Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

İbda: YENİDEN İLETİŞİMİN DİLİ (1 Kullanıcı)

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
yazi__Kitab__IBDA__Yeniden_Iletisimin_Dili.jpg




İBDA:

YENİDEN İLETİŞİMİN DİLİ

Hayreddin Soykan


Kitab – Tam Metin
Akademya Yayınları, İstanbul 1998






İÇİNDEKİLER

I. Vizyondaki Macerayı Teşhir Denemesi:
Zamandışı "Posa" Yalnızlığı ve İletişimsizlik

II. Taammüden İletişimsizlik:
Bir Ahtapot ki Sansür!

III. İletişim ve İletişimsizliğin Serüveni:
Söz Teknolojileri ve Kıyılan İnsan

IV. Sözlü-Yazılı Hitap Farkı Işığında:
Nasıl Konuşmalı ve Dinlemeli?

V. Aktüel İletişimin Karakter ve İmkânları:
Görüntülü (= Televizüel) İfâde ve Dramatizm

VI. İletişimsizliği Kırmanın Mecburi İstikameti:
İdeal "Yazar-Okuyucu" İlişkisi ve İbda Dili

VII. Yeniden İletişimin Anadili-Mânâ Dili:
"Teorik Dil Alanı" Şemsiyesi Altında "Kendinden Zuhur" Dili

VIII. Yeniden İletişimin Devletleşen Çözümü ve Çözülecekler:
"Enformasyon"dan "Teknoloji"ye İçtimaî Muvazene
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
I
Vizyondaki Macerayı Teşhir Denemesi:
ZAMANDIŞI `POSA` YALNIZLIĞI VE İLETİŞİMSİZLİK


İletişimsizliği Doğuran Vicdansızlık ve Tecrit

İnsanoğlunun varoluş macerası... Ruhî maceramız seyrinde içimizde akana baktığımızda sezdiğimiz sanki o ki; vicdanımız, şüpheyle şüphesizlik arası karanlık gökte mevkiini tutmuş, yönünü arayan yolcuyu fısıldadığı istikamet ve esrarla cezbeden bir kutup yıldızı gibi... Üfleyenin istidat ve kabiliyetine göre ses veren flüt misâli, pekiyi ölçüsü ve hakikati ne vicdanın; veyahut şöyle soralım daha doğrusu: Vicdandan kasdımız o mu gerçekten?.. Madem ki, en şenî cinayetleri işlerken dahi en ufak "vicdan sızısı" duymayan ve yaptığını vicdanıyla bağdaştıranlardan geçilmeyen bir ormanda yaşıyoruz; nefse esir de düşebilecek bir vicdanın -yani vicdan sanılanın- bulduğu, bildirdiği ve yaptırdığının; bulunması, bilinmesi ve yapılması "gereken"e nisbeti ne?.. Üstelik, bize "Allahın tatlı fısıltısı" gibi gelebilecek duyduğumuz sesin, hakikaten vicdan sâfiyetinden süzülerek geldiğinin ve şeytanlaşmış nefse ait olmadığının garantisi ne?.. Nihayetinde kabahat, "iyiyi-doğruyu-güzeli fısıldayan" vicdanda değil, vicdanından gelen sesi deforme edip tersine algılayan veya vicdanına kulak tıkayan nefslerde!..
Ayrıca, günümüz insanına sormalı: Bugün vicdanlara boca edilenlerle, vicdan gözlerinden kaçırılanlar ne?.. Çok çeşitli sâiklerle, neler bilindiği halde yapılamıyor ve neler bilinemediği-bildirilmediği için yapılamıyor?.. İnsanlığın ortak bir ideal ve hakikat hükmünde buluşamadığı-buluşturulmadığı, böylelikle içli-dışlı fonksiyonların birbirini bütünleyici olamadığı, nihayet birbirinden farklı dert ve saadetlerin kimseyle paylaşılamadığı kaotik yalnızlaşmanın çözümü ne?.. Esaslı sorunun davet ettiği esaslı cevap verilemiyorsa şayet, vicdanlardaki "mâ-cerâ" için söylenebilecek olan, kavramın aynı olan üç kelimelik şu müphem cümle herhalde: Akan neyse o!.. Yolundan çıkmış bir arabanın, "zamandışı" ve gayesiz seyahati!.. Demek ki herşeyden önce, hakikaten vicdanî olanı, vicdanın itminanını sağlayacak yaradılış ve davranış gayesini, vicdan yuvasındaki mahalline yeniden iade etmek gerek...
Vicdan -diye adlandırılan-, öyleyse aynı zamanda, peşin sevinci gemleyen belki bir tozlu fener; hem de hakiki ışığa perde!..
Zannımızca, şu ân insanlığın vicdanındaki macerayı anlamak, çağımız insanının önündeki, vizyonundaki ve onun vizyonuna sokulan macerayı anlamaya çalışmaktan; hakikat ışığının berrak bir aynayla münasebetinden-iletişiminden doğan sağlıklı "anlayış"ı karartıp gölgeleyen -çoğuna görünmez- kir pas bulutunu teşhis, teşhir ve tecridden geçiyor. "Anlayış mı? Nurun aynadaki aksi" diyor ya Üstad; bir yandan aynayı temizleyip "yenilemek", diğer yandan aradaki pisliği enseleyip defetmek... Gerisi, lâf-ı güzâf!..
Şayet "iletişim"den kasıt "hakikati arayış, buluş ve naklediş" ise, anlıyoruz ki iletişimsizlik; ilk olarak ferdî bünyeye yerleşen, kendi hakikatini şuurlaştırabilme çabasındaki ferdin vicdanıyla arasına giren, kalb ve uzuvlar arası kan deveranını kesici bir barikat gibi ruhî muvazeneyi bozan, ferdin bu muvazenesizliği topluma yansıtması veya toplumdaki muvazenesizliğin de ferde yansımasıyla derinleşen girift bir vakıa... Dışa yansıma ve tezahürlerinden evvel, en başta vicdanıyla "iletişim"i kesildi insanlığın ve böyle geldi gerisi...
Vicdansızca bir iletişim(sizlik) bahsinin cümle kapısına, yani "kitle iletişim (kirletim) vasıtaları"nın içyüz tasvirine doğru yola devam ederken, durumun vehametini sezdirmeyi hiç olmazsa bu yazıda kuru "teorik" izahlara emanet edemez ve, ya vurgulu "benzetiş" ya vurucu "karikatürize ediş"lere başvurma zarureti hissederken, bir diğer altını çizeceğimiz husus da şu: Yolunda giden ve gitmeyenleri farketmek için, önce kendi karakterimizin ve böylelikle neyin "dejenere" edildiğinin farkında olmak gerekmez mi? Açıkçası, neyin bulunamadığının, neyin iletilemediğinin ve neyin yitirildiğinin farkında?..
Her fert tek başına yaşar hayatı... Varoluş dediğimiz, ruhî hayatta ve geçip gitmez tek ânda... Dünya sahnesinde, tüm insanlık kadrosunun fert fert kendi rolüyle katılarak oynadığı tek ânlık bir film, hayat... Kum fırtınasında kaynaşan zerreler sayısı ve misâlince aktörler arasında, yapayalnız sahne alıp sahne terkeden rol arkadaşını çoğu farketmiyor bile... Öylesine kendi derdine düşmüş ki herkes; karanlıklardan doğup, tabutuyla meçhul bir limana doğru karanlıkta kaybolan yoldaşın hatıra ve akıbeti, o kadar da umursanmıyor pek... Meçhul bir malûm seyrinde, müphem başı ve sonuyla, bildik bir rüyada, kimbilir bilinmedik neler!.. Tâbiri son nefeste, rüyalar... Rüyalar, rüyalar içinde... Ve hayat içimizde akıyor; içimiz hayata akıyor; hayat ölümle tokalaşıyor; ömür ölümle mühürleniyor... Ya mührün mânâsı ve onu basan el?..
Film içinde filmler ve herkese bir başrol: Yalnız insan!..
Büyük Doğu Mimarı`ndan bir noktalama; başlığı "Yalnız":
"Yalnızız, beşikten tut, tabuta kadar yalnız;
Ülfet, kara yalnızlık madeninde bir yaldız..."
Ve insan, artık "kendi"siyle başbaşa kalamıyor, bırakılmıyor... Başbaşa kalmasına izin verilense, zamandışı bir buuda sürgün edilmiş posası ve cesedi sadece... Buluşturulmadığı o "kendi"si ki; yaradılış gayesinin şifre çözücüsü ve mukaddes hazinelerin sırrî anahtarı... Her ferdin "kendine has" tatbik usûlünün keşfedilmesini bekleyen bir anahtar; "nefes adedince Allaha yol"... Hem anahtar, hem hazinenin de kendisi belki... Ruhun ruhla sezilişi...
Fakat çevresi, onun yalnızlığına, yalnızlıktaki şahsiyet sırrına ulaşmasına tahammül edemiyor. İnsanoğlu, ancak toplum sayesinde fert ve yine içtimaî kültürün benlikte süzülüp orijinalleştirilmesiyle şahsiyet olurken; üstelik içtimaî müesseseler, inceden inceye işlenmiş ve düzenlenmiş bir kültürün keyfiyet verimlerini fertlerde bünyeleştirici bir "keyfiyetçilik" şiarını yaşatmak ve özendirmek durumundayken, bakınız neler revâ görülüyor devrimizin sahipsiz insanına.
Baktığı her yerde kendisine tutulan yalancı aynalarda, karşısına hep aynı döviz çıkartılıp beynine çakılmak isteniyor: "Yalnızlık bir lüks ve safsata; idealist hayat gayesi nostaljik bir hatıra; figüranlıksa hepimize bir borç!"...
Çokbilmiş despotların dayatışlarınca: "Medeniyet tezahürü toplumda... İçtimaî sistem devlette... Devlet, projesi sensiz çizilmiş bina... Sen, harcına gömülüp betonlaşmış bir tuğla... Artık fosilleşinceye dek, `binanın haşmeti` zevkiyle yaşa!"... Bırakacaksın, insanlığından boşaltıldığın "boş zaman"larında lûtfedilen, şarkı tatlandırıcısı "hakikati tesbit" soslarını-sözlerini: "Dünya fâni, ölüm âni!"... Oysa yetmez kuru tesbit ve temenni; öz benliğinde derinleşerek arayacaksın idealini!.. Nerede o, yalnızlığının okyanus derinliklerinde gizli incileri bulduracak, hakikatin hakikati ışığıyla maceranı taçlandıracak, dost eli omzundayken tesellisiyle kalbini ferahlatacak, vicdanının ifadeci ve icrâcısı devlet?.. Hani nerede o Başyücelik Devleti ideali?.. Nerede o ilgi ve alâka; ihyâ edici iletişimin hakikati?..
Netice hâlinde; vicdansızlığın doğurduğu iletişimsizlikle, iletişimsizliğin doğurduğu vicdansızlık içiçe!.. Adı iletişim olan çoğu fiillerse, hakikati örtüp "iletmeme"nin büyülü, acımasız ve mânâsız tertipleri...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
İletişim(sizlik): Dilsizlik, Mihenksizlik ve Hiçlik Reçeteleri


Dil okyanusunda yaşar insanlık; gövdeler satıhta yüzer, ruhlar dipleri kollar... Dil, "kâinat planı"... Dil deyince, "kelâm"... Kelâm; "her şeyden önce"... Dilsizlik; yaşayanları ve yaşananları "ilk"e uzanan yaradılış gayelerine mutabık hakikat mihenklerine nisbetle "mânâlandıramayış" ve "her şeyi yerli yerince değerlendiremeyiş"; deforme ve dejenere bir kâinat planıyla söz paralama veya!.. Dilsizlik; bir ifadesizlik oluşuyla, "mânâlılık" yerine hiçliğin mânâsızlığına dönük çehresiyle, iletişimsizliğin tâ kendisi!.. Her şey ve her bahiste "has ve hususî idrak" yeniden temin edilince, her iş ve oluş gayesine münhasır kılınınca, yani "nisbet" yeniden kurulup bünyeye mâledilince, işte o zaman kavuşacak insanoğlu "yitirilmiş cennet"in diline ve iletişimine!..Dil, baştanbaşa bir büyü; avuçlanıp tutulmazken, avuçlatır ve tutturur. Her söz, kendisi ve diğerlerini mıhlayan veya sevkeden bir tılsım... İster büyülenir, isterse büyülerken; kalbler, lisân oklarına kalkansız hedef... "Çağdaş" dünyada, büyü terkibinin aslî sırrına yönelen eller kesilse de, sonradan ikâme öldürücü sihirbazlığın tesirini bozmaya izin yoksa da; doya doya yaşatman beklenir kurbanlığını. Ki; yapayalnız, avcıya canlı hedef... "Dünyaya niçin geldin?" diyen yok; kazanda tarife uygun yemeksin, çevrende"Geldin, gidemezsin!" tamtamları...Dileğin "arayış" olsa da, olmasa da, büyülü ve rengârenk bir çift göz verilir. Dilersen birinden, dilersen öbüründen, dilersen her ikisinden bak; bundan böyle farketmez. "Gözümü boyayamazlar!" desen de; öz gözünden mahrum "ideal vatandaş" pâyesine mâlik olarak, göz göz merceklerden görülen (gördürülmeyen), süzülen ve sızan "eğilip bükülmüş" bir dünyaya muhatap ve mensupsun artık. Kanatları yolunmuş, züppelerin bozuk parası, dinozorlara yem, pazarda orta malı, kasdedenin kasdına merhem, satranç ustalarına piyon, çobana koyun, koyuna ot... Takma kuyruğunla övün; gururlan kolye sandığın tasmalarınla ve bilezik sandığın kelepçelerinle!.. "Hem yalnızsın hem de hür"; her nasılsa!..Büyülenmiş olmak bir bakıma kader; sanki varlık büyüsü kulluğumuz!.. Ama ah; kime sığınmak "kara büyü"nün şerrinden, nasıl sığınmak?..Her insana bir "dünya" yontuyor putperestler; bizi de putperest kılmak ve bizim de kılmamız için başkalarını. O "dünya" ki, dışı demirden kafes; içinde yaşayanı ya materyalist bir putçu ya ruhsuz ruhçu... "Prospektüs-reçete"lerde yazılı her derde devâ metodlara riayetle, insanoğlu yontar ve çatar artık kafesini hep yeniden. Hakikat kaçkını yalan "prodüktör-imalatçı"larıysa, içlerinde biz olan kafesten toplarla bilardo partileri çevirir.Mânâ kalpazanları ve "imaj" tâcirleri, "rejisör-yönetmen" müteşebbisler, kiralık senaristler; film içinde ve saman altında ne filmler çevirirler, kendilerince "figüran" insanlığa ne roller biçerler, ne "transfer teklifleri" alınır ordan burdan, ağız suyumuza tahrik ne "star"lar parlatılır ve "vizyon"a yeni sokulacaklar için sermaye ne hasılatlar yapılır. Ulu siyaset, tatlı ticaret, mutlu iletişim ve kutlu "enformasyon çağı" uğruna!..En ciddi iş ve işleyiş dahi bir gösteri unsuru, bir "şov mizanseni" addedilir. Ve tabiî yemlikler ve seyirlikler, "hayvandan aşağı" mahlûkat için asla ihmal edilmez. Hipermarketinden bitpazarına, vitrinler ihtimamla donatılır her yanda. Zenginden fakire, soyludan paryaya, modernden nostaljik "saplantılı"ya, dişiden erkeğe, yaşlıdan çocuğa, herkese ambalajlanmış oyuncak ve dizi dizi aksesuarlar bulunur piyasada. Haysiyetler cüzdanda para; alışverişler yapılır, namuslar satılır karşılıklı. Nasılsa imha edilememiş kurtuluş reçeteleri veya çamura bulandırılamamış hikmetler, ya tezgahaltı yapılıp gözlerden kaçırılır yahut göz nakli yapılır gözüne çarpanlara. Hâlâ direnenlerinse, ya gözleri şişlenir ya karantinaya alınıp tecrit edilirler insanlıktan; "anarşist" ve "terörist" unsurlar olaraktan...İnsanlar, bir ân için bile boş bırakılmayıp "dolduruş"a tâbi tutulurlar. Evvel zaman içindeki, zamanın da ötesindeki "müphem hatıralar" nüksetmesin diye, insanlık sıra sıra kafilelerle devâsâ lunaparkların zevk ve korku tünellerinden geçirilir.En seçkin dekorasyon ve son sistem teknolojik "şâheser"lerle hiç aralıksız döşenir tünelin dörtbir yanı... Şahsiyet elbiselerinden korumak için sürülerini; belirledikleri mesleklere has "hazır" ünüformalar ve moda giysiler giydirilir bedenlere... Hakikati perdeleyici ve vicdan sızısını engelleyici "at gözlükleri" misâlince; "buğulu" gözlük, lens ve boncuktan gözler takılır göz yuvalarına... Derunî musikînin bir nağmesi dahi işitilmesin diye; ses ve müzik yayını için kulaklıklar yerleştirilir iki kulağa... Kılavuzun vasfı dolayısıyla, burunların garkedildiği pisliğin kokusunu hissettirmeyici parfümler fısfıslanır her dâim... "Meşgul etmezsen aranırlar, uyutmazsan uyanırlar" meâli; teferruatlı talimatname ve programlar tutuşturulur ellere... Ahlâk ve idrak sermayesindense, incik boncuk sermayesi tıkıştırılır ceplere... Hakikat istikametine ne gerek; hep cehennem yönüne yüz çeviren pusulalı botlar geçirilir ayaklara... Hikmet nâmına ne varsa tutan, posa nâmına ne varsa geçiren süzgeçler monte edilir idraklere... İdealizmin defnedildiği bir dünyaya intibak için, mekanik piller nakledilir kalblere... Tiksinmeden her tür gübre ve küsbeyi yedirecek, "tad seçemez" proteziyle yenilenir ağızlar... Şeytanî çehreleri gizleyen maskeli balolar ve âyinler tertiplenir... Samimiyetsiz fakat dışyüzü cilâlı idrak ve hayat tarzının nişânesi, bolca makyaj malzemesi boca edilir herkes ve herşeye... İçki ve uyuşturucunun en "popüler" olanlarıyla, "yok, yok!" misâli bezenmiş ziyafet sofraları süpürülür her gece... Hapsedildiği köşede terkedip ruhu, "hür"lüğün zirvesinde gönle estiğince "âlem"ler yapılıp "fantazi"ler denenir... Ve sürer, bitmek bilmez şenlikler, "kültür etkinlikleri"... Karşılanır nefsin "ihtiyaçlar"ı ve "boş" zamanların "bomboş" tercihleri sergilenir türlü türlü... Tek saniye ara vermeksizin, pençelerinde tutarlar esirlerini!..
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Medyası ve Herşeyiyle İletişim(sizlik) Arenası

"Cehalet enjektörü" uğursuz misyonlarıyla TV, radyo, gazete, kitap, disk, disket, kaset, video, gösteri, oyun, piyes, ders, nutuk, diyalog, konferans, "eğitim" faaliyetleri, "kültür" aktiviteleri ve "sanat" etkinlikleriyle; devamla, başta basın-yayın bilumum vasıtalarla ve meydan, sokak, aile, okul, iş, halka açık binalar, köy, şehir ve ülke muhitlerinden akla gelen-gelmeyen her yolla nice "insanın insanlığının celladı" tesirler ve şifasız zehirler zerkedilir zihinlerle kalblere... Karışık ve karmaşık oldukları kadar, aslen ruhî bir muvazenesizliğe ve dolayısıyla vicdanıyla iletişimsizliğe de dayandığından, birbiriyle barışık addedilebilecek "hastalık tezahürleri" olarak sonu gelmez cürüm listesine dair, ilk elde hatırlananlar -ki istisnâlar, malûm olduğu üzere kaideyi bozmaz- şöyle:
Sürüngenler dünyasından sadık yahut nevzuhur sürüngenlere, elsiz-kolsuz-bağlamsız-tersyüz haberler; yani haberdar etmeyişler... Soluk ve pörsük belge-yorumlara dayanan belgeseller... Yayvan ağızlı "klinik tip"lerin sunduğu "talk show"lar... Rekabetin, kalite yerine lâubalilikte gerçekleştiği yarışmalar... Tarihin "fî"sinde ruha gıda iken, şimdilerde "mikrop kürü" müzikler... Muharref kitaplarla sapkın yahut saptırılmış edebiyatlardan en son mesajlar... Ruhun lâtif tahakkümünden kurtulmuş nefsin, tepinerek zafer nâraları attığı dans ve şovlar... İnsanlığın trajikomik ahvâl-i perişanını hem derinleştiren hem perdeleyen hem de gözlere sokan komediler... İnce muhakemedense, kaba "öküz gözü"ne hitab eden ve şanslıysanız, meselelere ancak bir "fiske" mikyasınca temas eden, fikrî-siyasî-edebî-ilmî-tarihî "tahlil"ler... "Örnek" karakterlerin "örnek" hayatlarının teşhir ve telkin edildiği diziler ve tabiî, sabun köpüğünden tayyare "soap opera"lar... "İmaj ve suret"lerde gizlenmiş hakikatleri sezdirip bulduracağı yerde, tümden bulanıklaştıran "illüzyon" sinemalar... Uyuşturucunun maddîsinden çok daha ölümcül olarak, manevî tekâmülü uyuşturup öldürücü programlar...
Aynı şekilde: Varlığı kuşatan esrara dair imajı, esrar-eroin çekince gözüken hayalleri aşamayan, dört köşe ve sırsız "halüsinasyon"lar... Dişini göstermeye en müsait şartlara kavuşmuş "nefs"i daha da azdırıcı, "afrodizyak" müzik klipleri... Mâzinin, idealine baş koymuş savaşçılarının destanlık kılıç şakırtılarının ve onların pâk eşlerinin fedâkârlıklarının yerini alan erkek ve dişi geyiklerin, aileler veya ailesizler arası nasıl "boynuz" tokuşturduklarının ortalığa saçılı takırtıları... Sonsuzluk ritimlerinin -o da en iyi ihtimalle- mumyalandığı bir devirde, tersine estetiğin sersemleştirici ritimleri... Dâvâsı veya idealinin vatanı uğruna savaşıp kan döken günümüzdeki yahut tarihteki "barbar"ları hor görücü "medenî"lerin, en pespâye çıkar ve hazlar için galon galon kan döken haydutları, hayranlıktan dilleri sarkık vaziyette "ekran-perde"de kutsayan, "nezih" vahşet telâkkileri... Anlayacağınız; bir yönüyle "modern" zamanların kan içme teknikleri, diğer yönüyle insanlığın "maddî-manevî" kanını emme telkinleri... Hakiki hayat gayesine perçinli ideal değerlere paydos gongunu çalan "kör"letici sporlar... Artık "eski eserler müzesi"ne lâyık görülen küllî âhenk tılsımlarına halef olmuş içtimaî "kaos-muvazenesizlik"in, girmediği delik ve yakmadığı can kalmamış "denge bozucu" frekansları... "Global" veya "lokal" ticaret sahnesi de dedikleri köle pazarında, bir yandan satılık kölelerin dişini saydırırken diğer yandan aynı kölelerin güya dişine göre mal pazarlayan "reklamcı-yalancı"lar...
Devam edersek: "Vehim" anlamında, hayal kabiliyetinin şâhikası resmî veya gayriresmî tarihler... Çatışma yahut uyuşmaların "perde önü" içyüzleri... Hakikatin dışındaki "objektif" dışyüzler... Dâvaya bağlılık ideali pörsütülünce meydanın kendilerine kaldığı, bağımlılık yapıcı haz terkipleri... Derinlerde derin yaralar açmış cânilerin, ruhî ıstırablara teklif ettikleri "ruhsuz" ilaç reçeteleri... Kurtulmayı gündemden iyice kaldıran "kurtuluş" formülleri... Mânâları unutulmuş veya sunî mamûl oluşundan zaten unutulmaya mahkûm bulunanlarıyla beraber, "kahramanlık" destanları... Külleri rüzgâra savrulan "bir atımlık" ideolojiler... İşletmecileri bağlamayan "işletme" anayasa ve hukuk vaazları... "Bilim" kurgusu, "ilmî" masallar... Edepsiz "muaşeret" edepleri... Zamanın öldürdüklerine "zaman öldürme" hokkabazlıkları... Hakikate esaretten boşanmış "hür" hayvancıklar için, insanlık ve insan hakları dersleri...
Tabiî ki dahası var: Dişi fizyonomisi çevresinde şehvetle dolanan, tacizci ve bir o kadar da "yaratıcı" -ünlemli- sanat eserleri... Neyi düşünüp buldukları-çözdükleri müşterek bahis mevzuu "düşün"ce verimleri... Kahve falının "teorik" temellendirmesinin başarıldığı "felsefî" sistem ve görüşler... Çorba ve salata literatüründe yepyeni ufuklar açan, her sahada "değersiz" değerlendirmeler... Ahlâkla lâklâkın gayrimeşrû izdivacına imza atan kanun ve kaideler... Hayvanî meşkin idealize edildiği "aşk"lar... Politikacıların siyasî ve ahlâkî olduğu rivayet edilen, ticarî ve "pragmatik-faydacı" manevraları... Vatan satıcısı tellâlların, milliyetçilik ve vatandaşlık nutukları eşliğinde "vatan hainleri"ne -bu da ünlemli- ikazları... Vahşi Batı`nın aslında "Yahşi Batı" oluşunu hazmettirici "gastronomik" propaganda tertipleri... Medenîliğin madenîlikten geçtiği "varsayımı"ndaki yoksayılabilir iddiayı takdis eden teknolojik âyinler...
Bitmedi ve bu gidişle bitmeyecek de: Hilkat gereği ve hakikatine nisbetle, insanca bir hayat ve nesil temininden, hilkat garîbeleri yetiştirip üretmeyi anlayan "çukura eğik" eğitim politikaları... Ancak zulmü "âdil" dağıtmakla kanun önünde eşitliği sağlayabilen, "gözyaşartıcı"lığı mazlumların inlemesinden tasdikli "adalet" vesikaları... Yeme-içme, eğlenme ve çiftleşmeden öteye geçemeyen "en tabiî ve insanî" hayat anlayışları... Günlük itiş-kakışlar ve göz boyayıcı tuhaflıklar merkezinde şekillenen, insanlık haysiyetini süründürerek "sürüm"den kazandırıcı "best-seller" sanat ve edebiyat çığırı... İş ve ticaret hayatının, halkıyla beraber işçisi veya müşterisinin "işini bitirmek" tarzında algılandığı iktisadî düsturlar... İnsanı insanlığa sorumlu kılan ilâhî ahlâkın yerleştirilemediği vicdanları, vicdansızlık zirvesine tırmandıran "bencillik" numûneleri... İnsanoğlunun ömürden önce ve ölümden sonraki macerasını görmezden ve bilmezden gelen, gerçekte idrakın bu derece "sultânî" çapına ermekten nasipsiz, maddî tatminler ve ölümcül gayeler... İnsan ruhunun ebedîlik hasretini sınırlılığı ve fâniliğiyle boğan "madde ve dünya" kapanından kurtuluşu, aklede aklede "ölüm"le tükeniş veya "intihar"la yokoluşun ötesine vardıramayan aldanışlar... İnsanca bir muhitte mes`ud bir yaşayışı, sanki saadet ruhî muvazenenin teminine bağlı değilmiş ve bu da "inandığı gibi yaşamak" anlamına gelmiyormuş gibi; sadece, yeşilliklerle çevrili, yüzme havuzlu, "hi-tec" cihazlar yığılı, "lebiderya" bir villada "eş-metres-jigolo" gidiş gelişleri boyunca tepişmek, semirmek ve gebermek sanan "ölümlü" ve sonu hüsran hevesler...
Son birkaç teşhisle: Genç kıza "ideal" diye yalnızca, "marka" giyinip, favori "pop" veya film yıldızının imzalı fotoğrafıyla öpücüğüne nâil olmayı gösterirken; genç erkeğe de, yine "marka" giyinip, tuttuğu takımın "as" futbolcusunun imzalı tişörtünü edinmeyi gösteren; herkese şâmil bir "ideal" olaraksa, banknot destelerine tapınıp "kibir ve haz" kuyularına yuvarlanmayı revâ gören acınası idealsizlikler... Mertlik ve delikanlılığın, muhatabının suratını en iyi kim çarşamba çanağına çevirebiliyor ve "racon" kesebiliyorsa, onda bulunduğunu hissettiren enstantaneler...
Ve bunlar, birbirini doğura doğura, çeşitlene çeşitlene uzar gider...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Yeniden Muvazene ve İletişim İçin İBDA Diyalektiği

Tüm bu teşhis ve tasvirler muvacehesinde, insanoğlunun insanlık şânına yaraşır macerası, başlamadan bitirilmek istenir. Bu hâlde insan, güya yalnızlığından kurtarılıp kalabalığın tesellisine bulaştırılmak istenirken, böylece haysiyetinden de soyundurularak, vahşet ve kasvetin en koyusuna bürülü bir "sahipsizlik" iklimine terkedilir. İnsan dedik ya lâfın gelişi; yüzme bilmeyen balık ne kadar balıksa, varoluşunun mahrem gayesinden hâlâ habersiz kalan -veya bırakılan- canlı cenazeler de o kadar insan! İşin aslı; hayvandan daha aşağı... Hayvan, yaradılış gayesine -neyse o- perçinli olarak yaşar ve ölür çünkü. Başka çıkış yolu yok insana: Ya "hep"i bulacak ya "hiç"te boğulacak!..
Böylesi bir terkedilmişlik ve ayaklar altında "umûma has" paspas külçesi oluş değil, bizim beklediğimiz ve bizden beklenen. "Kendi" ayakları üzerinde durabilecek, "ipekten" kanatlarıyla mânâ iklimlerine yükselebilecek, ruhî muvazenesini kurabilecek, bu muvazeneyi teminde ve nefsine tahakkümde derme-çatma "koltuk değnekleri"ne ihtiyaç duymayacak, imanını şüphe bombardımanından yalıtabilecek, neticede; "şahsiyette keyfiyet"i tüttürebilecek "zırhlı" bir yalnızlık, vaadettiğimiz!
"Güçlü yalnızlar" öz kalblerine mâlikken; ruhunun iman ve fikir temelleri göçertilmiş, çağdaşlarının inşâ ettiği labirentler içinde dizlerinin bağı çözülüp kalakalmış "güçsüz yalnızlar"ın kalbleri, sahte cennet vehimleri türeten zavallı inkâr, iflas ve sömürü çarklarına rabt ve muhtaç edilir. Ve sürer durur, hiçliğin binbir uçurumuna meş`um deveran...
Tersine macerası vizyondan inmez, imansız yalnızların ve tüm kalbiyle inanamamışların! Yani, "diyalektiklerin çelmesini" aşamayanların!..
İşte şimdi İBDA, düşüşü çıkışa kalbedecek bir müjdeyi haykırıyor çağa... Doğan "Fikir Çağı"na İslâm`ın vaadedilmiş mührünü basmak üzere; "kendi"siyle yeniden buluşmaya, yüzleşmeye ve iletişime çağırıyor biçare insanlığı... Madem ki senden beklenen, "ölmeden önce ölmek" ve "hesaba çekilmeden önce nefsini hesaba çekmek"; yüzleş o halde vicdanınla, kendinle!..
İBDA`nın, benzersiz ve muhteşem "kendinden zuhur" diyalektiğidir "dünyayı sarsacak hadise"!..
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt