Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

....ilahi Anayasa.... (1 Kullanıcı)

Resul Aydın

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
17 Eyl 2006
Mesajlar
4,770
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
61
Konum
DÜNYANIN BAŞKENTİNDEN
KUR'AN'İ ANAYASA
Herhangi bir devletin mahiyetini, yani asli organlarını: bu organların, kuruluş,
teşkilâtlanış ve işleyiş tarzlarını, birbirleriyle olan yetki ve sorumluluk ilişkilerini, devletin üstün
otoritesi (iktidarı) altında bulunan insanların temel hak ve özgürlükleriyle ilgili hukuk, ilke, kural
ve kurumların neler olduğunu belirleyip gösteren temel belge. Bu anlamda, maddî bakımdan
anayasa kurallarını ayırıma yarayacak kıstas, bu kuralların ilişkili bulundukları konular olmaktadır
ki, bu konuların kapsamına girecek bütün hukuk kuralları ve belgeleri anayasa kavramı içinde
düşünülmelidir. Başka söyleyişle, herhangi bir devletin siyasî teşkilâtını ilgilendiren ve temel
organlarının kuruluş, görev ve faaliyetlerini, bu organlar ile insanlar arasındaki ilişkileri
düzenleyen kural ve ilkelerin bütünüdür.

Devletin dayandığı temel yasa olarak anayasa
bu bakımdan ferdin hak ve özgürlüklerini belirlemek ve tanımak; korumak ve gözetmek, özetle
güvence altına almak için gerekli düzenlemeyle birlikte zorunlu işlemleri ortaya koyar. İşte bu
düzenleme ve işlemler o devletin mahiyet, nitelik ve türünü tespit etmek bakımından bir temel
kıstas olma özelliği de taşır ki; "hukuk devleti" "totaliter devlet", "sosyal devlet", "adaletli
devlet" gibi nitelemelerin yapılmasına imkân verir.

Anayasa Türleri: Aslında anayasaları
yapılış şekli, kaynağı, muhtevası, hukuk sistemi içindeki konumu vb. gibi açılardan türlere
ayırmak mümkün olabilir. Ancak anayasa hukuku açısından birbirleriyle yakın ilişkileri bulunan
iki ayrımın üzerinde durulması yerinde olur:

Yazısız-Yazılı Anayasalar: Anayasanın maddî
ve şeklî bakımdan tanımına bakıldığında, muhteva ve şekil yönünden öteki yasalardan farklılık
gösterdiği görülür. Başka söyleyişle anayasa, devletin siyasî kuruluşuna, kamu otorite ve
organlarıyla bunlar arasındaki ilişkilere; hükümetin oluşturulmasına, devletin şekline, özetle bu
ve benzer konulara ilişkin kuralların bütünüdür. İşte bu noktada anayasanın öteki yasalardan
farklı biçimde olduğu hususu, yani hazırlanma ve değiştirilme usûl ve organlarının farklılığı önem
arzetmektedir. Bu bakımdan belli usûl ve organlar tarafından yazılı bir şekilde meydana getirilen
anayasaya, yazılı anayasa; buna karşılık anayasaya ilişkin kuralların bu tarzda yazılı olarak değil
de, örf ve âdetlere, geleneklere göre oluşturulmasına da "yazısız" (teamülî) anayasa
denilir.

Bir milletin toplumsal yaşayışının esası kabul edilecek bir yazılı kurallar bütünü
oluşturacak; yöneticilerin seçim, görev ve yetkilerini belirlemek sûretiyle keyfî davranışlarını
önleyecek; toplum fertlerinin temel hak ve özgürlüklerini güvence altına alacak bir düşünce
sisteminin meydana getirilmesi insanlık tarihinin önemli bir arayışı olmuştur. Anayasacılık hareketi
bu bakımdan üzerinde dikkatle durulan bir gelişmedir. Anayasa hukuku, siyaset bilimi ve
düşünce tarihi bu konuda son yüzyıllardaki Batı dünyasında ortaya çıkan gelişmeleri odak
kabul ettiğinden, bütün değerlendirmeleri de bu bağlamda yapma "alışkanlığından" uzak
duramamıştır.

Anayasacılık hareketinin tarihi seyir içinde geçirdiği süreci, bu bakımdan
Batı'da son yüzyıllarda kaydedilen gelişmeler ile sınırlandırmak, hakikatin anlaşılmasında yeterli
gözükmemektedir. Anayasacılık hareketi bakımından Hz. Peygamber'in, dolayısıyla onun
önderliğinde aslî unsurunu müslümanların oluşturduğu temel bir yasaya bağlı bir toplum ve
üstün otorite kuruluşunun Medine (Yesrib) de ortaya çıktığı görülmektedir. Gerçekten,
Arabistan'ın özel durumu bir tarafta tutulsa bile, Hicret'in gerçekleştiği milâdi yedinci yüzyıla
kadar, temel bir yasanın, toplumun ve üstün otoritenin (devletin) belirlenmesi ve kurulmasında
benzer bir olaya tarihte rastlamıyoruz. Her şeyden önce Hz. Peygamber'in Medine'ye
hicretinden sonra gerçekleşen ve Medine'deki "kozmopolit" toplum yapısını bir ümmet ve bir
siyasî teşkilât bütünlüğüne kavuşturmasında, çeşitli sosyal grupların "konsensusu"nun
sağlanmasında, "sosyal sözleşme" diyebileceğimiz bu esas, temel yasa olmuştur. Muhâcir ve
Ensâr gruplarının oluşturduğu müslüman topluluk yanında Yahudiler, Hristiyanlar, hatta
putperestler siyasi bir "camia" olma iradelerini bir konsensus şeklinde beyan etmişlerdir. İşte bu
konsensusa dayalı "temel esas" denebilir ki, dünya tarihinde ilk yazılı anayasal hareket ve
belgedir. Nitekim kırkyedi maddeden oluşan bu anayasal belgenin 1. maddesi, amacı da
belirlemektedir:

"Bu kitap (yazı, anayasal belge) Hz. Peygamber Muhammed (s.a.s.)
tarafından Kureyşli ve Yesribli müminler ve müslümanlar ve bunlara bağlı olanlarla beraber cihat
edenler için (olmak üzere tanzim edilmiştir)."

2. Madde devletin insan unsurunu da ihtiva
edecek bir tanım yapmaktadır: "işte bunlar, diğer insanlardan ayrı bir ümmet (camia) teşkil
ederler." Sonraki maddelerde "ümmeti" oluşturan toplulukların birbirleriyle ilişkilerinde riayet
edecekleri esaslar belirlendiği gibi, her topluluğun inançları da gözönünde tutularak hak ve
özgürlükleri tesbit edilmiş, sınırları çizilmiştir. Bu anayasal belgenin Anayasa hukuku açısından
tahlili, İslâm hukukunun "sosyal sözleşme"ye dayandığı anlamına alınmamalıdır. Unutulmaması
gereken husus bu anayasal belgenin düzenlenmesi sırasında İslâm'ın hükümleri Allah
tarafından vahyedilmekteydi. Ancak bir müslüman fert ve toplumunun inanç esasları, hayatı
düzenleyecek kuralları öz halinde indirilmişti. Dolayısıyla müslüman insan tipi ve topluluğu,
şartların oluşmasıyla kurulup düzenlenecek yapının çekirdeğine sahipti. Yani İslâm'ın hukukî
özü; siyasî yapılanma formu, ferdî ve sosyal hayatı düzenleme kabiliyet ve esnekliği, müslüman
olmayan toplulukların (Yahudiler, Hristiyanlar, Putperestler) şart ve durumları gibi hususlar da
dikkate alınarak uygulamaya konulmuştur. Hz. Peygamber (s.a.s.) ve Râşit halifelerden sonraki
dönemlerde, siyasî oluşumlar belli oranda ayrı tutulursa, bu anayasal belgenin ruhu
korunmuştur denebilir. Nitekim zımmîlerin hukukî, siyasî ve sosyal statüleri ve bunun
uygulanması, İslâm devleti hayatiyetini sürdürdüğü müddetçe devam etmiştir.

Hz.
Peygamber'in önderliğinde hazırlanan bu belge, yeryüzündeki anayasa hareketlerinde olduğu
gibi, İslâm hukukunun kaynağı şeklinde değerlendirilmemelidir. Burada çok önemli bir farkın
gözden uzak tutulmaması gerekir. Meselâ yeryüzündeki, özellikle Batı'daki anayasaların
kaynağını hukukî, siyasî ya da sosyal bir belge oluştururken, İslâm hukuku böyle beşerî bir
kaynağa değil, vahye dayalıdır. Böylelikle İslâm hukukunda anayasa meselesi öteki
anayasalardan farklı bir değerlendirmeyi zorunlu kılar.

Özet olarak ana başlıklar hâlinde,
bu anayasal belgenin nitelikleri şu şekilde açıklanabilir:

Dil, ırk, din farklılığına rağmen
(burada dikkat edilmesi gereken bir husus daha var. O da "din" farkını nazar-ı itibara almama
değil, aksine "din" farkı gözönüne alınmakla birlikte) bunların mahiyetlerine uygun bir yaşama
ortamı oluşturulmak istenmektedir. Çünkü Hz. Peygamber'in "din" farkı gözetmemesi, çok
açıktır ki düşünülemez. Aslında bu husus İslâm Hukuk Sistemi'nin çarpıcı ve ne yazık kolayca
gözden kaçırılan üstün yönüyle de ilgilidir, devlet müessese ve teşkilâtlanmasının dayanacağı,
insan, yani "ümmet" unsuru oluşturulmaktadır. Bu unsur içine giren farklı insan topluluklarının
hak, özgürlük ve görevleri de hükme bağlanmaktadır. Ensâr'ın muhâcirlere karşı hak ve
vecibeleri gibi, gayr-i müslimlerin müslümanlarla ilişkilerinin niteliği ve yükümlülükleri (meselâ
savaşta) âmir hükümler şeklinde düzenlenmiştir. (18, 24, 36, 37, 38, 47. md.'ler
gibi)

Yine oluşan bu "ümmet"in iç ve dış ilişkilerini, toprak (ülke) bütünlüğünü
gerçekleştirecek tedbirler, yani devletin coğrafi sınırları (mad. 39) belirlenmiştir. iç-dış ilişkileri ve
toprak bütünlüğü sağlanan bu insan unsuru; eskiden beri sürüp gelen kan ve kabile bağıyla
değil, "din" farklılığına rağmen, aslî belirleyici olan İslâm'ın ruhuna uygun "dava birliği"yle
toplum statüsü kazanacaktır. Bu da "ümmet"in siyasî toplum olma kaynağını besleyecek
mahiyettedir. Zaten gayr-i müslimlerin ya da Muhâcirlerin veya Ensâr'ın hak ve yetkileri, riâyet
edilmesi gereken hukûkî esasları ihtivâ etme yanında, bunun tabii sonucu olarak, siyasî hedefi
veya hedefleri de kapsar niteliktedir. (1, 36, 47; 25, 42 vb. mad.) Aslında bu yönüyle
bakıldığında mezkur anayasal belgenin bugünkü anlamda anayasa kavramını ihtiva etmediği,
hatta onun üstünde bir özelliğe sahip bulunduğu görülmektedir.

Dünyada ilk yazılı
anayasa olarak elimizde bulunan bu belge, siyasî yapının işleyişini gerçekleştirici idarî ve
hukukî özerkliği, fertlerin veya toplulukların anlaşmazlıklarını çözücü yargı özerkliği sistemini
getirmektedir (23, 25, 42. mad) Eğer topluluklar aralarındaki anlaşmazlıkta çözüme
ulaşamazlarsa, o taktirde anlaşmazlığın çözümü doğrudan doğruya Hz. Peygamber'in yetki ve
görev alanına girmektedir. Bunun anlamı hukukun uygulanmasında ihtilaf çıktığında üst ve son
yetkili mercinin Hz. Peygamber olmasıdır. Bu özellik, bugünkü hukuk uygulamalarında, anayasa
ve kanunların anlaşılmasında meselenin yüksek yargı organlarına götürülmesinin ilk örneğidir.
Demek ki İslâm devletinde en üst otoritenin Hz. Peygamber olduğu kabul edilip, bu husus
anayasada temel bir madde olarak belirtilmiştir. Daha sonraki dönemlerde Ehl-i hal ve'l akd
meclisi, hukukî-idarî müesseseler olarak teşkil olunmuşlardır.

Öte yandan belgenin mali
yükümlülük esasları, savaş durumu ve bu esnada fert ve toplulukların hak ve sorumlulukları
(ödevleri) da hüküm altına alınmıştır (3, 12, 17, 23, 24, 36, 37, 38. mad.)

Belgenin
muhtevasından hareketle İslâm toplumunda anayasanın kaynaklarının, aynı zamanda İslâm
hukukunun aslı kaynakları olduğu söylenmelidir. (Kur'an, Sünnet, Râşid halifelerin uygulamaları
ve İslâm hukuk bilginleri yani müçtehitlerin görüş ve ictihadları gibi)

Bu kaynaklara
dayalı ve bağlı olarak yapılacak bir anayasa, İslâm'ın itikadî esaslarını genel ilkelere
dönüştürme yanında, İslâm hukukunun mantığını da özümlemelidir. Bu bakımdan genel
anlamıyla İslâm devletinin anayasası şu özellikleri kapsar:

1) Mutlak yaratıcı olan Allah,
kanun koyucu olarak da kayıtsız şartsız hâkimiyet sahibidir. Yani İslâm anayasasında hâkimiyet
ve hüküm koyma yetkisi Allah'a aittir.

2) Anayasa gibi kanunlar ve uygulamaları da,
İslâm hukukunun genel kaynaklarına ve ruhuna aykırı olamaz ve bu kaynaklara ters düşecek
şekilde yorumlanamazlar.

3) İslâm'ın insan ve toplum anlayışı; soy, dil, toprak gibi belli
bir unsurun değil, İslâm'ın öngördüğü dünya görüşünün temel ilke kabul edilmesini
gerektirir.

4) Fertlerin maddî ve manevî varlıkları ve bunlar için gerekli her türlü tedbirin
alınması, düzenlemenin yapılması (eğitim, öğretim, seyahat, düşünce, ibadet, çalışma hak ve
özgürlükleri; mal, can, namus ve sağlığın korunması, imkân ve fırsat eşitliği; yiyecek, giyecek,
mesken sağlanması vb. gibi).

5) Gayr-i müslimlerin, İslâm hukukunun öngördüğü esaslar
dahilinde korunması, haklarının koruma altına alınması .

6) Devlet başkanının seçimi;
seçilecek kimsenin nitelikleri, yetki ve sorumlulukları ve bunların temsil ve devredilme
usûlü.

7) Hükümetin teşkili, yetki ve sorumlulukları .

8) Devletin idarî teşkilâtı;
idarî yetki ve sorumlulukların belirlenmesi.

9) Yargı organlarının teşkilât, yetki, görev ve
sorumlulukları.

10) Devletin dış ilişkilerde uyacağı esaslar, burada görev alacakların
seçimi, atanması usûlü, yetki ve görevlerinin sınırlarının belirlenmesi.

İşte ilk anayasal
belge olan Medine İslâm devleti anayasası bu konuda temel bir örnek olarak görülmelidir.
Sonraki yüzyıllarda bu türden bir girişimin olmaması bu anayasal belgenin önemini ve değerini
gölgelemez. Ne var ki, İslâm ülkelerinde ancak batının etkisiyle ondokuzuncu yüzyılda
başlayan anayasa hareketleri, (Tunus'ta 1861'de, Türkiye'de 1876'da) bu aslî örneği
gözönünde tutmadığı için, müslüman toplumun konsensusunu yansıtan belgeler olma
özelliklerini de kazanamamışlardır. Bunun çarpıcı örneğini ülkemizde 1876'dan sonra yapılan
anayasaların muhtevasında açıkça görmek mümkündür.


20050121144303bleurose1hc4.gif
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt