Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Hz. MEHDÎ' nin 3 VAZİFESİ... (1 Kullanıcı)

mavci

* ZİKİR * FİKİR * ŞÜKÜR *
Yönetici
Katılım
14 Eyl 2007
Mesajlar
32,138
Tepki puanı
7,437
Puanları
163
Yaş
52
Konum
Alanya
68007.jpg

Aziz, sıddık kardeşlerim,

Evvelâ:
Nurun ehemmiyetli ve çok hayırlı bir şakirdi, çokların namına benden sordu ki:
Nurun hâlis ve ehemmiyetli bir kısım şakirtleri, pek musırrâne olarak, âhir zamanda gelen Âl-i Beytin büyük bir mürşidi seni zannediyorlar ve o kadar çekindiğin halde onlar ısrar ediyorlar.
Sen de bu kadar musırrâne onların fikirlerini kabul etmiyorsun, çekiniyorsun.
Elbette onların elinde bir hakikat ve kat’î bir hüccet var ve sen de bir hikmet ve hakikate binaen onlara muvafakat etmiyorsun.
Bu ise bir tezattır, herhalde hallini istiyoruz
.”

Ben de bu zâtın temsil ettiği çok mesaillere cevaben derim ki:

O has Nurcuların ellerinde bir hakikat var.
Fakat iki cihette bir tâbir ve tevil lâzım.

Birincisi:
Çok defa mektuplarımda işaret ettiğim gibi, Mehdî-i Âl-i Resulün temsil ettiği kudsî cemaatinin şahs-ı mânevîsinin üç vazifesi var.
Eğer çabuk kıyamet kopmazsa ve beşer bütün bütün yoldan çıkmazsa, o vazifeleri onun cemiyeti ve seyyidler cemaati yapacağını rahmet-i İlâhiyeden bekliyoruz.

Ve onun üç büyük vazifesi olacak:

Birincisi:
Fen ve felsefenin tasallutuyla ve maddiyun ve tabiiyyun tâunu, beşer içine intişar etmesiyle, herşeyden evvel felsefeyi ve maddiyun fikrini tam susturacak bir tarzda imanı kurtarmaktır.

Ehl-i imanı dalâletten muhafaza etmek ve bu vazife hem dünya, hem herşeyi bırakmakla, çok zaman tedkikat ile meşguliyeti iktiza ettiğinden, Hazret-i Mehdînin, o vazifesini bizzat kendisi görmeye vakit ve hal müsaade edemez.
Çünkü hilâfet-i Muhammediye (a.s.m.) cihetindeki saltanatı, onunla iştigale vakit bırakmıyor.
Herhalde o vazifeyi ondan evvel bir taife bir cihette görecek.
O zât, o taifenin uzun tetkikatıyla yazdıkları eseri kendine hazır bir program yapacak, onunla o birinci vazifeyi tam yapmış olacak.

Bu vazifenin istinad ettiği kuvvet ve mânevî ordusu, yalnız ihlâs ve sadakat ve tesanüd sıfatlarına tam sahip olan bir kısım şakirtlerdir.
Ne kadar da az da olsalar, mânen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar.

İkinci vazifesi:
Hilâfet-i Muhammediye (a.s.m.) unvanıyla şeâir-i İslâmiyeyi ihya etmektir.
Âlem-i İslâmın vahdetini nokta-i istinad edip beşeriyeti maddî ve mânevî tehlikelerden ve gazab-ı İlâhiden kurtarmaktır.
Bu vazifenin, nokta-i istinadı ve hâdimleri, milyonlarla efradı bulunan ordular lâzımdır.

Üçüncü vazifesi:
İnkılâbât-ı zamaniye ile çok ahkâm-ı Kur’âniyenin zedelenmesiyle ve şeriat-ı Muhammediyenin (a.s.m.) kanunları bir derece tâtile uğramasıyla, o zât, bütün ehl-i imanın mânevî yardımlarıyla ve ittihad-ı İslâmın muavenetiyle ve bütün ulema ve evliyanın ve bilhassa Âl-i Beytin neslinden her asırda kuvvetli ve kesretli bulunan milyonlar fedakâr seyyidlerin iltihaklarıyla o vazife-i uzmâyı yapmaya çalışır.


Şimdi hakikat-i hal böyle olduğu halde, en birinci vazifesi ve en yüksek mesleği olan imanı kurtarmak ve imanı, tahkikî bir surette umuma ders vermek, hattâ avamın da imanını tahkikî yapmak vazifesi ise, mânen ve hakikaten hidayet edici, irşad edici mânâsının tam sarahatini ifade ettiği için, Nur şakirtleri bu vazifeyi tamamıyla Risale-i Nur’da gördüklerinden, ikinci ve üçüncü vazifeler buna nisbeten ikinci ve üçüncü derecedir diye, Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsini haklı olarak bir nevi Mehdî telâkki ediyorlar.
O şahs-ı mânevînin de bir mümessili, Nur şakirtlerinin tesanüdünden gelen bir şahs-ı mânevîsi ve o şahs-ı mânevîde bir nevi mümessili olan biçare tercümanını zannettiklerinden, bazan o ismi ona da veriyorlar.
Gerçi bu, bir iltibas ve bir sehivdir, fakat onlar onda mes’ul değiller.
Çünkü ziyade hüsn-ü zan, eskiden beri cereyan ediyor ve itiraz edilmez.
Ben de o kardeşlerimin pek ziyade hüsn-ü zanlarını bir nevi dua ve bir temenni ve Nur talebelerinin kemâl-i itikatlarının bir tereşşuhu gördüğümden, onlara çok ilişmezdim.
Hattâ eski evliyanın bir kısmı, keramet-i gaybiyelerinde Risale-i Nur’u aynı o âhir zamanın hidayet edicisi olduğu diye keşifleri, bu tahkikat ile tevili anlaşılır.

Demek iki noktada bir iltibas var; tevil lâzımdır.
Birincisi:
Âhirdeki iki vazife, gerçi hakikat noktasında birinci vazife derecesinde değiller; fakat hilâfet-i Muhammediye (a.s.m.) ve ittihad-ı İslâm ordularıyla zemin yüzünde saltanat-ı İslâmiyeyi sürmek cihetinde herkeste, hususan avamda, hususan ehl-i siyasette, hususan bu asrın efkârında, o birinci vazifeden bin derece geniş görünüyor.
Ve bu isim bir adama verildiği vakit, bu iki vazife hatıra geliyor; siyaset mânâsını ihsas eder, belki de bir hodfuruşluk mânâsını hatıra getirir; belki bir şan, şeref ve makamperestlik ve şöhretperestlik arzularını gösterir.
Ve eskiden beri ve şimdi de çok safdil ve makamperest zatlar, Mehdî olacağım diye dâvâ ederler.
Gerçi her asırda hidayet edici, bir nevi Mehdî ve müceddid geliyor ve gelmiş.
Fakat herbiri, üç vazifelerden birisini bir cihette yapması itibarıyla, âhir zamanın Büyük Mehdî unvanını almamışlar.

Hem mahkemede Denizli ehl-i vukufu, bazı şakirtlerin bu itikatlarına göre, bana karşı demişler ki:

“Eğer Mehdîlik dâvâ etse, bütün şakirtleri kabul edecekler.”

Ben de onlara demiştim:
“Ben, kendimi seyyid bilemiyorum.
Bu zamanda nesiller bilinmiyor.
Halbuki âhir zamanın o büyük şahsı, Âl-i Beytten olacaktır.
Gerçi mânen ben Hazret-i Ali’nin (r.a.) bir veled-i mânevîsi hükmünde ondan hakikat dersini aldım ve Âl-i Muhammed Aleyhisselâm bir mânâda hakikî Nur şakirtlerine şâmil olmasından, ben de Âl-i Beytten sayılabilirim.
Fakat bu zaman şahs-ı mânevî zamanı olmasından ve Nurun mesleğinde hiçbir cihette benlik ve şahsiyet ve şahsî makamları arzu etmek ve şan şeref kazanmak olmaz; ve sırr-ı ihlâsa tam muhalif olmasından, Cenâb-ı Hakka hadsiz şükür ediyorum ki, beni kendime beğendirmemesinden, ben öyle şahsî ve haddimden hadsiz derece fazla makamata gözümü dikmem.
Ve Nurdaki ihlâsı bozmamak için, uhrevî makamat dahi bana verilse, bırakmaya kendimi mecbur biliyorum” dedim, o ehl-i vukuf sustu.

(Emirdağ Lahikası, 1. Cilt, 206. Mektup)

Bediüzzaman Said Nursi
 

mavci

* ZİKİR * FİKİR * ŞÜKÜR *
Yönetici
Katılım
14 Eyl 2007
Mesajlar
32,138
Tepki puanı
7,437
Puanları
163
Yaş
52
Konum
Alanya
Sual:
Her asırda gelen mücedditler ile ahir zaman Mehdisi arasında ne gibi fark vardır?

Cevap:
Hz. Mehdi'nin diğer Müceddidlerden ayıran özellikleri ve “Mehdiy-i Âzam” unvanını almasının sebebi, diğerlerinin 'Üç Büyük Görevi' bir arada yapamamış olmasıdır.

Bediüzzaman bu hususu şöyle açıklar:
“ Gerçi her asırda hidayet edici, bir nevi Mehdi ve müceddid geliyor ve gelmiş.
Fakat her biri üç vazifelerden birisini bir cihette yapması itibariyle âhir zamanın büyük Mehdi unvanını almamışlar.”
(Emirdağ Lâhikası, 2006, s.458)

Burada anlatılmak istenen üç büyük vazife, “İman-Hayat ve Şeriat” dairelerindeki vazifelerin tamamıdır.
Dolayısıyla Mehdi-i Azam 13-14 ve 15. Asırların tamamına hükmeden son müceddid-i dindir.
İnsanlık O’nun bu asırlara verdiği “Kur’an Dersini” dinlemezlerse Kur’âna ve peygamberimize karşı çıkmalarından ve yeryüzünü fesada vermelerinden dolayı kıyameti koparacaktır.

Bediüzzaman bu sözüyle birkaç önemli konuya açıklık kazandırmıştır.
Bediüzzaman öncelikle Hz. Peygamberimiz (sav)'in hadislerine dayanarak her yüz yılbaşında bir müceddid (yenileyici) gönderileceğini bildirmiştir.
Bediüzzaman Risalelerde Hz. Mehdi’nin (as) de Hicri 14. yy'ın başında geleceğini ve 14. ve 15. yy'lar arasındaki müceddid olacağını belirtmiştir.
 

melankolik5288

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Nis 2009
Mesajlar
2,617
Tepki puanı
1,599
Puanları
113
Yaş
35
Allah razı olsun abi her zamanki gibi faydalı bir paylaşım yapmışsınız. Eğer ömrümüz Hz. Mehdi'yi görecek kadar uzun olursa İnşallah ona inanan tabii olanlardan oluruz. Gaflete düşmekten ve O na karşı olmaktan çok korkuyorum.
 

mavci

* ZİKİR * FİKİR * ŞÜKÜR *
Yönetici
Katılım
14 Eyl 2007
Mesajlar
32,138
Tepki puanı
7,437
Puanları
163
Yaş
52
Konum
Alanya
Allah razı olsun abi her zamanki gibi faydalı bir paylaşım yapmışsınız. Eğer ömrümüz Hz. Mehdi'yi görecek kadar uzun olursa İnşallah ona inanan tabii olanlardan oluruz. Gaflete düşmekten ve O na karşı olmaktan çok korkuyorum.

Allah Celle Celalühu cümlemizden razı olsun kardeşim...
Rabbim bizlere Hz. Mehdi' yi tanıma va ona tabi olma basireti, firaseti versin inşallah...
 

mavci

* ZİKİR * FİKİR * ŞÜKÜR *
Yönetici
Katılım
14 Eyl 2007
Mesajlar
32,138
Tepki puanı
7,437
Puanları
163
Yaş
52
Konum
Alanya

mavci

* ZİKİR * FİKİR * ŞÜKÜR *
Yönetici
Katılım
14 Eyl 2007
Mesajlar
32,138
Tepki puanı
7,437
Puanları
163
Yaş
52
Konum
Alanya




Burada anlatılmak istenen üç büyük vazife, “İman-Hayat ve Şeriat” dairelerindeki vazifelerin tamamıdır.

Dolayısıyla Mehdi-i Azam 13-14 ve 15. Asırların tamamına hükmeden son müceddid-i dindir.

İnsanlık O’nun bu asırlara verdiği “Kur’an Dersini” dinlemezlerse Kur’âna ve peygamberimize karşı çıkmalarından ve yeryüzünü fesada vermelerinden dolayı kıyameti koparacaktır.



Bediüzzaman bu sözüyle birkaç önemli konuya açıklık kazandırmıştır.

Bediüzzaman öncelikle Hz. Peygamberimiz (sav)'in hadislerine dayanarak her yüz yılbaşında bir müceddid (yenileyici) gönderileceğini bildirmiştir.

Bediüzzaman Risalelerde Hz. Mehdi’nin (as) de Hicri 14. yy'ın başında geleceğini ve 14. ve 15. yy'lar arasındaki müceddid olacağını belirtmiştir.
 

mavci

* ZİKİR * FİKİR * ŞÜKÜR *
Yönetici
Katılım
14 Eyl 2007
Mesajlar
32,138
Tepki puanı
7,437
Puanları
163
Yaş
52
Konum
Alanya
Ve onun üç büyük vazifesi olacak:



Birincisi:


Fen ve felsefenin tasallutuyla ve maddiyun ve tabiiyyun tâunu, beşer içine intişar etmesiyle, herşeyden evvel felsefeyi ve maddiyun fikrini tam susturacak bir tarzda imanı kurtarmaktır.



Ehl-i imanı dalâletten muhafaza etmek ve bu vazife hem dünya, hem herşeyi bırakmakla, çok zaman tedkikat ile meşguliyeti iktiza ettiğinden, Hazret-i Mehdînin, o vazifesini bizzat kendisi görmeye vakit ve hal müsaade edemez.

Çünkü hilâfet-i Muhammediye (a.s.m.) cihetindeki saltanatı, onunla iştigale vakit bırakmıyor.

Herhalde o vazifeyi ondan evvel bir taife bir cihette görecek.

O zât, o taifenin uzun tetkikatıyla yazdıkları eseri kendine hazır bir program yapacak, onunla o birinci vazifeyi tam yapmış olacak.



Bu vazifenin istinad ettiği kuvvet ve mânevî ordusu, yalnız ihlâs ve sadakat ve tesanüd sıfatlarına tam sahip olan bir kısım şakirtlerdir.

Ne kadar da az da olsalar, mânen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar.



İkinci vazifesi:


Hilâfet-i Muhammediye (a.s.m.) unvanıyla şeâir-i İslâmiyeyi ihya etmektir.

Âlem-i İslâmın vahdetini nokta-i istinad edip beşeriyeti maddî ve mânevî tehlikelerden ve gazab-ı İlâhiden kurtarmaktır.

Bu vazifenin, nokta-i istinadı ve hâdimleri, milyonlarla efradı bulunan ordular lâzımdır.



Üçüncü vazifesi:


İnkılâbât-ı zamaniye ile çok ahkâm-ı Kur’âniyenin zedelenmesiyle ve şeriat-ı Muhammediyenin (a.s.m.) kanunları bir derece tâtile uğramasıyla, o zât, bütün ehl-i imanın mânevî yardımlarıyla ve ittihad-ı İslâmın muavenetiyle ve bütün ulema ve evliyanın ve bilhassa Âl-i Beytin neslinden her asırda kuvvetli ve kesretli bulunan milyonlar fedakâr seyyidlerin iltihaklarıyla o vazife-i uzmâyı yapmaya çalışır.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt