
Hazret-i Hüseyn Kûfe'ye gitmek için sefer hazırlığını tamamlamakla meşgul...
Tam yola çıkacağı sırada, evvelâ Ömer Bin Abdürrahman, sonra ibn-i Abbas, karşısına çıktılar ve yalvardılar:- Kûfe'ye gitme! Oranın halkı dönektir. Sen Arabın efendisi bulunuyorsun! Hicaz halkı senin peşindedir. Mekke'de kal ve biy'at imkânını burada hazırla! Eğer Iraklılar vaadlerinde sadıksa, ne diye seni çağırıyorlar; yığınlar halinde buraya gelsinler!.. Eğer mutlaka Hicaz'dan ayrılman gerekse Küfe gibi netameli bir yere gideceğine, hiç olmazsa Yemen'in kaleleri kuvvetli, arazisi dağlık ve her türlü korunmaya müsait, halkı da senin baba dostların... Gitme, yâ Hüseyn, Kûfe'ye gitme!
Hazret-i Hüseyn mukabelede bulundu:
- Öğütleriniz babaca, ilginiz de kardeşçe... Ama benim buradan çıkmam ve Küfe yolunu tutmam, artık bir oldu-bitti hükmündedir. Bana selâmet dilemekten başka size vazife kalmamıştır.
Tekrar yalvardılar:
- Hiç olmazsa ev halkını ve yakınlarını beraber götürme!
Hazret-i Hüseyn bu tavsiyeyi de dinlemedi. Kader o türlü hükmünü yerine getirdi ki,Peygamber torununa hiç bir mantık tesir edemedi. Çoluğunu çocuğunu, bütün yakınlarını topladı ve Irak istikametinde Mekke'den yola çıktı. Biraz ileride şair Ferzedak'a rastladı ve sordu:
- Halk ne düşünüyor, halleri nasıl?
Büyük şair ve hikmet adamı, şu cevabı verdi:
- Halkın kalbi seninle ama kılıçları senin düşmanlarınla... Kaza ve kader gökten iner ve Allah dilediğini işler.
O sırada Abdullah Bin Cafer'in oğullan yetişti. Babalarının bir mektubunu Hazret-i İmama verdiler.
Mektup, kendisi yetişinceye kadar ileriye gitmemelerini rica ediyordu. Hazret-i Hüseyn yoluna devam etti. Kûfe'deki hâdiselerden habersiz olduğu için, yola çıktığını ve yakında Kûfe'ye ulaşacağını bildiren bir mektup yazıp yakınlarından
biriyle oraya gönderdi. Mektubu götüren Kadisiye'de yakalandı. Küfe Valisi Ubeydul-lah'a gönderildi ve onun emriyle öldürüldü.
Hazret-i Hüseyn hep yoluna devamda... Yolda bazı kimseler kendisine katıldı. Yol almaya devam ettiler. Sa'lebiye mevkiinde Müslim Bin Akîl'in öldürüldüğü haberini aldılar.
Bütün kafile gözyaşları içinde kaldı. Bazı dostları tekrar rica ettiler:
- Dön, geriye dön, yâ İmam!
Müslim'in kardeşleri atıldılar:
- Ya kardeşimizin intikamını alırız, yahut biz de onun gibi şehitlik şerbetini içeriz! Başka türlüsü olamaz!
Hazret-i Hüseyn bu dileği doğru buldu ve yine yola devam emrini verdi. Birkaç konak sonra, Müslim'in arkasından gönderdiği süt kardeşi Abdullah'ın da Ubeydullah tarafından şehit edildiği haberi geldi. Kafilede teessür ve ıstırap büsbütün arttı. Yine yola devam...
Şeraf Nehri geçildikten sonra, karşıdan görünen bir alay süvari...
Bunu görünce sağ tarafta bir dağa saptılar. Atlılar da onları takip etti ve karşılarına kondu. Atlıların başında Hür Bin Yezîd isimli bir adam... Namaz vakti gelince Hazret-i Hüseyn'in müezzini ezan okudu. Hazret-i İmam'ın arkasında cemaatle namaz kılındı. Hür Bin Yezid de askerleriyle birlikte Hazret-i Hüseyn'e uydu ve namazı edâ etti. Namaz bitince Hazret-i İmam bir hutbe okudu ve dedi.
- Biy'at için Kûfeliler tarafından edilen davet üzerine geldim!
Hür cevap verdi:
- Biz seni davet edenlerden değiliz! Biz, seni bulup Kûfe'ye kadar senden ayrılmamaya memuruz!
Bunun üzerinedir ki, Hazret-i Hüseyn, ilk defa olarak, maiyetindekilere, atlarına binip geri dönmeleri için emir verdi.
Fakat Hür bu emre mâni oldu:
- Ne Medine'ye gidebilirsiniz, ne de Kûfe'den başka bir
yere!
Tutuklanmış bulunuyorlardı. Atlarına bindiler ve sol tarafa doğru yol aldılar. Hür ve atlıları, peşlerinde...
Biraz ilerleyince, karşılarına Küfe ve civarından bir kaç kişi çıktı. Hür, bunları Hazret-i Hüseyn ile görüştürmemek istedi. Fakat Hazret-i Hüseyn'in sert ısrarına karşı duramadı ve görüşmelerine razı oldu. Gelenler, Kûfelilerin hâlini ve Müslim ile öbürlerinin nasıl gaddarca şehit edildiklerini anlattılar. İçlerinden biri şöyle dedi:
- Senin dostun az, düşmanın da çok... Gel bizim oymağımızın bulunduğu dağa çekilelim! O dağda, düşman üzerimize derya misali asker gönderse yine bir şey yapamaz! On gün geçmeden civar kabileler de imdadımıza gelir. Efendileri olduğum yirmi bin Tâi'nin, hemen emriniz altında toplanmasını taahhüt ediyorum.
Hazret-i Hüseyn:
- Allah sana iyi akıbet ihsan etsin. Fakat şimdilik bizim yolumuzu değiştirmemiz güçtür!
Dedi, gelenlerden ayrıldı ve Muharrem'in ikinci günü Kerbelâ sahrasına kondu.
Kerbelâya inişin ertesi günü, karşılarında, 4000 kişilik bir kuvvet... Kumandanları Ömer Bin Saad...
Ubeydullah'ın adamı Ömer, derhal Hazret-i Hüseyn'e bir elçi gönderdi ve sordu:
- Niçin geldiniz?
- Kûfeliler istedi, ben de geldim. İsteklerinden caydılarsa ben de döner giderim.
Ömer bu cevabı dört nala, Ubeydullah'a bildirdi. Gelen emir:
- Evvelâ Yezîd'e biy'at teklif et! Kabul ederse ne âlâ!.. Etmezse sularını kes ve Hüseyin'i, diri veya
ölü, ele geçir!..
Teklif edildi:
- Yezîd'e biy'at et yâ Hüseyn!
-Asla!..
Bunun üzerine Ömer, su ile Hüseyn'in arasına girmek
üzere beşyüz atlı gönderdi. Atlılar suyu tuttu ve Hazret-i Hüseyn, cephesi ve cenahından kuşatılmış,
çöl ortasında susuz ve yardımsız, kala kaldı.
Suyu tutanlardan bir lânetli, Hüseyn'e şöyle haykırdı:
- Bir damlasını tadamadan, suya baka baka öleceksin!
Peygamber torunu dua etti:
- Yârabbi, sen bu adamı susuzlukla helak et!
O adam birdenbire hastalanacak, hastalığı suya doyamamak olacak ve kırbalarla su içtiği halde susuzluktan kıvrana kıvrana can verecektir.
Hazret-i Hüseyn o gece Ömer'le tenhada, görüştü:
- Bırakın beni, ya Medine'ye döneyim, yahut kâfirlerle çarpışmak üzere Türkistan taraflarına gideyim! Yahut doğru Şam'a yollanayım!
Ömer bu teklifleri beğendi ve hemen Ubeydullah'a yazdı. Ubeydullah da mektubu okuyunca hoşlandı ve:
- Ne güzel teklifleri!.. Kabul ettim! Birinden birini seçelim!
Dedi. Fakat, huzurunda bulunan Şemir isimli korkunç
nasipsiz, hemen Ubeydullah'ı önledi:
- Sen ne yapıyorsun? Hazır eline düşmüşken fırsatı nasıl kaçırıyorsun? Bilmiyor musun ki, bu adam, nereye gitse taraftar toplar, kuvvetlenir ve senin başına belâ kesilir? Hususîyle, gece, Ömer'i bir kenara çekip yalnızca konuşmuş... Şüpheli durum!... Sen Ömer'e yaz, etrafındakilerle beraber buraya gelmesini Hüseyn'e teklif etsin!.. Gelecek olursa hakkında kararı sen verirsin. Dilersen
cezalandırır, dilersen affedersin!..
Ubeydullah bu zehirli telkinlerin ağına düştü ve Ömer'e
emir yazdı:
- Hüseyn'e, yanındakilerle beraber bana gelmelerini teklif et! Kabul ederse, hepsini al, getir! Kabul etmezse onunla cenkleş, hepsini yere ser ve atlara çiğnet!
Emri de, Şemir'e verdi:
- Şayet Ömer emrime karşı koyacak olursa başını kes ve bana gönder! Sana yetki veriyorum!
Böylece kumandayı eline almaya kadar muvaffak olan hain, cebinde mektup ve yetki kâğıdı, yola çıktı ve Muharremin dokuzuncu günü Kerbelâ'ya vardı. Ömer, getirdiği nâmeleri gözden geçirdikten sonra Şemir'in karanlık suratına baktı ve nefretinden bu surata tüküreceği geldi. Ağzına gelen suçlandıncı lâfları etti; fakat hilekâr Şemir'in telkinlerine
kapılmakta o da gecikmedi. Kendisini yüksek rütbelerin cazibesiyle avlayan Şemir'in emrine baş eğdi ve akşama doğru askerine Hüseyn'i her yandan kuşatma emrini verdi.
Hazret-i Hüseyn, böyle geç vakit yapılan kuşatma hareketinin sebebini sormak için kardeşi Abbas'ı gönderdi. Abbas, artık karşı tarafla cenk halinde bulundukları cevabını aldı. Hazret-i Hüseyn, Abbas'ı tekrar göndererek şu istekte bulundu:
- Cengi yarın sabaha kadar erteleyelim...
Ömer bu dileğe müsbet cevap verdi. Peygamber torununun maksadı kendi ev halkına ve yakınlarına gereken öğütleri vermek ve o geceyi ibâdet ve istiğfarla geçirmekti.
Etrafındaki leri topladı ve söze başladı:
"- Allahım; sana hamdederim ki, bize nübüvvetle ikram ettin. Bizde, hakkı işitir kulaklar, hakkı görür gözler, hakkı benimser kalbler yarattın. Bize Kuranı bildirdin ve din ilmini öğrettin. Bizi, sana şükredici kullarından eyle! Bundan sonrası şu ki, ben, yakınlarımdan daha vefalı ve hayırlı dost, ev halkımdan da daha şefkatli ve bağlı görmedim. Allah hepinize, benden ötürü, hayırlı ihsanlarda bulunsun... Ancak, sanırım ki şu karşımızdaki düşmanla hesaplaşmanın vâdesi bu akşam
dolmaktadır. Son meydan yarındır. Bu bakımdan hepinize izin veriyorum; üzerinizde bana ait bir borç kalmamış olarak, yâni serbestçe ve rahatça bu gece gidebilirsiniz! Bu geceyi deve diye kullanınız, fırsatı kaçırmayınız ve gecenin karanlığına bürünüp uzaklasınız! Her biriniz ev halkımızın birinin elinden tutup gitsin. Hepiniz Allah'ın lûtuflarına eriniz! Köylere, kasabalara yayılın ki, Allah üzerinizden mihnet ve meşakkati kaldırsın. Düşmanlar, benimle boğuşmak, beni altetmek azminde... Beni elde ederlerse başka bir şey istemezler."
Hazret-i Hüseyn'in oğulları, kardeşleri ve kardeşlerinin oğulları, hep beraber atıldılar:
- Seni bırakarak gitmeyi ve senden sonra yaşamayı Allah bize göstermesin!
Cevap aldılar:
- Oğullarım, kardeşlerim, yeğenlerim! Müslim'in şehit düşmesi yeter! Size ben izin veriyorum; gidiniz!..
- Ya halka ne diyelim! Büyüğümüzü, efendimizi, babamızı, kardeşimizi, en hayırlı amcamızı, ok atmadan, tek yara almadan bıraktık mi diyelim? Vallahi bu durumu ebedî olarak kabul etmeyiz!..
Hepimiz, nefslerimizi, mallarımızı, yakınlarımızı sana feda eder, ölünceye dek senin yanında dövüşürüz!
Müslim Bin Avsece-tül Esedî ayağa kalkıp haykırdı: