abdulkerim
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 27 Ağu 2006
- Mesajlar
- 6
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
İlâh Kavramı
Aladdin PALEVİ
Lügatte ilah kelimesi “elihe” fiilinden gelmekte olup, ısınmak, alışmak, korktuğu bir iş başına gelmek, başkası tarafından korunmak, aşırı sevgiden dolayı yönelmek, düşkün olmak, kulluk etmek, hicaplanmak, örtünmek, gizlenmek gibi manalara gelmektedir. “İlah kelimesi, “elehe, yelihu, ilaheten” mastarından gelir. İbadet etmek demektir. Fial vezninden meful olup, mabud demektir.”
“Uluhiyet/ilahlık Allah’ın bir vasfıdır. Yani, ibadetin ve itaatin her çeşidi Allah’a mahsustur. Zira o kainatı yaratmıştır. O halde ibadet ve yasama hakkıda ona mahsustur. İlah kelimesi Kur’an’da 96 yerde yalın halde geçmektedir. 17 yerde ise çeşitli zamirlerle birlikte muzaaf olarak, 2 yerde tesniye 33 yerde de cemi olarak gelmiştir.”
Uluhiyet Tevhidi: Alimler uluhiyet tevhidini şöyle tarif etmişlerdir: Tüm ibadet çeşitlerinde Allah’ı birlemektir. Yani ibadet ve itaatler bütünüyle Allah’a aittir. Ki bu anlamda tevhid kelimesi La İlahe İllallah’ın ta kendisidir. Zira La İlahe İllallah demek, tüm sahte egemenleri ve ilahları reddedip, ibadet ve itaatleri bütünüyle Allah’a yöneltmektir. İmam Bakıllani şöyle demektedir: “Allah’tan başka ilah yoktur. O’ndan başka hiç kimse ibadete ve itaate layık değildir.”
Aslen ilah kavramı yaratan, yoktan var eden anlamlarına gelmeyip mabud, yani itaat edilen, emirlerine uyulan, egemen demektir. Kendisine itaat edilen ilah ibadette ve itaatte hak sahibi Allah’ta olabilir, ya da Allah’tan başka egemenliğini ilan eden sahte ilahlarda olabilir. Zira Allah ve ilah lafızları arasında büyük fark vardır. Allah ismi, bizleri ve tüm kainatı yoktan var eden yüce Mevla’ya has olan bir isim iken, ilah kelimesi hem Allah için hem de sahte ilahlar için kullanılan umumi bir lafızdır. Kur’an’ı Kerim’de ilah kelimesi bu iki anlamada gelmektedir. Allahu Tealâ şöyle buyurmaktadır:
“Allah ile birlikte başka bir ilaha yalvarma!” (28, Kasas/88)
Bu ayette ilah kelimesi her iki anlamda da kullanılmıştır. Yani bir taraftan ibadete ve itaate hak sahibi tek ilah yani Allah diğer taraftan da kendisine ibadet ve itaat edilen sahte ilahlar anlamına gelmektedir.
İçinde bulunduğumuz toplumda Allah’ın nizamı olan İslam’ın hükümlerinin kaldırılmasıyla birlikte İslam zaafa uğramıştır. Özellikle toplum içerisinde alim ya da din adamı kisvesine bürünmüş kimselerin gerek cehaletleri sonucu gerekse bilerek tahrifleri sonucu bir çok kavram asıl anlamından çok uzaklaşmıştır. İlah kavramı da bunlardan bir tanesidir. Bugün La İlahe İllallah denildiği zaman insanların anladığı Allah’tan başka bir yaratıcı, öldüren ve dirilten bir tanrının olmadığıdır. İster istemez bu şekilde bir tahrif Kur’an’ın sahih bir şekilde anlaşılmasının da önüne geçmiştir. Bunun en belirgin örneğini Firavunun ilahlık ve rablik iddialarında görmekteyiz.
“Firavun: -Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh tanımıyorum (dedi)...” (28, Kasas/38)
“(Firavun) Derhal (adamlarını) topladı ve (onlara) bağırdı: Ben, sizin en yüce Rabb’inizim! dedi.” (79, Naziat/23-24)
Kur’anî kavramların asıl anlamlarından uzaklaşılmasının neticesinde bugün bir çok sözde alim ve hoca efendiler Firavun’un bu iddiasını şu şekilde değerlendirmişlerdir: “Firavun bu sözünde resmen kendisinin yaratıcı olduğunu söylemiştir.” Hatta bu şekilde bir açıklama tefsir kitaplarına kadar girmiştir.
İşte bu yanlış anlama toplumun daha önce yaşayan, Kur’an’da örnekleri verilen firavunları tanıyamamasına bunun neticesinde de günümüzün firavunlarından bihaber olmalarına vesile olmuştur. Son dönemde Allah’ın kanunlarını iptal edip yerine kendi kanunlarını icra eden firavunlardan habersiz kalınmıştır. Çünkü bu hatalı anlayış firavunun yaratıcılık iddiasında olduğunu düşündürmüştür ve günümüzde hiç kimse de böyle bir iddia da bulunmamaktadır. O halde günümüzün idarecileri geçmişte yaşayan firavunlardan çok uzaktadırlar.!!! Hem günümüzün yöneticileri her ne kadar Allah’ın şeraitini iptal ederek kendi kanularıyla insanları sevk ve idare etseler dahi namaz kılıp, oruç tutmaktalar ve La İlahe İllallah demektedirler!!!
Ancak ne var ki Kur’anî kavramlar bugün hakkıyla bilinse idi böyle hatalı bir anlayışa gidilmeyecekti. Bakınız Kasas Suresi’nin 28. ayetine dair Allame Fahruddin Razi şöyle demektedir:
“Firavun'un kendisinin ilah olduğunu söylemektedir. Bu hususa gelince, bil ki, bununla kastedilen, Firavun, kendisinin göklerin, yerin, denizlerin, dağların ve insanların zatlarını ve sıfatlarını yarattığını iddia etmemiştir. Çünkü bunun imkansız olduğunu bilmek için pek zeki olmaya gerek yok. Dolayısıyla bu hususta şüphe etmek, aklının noksanlığına delil olur. İlah ise, ibadet edilendir. O halde Firavun, bir yaratıcının olmadığını ileri sürerek, insanların mükellefiyetlerinin, sadece meliklerine itaat etmeleri ve onun emirlerini dinlemeleri olduğunu söylüyor. İşte Firavun'un ulûhiyyet iddiası ile kastedilen, çoğu kimsenin sandığı gibi, onun, göklerin ve yerin yaratıcısı olduğunu iddia etmesi değil, mâbûd olduğunu iddia edişidir. Biz, özellikle, Tâhâ sûresinde, "Siz ikinizin Rabbi kim, Ey Musa?" (Tâha, 49) ayetinin tefsirinde, Firavun'un Allah'ı bildiğini ve bu sözü, kavminin cahil ve ahmaklarına yutturmak için söylediğini anlatmıştık.”
Yine aynı şekilde Naziat Suresi’nde Firavun’un rablik iddiasını Fahreddin er-Razi şöyle tefsir etmektedir:
“Firavun’un bu sözünün anlamı şudur: Hiç kimse üzerinde benden başkasına ait bir emir ve yasak koyma hakkı yoktur."
Aynı ayetin tefsirinde Alusi ise şöyle demektedir:
"Firavun topladığı kalabalığının içinde kalkıp hitap etmek suretiyle bir nutuk çekerek o büyük lafı etmiş, böylece kendisini halkı yönetenlerin hepsinden üstün tutmuştur."
Aladdin PALEVİ
Lügatte ilah kelimesi “elihe” fiilinden gelmekte olup, ısınmak, alışmak, korktuğu bir iş başına gelmek, başkası tarafından korunmak, aşırı sevgiden dolayı yönelmek, düşkün olmak, kulluk etmek, hicaplanmak, örtünmek, gizlenmek gibi manalara gelmektedir. “İlah kelimesi, “elehe, yelihu, ilaheten” mastarından gelir. İbadet etmek demektir. Fial vezninden meful olup, mabud demektir.”
“Uluhiyet/ilahlık Allah’ın bir vasfıdır. Yani, ibadetin ve itaatin her çeşidi Allah’a mahsustur. Zira o kainatı yaratmıştır. O halde ibadet ve yasama hakkıda ona mahsustur. İlah kelimesi Kur’an’da 96 yerde yalın halde geçmektedir. 17 yerde ise çeşitli zamirlerle birlikte muzaaf olarak, 2 yerde tesniye 33 yerde de cemi olarak gelmiştir.”
Uluhiyet Tevhidi: Alimler uluhiyet tevhidini şöyle tarif etmişlerdir: Tüm ibadet çeşitlerinde Allah’ı birlemektir. Yani ibadet ve itaatler bütünüyle Allah’a aittir. Ki bu anlamda tevhid kelimesi La İlahe İllallah’ın ta kendisidir. Zira La İlahe İllallah demek, tüm sahte egemenleri ve ilahları reddedip, ibadet ve itaatleri bütünüyle Allah’a yöneltmektir. İmam Bakıllani şöyle demektedir: “Allah’tan başka ilah yoktur. O’ndan başka hiç kimse ibadete ve itaate layık değildir.”
Aslen ilah kavramı yaratan, yoktan var eden anlamlarına gelmeyip mabud, yani itaat edilen, emirlerine uyulan, egemen demektir. Kendisine itaat edilen ilah ibadette ve itaatte hak sahibi Allah’ta olabilir, ya da Allah’tan başka egemenliğini ilan eden sahte ilahlarda olabilir. Zira Allah ve ilah lafızları arasında büyük fark vardır. Allah ismi, bizleri ve tüm kainatı yoktan var eden yüce Mevla’ya has olan bir isim iken, ilah kelimesi hem Allah için hem de sahte ilahlar için kullanılan umumi bir lafızdır. Kur’an’ı Kerim’de ilah kelimesi bu iki anlamada gelmektedir. Allahu Tealâ şöyle buyurmaktadır:
“Allah ile birlikte başka bir ilaha yalvarma!” (28, Kasas/88)
Bu ayette ilah kelimesi her iki anlamda da kullanılmıştır. Yani bir taraftan ibadete ve itaate hak sahibi tek ilah yani Allah diğer taraftan da kendisine ibadet ve itaat edilen sahte ilahlar anlamına gelmektedir.
İçinde bulunduğumuz toplumda Allah’ın nizamı olan İslam’ın hükümlerinin kaldırılmasıyla birlikte İslam zaafa uğramıştır. Özellikle toplum içerisinde alim ya da din adamı kisvesine bürünmüş kimselerin gerek cehaletleri sonucu gerekse bilerek tahrifleri sonucu bir çok kavram asıl anlamından çok uzaklaşmıştır. İlah kavramı da bunlardan bir tanesidir. Bugün La İlahe İllallah denildiği zaman insanların anladığı Allah’tan başka bir yaratıcı, öldüren ve dirilten bir tanrının olmadığıdır. İster istemez bu şekilde bir tahrif Kur’an’ın sahih bir şekilde anlaşılmasının da önüne geçmiştir. Bunun en belirgin örneğini Firavunun ilahlık ve rablik iddialarında görmekteyiz.
“Firavun: -Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh tanımıyorum (dedi)...” (28, Kasas/38)
“(Firavun) Derhal (adamlarını) topladı ve (onlara) bağırdı: Ben, sizin en yüce Rabb’inizim! dedi.” (79, Naziat/23-24)
Kur’anî kavramların asıl anlamlarından uzaklaşılmasının neticesinde bugün bir çok sözde alim ve hoca efendiler Firavun’un bu iddiasını şu şekilde değerlendirmişlerdir: “Firavun bu sözünde resmen kendisinin yaratıcı olduğunu söylemiştir.” Hatta bu şekilde bir açıklama tefsir kitaplarına kadar girmiştir.
İşte bu yanlış anlama toplumun daha önce yaşayan, Kur’an’da örnekleri verilen firavunları tanıyamamasına bunun neticesinde de günümüzün firavunlarından bihaber olmalarına vesile olmuştur. Son dönemde Allah’ın kanunlarını iptal edip yerine kendi kanunlarını icra eden firavunlardan habersiz kalınmıştır. Çünkü bu hatalı anlayış firavunun yaratıcılık iddiasında olduğunu düşündürmüştür ve günümüzde hiç kimse de böyle bir iddia da bulunmamaktadır. O halde günümüzün idarecileri geçmişte yaşayan firavunlardan çok uzaktadırlar.!!! Hem günümüzün yöneticileri her ne kadar Allah’ın şeraitini iptal ederek kendi kanularıyla insanları sevk ve idare etseler dahi namaz kılıp, oruç tutmaktalar ve La İlahe İllallah demektedirler!!!
Ancak ne var ki Kur’anî kavramlar bugün hakkıyla bilinse idi böyle hatalı bir anlayışa gidilmeyecekti. Bakınız Kasas Suresi’nin 28. ayetine dair Allame Fahruddin Razi şöyle demektedir:
“Firavun'un kendisinin ilah olduğunu söylemektedir. Bu hususa gelince, bil ki, bununla kastedilen, Firavun, kendisinin göklerin, yerin, denizlerin, dağların ve insanların zatlarını ve sıfatlarını yarattığını iddia etmemiştir. Çünkü bunun imkansız olduğunu bilmek için pek zeki olmaya gerek yok. Dolayısıyla bu hususta şüphe etmek, aklının noksanlığına delil olur. İlah ise, ibadet edilendir. O halde Firavun, bir yaratıcının olmadığını ileri sürerek, insanların mükellefiyetlerinin, sadece meliklerine itaat etmeleri ve onun emirlerini dinlemeleri olduğunu söylüyor. İşte Firavun'un ulûhiyyet iddiası ile kastedilen, çoğu kimsenin sandığı gibi, onun, göklerin ve yerin yaratıcısı olduğunu iddia etmesi değil, mâbûd olduğunu iddia edişidir. Biz, özellikle, Tâhâ sûresinde, "Siz ikinizin Rabbi kim, Ey Musa?" (Tâha, 49) ayetinin tefsirinde, Firavun'un Allah'ı bildiğini ve bu sözü, kavminin cahil ve ahmaklarına yutturmak için söylediğini anlatmıştık.”
Yine aynı şekilde Naziat Suresi’nde Firavun’un rablik iddiasını Fahreddin er-Razi şöyle tefsir etmektedir:
“Firavun’un bu sözünün anlamı şudur: Hiç kimse üzerinde benden başkasına ait bir emir ve yasak koyma hakkı yoktur."
Aynı ayetin tefsirinde Alusi ise şöyle demektedir:
"Firavun topladığı kalabalığının içinde kalkıp hitap etmek suretiyle bir nutuk çekerek o büyük lafı etmiş, böylece kendisini halkı yönetenlerin hepsinden üstün tutmuştur."