C
ceylin2009
Aşkın sahibi her bir nefsi kendisini tanımakla görevlendirdi. Ve onlara bilmenin şifresini öğretti. Hem de her bir nefes adedince. İki tılsımlı hece ile: “SEVGİ”
Sevgi; ruhun gıdası gönüllerin ilacı kalplerin şifasıdır. Varlığı her an hissedilen etkisi hemencecik görülen ve kendisine has hüküm ve gerçeklikleri olan sarsılmaz bir duygudur. Kendisi bizzat görülmeyen ancak tesir ettiği herhangi bir şeyde tezahürleri anlaşılabilen kıymetli bir nesnedir o.
Bazen bir annedir yavrusunun başını okşar. Bazen bir yavru olup annenin yüreğine koşar. Kimi zaman Mecnun’a dönüşür sahrâlarda dolaşır. Kimi zaman da Feryad olup dağlarla savaşır. An olur bir mağara önünde güvercindir. An olur bir yılanın zehrine uzanan perçindir. Mesafe tanımaz. Dur durak bilmez. Kolay kolay vazgeçmez.
Hakîki sevgiye Hakk’ın sevgisine yönelenlerin yol azığı ise hepten sevgiden ibarettir. Sevgi gerçeği bir şûledir. Hakk’ın kulunu kendisine doğru cezbetmesi ile doğar. Ve kulun Hakk’a doğru cezbedilmesi ile gelişir. Bu kutsal şûle tâ başından itibaren sevenle sevilen arasındaki mesafeyi ve ayrılığı ortadan kaldırmak seveni sevilene ulaştırmak seveni sevende fânî ve sevilenin bekâsıyla bâkî kılmak ister. Bu kutsal şûlenin derece ve mertebeleri ne olursa olsun hakikati birdir. Bu şûlenin gerçekliği sevgiden ibarettir.
Mevlâna der ki: “Şu gönülde sevgi şimşeği parlayınca bilmiş ol ki o gönülde sevgi vardır. Senin gönlünde Allah sevgisi iki kat olduysa şüphe yok ki Allah da seni seviyor demektir.”
Sevgi seni yaradanı karşılık beklemeden sevmeyi gerektirir ki bir bedel karşılığı sevgilisinden hoşnut olan aşığa Zübeyde’nin yaptığı muameleyi yapmak gerekir. Anlattıklarına göre bir zamanlar bir genç Zübeyde’nin kapısına gelerek Zübeyde’ye aşık olduğunu söyler. Bu haber Zübeyde’ye iletilir.
Zübeyde onu içeri çağırıp: “Bir daha asla hem sana hem de bana zarar verecek bu tür sözler söyleme. Şu bin dirhemi al ve bu iddiandan vazgeç.” der. Genç vazgeçmeyeceğini söylese de bu pazarlık on bin dirheme kadar sürer. On bin dirhemi duyan genç kabul eder. Fakat Zübeyde bu durumu görünce onun başının kesilmesini emreder ve “Bizi sevdiğini iddia edip de sadece bizimle yetinmeyenin cezası budur der.
O günlerde bu hikâyeyi duyan ariflerin hepsi kendinden geçtiler ve “Bir yaratılmışı sevdiğini iddia eden bir yaratılmışın sevgilisinden başkasına yöneldiği takdirde başına bu gelirse Yaradan’a muhabbeti olduğunu iddia eden bir kul ondan başkasına yönelirse başına neler gelmez?” dediler.
Asla sağına soluna bakmayan ve her zaman: “Sevgi kadehinden bir yudum içen kişi sevdiğinden başkasına iltifat göstermeyi sevmez” diyen bir din ulusu vardı. Bir gün Kabe’yi tavafı sırasında birisi ona seslendi; seslenene doğru bakmak istediğinde gökyüzünden “Bizden başkasına iltifat gösteren bizden değildir” nidâsı geldi.
Sevgi dergâhında inzivaya çekilenler ve dostluk kâbesinin ziyaretçileri şöyle der: “Marifetin sembollerinden biri sevgidir çünkü onu tanıyan sever; seven de kapısına yapışır.” Denildi ki muhabbet kalbin Allah’a ve ona götüren şeylere meylidir.
Semnûn’a “Sevgi nedir?” diye sordular. “Allâh'u Teâlâ muhabbetten daha latif bir şey yaratmadı. O halde ben ona muhabbet beslemeyenin haline şaşarım” diye cevap verdi.
Aşk derdinin dertlileri şöyle der: “Sevgi rahatlık veren bir hastalıktır. Bütün şifalar verilse de bu değiştirilmemelidir.” Göz damarlarının çatlaması bütün ilaçların kullanıldığı ancak tedavisi için muhabbet derdi dışında hiçbir derdin çare olamadığı bir hastalıktır. Çünkü muhabbet derdinin sahibi bundan yakınmaz ve kendi derdini binlerce ilaç karşılığında dahi elden bırakmaz ve gözünü dosttan başkasını görmemek için öylesine kapatır ki gönül gözü kör olanlar onu kör sanırlar.
Denildi ki; Ömer b. Abdülaziz yola çıktığı vakit hoşlanmadığı şeyleri görmek korkusuyla gözlerini kapardı. Bu aynen Şiblî’nin büründüğü kisve gibidir. Bir göz doktoru onun yanına gider ve “İstersen gözünü tedavi edebilirim” der. Bu söz üzerine basiret sahibi olan Şiblî ona: “Ben sevgiliden başkasına bakmamak için gözümü kapadım. Sen onu tekrar açmamı istiyorsun; gel senin de gözünü sadece sevgiliyi görme arzusuyla kör edeyim de sen de bundan sonra Allâh'u Teâlâ’dan başka kimseyi görme” der.
Sevgiden acılar tatlılaşır. Sevgi yüzünden bakırlar altın olur. Sevgi ile tortular durulur arınır. Dikenler gül olur. Darağacı bir tahta dönüşür. Sevgiden dertler şifa bulur sağlığa kavuşur. Sıkıntılar talih olur. Ölü dirilir. Sevgi yüzünden padişah kul olur. Zindan gül bahçesine döner. Sevgi yüzünden karanlık evler aydınlanıp nurlanır. Mum demir gibi katılaşır. Nâr nûr olur.
Sevgilerin en berrak ve muhabbetlerin en halisi en durusu mü’minlerin gönül aynasında alemlerin incisini seyir ve temaşa etmesidir. Muhabbet kulun kendi varlığında Allah’ın ışıl ışıl yanan Cemâlinin zevkine seyrine varmasıdır. Gönül bu yolda parladıkça esrar perdeleri birer birer açılır. İnsan her zerrede her damlada bir hikmetin bulunduğunu okur ve görür. Onun sahibine hemen gönül verir.
İlahi muhabbetin sevgilerin en halisi olması can ile düğümlenmesinden; gözden değil gönülden doğmasından ileri gelir. İnsan sevdikçe açılır. Açıldıkça sever. İlahi varlığının derece derece yücelik ve güzelliklerine kaşı ruhunun derinliklerinden gelen bir ılıklık duyar. O zaman kendini bütün insan kardeşlerini sevmekle fâni ebediyete götüren imân yolunu bulmuş olur.
Bu mâhiyet dolayısıyla ilahi muhabbet aşkın en yüksek derecesi Allah’dan başka her varlığın gözden silinerek gönülden de çekilmesidir. O hakikat yolu bilinmeyen alemlerden gelen nurlarla aydınlanmıştır. Yalnız ilahi muhabbetin bir menfaat mukabili olmayıp yüksek bir feragat hissiyle beslenmekte olduğunu unutmamalıdır.
Kul Allah onu sevmezse ne yapar? Ancak kulun Allah’ın kendisini sevmesi için çaba göstermesi gerekir. Hakkın dostluğunu aramalıdır. Çünkü sonsuz rahmet var onun dostluğundadır.
Ne yapıp yapıp onu sevmeli ve sevgilisi olmaya çalışmalıyız.
Sevgi; ruhun gıdası gönüllerin ilacı kalplerin şifasıdır. Varlığı her an hissedilen etkisi hemencecik görülen ve kendisine has hüküm ve gerçeklikleri olan sarsılmaz bir duygudur. Kendisi bizzat görülmeyen ancak tesir ettiği herhangi bir şeyde tezahürleri anlaşılabilen kıymetli bir nesnedir o.
Bazen bir annedir yavrusunun başını okşar. Bazen bir yavru olup annenin yüreğine koşar. Kimi zaman Mecnun’a dönüşür sahrâlarda dolaşır. Kimi zaman da Feryad olup dağlarla savaşır. An olur bir mağara önünde güvercindir. An olur bir yılanın zehrine uzanan perçindir. Mesafe tanımaz. Dur durak bilmez. Kolay kolay vazgeçmez.
Hakîki sevgiye Hakk’ın sevgisine yönelenlerin yol azığı ise hepten sevgiden ibarettir. Sevgi gerçeği bir şûledir. Hakk’ın kulunu kendisine doğru cezbetmesi ile doğar. Ve kulun Hakk’a doğru cezbedilmesi ile gelişir. Bu kutsal şûle tâ başından itibaren sevenle sevilen arasındaki mesafeyi ve ayrılığı ortadan kaldırmak seveni sevilene ulaştırmak seveni sevende fânî ve sevilenin bekâsıyla bâkî kılmak ister. Bu kutsal şûlenin derece ve mertebeleri ne olursa olsun hakikati birdir. Bu şûlenin gerçekliği sevgiden ibarettir.
Mevlâna der ki: “Şu gönülde sevgi şimşeği parlayınca bilmiş ol ki o gönülde sevgi vardır. Senin gönlünde Allah sevgisi iki kat olduysa şüphe yok ki Allah da seni seviyor demektir.”
Sevgi seni yaradanı karşılık beklemeden sevmeyi gerektirir ki bir bedel karşılığı sevgilisinden hoşnut olan aşığa Zübeyde’nin yaptığı muameleyi yapmak gerekir. Anlattıklarına göre bir zamanlar bir genç Zübeyde’nin kapısına gelerek Zübeyde’ye aşık olduğunu söyler. Bu haber Zübeyde’ye iletilir.
Zübeyde onu içeri çağırıp: “Bir daha asla hem sana hem de bana zarar verecek bu tür sözler söyleme. Şu bin dirhemi al ve bu iddiandan vazgeç.” der. Genç vazgeçmeyeceğini söylese de bu pazarlık on bin dirheme kadar sürer. On bin dirhemi duyan genç kabul eder. Fakat Zübeyde bu durumu görünce onun başının kesilmesini emreder ve “Bizi sevdiğini iddia edip de sadece bizimle yetinmeyenin cezası budur der.
O günlerde bu hikâyeyi duyan ariflerin hepsi kendinden geçtiler ve “Bir yaratılmışı sevdiğini iddia eden bir yaratılmışın sevgilisinden başkasına yöneldiği takdirde başına bu gelirse Yaradan’a muhabbeti olduğunu iddia eden bir kul ondan başkasına yönelirse başına neler gelmez?” dediler.
Asla sağına soluna bakmayan ve her zaman: “Sevgi kadehinden bir yudum içen kişi sevdiğinden başkasına iltifat göstermeyi sevmez” diyen bir din ulusu vardı. Bir gün Kabe’yi tavafı sırasında birisi ona seslendi; seslenene doğru bakmak istediğinde gökyüzünden “Bizden başkasına iltifat gösteren bizden değildir” nidâsı geldi.
Sevgi dergâhında inzivaya çekilenler ve dostluk kâbesinin ziyaretçileri şöyle der: “Marifetin sembollerinden biri sevgidir çünkü onu tanıyan sever; seven de kapısına yapışır.” Denildi ki muhabbet kalbin Allah’a ve ona götüren şeylere meylidir.
Semnûn’a “Sevgi nedir?” diye sordular. “Allâh'u Teâlâ muhabbetten daha latif bir şey yaratmadı. O halde ben ona muhabbet beslemeyenin haline şaşarım” diye cevap verdi.
Aşk derdinin dertlileri şöyle der: “Sevgi rahatlık veren bir hastalıktır. Bütün şifalar verilse de bu değiştirilmemelidir.” Göz damarlarının çatlaması bütün ilaçların kullanıldığı ancak tedavisi için muhabbet derdi dışında hiçbir derdin çare olamadığı bir hastalıktır. Çünkü muhabbet derdinin sahibi bundan yakınmaz ve kendi derdini binlerce ilaç karşılığında dahi elden bırakmaz ve gözünü dosttan başkasını görmemek için öylesine kapatır ki gönül gözü kör olanlar onu kör sanırlar.
Denildi ki; Ömer b. Abdülaziz yola çıktığı vakit hoşlanmadığı şeyleri görmek korkusuyla gözlerini kapardı. Bu aynen Şiblî’nin büründüğü kisve gibidir. Bir göz doktoru onun yanına gider ve “İstersen gözünü tedavi edebilirim” der. Bu söz üzerine basiret sahibi olan Şiblî ona: “Ben sevgiliden başkasına bakmamak için gözümü kapadım. Sen onu tekrar açmamı istiyorsun; gel senin de gözünü sadece sevgiliyi görme arzusuyla kör edeyim de sen de bundan sonra Allâh'u Teâlâ’dan başka kimseyi görme” der.
Sevgiden acılar tatlılaşır. Sevgi yüzünden bakırlar altın olur. Sevgi ile tortular durulur arınır. Dikenler gül olur. Darağacı bir tahta dönüşür. Sevgiden dertler şifa bulur sağlığa kavuşur. Sıkıntılar talih olur. Ölü dirilir. Sevgi yüzünden padişah kul olur. Zindan gül bahçesine döner. Sevgi yüzünden karanlık evler aydınlanıp nurlanır. Mum demir gibi katılaşır. Nâr nûr olur.
Sevgilerin en berrak ve muhabbetlerin en halisi en durusu mü’minlerin gönül aynasında alemlerin incisini seyir ve temaşa etmesidir. Muhabbet kulun kendi varlığında Allah’ın ışıl ışıl yanan Cemâlinin zevkine seyrine varmasıdır. Gönül bu yolda parladıkça esrar perdeleri birer birer açılır. İnsan her zerrede her damlada bir hikmetin bulunduğunu okur ve görür. Onun sahibine hemen gönül verir.
İlahi muhabbetin sevgilerin en halisi olması can ile düğümlenmesinden; gözden değil gönülden doğmasından ileri gelir. İnsan sevdikçe açılır. Açıldıkça sever. İlahi varlığının derece derece yücelik ve güzelliklerine kaşı ruhunun derinliklerinden gelen bir ılıklık duyar. O zaman kendini bütün insan kardeşlerini sevmekle fâni ebediyete götüren imân yolunu bulmuş olur.
Bu mâhiyet dolayısıyla ilahi muhabbet aşkın en yüksek derecesi Allah’dan başka her varlığın gözden silinerek gönülden de çekilmesidir. O hakikat yolu bilinmeyen alemlerden gelen nurlarla aydınlanmıştır. Yalnız ilahi muhabbetin bir menfaat mukabili olmayıp yüksek bir feragat hissiyle beslenmekte olduğunu unutmamalıdır.
Kul Allah onu sevmezse ne yapar? Ancak kulun Allah’ın kendisini sevmesi için çaba göstermesi gerekir. Hakkın dostluğunu aramalıdır. Çünkü sonsuz rahmet var onun dostluğundadır.
Ne yapıp yapıp onu sevmeli ve sevgilisi olmaya çalışmalıyız.