Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Hz. Hüseyine minnet borcumuz var (1 Kullanıcı)

Gülüşü Yaralı

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Şub 2008
Mesajlar
5,741
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
39
Konum
ha bura :)
Web Sitesi
www.facebook.com
Hz. Hüseyine minnet borcumuz var

Sadık Yalsızuçanlar, "insanlığın Hz. Hüseyin’e minnet, şükran borcu vardır. Eğer, o şâhâne duruşu olmasaydı Yezid câhiliye dönemini yeniden hortlatacaktı. Dolayısıyla İslâm’ın tevhîd ilkesini yaşattı, korudu ve zâlime karşı ilkeli duruş dersi

Musa Tektaş'ın röportajı


Sadık Yalsızuçanlar, 1980'li yılların ilk yarısından itibaren hikâye, roman, masal, deneme ve araştırma türlerinde pek çok eser vermiş, günümüz edebiyatının önemli adlarından biri. O’nu “Şehirleri Süsleyen Yolcu” adlı ilk eserinden itibaren hikmetin izini süren bir yazar olarak tavsif etmek yanlış olmaz. Evet Yalsızuçanlar, yitiğimiz olanın peşinde geçirdiği çeyrek ömre kırkı aşkın eser sığdırmış. Son olarak Muhyiddin İbn Arabi’ye dair Gezgin adlı romanıyla dikkatleri üzerinde topladı. Almanca ve İngilizceye de çevrilmekte olan eseriyle yazar, Türk Edebiyatına tasavvufî bir neşve, derunî bir rüzgâr estirmeyi başardı. Yalsızuçanlar ile şehitlerimiz anmak adına, şehitlik ve “Her Yer Kerbelâ” ilişkin konuştuk. Sadık Yalsızuçanlar, “Hz. Hüseyin, şehâdetin mânâsını da kendisinde yansıtan tertemiz bir aynadır” diyor.


> Muharrem ayı, birçok ulü’l-azm peygamberin, hatta rivayetlere göre, arşın, kürsünün, levhin kalemin yaratıldığı ve tabiî İslam tarihinde de en hazin olayların, Kerbelâ hadisesinin yaşandığı bir ay. Kerbelâ deyince ne hissediyorsunuz?


> Kerbelâ, adı üzerinde bir “belâ” çölüdür. “Belâ”’yı hem bir hüzün sebebi, hem de ‘evet’ olarak algılamak mümkün. Ruhlar âleminde Hz. Hüseyin Efendimizin verdiği söze sâdık kalması, ahdine uymasıdır. Tabiî Kerbelâ, kurb-ı alâ, yani ALLAH’a, yüce olana yakın yer anlamına da gelir. Biliyorsunuz Kerbelâ’da, Hz. Peygamberin soyuna, Hz. Ali ve Hz. Fâtıma’nın evlatlarına kıyılmış, yetmişiki can cennete uçmuştur. Şehâdet şerbetini içen bu aziz ruhları her Müslümanın bu mübârek ayda anması, yollarını izlerini hatırlaması, onların kudsî yolunun güzelliklerini, hayırlarını ve hakîkat uğruna nefsi fedâ etmenin değerini düşünmesi gerekir.


> Peki şehid ne mânâya gelir?


> Biliyorsunuz Kur’an’da, “Kâfirlerden yakınınızda olanlara karşı savaşın.” (9/Tevbe, 123) emri vardır. Âyette aslında fizikî savaş durumu anlatılmaktadır ancak, İbn-i Arabî ve birçok âlim bu âyeti, “İnsanın en yakınındaki kâfir nefsidir, ondan başlaması gerekir.” biçiminde yorumlamıştır. Bunu bilgeler, ‘manevî cihâd’ olarak niteler veya Efendimiz’in ifadesiyle, ‘büyük cihâd’… Tabiî bu cihâdı yapana gâzi, ölene ise şehid denir. Şehid, kanını hakîkat uğruna akıtana denir. Şehitlerin sultanı ise Hz. Hüseyin Efendimizdir. Biliyorsunuz, ‘pençe-i âl-i abâ’dandır, Ehl-i Beyt-i Mustafâ’dandır’ ve ‘cennet gençlerinin seyyidi’dir, efendisidir. Peygamberimiz, Hz. Ali ve ‘kevser’ olan Hz. Fâtıma’dan doğan bu iki torununu çok severdi. Onlarla oynar, ağladıklarında içi ezilir, kaybolduklarında dostlarıyla seferber olup arar, getirirken birini sağ diğerini sol tarafa olmak üzere mübarek omzuna alır, taşırlardı. Onlara ‘oğlum’ diye seslenirlerdi. Peygamberimiz için onlar hem, ‘ev ahâlisi’ hem de ilâhî hakîkat’in taşıyıcılarıdır. İlâhî hakîkat, Hz. Ali üzerinden, Ehl-i Beyt imamları ve seyyitler silsilesi ile devam eder. Malum es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi de o soydan, o mânevî gelenektendir. Seyyitler, İslâm’ın en temiz ve temizleyici damarları, kaynakları ve aktarıcılarıdır. Onların sultanı ise, Kerbelâ’da, çocukları, kardeşleri, yeğenleri ve dostlarıyla birlikte canını veren, benliğini tasadduk eden Hz. Hüseyin Efendimizdir.

> Bir yazınızda, bir ALLAH dostundan naklen, Yezid’e lanet etme konusunu aktarmıştınız…

> Evet, Kenan Rıfaî hazretleri, Ehl-i Beyt âşığı bir zatmış. Dergahında Muharrem ayında mu’tâd olarak, Fuzûlî’nin Hadîkatü’s-Süedâ’sı okunurmuş. Zaten sohbetlerinden ne kadar kuvvetli bir Ehl-i Beyt muhibbi olduğu anlaşılıyor. Bir gün ona, “Neden Yezid’e lanet etmiyorsunuz?” diye sorduklarında, “Ben içimdeki Yezid’le meşgûlüm.” demiş. Bu, Hz. Hüseyin’in yolunun bağlısı olmanın getirdiği bir edep ve ahlâktır; kendi yolunun muhabbetiyle hareket etmek, daima cemâl ve hayır üzere bulunmak. Bunu ancak Muhsinler yapar. Zaten ihsan mertebesi, Hz. Hüseyin’in makâmlarındandır. Biliyorsunuz babası Hz. Ali’ye, “Sen hiç ALLAH’ı gördün mü?” diye soruyorlar, “Ben, görmediğime iman etmem.” buyuruyor.

> O halde şehid, hem bedenini hem de canını, ömrünü, zamanını hakîkate adayan kişiye diyebiliyoruz…


> Evet…İbn-i Arabî Hazretleri diyor ki, “Sadakaların en büyüğü, insanın benliğini, nefsini tasadduk etmesidir.” Çünkü insan en çok nefsini sever. ALLAH yolunda insan en çok sevdiği şeyden vazgeçebilmelidir. Şehitlik budur.

> Peki, şehitlerin sultanı olan Hz. Hüseyin kimdir, yolunun esasları nelerdir?

> Efendim, biliyorsunuz, Hz. Hüseyin, Hz. Ali Efendimizin Hz. Fâtıma annemizden doğma oğludur. Yezid döneminde, onun zulüm ve fısk üzere olan düzenine boyun eğmemiş, ona biat etmemiştir. Ağabeyi Hz. Hasan’ın zehirlenerek şehid edilmesinden sonra tabiî gözler ona çevrilmiş, Mekke’de yaşarken, Emevî soyunun en mel’ûnu olan Yezid tarafından biata zorlanmış, o buna boyun eğmemiş, ona kıyam etmiş ve bu uğurda şehitlik şerbetini içmiştir.

Tabiî, Hz. Hüseyin, yolun esasları için, mânevî ilke uğruna, İlahî Hakîkat’in, Hakk’ın hatırı için canından geçmeyi göze alacak kadar imanlı, ihsan mertebesinde, celâl ve marifet makamında, zaten bir rivayette kırmızı rengin makamındadır.


> Neyi kastediyorsunuz?


> Bunu, Cemalnur Sargut’tan şöyle dinlemiştim: “Efendim hadisenin hakîkati şöyledir: Derler ki mutasavvıflar, Hz. Hasan’la Hz. Hüseyin çok kanaatkârdılar biliyorsunuz. Sanki tasavvufun mânâsı Hz. Ali ile Hz. Fâtıma’nın evliliğiyle zuhûr etmiştir. Onlar her şeyin azını istediler, onlar sırât-ı müstakîmi istediler. Onlar bu konuda bile belki bütün insanlık âleminin çekeceği sıkıntıları yüklendiler. Çok fakirdiler. Bir gün bayram günü kıyâfet istedi iki sultan Hz. Hasan’la Hüseyin, derler. Derken Cebrâil’in (a.s) bile gözünü yaşartan istekler, onun iki tane bembeyaz elbiseyi getirip Peygamber Efendimize hediye etmesiyle neticelendi. Ama çocuklar çok tatmin olmadılar- “Biraz renkli olsaydı” diye ağlamaya başladılar. Peygamber şaşkın, Cebrâil’e baktı. Hz. Cebrâil derler ki, Hz. Peygamber’e, “Su atın üzerine Efendim, çocuklar hangi rengi istiyorsa o renge bürünsün.” Peygamber Efendimiz elbiselerin üzerine biraz su attıklarında Hz. Hasan’ın elbisesi sarıya, Hz. Hüseyin’in elbisesi kırmızıya dönüşür. Cebrâil ağlamaya başlar. Peygamber şaşkın, sorar; “Çocuklar memnun. Niye ağlıyorsun?”

“Efendim bunlar, bu iki renk Hasan’la Hüseyin’in cennetteki köşkleri, mânâları ve hakîkatleridir.” Ve daha sonra Peygamber’e döner, “Ne acı ki” der, “Hz Hasan zehirlenerek ve sarı renkte vefat edecek. Hz. Hüseyin al kanlarla öbür âleme yürüyecek”. İşte bu iki renk, bu iki tecellî bize çok şey öğretir. Belki celâlin rengidir kırmızı. Celâlin, hakîkatin ortaya çıkışının, ALLAH’ın ilmiyle tecellîsinin, ALLAH’ın kudret ve kuvvetiyle bu âleme tecellîsinin rengidir kırmızı.”


> Şehitlerin Sultanı olan Hz. Hüseyin, Hz. Fâtıma gibi bir ‘kevser’den geliyor, o da söz konusu edilmeli, ne dersiniz?

> Hiç şüphesiz efendim…Cemalnur hocanın isabetli deyimiyle, ‘Hz. Fâtıma, Hz. Meryem makâmındadır. Sâfiye makâmı. Saflığın, arınmışlığın makâmı. Cennet kadınlarının seyyidesidir Hz. Fâtıma annemiz. Efendimizin kutlu soyu onunla devam etmiştir ve aynı zamanda Hz. Fâtıma, saflığın, duruluğun, temizliğin, temizlenmişliğin ve temizleyiciliğin de mazmûnudur. Yenilerde yayımlanan “Her Yer Kerbelâ” adlı kitabımızda, Cemalnur Hanım, kendisiyle yaptığımız söyleşide şöyle diyor: “Hz. Meryem nefsini yok ettiği, nefsini susturup kendini ortaya çıkardığı için ALLAH ona kendi rûhunu hediye etti. Hz. Fâtıma ise kendi nefsini yok ettiği için ALLAH ona kendi mânâsının zuhûrunu, soyunu, sopunu verdi. Oradan zuhûr etti, oradan tecellî etti. Öyle ya Hz. Abdullah’ın alnında yanan o yüce nur, ona âşık bir hanımın anlatımıyla bir gün alnından yok oluvermişti. Dedi ki o hanım “Ben âşığım Abdullah’a ama anladım ki nûruna âşıkmışım. Baktım arkasından bir hanım geliyor. O nur o hanımın alnında parlamış.” O hanım Âmine’ydi. Hâmile kalmıştı. Nur oraya aktarılmıştı. Belki de Hz. Âdem’in senelerce ve senelerce görmek istediği, ancak kendi mânâsından zuhûr eden o nur o hakîkat-i MUHAMMEDi, o tecellî, o güzellik Hz. Fâtıma ve soyundan gelecekti. Öyle değil mi, Kevser Suresi bunu müjdelemedi mi? “Ebter” dedikleri soy oradan zuhûr etmedi mi? Tıpkı Peygamberliğin zuhûrunun Hz. Meryem’in hakîkatinde devam ettiği gibi ilâhî hakîkatin, marifet ve celâlin mânâsı Hz Fâtıma’da devam etmedi mi? Öyle bir sultandan bahsediyoruz betül, tertemiz, zehra, ayın tecellîsi. Öyle ya Miraç’tan sonra güneş olma seviyesine çıkan Hz. Peygamber’in aydaki tecellîsi değil midir Hz. Fâtıma? Öyle değil midir ki Hz. Ayşe onu anlatırken, “Gece ışığında, gece karanlığında Hz. Fâtıma yanımda olsa iğneye ipliği geçirecek kadar aydınlanır dünyam.” der. Belki bu maddî anlayış, belki bu misâl Hz. Fâtıma’nın hakîkatinin gönlümüzde zuhûr ettiği zaman gece gibi olan dünyamızı nasıl aydınlattığını ve eşyanın hakîkatini bize nasıl gösterdiğini anlatır.


> Şehitler Sultanı, bu hakîkatten doğdu…


> Evet, böylesi bir duruluktan geliyor Hz. Hüseyin Efendimiz ve benliğini Hakk’a tasadduk ediyor, İslâm’ın tevhîd ilkesinin korunması uğruna bir nevi ‘kurban’ oluyor. Hz. Hüseyin, bu anlamda şehadetin mânâsını da kendisinde yansıtan tertemiz bir aynadır. Zaten o mübârek başını, Kerbelâ’da gövdesinden ayrılan başını bir rahip buluyor ve o güzelliğe bakarak hidâyete eriyor.


> Yeni kitabınız Her Yer Kerbelâ nasıl doğdu?


> Bir belgesel film hazırlıyorduk, Kerbelâ ile ilgili. Türkiye’den ve dünyadan çeşitli ilim adamlarıyla, konu uzmanlarıyla söyleşiler yaptık. Kapı Yayınları’ndan çıkan kitapta bu söyleşiler yer alıyor. Yanı sıra, Nehcü’l-Belâğa’dan seçmeler, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in hitâbeleri, mektuplarından seçmeler, çeşitli, tevhîd nefesleri, nutk-ı şerîfler, duvaz imamlar, Kerbelâ mersiyeleri, maktel-i Hüseyin’lerden alıntılanmış şiirler var.

Tabi Kerbelâ’nın tarihçesi, orada gelişen o hazin olaylar, ondan öncesi, Hz. Ali Efendimizin mânevî kişiliği, irfânî yönü, Ehl-i Beyt’in mânâsı ve Ehl-i Beyt hürmetinin Müslümanlar açısından değeri de söz konusu ediliyor.

> Hz. Hüseyin ve Hz. Hasan Efendimiz’le ilgili ALLAH Resulü’nün bir hatırasından söz edilir, hani Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin kaybolurlar bir gün…


> Evet, kitapta o da aktarılıyor. Selahattin Özgündüz hoca onu bir kaynaktan anlatmıştı bize. Bir gün Hz. Fâtıma gelerek Resulullah’a üzgün bir halde: “Hasan’la Hüseyin kaybolmuşlar.” diye dert yandığında, Peygamberimiz (s.a.v) : “Korkma, ALLAH onları korur.” buyurdu ama bütün Medine seferber oldu. Sonunda Benî Neccâr ahırlığında buldular. İkisi uyuyor orada. Bir melek kanadının birisini onlara döşek, birisini yorgan etmiş. Peygamberimiz uyandırmaya kıyamıyor, bir onu öpüyor, bir bunu öpüyor ta uyanana kadar. Uyandığında her birini bir omzuna aldı. Getiriyorken Hz. Ebubekir, “Ya ResulALLAH, hiç değilse birisini biz taşısak? ” buyurdu. “Hayır, ikisini de ben taşıyacağım.” Hz. Ebubekir dedi: “Ne muhteşem binektir sizin bineğiniz, Resûl-i Ekrem kâinâtın Efendisi sizi taşıyor.” Bu anlamda Hz. Resûl (s.a.v) buyurdu : “Ama onlar da çok muhteşem binenlerdir.”

> Peygamberimizin gözünün nûrunu, kendisinden kısa bir süre sonra şehid ettiler…Hz. Hüseyin’in şehidliği, İslâm’ın geleneğine ne kazandırdı?


> Tevhîd ilkesinin ve adâlet duygusunun güçlenmesine vesîle olmuştur, denilebilir. Tabiî, zulme karşı direnme şuurunu da beslemiştir Hz. Hüseyin’in şehadeti. Babası da, Hz. Ali Efendimiz de bu ilke uğruna şehid olmuştu. Hz. Hüseyin, “Boynunda kul hakkı olan gitsin.” diye konuşmuştu Kerbelâ’da kendi dostlarına. Adâletin savaşını verirken kendisi zaten âdil değilse bunu nasıl gerçekleştirecek? Başkasının hakkı boynunda ise sen de kendi çapında bir zâlimsin demektir. Yanıma gelsin de kim gelirse gelsin anlayışı değil bu. Adâletin zulme karşı savaşıdır mâdem, mutlak adâletin korunmasına âzamî dikkati göstermiştir. “Eğer bu dünyanın en mükemmel medeniyeti, MUHAMMED (s.a.v)’in dini benim kanım dökülmeden ayakta durmayacaksa öyleyse can feda; kılıçlar alın beni.” diyordu. Onun için insanlığın Hz. Hüseyin’e minnet, şükran borcu vardır. Eğer, Hz. Hüseyin’in o şâhâne duruşu olmasaydı Yezid câhiliye dönemini yeniden hortlatacaktı. Dolayısıyla İslâm’ın tevhîd ilkesini yaşattı, korudu ve zâlime karşı ilkeli duruş dersini verdi. Selam olsun Hz. Hüseyin’e ve özgürlük ve adâlet uğruna can vermiş şehitlerimizin cümlesine…








 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt