Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

ibadetlerimden zevk alamıyorum,neden? (1 Kullanıcı)

inam_9

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Nis 2008
Mesajlar
271
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
42
Sual :

“İbadetlerimden zevk alamıyorum, neden?”

Ben bir üniversite öğrencisiyim. İbadetlerimi yapmakta zorlanıyorum. Yaptığım ibadetlerden de yeterince zevk alamıyorum.

Öyle olduğu zaman, içimde suçluluk hissi meydana geliyor. Kendimi suçlamaya başlıyorum. Bu durumdan nasıl kurtulabilirim?

Cevap:

“Kalıbını Secdeye,

Kalbini Kıbleye Bırak”

İÇİNDE bulunduğun ve şikayet ettiğin durum, çoklarınca paylaşılan bir sorun. Yani, yalnız değilsin. Ama çözümü üzerine kafa yorulması gereken bir sorun bu, aynı zamanda.

Öncelikle “ibadetten zevk alabilme” üzerinde biraz duralım istersen. Bu sorunu ne zaman işitsem, hemen aklıma çok katlı bir bina geliyor. Nasıl ki bir binanın beşinci katına çıkmak istiyorsan, asansöre binip evvela önceki katları çıkmalısın, ancak ondan sonra beşinci kata çıkabilirsin. Aynen öyle de, ibadetten zevk almak, insanın iç alemindeki inanç mertebelerinde biraz beşinci kata tekabül ediyor. Yani öyle hemen ibadetlerden arzu edilen oranda ruhî zevk alınamayabiliyor. Çünkü burası, inançta diğer unsurlara riayet edilmesi halinde Allah’ın lütfettiği bir ihsan.

Daha açıkça söylemem gerekirse, ibadetlerden zevk alabilmek için bazı şartların yerine getirilmesi gerekiyor. Günümüzde bu şartlar arasında en çok üzeri çizileni hangisi dersen, bana göre, iftidah tekbiri. Hani şu namaza başlarken ellerimizi kulaklarımızın yumuşakçalarına dokunduruyoruz ya, işte o. Bu tekbirin anlamlarından bir tanesi, dünya işlerini başımızın arkasına, yani ilgi alanımızın dışına çıkarmak. Ama senin de bildiğin gibi, genellikle dünya işlerimiz, sıkıntılarımız, kaygılarımız, planlarımız, umutlarımız… çoğu zaman, namaz esnasında namazımızın önüne geçiyor. Bazen yatıp kalkmaktan başka, namaz kıldığımızı bile anlayamayabiliyoruz. Böyle bir halde iken, kıldığımız namazdan zevk alsaydık tuhaf olurdu diye düşünüyorum. Bilmiyorum, sen ne düşünüyorsun?

Bu konuyla ilgili bir diğer nokta da şu: Namazdan alınan ruhi zevkte mertebe vardır. Bazısı, namaz kıldığında sadece namaz yükümlülüğünden kurtulmuş olmanın zevkini tadar. Bazısı, namaz kıldığında Rabbiyle bir görüşme (mukabele) yapmış olmanın lezzetini yaşar ve bir sonraki buluşmayı özler. Ama illa ki her namaz kılan, kendi nasibi ölçüsünde namazdan bir zevk alır. Senin de bundan hali olduğunu kesinlikle düşünmüyorum. Ayrıca, en düşük zevk alan bile, namaz dairesinin dışında binlerce olumsuz duygu ve düşünceyle mücadele etmek zorunda kalan insanlara göre ruhen daha büyük bir ferahlık duygusu hisseder.

Şunu unutma ki, namaz konusunda önemli olan, namaz dairesi içinde olabilmek ve kalabilmektir. Bazen şeytan sağdan yaklaşır ve “Senin kıldığına da namaz mı denir?” diyerek sana senin namazını kötülemeye başlar. Seni namazdan uzaklaştırmaya çalışır. Sakın ona kanma. Sen onca işini bırakmışsın ve namaza durmuşsun. Bir eylemde, hem de güzel bir eylemde bulunmuşsun. Sırf bu bile, Allah indinde takdire değer bir amel. Ayrıca nasıl çam tohumu da çam ağacı gibi ağaç dairesindedir; aynen onun gibi, senin namazın da—yeterince zevk alamasan bile—namaz dairesi içindedir. Gün gelip tohumun büyüyüp ağaç olması gibi, sen de namazında olgunlaşıp Rabbin fazl-u ihsanına yetişirsin (inşaallah).

Sana, son olarak, ‘huzur’ ya da ‘huzurda olmak’ diye ifade edilen kavramdan bahsetmek istiyorum. Bir insanın namazdan lezzet alması, aslında o kişinin kendisini ne kadar Rabbinin huzurunda hissettiğiyle de alâkalı bir durumdur. Bu hissin gelişebilmesi için herhalde kişinin sadece ibadetler sırasında değil, hayatının diğer kesitlerinde de Rabbinin rızasını gözetmesi ve ona uygun şekilde yaşama melekesi kazanması icap ediyor. Başka bir ifadeyle, ibadet dışı zaman ile ibadet zamanı arasında bir ‘yumuşak geçiş’ sağlayabilmek için, aslında ibadet dışı zamanı da bir nevi ibadet şuuruyla yaşamamız gerekiyor.

İşte buna, ‘huzurda olmak’ deniyor ki, mü’minin yaptığı hareketler ve söylediği sözlerden gerçek anlamda lezzet alması, bu şartın yerine getirilmesiyle mümkün biraz da. Allah hepimize huzurda olma şuuruyla yaşamayı nasip etsin. (Amin!)
 

mavci

* ZİKİR * FİKİR * ŞÜKÜR *
Yönetici
Katılım
14 Eyl 2007
Mesajlar
33,157
Tepki puanı
8,245
Puanları
163
Yaş
54
Konum
Alanya
...

...

Değerli Kardeşimiz;

Evvela zevk almak için ibadet etmiyoruz. Bununla beraber, ibadetten zevk almamıza mani olan bazı nedenler vardır:

1- Günah ve isyanlarımız
2- İmanın taklidi olması,
3- İbadetleri kime karşı işlediğimiz tam olarak bilmemek
4- Namaz ve ibadetlerin bizim fıtri vazifemiz olduğunu bilmemek ve bir yük olarak görmek
5- Namazla bütün mahlukatın yaptığı vazifelerin tamama erdiğinden gafil olmak,
6- Namaz kıldığımız vakit mevcudatın bizden razı olduğunu bilmemek,

İbadet: “Allah’a karşı kulluk vazifelerini yerine getirmek, Allah’ın emirlerine boyun eğmek”
“Kendi kusurunu, acz ve fakrını görüp kemal-i rububiyetin ve kudret-i samedaniyenin ve rahmet-i İlâhiyyenin önünde hayret ve muhabbetle secde etmek.” (Sözler)

İnsan tepeden tırnağa acz ile kaplı. Ne saçının ağarmasını durdurabiliyor, ne tırnağının uzamasını. Ve insan baştan ayağa ihtiyaç dolu. Saça muhtaç; o olmadı mı bir yanı noksan kalıyor. İnsan alına muhtaç; kaşa, göze, kirpiğe muhtaç. Dudağa, çeneye, gırtlağa muhtaç. Geçelim bütün bunları ve ayaklarımıza varalım. İnsan ayağa muhtaç; topuğa, parmağa, tırnağa muhtaç.

İnsan, hemen dudağının önündeki havadan, tâ cennete kadar her şeyin fakiri. Hiçbirine sahip değil. Mide yapmaktan âciz olduğu gibi meyvenin de fakiri. Göz yapmaktan âciz olduğu gibi Güneşin de fakiri.

İşte ibadet, insana aczini ve fakrını hatırlatan, kul olduğunu, başıboş olmadığını ders veren en ulvî vazife. İnsan bir taraftan kendi aczine ve fakrına bakar, sonra her şeyi onun için ve ona göre terbiye eden Rabbinin bu sonsuz ihsanlarına karşı nasıl şükredeceğini bilemez hâle gelir. Bu hâl onu el bağlamaya götürür, bel bükmeye götürür, yüz sürmeye götürür. Bunu yapmayan insan kendinin gâfilidir, kendinin cahilidir ve nefsini bilmediği için de Rabbinin gâfilidir.

İşte insanı bu gafletten korumak ve kurtarmak üzere nazil olan bir İlâhî Ferman: “Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet ediniz ki, takva mertebesine nâil olasınız.” (Bakara suresi, 21)

İnsan ibadeti niçin yapar ve bu ibadet ona ne kazandırır? Bu iki sorunun cevabı bu âyette şöyle veriliyor: “Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet ediniz.”

Âyetteki, ‘sizi ve sizden öncekileri yaratan’ ibaresi Rabbin sıfatıdır. Bu sıfatı bir an için düşünmediğimizde, âyet-i kerime, “Rabbinize ibadet ediniz.” şeklinde karşımıza çıkar. Demek ki ibadetin sebebi, Rabbimizin bizi terbiye etmiş olması. Rabbe, ibadet edilir. Bu kutsi vazifeyi idrak edebilelim diye Allah, vicdanımıza bazı işaretler koymuş. Babamıza itaat etmeyi vicdanî bir görev sayıyoruz. Niçin? Babamız olduğu için. Annemize isyandan sakınıyoruz. Niçin? Annemiz olduğu için. İşte âyet-i kerime bizim vicdanımıza hitab ediyor: “Rabbinize ibadet edin” diye emrediyor. Çünkü o sizi terbiye etmiştir. Babanızın yediği gıdayı beyaz kan hâline o getirmiş, sizi ana rahminde bir nutfe olarak rahim duvarına o yapıştırmış ve oradaki dokuz aylık terbiyenizi safha safha hep o icra etmiştir. Şimdi ise bir başka rahimdesiniz: Kâinat... Burada da sizi terbiye eden, besleyen, büyüten, yedirip içiren ancak O’dur.

Allah Rabdir ve her şeyi O terbiye etmiştir. İnsan ise abddir, kuldur; her şeyiyle Allah’ın terbiyesinden geçmiştir. Elimizi tutmaya, ayaklarımızı yürümeye, ciğerimizi solunuma, midemizi sindirime, aklımızı anlamaya elverişli tarzda terbiye eden Allah’tır. Öyle ise biz Rabbimizin bu rakamlara sığmaz terbiye tecellilerine karşı edebimizi takınmak mecburiyetindeyiz.

Rabbimize karşı edepli olmak... Nefsimize takılan ve etrafımızı çepeçevre kuşatan bu kadar ihsana karşı O’na gereği gibi şükredememenin mahcubiyetini ruhumuzun tâ derinliklerinde hissederek.
İşte Rabbine karşı şükür borcunu böylesine hisseden, idrak eden insan Kur’an’ın “Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet edin”, “Namazı ikame edin”, “Ramazan ayında oruç tutun” gibi emirlerini dinleyince aradığını bulmanın huzuruna erer.

İbadet için, “abd ile mâbud arasında en yüksek ve lâtif nispet ancak ibadettir”(İşârât-ül İ’caz) buyruluyor. Yâni, insan ibadet sayesinde, “Ben Allah’ın kuluyum, O’nun mahlûkuyum, bu dünyada O’nun misafiriyim ve öldükten sonra da, inşallah, O’nun saadet yurdu olan Cennete gideceğim” diyebiliyor.

Günlük hayatında bütün işlerini kul olmanın şuuruyla hep helâl dairesinde geçiren insan, belli vakitlerde Rabbinin huzurunda el bağlıyor. O’na yine O’nun emrettiği biçimde ibadetini takdim ediyor. Bu onun, Rabbine karşı bir kulluk vazifesidir, bir şükür borcudur.

Âcizliğini, fakirliğini ve zilletini tam hisseden bir insanın kalbi Rabbine karşı derin bir mahcubiyetle dolar. Bu iç burukluğuna “inkisar” deniliyor. Ve İmam-ı Rabbani Hazretleri “İbadet, tezellül ve inkisardan ibarettir” buyurarak bu hâli ibadetin temeli, esası sayıyor.

“Niçin ibadet ediyoruz?” sorusu, beraberinde iki soruyu birlikte getiriyor. Daha doğrusu, bu sorunun içinde iki soru saklı:
– İbadet etmemizin sebebi, illeti nedir?
– İbadet etmemizin hikmeti, faydası nedir?

Bazıları bu soruyu sadece ikinci mânâyı kastederek sorarlar. Birinci ve en önemli noktayı unuturlar. Bunun neticesi olarak hikmet sahasında kendilerince birtakım faydalar sıralar ve bu faydaların başka yollarla da elde edilebileceğini ileri sürerek, ibadeti reddedici bir tavra girerler.

İllet denilince ibadet yapmamızı gerekli kılan sebebi kastederiz. Hikmetten ise yaptığımız ibadetten hâsıl olan faydayı anlarız. Dünya işlerinden bir misal: Anadolu’dan İstanbul’a gelmekte olan bir tüccarın bu seyahatinin illeti “ticaret”tir. Hikmeti ise daha çok zengin olmak ve dünya nimetlerinden daha fazla istifade etmek... Buna göre söz konusu şahsa, “İstanbul’a niçin gidiyorsun?” desek, “zengin olmaya” diye cevap vermez. Bu, hikmete ait bir cevaptır ve yerinde değildir. Sorumuzun cevabı “ticaret yapmaya” şeklinde gelmelidir. Böyle bir cevap illete aittir ve isabetlidir.

O halde, “Niçin ibadet ediyorsun?” şeklindeki bir sorunun cevabı da “Rabbim emrettiği için” şeklinde olacaktır. Bu emri tutmanın pek çok da faydası vardır; gerek dünyada, gerek âhirette. Ama ibadet bu faydalar için yapılmaz. Bunlar meselenin hikmet yönüdür.
Abdin işi ibadettir; emir dinlemek, yasaklardan sakınmaktır. Kula kulluk yaraşır. İbadetini bu şuurla yapan bir kuluna, Rabbinin yapacağı ihsanlar, ikramlar ve Cennette vereceği dereceler ibadetin hikmet yönüdür.

İslâm’ın her emri ve yasağı bu hakikatten haber veriyor. Bunlardan sadece birkaç misâl: Meselâ oruç tutmanın tıp yönünden birçok faydaları var. Bütün bu faydalar orucun hikmet yönü. “Oruç niçin tutulur?” sorusunun cevabı, sanıldığı gibi bu faydalar değildir. Oruç, Allah’ın bir emri olduğu için tutulur. Bu ibadetin belli bir ayı vardır: Ramazan. Ramazan dışında on ay nafile oruç tutsanız da Ramazan’da tutmasanız bu ibadeti yerine getirmiş olmazsınız. Eğer mesele sadece orucun hikmet yönü, yâni faydaları olsa bu ikinci halde fayda on katına çıkmıştır, ama farz olan oruç hâlâ tutulmamıştır.

Yine orucun belli bir başlama ve bitiş vakti vardır. Orucunuza imsakten hemen sonra başlasanız da, iftarınızı yatsıdan birkaç saat sonra yapsanız orucunuz makbul olmaz. Daha fazla bir süre aç kalmışsınızdır, ama oruç tutmamışsınızdır. Hikmet fazlasıyla tamam olsa bile, illet kaybolduğundan ibadetiniz makbul sayılmaz.

Oruç tıbbî faydaları için tutulmadığı gibi, içki içmek de tıbbî zararları için haram değildir. “Niçin içki içmiyorsun?” sorusunun cevabı, “Allah yasakladığı için” şeklinde verilecektir. Ve ancak bu takdirde içki içmemek ibadet olur, takva olur ve insanı Rabbine yaklaştırır. İçki içmemekte esas olan, bedenini ve aklını korumak değil, bir İlâhî yasaktan kaçınmaktır. İllet budur; diğerleri ise içki içmemenin hikmetleridir, faydalarıdır.

Bilirsiniz, kendi kendine ölen yahut darbe ile öldürülen bir koyunun etini yemek haramdır. Bu noktada birtakım tıbbî veya biyolojik izahlar getirilebilir. Bütün bunlar, meselenin hikmet yönüdür. Bunlar sayılıp dökülürken şu husus unutulur: “Pekâlâ, Allah’tan başkasının ismiyle kesilen bir hayvanı yemek niçin haramdır?”
Bu soruya ne cevap verilecektir? Kesilmekse kesilmiş, kan akmaksa akmıştır. Demek ki işin esası, hayvan kesmenin tıbbî faydaları değil. Esas olan, insanın kulluk şuurundan ayrılmaması, Allah namına hareket etmesi. Keserken O’nun ismiyle kesmesi, yiyip içerken O’nun ismiyle başlaması, giyinip kuşanırken de yine O’nun kulu olduğunu unutmaması. O’nun emir ve yasaklarını daima göz önünde tutması...

Sözün özü: Rahman ve Rahîm Rabbimizin bütün emirlerinde bizim için nice faydalar var. Ama, biz ibadetimizi bu faydalar için değil, O’nun emrini gözeterek ve rızasını umarak yapıyoruz.

Bu inceliği sezemeyen yahut görmezlikten gelenler, yanlış değerlendirmelerle kendilerine ibadet kapısını kapar ve büyük bir zarara düşerler.
Selam ve dua ile...

Alıntı:Sorularla İslamiyet
 

نعىمة

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
2 Ara 2007
Mesajlar
2,969
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
ama ibadete tam yönelmek için ibadeti zevk haline getirmemiz, ibadetten zevk almamız, ibadetteki zevke varmamız lazım. bu da zamanla elde edilir. Allahı zikretmekle. nefsi terbiye etmekle. nefse zor geliyorsa bile ibadet etmeliyiz. doğru biz zevk almak için ibadet etmiyoruz. Allah rizası için ediyoruz. ama iç alemimizde bir kopukluk olmalı ki bundan zevk alamıyoruz. çünkü ibadet en büyük zevktir ve asıl zevk de ibadettir. Allah gayret edene verir.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt