Resul Aydın
Kayıtlı Kullanıcı
Derler ki, “Koskocaman yalnızlık olduğunda, ay sarısını satarmış geceye” Saat gecenin ikibuçuğuydu, evin tüm pencerelerinden dışarı bakmasına rağmen ay’ı göremedi.
Biraz düşündü... Yalnız mıydı peki? Cevap veremedi... Kararlıydı ay’ı görecekti... Gecenin ağırlığını üzerinde hisseden buruşuklukta, koltuğa gelişigüzel bırakılmış deri montunu giydi bir anda... Sonra da; daha sabaha çok var nasıl olsa, miskinliğine bürünmüş ayakkabılarını geçirdi ayağına... Asansörün kata gelmesini bekleyemiycek kadar acelesi vardı. Gecenin sessizliğine inat, ayakkabılarının topuklarına daha da sert basarak, bi solukta indi merdivenlerden.
Biraz düşündü... Yalnız mıydı peki? Cevap veremedi... Kararlıydı ay’ı görecekti... Gecenin ağırlığını üzerinde hisseden buruşuklukta, koltuğa gelişigüzel bırakılmış deri montunu giydi bir anda... Sonra da; daha sabaha çok var nasıl olsa, miskinliğine bürünmüş ayakkabılarını geçirdi ayağına... Asansörün kata gelmesini bekleyemiycek kadar acelesi vardı. Gecenin sessizliğine inat, ayakkabılarının topuklarına daha da sert basarak, bi solukta indi merdivenlerden.
Lanet olsun, apartmanın kapısı kilitliydi. Posta kutularının hemen yanındaki uyarı takıldı gözüne “ Apartmanın kapısı gece 12’den sonra kilitlenecek!”Sinirlendi ve umutsuzca gece kadar soğuk ceplerinde anahtar aramaya başladı. Ve bulmuştu...
Anahtarlıktakilerden rastgele bi tanesiyle kapıyı açmaya çalıştı, ilk denemede açılmıştı kapı... Oksijeni bitmek üzere olan dalgıcın, yüzeye çıkma telaşıyla kendini dışarı attı. Derin derin nefes aldı... Gecenin soğuğunu önce çorap giymeyi unutmuş ayaklarında hissetti... Sonra yüzünde... Aklına montunun fermuarını çekmek geldi. Zicuuuvvv, diye bi ses çıktı. Fermuarın bu sesiyle irkildi.
Başını kaldırdı gökyüzünü seyretmek için. Ama apartmanların o sevimsiz yüksekliğinde kaybolmuştu gökyüzü! Hızlı adımlarla apartmanın bahçe kapısına ilerledi. Kapıyı açarken çıkan gıcırtı, yıllardır yağlanmayan kapının isyanıydı sanki...
Hızla uzaklaştı nereye gittiğini bilmeden. Sanki hep o gitmek istediği uzak ülkeye gidiyordu. Sokağın başına geldi... Gecenin sessizliği büyülemişti onu. Paketinde tek kalan, bu saatte içilmeye alışık olmayan sigarasını ağzına götürdü... Kibriti aradı elleri, sigarayı ağzına götürmenin şartlanmışlığıyla.
Ama kibriti bulmak o kadar kolay olmadı... Hızlı hızlı ceplerini karıştırdı. Anahtarlık geldi eline önce, sonra bi kalem, sonra da çiğnenmiş ve kağıdına sarılmış sakız. Şaşırdı... Hiç çiğnenmiş bi sakızı saklamak gibi huyu yoktu çünkü. Kimden ve ne zaman kalmıştı? Sonra ağzındaki sigaranın, kibritle randevusunu hatırladı...
Gülümsedi... Kibriti bulmuştu ama, kibrit de sigara gibi kutusunda tek kalmıştı. Rüzgarı arkasına aldı, avuçlarıyla sardı yaktığı kibriti ve sigarısından derin derin çekti ilk nefesi...
Üşüyen elleri biraz olsun ısınmıştı. Aklına Kibritçi Kız geldi... O da üşümüştü böyle. Ay’ı arayan gözlerle tekrar gökyüzüne baktı... Bulutların arkasına gizlenmiş, sanki ondan saklanıyordu. Bir nefes daha çekti sigarasından, tekrar ayla yüzleşmek üzere...
Ay gittikçe uzaklaşıyordu... Çaresizce kaldırım taşının üzerine oturdu... Çocukluğuna uzandı... “Taşa oturma karnın ağrır” uyarısı kulağındaydı... Gökyüzüne tekrar bakmaya cesaret edemiyordu...Gözleri dolu dolu oldu... Hani hep o gitmek istediği uzak ülke aklına geldi tekrar...
Kendinden emin bir şekilde ayağa kalktı... Açtı kollarını iki yana, hafifçe büktü boynunu... Dudağı kıvrıldı belli belirsiz... Gülümsedi belki... Belki ağladı, çığlık çığlık... Sessizce... Bu gece üç şey bitmişti. Tek kalan sigara... Tek kalan kibrit... Bir de...