi gerekir. Yani şeriatın emrettiklerini yapmak, yasak ettikleri şey yapmamak, her mü'minin borcudur. Bu sebepten, şeriatın emir ve yasaklarının ne olduğunu bilmek lâzımdır. Namaz, oruç, zekât ve Hac ibadetlerini, bütün şartları âdâb ve erkâniyle öğrenmek icap eder ki bunları hakkıyle yerine getirmek mümkün olsun. Aksi takdirde ibadetlerde yanlışlık ve bozukluklar olur ki böyle bir ibadette makbul olmaz. Bu sebepten, zahiri görünmiyen ibadetlerin de öğrenilmesi vaciptir. Bunlara, kalbi ibadetler de denir. Bunlar, kalbin işlemesi ve işlememesi gerekenler diye ikiye ayrılır. Birinciler şunlardır.
1 — Tevekkül (kul, her türlü tedbiri aldıktan sonra gerisini Allah'a bırakmaktır.)
2 — Tafviz (kulun, her işinde Allah'a güvenmesidir).
3 — Sabır (kulun, her türlü belâ ve felâket karşısında metin olmasıdır).
4 — Rıza (kulun kaza ve kadere rıza göstermesi, boyun eğmesidir.)
5 —- İhlas (kulun yaptığı bütün ibadetleri yalnız Allah için yapmasıdır).
6 — Tevbe .kulun, bir daha yapmamak üzere günahlarından tevbe etmesidir.)
Bunların zıddı ve yapılmaması, sakınılması gerekenler de,uzun emel riya kibir, hased, ,hırs, öfke: gibi hallerdir. Bu batını ibadetlerin farz olduğunu yani; yapılması gerekenlerin yapılmasını, yapılmaması gerekenlerden sakınılmasını emreden müteaddit ayetler vardır. Nitekim Cenab-ı Hak Kur'an-ı Kerim'de (Maide S.A. 23) meâlen şöyle buyuruyor- «Eğer gerçek mü'nün iseniz Allah'a tevekkül ediniz». Bu ayetten tevekkül ve tafvizin farz olduğu anlaşılıyor. Başka bir ayette (Bakara S .A. 172) «Ey iman edenler size rızık olarak verdiğimiz şeylerin en temiz olanlarından yiyin, Allah'a şükredin, eğer ona gerçek kulluk ediyorsanız» Bu ayetten de rızanın farz olduğu anlaşılıyor. Başka bir ayette (Nahi S.A. 127) «Ey Resulüm, sabret, senin sabrın Allah’ın tevfikına istinâd) dan başka (bir şey)- değildir» şu ayette de (Hûd S.A. 115) «sabret zîra Allah sabredenlerin ve iyi hareket edenlerin mükâfatını zayi' etmez» Bu iki ayetten de sabrın farz olduğu anlaşılıyor.
Başka bir ayette de: Cenab-ı Hakka öyle bir tevbe ile tevbe ediniz ki o tevbe size, Öğüd verici ve ışık tutucu olsun. Bu ayetle de tevbenin farz olduğu bilindi. Diğer bir" ayette (Müzzemmil S.A. 8) «Rabbının adını an (ibadetinde ondan başka her şeyden kesilerek) yalnız ona yönel» (ihlas ile ibadet et). Bu ayetten de İhlasın farz olduğu bilindi. Bu farzların, hepsini yerine getirebilmek için zıdlarından da titizlikle sakınmak lâzımdır.
Bu açıklamadan anlaşıldı ki: Namaz, oruç, zekât, hac gibi zahiri (görünen) ibadetler farz olduğu gibi tevekkül, şükür, sabır, ihlas, tevbe gibi batını (kalbi» ibadetler de farzdır. Her ikisini de emreden Allah'tır, Her ikisi hakkında da indirilen kitap aynıdır. O halde namaz ve orucu farz bilip, rükûnlarına, şartlarına riayet ederek eda ediyoruz da sabrı, tevekkülü... Neden farz bilmiyelim, hüküm ve şartlarını yerine getirmiyelim onlarla amel etmiyelim ve bize sağladıkları faydaları üzerinde her zaman düşünmiyelim. Cenab-ı Hakkın emirlerini terk edipte kimin emriyle hareket edelim. Kur'an-ı Kerim'in öğdüğü nurdur, hidayettir dediği «dünya sevgisini azaltan, boşalma hevesini yok eden, Allah sevgisini kalplere doldurup sahiplerine korku ve ürperme veren» ilimleri terkedelim de şu işlerle mi uğraşalım?
Padişahlar yanında kadir ve kıymetimizi yükseltecek bir makam sahibi olmayı istiyelim ve elde ettiğimiz makam ve mertebelerde bolca haram malı kazanalım ve böylece cehennem ateşine yem olalım. Bu hale düşmek mi istiyoruz?
Bütün âlemin idaresi kudret elinde olan Cenab-ı Hakka yemin ederim ki bu yaptığımız îş büyük bir sapıklıktır. Fakat çoğumuz gafiliz. Bu fena ve sapık yolda olduğumuzu bilemiyoruz. İkinci bir şaşkınlık ta şudur:
Nafilelerle uğraşır farzları terk ederiz.Farzları terk etmenin Allah'a isyan olduğunu bile bile bırakır veya ihmal eder ve nafile ibadetle Allah'tan yüksek, derece bekleriz. Hâlbuki nafile ibadet, farzların borcunu boynumuzdan kaldırmaz. Allah'ın emrettiklerini bırakıp ta kendi bildiklerimizi yapmakla ona yaklaşamayız. Bundan daha fenası nice günahlar işleriz ki onları da ibadet sayarız. Mesela tul-i emel, şöyle yapacağım, böyle edeceğim diye uzun emel peşinde koşmak sırf günahtır, isyandır. Bilgisizliğimizden bunu hayır sayıyor ve yapıyoruz. Bazen de Allah'a yalvarış ve niyazda bulunurken ona yaklaştığımız, veya hamd-ü senada bulunduğumuzu veyahut da etrafımızdaki insanları iyiliğe yönelttiğimizi sanırız. Halbuki bu hareketlerimiz de riya ve gösteriş olduğu için isyandır. Daha bunun gibi nice masiyetler işliyor, günaha girip Allah'ın azabına müstahak oluyoruz. Halbuki biz bunları ibadet sayıp sevap kazanacağımızı umuyor ve hatta bunları yaparken gurur duyuyoruz. İşte bütün bunları, yani ibadetle masiyeti gereği kadar bilmediğimiz içindir ki Allah korusun nice günah ve hataları, farkına varmadan işliyoruz.
 

nakşibendi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 Mar 2006
Mesajlar
1,946
Tepki puanı
0
Puanları
0
îç (kalbi) amellerin dış amellerle ilgileri, sıkı bağlılığı vardır. Bu kalbi amellerin bazısı düzeltici bazısı da bozucu olur. Meselâ ihlas faydalı ameldir. İslah eder, düzeltir. Riya ve ucub ise bozucu ameldir. Zahirî amelleri bozar. Bize vacip olan şey, bunların hangisinin düzeltici hangilerinin bozucu olduğunu «zahiri amellerimizi korumak için» bilmemizdir ki bu bilgi sayesinde zahiri amellerimizi koruma işi kolaylaşır. Eğer salih ameller, bozukluklardan arınmazsa kulun mutluluğu, mutsuzluğa döner. Bu ise büyük bir hüsrandır.
Nitekim Hz. Peygamber (S.A.) bir hadis-i şerifinde, «Âlimin uykusu, câhilin namazından hayırlıdır» buyurmuştur. Çünkü câhilin bilmeyerek- yaptığı fenalıklar, iyiliklerinden çoktur. Bundan dolayıdır ki âlimin uykusu, geçmiş ibadetini hiçe götürmez. Fakat cahilin namazı bazen öyle olur ki bütün ibadetlerini hiçe götürür. Şu sebeplendir ki ümmetin müctehitleri, salih ve âlimler, ileriyi görenler, ibadetlerinin makbul olmasını isteyenler, din ilimlerini öğrenmede, Allah hakkındaki bilgilerini arttırmada câhil halktan daha gayretli, çalışmaları daha dikkatli ve verimlidir. Bu açıklamadan anlaşıldığı gibi ilim ve marifet, ibadet dairesinin merkezi tapınmanın önemli mercii (baş vurulan yer) dir ve daima ibadetten öncedir. O halde mü'minler için ilmin amelden üstün tutulması vaciptir. İlmin, ibadetten üstün olduğunu gösteren ikinci sebepte faydalı ve gerçek ilim, âlimlerde korku ve ürperme duygusunu arttırır. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de Cenabı Hak, (Fâtır S.A. 28) «Allah'tan, k'ulları içinde (hakiki olarak) ancak âlimler korkarlar» buyurmuştur. Çünkü Hakkı bilen âlimler, ondan korkar, azametinden ürker, Onun kemâl ve ululuğunu anlarlar. Demekki ilim, marifet korku, ürperme ve sakınma doğurmakta ve sahibini isyanda koruyup daimi tâat ve ibadete sevk etmektedir. Ahiret yoluna sülük yüksek istek ve son gaye değildir. Asıl gaye, ibadetleri tam olarak yapmak ve yasakları yapmamak suretiyle Cenab-ı Hakkın yanında, yakın olma mertebesini kazanmaktır. Şeriatın, her müslüman erkek ve kadına ilim öğrenmek farzdır,emrine göre, acaba farz olan ilimler hangileridir ve bunlardan öğrenilmesi gereken bilginin mikdarı nedir sorusuna şu cevabı veririz: Farz olan ,herkese ibadet için lüzumlu olan bilgiyi öğreten ilimler üçtür:
1 — Tevhid ilmi (Allah'ın birliğini ve bütün kâinatın tek hâkimi-olduğunu bildiren ilim).
2 — Sır ilmi (batını, kalbe ait ibadetleri bildiren ilim).
3 — Şeriat ilmi.
Bunlardan ne mikdar öğrenilmeli sorusunda da cevap şudur:
1 — Tevhid ilminden, itikadî hususları bilecek kadarını öğrenmek farz-ı ayn'dır. öğrenecek ve inanacaksın ki Allah birdir, ortağı ve benzeri yoktur, ölümsüzdür herşeyi bilir, kudreti sonsuzdur, gücü her şeye yeter, konuşur, işitir ve görür, başlangıcı ve sonu yoktur kemal sıfatlarıyla muttasıftır, noksandan münezzeh, yok olmaktan uzaktır. Bütün varlıkları yaradan Odur. Hz. Muhammed (S.A.) Onun kulu ve resulüdür. Allah'tan ne geldi ve ne getirdiyse hepsi haktır ve gerçektir. Âhiret bahsinde her ne söylediyse vakidir ve doğrudur. Tevhidin esasları, bu söylediğimiz dinî inançların hepsi, bütün delilleriyle Kur'an da vardır. Büyük din âlimleri de yazdıkları kitaplarda bunları .genişçe açıklamışlardır. Kelâm kitaplarında ve sünnette olmayanlardan sakınmak lâzımdır. Kur'an ve sünnette olmayan mes'eleler dine sokan bidat ehlinden sakın. Çünkü bunlar sakıncalı ve tehlikelidir. Şu halde ilerde lâzım olacak ve seni tehlikelerden koruyacak itikadi mes'eleleri öğrenmen farzdır.
2 — Sır ilminden, kalbin yapması ve yapmaması gerekli olan batıni ibadetleri öğrenmek lâzımdır. Çünkü ancak bu suretle Allah'ı anma, Ona tâat ve ibadette bulunmanın tamiz bir kalple ve ihlas’la yapılması sağlanmış olur. Bu sebepten bu ilmi de bilmek farzdır. Çünkü ibadet, bunlarsız makbul olmaz. Bunları, burada genişçe anlatacağız.
3 — Şeriat ilminden de her mü'min için abdest, namaz, oruç... gibi lüzumlu şeyleri öğrenmek farzı ayn'dır. Fakat zekât, hac, cihad gibi ibadetler eğer senin üzerinde farz olmuşsa, öğrenmen senin için farzı ayn'dır. Eğer farz olmamışsa öğrenmen vaciptir.
Şimdi şöyle bir soru hatıra gelebilir: Bütün imansızları susturacak, bütün milletleri islâm topluluğuna katacak, islâma aykırı bidat mezheplerinin hepsini ehl-i sünnet mezhebine çevirecek kadar tevhid ilmini öğrenmemiz bize farz mıdır? Verilecek cevap hayırdır. Cemiyet içinde bu ilmi güce sahip birkaç kişinin Bizim inancımızı düzeltecek Ve ibadetimizi eksiksiz yapmaya yetecek bir bilgi bize farzdır, fazlasına lüzum yoktur. Yani: Tevhid ilmini, teferruatiyle, incelikleriyle ve bütün itikadi mes'eleleri genişliğiyle öğrenmek bize farz-ı ayn değildir. Fakat bize şüphe veren ve inancımızı sarsan mes'eleleri çözmeye yarayacak bilgileri öğrenmemiz farzi-ayn dır. Fazlasına lüzum yok. Hatta bırakılması daha hayırlıdır. Çünkü zarar verebilir. Dini mes'elelere fazla dikkat edip münakaşa ve tartışmaya girenlerin çoğunun sapıttığı, kiminin rafızi, kiminin mu'tezile olduğunu görmüyor musun? Hatta Imam-ı Yusuf hazretlerine göre fazla uğraşanın imameti bile caiz değildir.
Şunu söyliyebilirim: Eğer her şehirde ehl-i sünnet âlimlerinden bir âlim bulunsa, müslümanlarm dini şüphelerini çözer, kalplerini sapık inançlardan korur, Islâmiyet e aykırı inanç sahiplerini susturur ve halk», bu bidat ehlinin kururtularından kurtarırsa diğer mü'minlerden bu farz sakıt olur.
Bunun gibi sır (batını) ilminden de, kalplerin garip hallerini ve bütün inceliklerini bilmek farz değidir. Yalnız ameli bozanlarla, kibir, riya, hırs... gibi, ibadete yardımcı olanları tevekkül, sabır, ihlas, şükür... gibi öğrenmek yeter.
Fıkıh (şer'î) ilimlerinin de bütün inceliklerini bilmek farz-ı ayin, değildir. İbadetle ilgili kısımlarım öğrenmek yeter.
Tevhid ilminden üzerimize farz olan mikdarı öğrenmek yeter mi ve kişi kendi kendine bunları öğrenebilir mi? sorusuna şu cevabı veririz:
Hakiki öğretmen Cenab-ı Haktır. Dilediği kuluna doğrudan doğruya ilham yolu ile veya bir öğretmen âracılığıyla öğrenmesini sağlar. Fakat bir öğretmenden öğrenmek daha kolaydır.
İlmin bu çeşid şekli; gayeye çabuk ulaştırır. Fakat geçilmesi güç, sıkıntıları çok ve korkulan tarafları pek fazladır. Bu sebepten niceleri ilim yolundan saptılar ve dalâlete düştüler, niceleri yolda kaldılar bu çölde şaşkınlığa uğradılar. Niceleri de az zamanda bu yoldaki durakları birer birer geçtiler ve gayelerine ulaştılar. Bu, bilici olan Allah'ın takdirine, emir ve iradesine bağlıdır.
İlmin faydalarını ve ibadet alanındaki önemi yukarda açıklandı. Lâkin tevhid ilmi ile sır (batını) ilmi, Allah'a yaklaştırmada, kalbe korku ve ürperme vermek yararlı, halis - temiz niyetle ibadetin icaplarını öğretme ve hataları düzeltmede diğerlerinden daha faydalı ve faziletleri daha çoktur.
Nitekim Cenabı Hak, Davud (A.S.) a vahiy yolu ile faydalı ilmi öğren emrini verdiğinde, Davud (A.S.) Ya Rabbi! Faydalı ilim hangisidir diye sordu. Cenabı Hak da cevaben: Benim ululuğumu, bütün eksiklerden münezzeh olduğumu, herşeyde ve kâinatın her zerresinde kudret ve irademin kemalini bildiren ilimdir. Bu ilim, seni, bana yaklaştırır buyurmuştur. Hz. Ali (R.A.) de, ben, çocukken ve Rabb’ımı bilmeden ölüp cennete girseydim sevinmezdim. Çünkü Cenab-ı Hakkı bilen kişinin korkusu fazla olur. Rabb’ına ibadeti eksiksiz ve çok olur. Halka hayırlı öğüdleri bol olur. İşte ben çocukken ölseydim, gerçi cennete girerdim. Fakat bu mutluluğa eremezdim buyurmuştur.
İlim öğrenme zorluklarının çok olmasının sebebi: ilim tahsili, dünyadan ve halkından uzak kalınmadıkça mümkün olmaz. Dünyanın arzu ve heveslerinden tamamen vazgeçilmedikçe ve mücahedenin olgunluğu ile çalışıp, gönül aynasının pasını silip cilalatarak rnücerred (soyut) âlemle temasa gelinmedikçe, eşyanın gerçek suretleri kalp aynasına aksetmez ve ilim güneşinin ışıklan bu pencereden girip gönül serçesini aydınlatamaz.
İlim yolundaki en büyük güçlük şu: İlim tahsil edenler, emsallarından üstün olmayı ve devletçe beğenilmeği gaye edinerek hükümet büyüklerine başvurur ve hizmet eder, yapılmayacak işlerini yapar, manasız ve şeriate uymuyan emirlerini kitaba uydurup uygularlar.
Menfaat kaygısı ile emri mârufu ve nehyi mün-keri terk ederler. Doğruyu söylemezler, mevkilerinden korkarlar. Bunlar öyle insanlardır- ki çeşitli amelleri çaba ve gayret harcayarak kazanırlar. Fakat dünyevi heves ve arzulan üstün gelir ve ona, ilmi bir hava verirler. Her ne yaparlarsa boşuna yapmış olurlar. Dinlerini dünyaya satarlar ve sonunda bu ticaretlerinde zararlı çıkarlar. Böyle bir ilimden sakınmak lâzımdır. Nitekim Hz. Peygamber (S. A.): «Allah bizi faydasız ilimden korusun bize faydası olunmayan ilmin, şerrinden O’na sığınının» buyurmuştur. Beyezid Bestami hazretleri de, Ben otuz yıl çalıştım sapıklarla savaştım ilmin tahsilindeki güçlük ve tehlikeyi hepsinden üstün gördüm buyurmuştur.
Şimdi ey aziz, sakın eğer şeytan seni aldatıp, ilim tahsilini dünya için yap kuruntusunu kalbine sokarsa,Allah'a sığınırım deyip o kuruntuyu kalbinden sök at Eğer söküp silemezsen o ilmin tahsilinden vazgeç, ibadete faydalı olacak kadarını öğrenmekle yetin. Gerçi o ilimle dünyada mal ve mevki elde edersin. Fakat âhiret’te cehennem ateşinin odunu olursun.
Bu açıklamadan anlıyoruz ki ilim öğrenmiyenler ibadetin gereklerini kolayca yerine getiremezler. Eğer bir kişi bütün meleklerin yaptıkları ibadet kadar ibadet etse ilimsiz olduğu takdirde o ibadetin, kendisine hiçbir faydası olmaz, boşuna yorulmuş olur. O halde her Müslüman a, dikkat ve ihtimamla çalışıp ilim öğrenmesi vaciptir. Aynı zamanda öğrendiklerini kontrol edecek. îtikadi mes'eleleri tesbit edip delilleriyle birlikte ezberliyerek tahsil hayatında gevşeklik, çalışmada usanç ve tembellik göstermekten sakınacak sonunda bu katlandığı zorluklara karşılık, sapıklık çukuruna düşüp şeytanlar zümresinden ve Ahiret’îni yitirenlerden olmak felâketinden kurtulur. Bu açıklamadan sonra özetle diyeceğiz ki;
a — Kâinata ve içindeki sayısız sanat eserlerine dikkatli bir gözle baktığın ve üzerinde inceden inceye düşündüğün zaman bu alemin muhakkak bir yaratıcısının bulunduğunu, Onun, ölümsüz, bilici, herşeye kadir, irade sahibi, söyler, işitir görür,başlangıcı ve sonu olmıyan, kemal sıfatlariyle muttasıf, bütün eksiklerden münezzeh, cisimden, zaman ve mekândan, cihetlerden uzak, eşi ve benzeri olmıyan tek, bir Allah'ın varlığım idrak edersin.
b. — Hz. Muhammed (S.A.) in gösterdiği mucizelere ve nübüvvetinin eserlerine baktığın zaman onun, Allah'ın kulu ve resulü olduğuna, Âhiretten her ne haber verdiyse: Haşır, neşir, mezar azabı, münkir ve Ne-kir'in mezardaki sorulan, amellerin tartılması, sırattan geçiş ve bunlara benzer neler söylediyse hak ve gerçek olduğuna inandım, iman ettim dersin.
c — Ehli sünnet vel cemaat toplumunun hallerine baksan ve onların dinî alandaki çabalariyle elde ettikleri bilgileri öğrenirsen, haber verdiklerinin tümünün doğru olduğuna şüphesiz inanırsın. Meselâ: Cenab’ı Hak, âhirette nitelik ve nicelikten münezzeh olarak cennet ehline görünecektir. Kur'an, Allah'ın kelâmıdır, yaratılmamıştır, harflerden, seslerden ibaret değildir. Meleküt âleminde her ne vaki olsa, hatta kalplere doğan, gözleri kamaştıran ne varsa hepsi Allah'ın kaza ve kaderi, emir ve iradesiyle meydana gelmektedir. Hayır ve şer fayda ve zarar, iman ve küfür hepsi Allah'tandır. Cenab-ı Hakkın üzerinde hiç bir şey vacip değildir. Sevap verirse faziyletiyle, azap verirse adâletiyledir. Bütün bunlar, bidat ehli ortaya çıkmadan evvel ehl-i sünnetçe tesbit edilmiş esaslardır. İlerde genişçe anlatılacak.(İnşaAllah)
d — Zahiri (görünen) amellerden vacip olanların hepsini öğrendikten abdest, namaz, oruç... ve bunlara benzer ne varsa, tümünü şeriatın bilinen emirlerine göre yaptıktan sonra, muhakkak ki Allah'ın senin üzerinde farz kıldığı bütün işleri eksiksiz yerine getirmiş olursun.
Bu suretle hem âlim ve ümmet-i Muhammed'in âlimleri içinde saygıyle anılırsın. Bilgisizlikten, gaflet Ve taklitten kurtulduğun ve ilminin âmili olduğun için büyük sevap kazanır, halk ve Halikın yanında kadrin, değerin yüksek olur. Böylece Allah'ın yardımıyla ilmin bu zorlu ve üzüntülü geçidini geçmiş olursun.
Cenab-ı Haktan niyazımız bize yardımcı olup hem faydalı ilim kazanmamızı hem de hayırlı amel işlememizi nasip ve müyesser kılsın âmin.

 

nakşibendi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 Mar 2006
Mesajlar
1,946
Tepki puanı
0
Puanları
0
Gazali hazretleri, burada dini inançlara ait lüzumlu mes'eleleri kısaca bildirdi. Batını ilmini daha genişçe yazdı. Fakat serî ilimlerden mükelleflere lâzım olan farz, vacip, sünnet, müstehab, haram, mekruh... gibi mes'eleler hakkında gereken bilgiyi vermedi. Bunların açıklanmasını, seri kitaplara bıraktı.
Ben acizleri de ibadet işinde mükelleflere lâzım olan ve bir çok hallerde kullanılması önemli olan şeriat ilminin bu kısmını kısaca yazmayı diledim. Bunun için bu kitapta, hidayet yoluna giren sâliklere, dini bakımdan lüzumlu (farz) olan mes'eleleri, kısa da olsa öğretecek ve Hanefi mezhebine göre açıklatacak şekilde yazdım, ihtilaflı ve mühim olmıyan mes'eleleri bıraktım. Çünkü kısaca yazılmış olan bu yazıda her meselenin genişçe anlatılmasına imkân yoktur.
Şimdi açıklamaya geçelim: Cenabı Hakkın birlik ve varlığına inanan ve bu inancını sözle söyliyen, Hz. Muhammed (S.A.) in, Peygamberliğine ve getirdiği bütün hükümlerin hak Olduğuna inanıp itiraf eden, söyliyen her akıllı ve ergin kişi için günde beş vakit namaz kılmak, Ramazan orucunu tutmak, zenginse malının zekâtını vermek, gücü yeterse Hacca gitmek farzı âyindir.
Bunların hepsinin şartlan, farzları, vacipleri, sünnetleri, mekruhlari, yasakları vardır. Şimdi bunları görelim:
Namazın şartları altıdır:
1 — Hadesten taharet {abdest almak ve gusletmek);
2 — Necaretten taharet (vücudunu, elbisesini, namaz kılınacak yeri pislikten temizlemek,
3 — Avret gerini örtmek.
4 — Kıbleye karşı durmak.
5 — Vaktinde namaz kılmak.
6 — Niyyet etmek.
Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..
Allah, hepimizin muîni olsun!.
Devam Edeceğiz İnşaAllah..
 

s.s.s

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Şub 2008
Mesajlar
2,871
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
46
ALLAH razın olsun....
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt