vaktileyl
Kayıtlı Kullanıcı
Müslümanların ilk halifesi olan Hz. Ebû Bekir'in İslâm için gösterdiği maddi ve manevi fedakarlıklar herkesce malumdur. İslâm'a ilk girenlerden olması, Hz. Peygamberden hiç ayrılmaması, hicret yolculuğunda kendisine refakat edip müşriklerce kuşatılan mağarada kendinden ziyâde Rasûlullah için endişe duyması, Efendimizin zevceleri Âişe annemizin pederi olması, dâvâ için malının tamamını ortaya koyması, sıddıkiyeti, cennetle müjdelenmesi vs. Bütün bu vasıf ve meziyetler bir "İman ve azim abidesi" Hz. Ebû Bekir kimliğini ortaya çıkarmıştır. Hz. Peygamber (s.a.) ifâdesiyle Ebû Bekir'in İslâm için ortaya koyduğu fedakarlıkların karşılığını kıyamette ancak Allah Teâlâ verecektir. Çünkü dünyada bu fedakarlıkları karşılayacak bir bedel yoktur. Efendimiz onun için "Ey Ebû Bekir! Ümmetimden cennete ilk girecek kimse olman sana yetmez mi?" buyurmuşlardır. (Ebû Dâvud, Hadis no: 4652) Ayrıca "Bana Ebû Bekir'in malı kadar kimsenin malı faydalı olmadı. Ben müslüman olmasını istediğim herkesten bir zorluk gördüm. Ebû Bekir hariç. Zira o, teklifim karşısında hiç tereddüt etmeden kabul etti. Eğer kendime Allah'tan başka mutlak bir dost edinecek olsaydım, mutlaka Ebû Bekir'i edinirdim." (Tirmîzi, Menakıb, Hadis no, 3662)
Ashabı kiramın fazileti, ümmet içindeki değeri herkesce bilinmektedir. Hz. Ebû Bekir'i bu özel konuma getiren sebepleri genel ifadelerle başta belirtmeye çalıştık. Burada biraz detayına girerek onunla ilgili bir olayı nakletmek istiyoruz. Buhâride nakledilen bu olay şudur: Hz. Âişe validemiz anlatıyor: Aklım erdiğinden bu yana anne ve babam devamlı İslâm üzere idiler ve her gün sabah akşam Rasûlullah bize gelirdi. Müslümanlar işkencelere maruz kaldıklarında Ebû Bekir de Habeşistan'a doğru hicret etmek üzere yola çıktı. Berk'ül-Ğımad'a geldiğinde oradaki kâre kabilesinin reisi İbnüd'dağinne ile karşılaştı. (Berk'ül-Ğımad, Yemen yolu üzerinde Mekke'ye beş konak mesafede bir yerdir. Dağinne: Duğine ve Dağine şeklinde de telaffuz edilmiştir. Kâre ise savaşcı bir kabile idi.) İbnüd'dağinne Hz. Ebû Bekir'e: Ey Ebû Bekir! Nereye gitmek istiyorsun? dedi. O, da: Kavmim beni Mekke'den çıkardı. Yeryüzünde dolaşıp Rabbime serbestçe ibâdet etmek istiyorum, dedi. Bunun üzerine İbnüd'dağinne: "Ey Ebû Bekir! Senin gibi bir kimse yurdundan ne çıkmalı ne de çıkarılmalı. Çünkü sen yoksulun gönlünü kazanır, akraba ile ilişkiyi sürdürür, bakıma muhtaçları himaye eder, misafiri ağırlar, hak yolunda karşılaşılan sıkıntıları giderme de yardımcı olursun." (Bu meziyetler Hz. Hatice validemiz tarafından Hıra dönüşünde Hz. Peygamber Efendimiz için de sayılmıştır. Bunlar Araplar tarafından en faziletli kimseler için kullanılan sıfatlardır.) Dolayısıyla ben seni himayeme aldım. Sen dön ve ülkende Rabbine ibadet et." dedi. Ebû Bekir Mekke'ye göndü. Beraberinde İbnüd'dağinne de vardı. Gece Kureyş'in ileri gelenlerini dolaştı ve "Şüphesiz Ebû Bekir gibi birisi Mekke'den ne çıkmalı, ne de çıkarılmalı. Yoksulun gönlünü kazanan, akraba ile ilişkiyi sürdüren, bakıma muhtaçları himaye eden, misafiri ağırlayan, hak yolunda karşılaşılan sıkıntıdan gidermede yardımcı olan bir kimseyi Mekke'den kovuyor musunuz? dedi. Kureyşliler İbnüd-dağinne'nin himâyesine karşı çıkmadılar ve ona şunu tenbih ettiler:
"Ebû Bekir'e söyle, Rabbine ibadeti evinde yapsın. Orada namaz kılsın, dilediği kadar Kur'ân okusun. Böyle yapması bize sıkıntı vermez. Yalnız ibadetini âşikar yapmasın. Çünkü biz kadınlarımızı ve çocuklarımızı dinlerinden döndürmesinden endişe ediyoruz." dediler.
İbnüd-dağinne de bunları Ebû Bekir'e söyledi. Ebû Bekir bir süre evinde Rabbine ibadet etti. Namazını açıkta kılmadı. Evinin dışında Kur'ân okumadı. Sonra Ebû Bekir'in aklına bir fikir geldi. Evinin avlusunda bir mescid (namazgah) yaptı. Burada namaz kılar, Kur'ân okurdu.
Bunun üzerine müşriklerin kadınları ve çocukları buraya koşuştular. Ebû Bekir'e çok ilgi duyuyorlar, onu seyre dalıyorlardı. Ebû Bekir yufka yürekli ve çok ağlayan bir kimse idi. Kur'ân okuduğunda göz yaşlarını tutamazdı. (Hz. Peygamber (s.a.), vefatına yakın hastalandığından dolayı namaz kıldırmaya güç yetiremeyince: Ebû Bekir'e söyleyiniz, insanlara namazı kıldırsın demiş. Hz. Âişe de "Ya Rasûlallah! Ebû Bekir yufka yürekli, Kur'ân okurken çok ağlayan bir kimsedir. Ağlamaktan sesini insanlara işittiremez. Senin makamında durup da insanlara namaz kıldırmaya dayanamaz, demişti.)
Bu durum Kureyşin ileri gelenlerini ürküttü. Bu yüzden İbnüd'dağinne'ye haber salıp çağırttılar. O da Kureyşlilerin yanına geldi. Kureyşliler: "Biz sana, Ebû Bekir'i himayene almanı, kendisinin evinde Rabbine ibadet etmesi karşılığında kabul etmiştik. Fakat o bunu çiğnedi ve evinin avlusunda mescid yaptı, burada açıkça namaz kılıp Kur'ân okudu. Şüphesiz biz, kadın ve çocuklarımızın dinlerinden dönmelerinden endişe ettik. Onu bu tutumundan alıkoy. Rabbine ibadeti evinde yapmak istiyorsa yapsın. Böyle yapmayıpta açıktan ibadet yapacaksa kendisine verdiğin himayeyi iade etmesini iste. Yoksa biz senin himaye sözünü çiğnemek istemeyiz, ama Ebû Bekir'in de açıktan ibadet etmesini istemeyiz." dediler.
Bunun üzerine İbnüd'dağinne Ebû Bekir'e gelip: "Seninle ilgili müşriklere verdiğim sözü biliyorsun. Ya bu sözleşmeye bağlı kalır, evinde ibadet edersin. Ya da sana verdiğim himayeyi geri verirsin. Değilse ben kendisini himayeye aldığım kimse üzerindeki sözümün çiğnendiğini araplardan duymak istemem" dedi: Bunun üzerine Ebû Bekir: Ben senin himayeni geri veriyorum. Aziz ve Celil olan Allah'ın himayesine razıyım." dedi. (Tecrid-i Sarih, Hadis no, 1589)
Naklettiğimiz bu olay pek çok ibret ve mesajlarla doludur. En başta İslâm düşmanlarının Kur'ân korkusu geliyor. Zira onlar Kur'ân'ın sesi duyulursa kendi seslerinin kısılacağından kokuyorlar. Çareyi Kur'ân'ı susturmakta görüyorlardı. Onların bu tavrı bir âyet-i kerimede şöyle belirtiliyor!" "Kâfirler dediler ki! Bu Kur'ân'ı dinlemeyin. Okunurken gürültü yapın belki üstün gelirsiniz. (Fussilet, 26) Her dönemde İslâm'ın sesini kısma gayretlerinin temelinde bu psikoloji yatmaktadır. Fakat bu sesin kısılmasına, bu ışığın söndürülmesine asla muvaffak olamayacaklardır.
Bu olaydaki asıl mesaj ise bütün olumsuzluklara rağmen Hz. Ebû Bekir'in dik durması, dini için ülkesini ve bütün varlığını terk etmeyi göze alabilmesi ve Rabbine olan sonsuz iman ve tevekkülüdür.
Hz. Ebû Bekir, yufka yürekliliği yanında, icab ettiğinde son derece sert ve kararlı tutumlar da sergilemiştir. Hudeybiye musalahası esnasında, Hz. Peygamber (s.a.)'in vefatını müteakip meydana gelen irtidat olaylarını bastırılmasında ve Efendimizin vefat sırasında yaşanan panik karşısında tutumu bunu göstermektedir. Ebû Hureyre (r.a) diyor ki: Eğer Ebû Bekir olmasaydı, Peygamber'in vefatından sonra ümmet-i Muhammed helâk olurdu.
Hz. Peygamber (s.a.)'in vefatından sonra arap kabilelerinden bir çokları irtidat etti. Müslümanlar kış gecesinde yağmura tutulup dağılan koyunlara döndüler. Ortaya çıkan bu kaos ve anarşiden müslümanları kurtaran Hz. Ebû Bekir'in dirayet ve kararlılığı oldu. Sarsılan iman zeminini tekrar sağlamlaştırdı. Yalancı peygamberleri ortadan kaldırdı. Hz. Ömer döneminde modern anlamda teşkilatlandırılan İslâm devletinin alt yapısını hazırladı.
İki senelik halifelik dönemi müminler için bir rahmet oldu. Ümmet için yaşadı, ölümü esnasında bile geride kalanları düşündü: Eski elbise içine kefenlenmesini emretmiş, dirilerin yeni elbiseye daha fazla muhtaç olduklarını söylemişti. Binlerce insan senelerce köle gibi çalışıp kendilerine mezar (pramit) yaptıranlar ve eski elbiseyle gömülmeyi yeğleyen Hz. Ebû Bekir... İnsanlık için hangisi daha yararlı? Günümüz dünyasında hem müslümanların hem de gayri müslimlerin Hz. Ebû Bekir'in duruş ve tavrından olacağı çok dersler vardır. Sadık ve Sıddîk olmak kolay değil. Herşeyin bir bedeli var. İman, amel, fedakarlık, basiret, ilim, ahlak ve sebat, akibet iki cihanda necât
iktibas
Ashabı kiramın fazileti, ümmet içindeki değeri herkesce bilinmektedir. Hz. Ebû Bekir'i bu özel konuma getiren sebepleri genel ifadelerle başta belirtmeye çalıştık. Burada biraz detayına girerek onunla ilgili bir olayı nakletmek istiyoruz. Buhâride nakledilen bu olay şudur: Hz. Âişe validemiz anlatıyor: Aklım erdiğinden bu yana anne ve babam devamlı İslâm üzere idiler ve her gün sabah akşam Rasûlullah bize gelirdi. Müslümanlar işkencelere maruz kaldıklarında Ebû Bekir de Habeşistan'a doğru hicret etmek üzere yola çıktı. Berk'ül-Ğımad'a geldiğinde oradaki kâre kabilesinin reisi İbnüd'dağinne ile karşılaştı. (Berk'ül-Ğımad, Yemen yolu üzerinde Mekke'ye beş konak mesafede bir yerdir. Dağinne: Duğine ve Dağine şeklinde de telaffuz edilmiştir. Kâre ise savaşcı bir kabile idi.) İbnüd'dağinne Hz. Ebû Bekir'e: Ey Ebû Bekir! Nereye gitmek istiyorsun? dedi. O, da: Kavmim beni Mekke'den çıkardı. Yeryüzünde dolaşıp Rabbime serbestçe ibâdet etmek istiyorum, dedi. Bunun üzerine İbnüd'dağinne: "Ey Ebû Bekir! Senin gibi bir kimse yurdundan ne çıkmalı ne de çıkarılmalı. Çünkü sen yoksulun gönlünü kazanır, akraba ile ilişkiyi sürdürür, bakıma muhtaçları himaye eder, misafiri ağırlar, hak yolunda karşılaşılan sıkıntıları giderme de yardımcı olursun." (Bu meziyetler Hz. Hatice validemiz tarafından Hıra dönüşünde Hz. Peygamber Efendimiz için de sayılmıştır. Bunlar Araplar tarafından en faziletli kimseler için kullanılan sıfatlardır.) Dolayısıyla ben seni himayeme aldım. Sen dön ve ülkende Rabbine ibadet et." dedi. Ebû Bekir Mekke'ye göndü. Beraberinde İbnüd'dağinne de vardı. Gece Kureyş'in ileri gelenlerini dolaştı ve "Şüphesiz Ebû Bekir gibi birisi Mekke'den ne çıkmalı, ne de çıkarılmalı. Yoksulun gönlünü kazanan, akraba ile ilişkiyi sürdüren, bakıma muhtaçları himaye eden, misafiri ağırlayan, hak yolunda karşılaşılan sıkıntıdan gidermede yardımcı olan bir kimseyi Mekke'den kovuyor musunuz? dedi. Kureyşliler İbnüd-dağinne'nin himâyesine karşı çıkmadılar ve ona şunu tenbih ettiler:
"Ebû Bekir'e söyle, Rabbine ibadeti evinde yapsın. Orada namaz kılsın, dilediği kadar Kur'ân okusun. Böyle yapması bize sıkıntı vermez. Yalnız ibadetini âşikar yapmasın. Çünkü biz kadınlarımızı ve çocuklarımızı dinlerinden döndürmesinden endişe ediyoruz." dediler.
İbnüd-dağinne de bunları Ebû Bekir'e söyledi. Ebû Bekir bir süre evinde Rabbine ibadet etti. Namazını açıkta kılmadı. Evinin dışında Kur'ân okumadı. Sonra Ebû Bekir'in aklına bir fikir geldi. Evinin avlusunda bir mescid (namazgah) yaptı. Burada namaz kılar, Kur'ân okurdu.
Bunun üzerine müşriklerin kadınları ve çocukları buraya koşuştular. Ebû Bekir'e çok ilgi duyuyorlar, onu seyre dalıyorlardı. Ebû Bekir yufka yürekli ve çok ağlayan bir kimse idi. Kur'ân okuduğunda göz yaşlarını tutamazdı. (Hz. Peygamber (s.a.), vefatına yakın hastalandığından dolayı namaz kıldırmaya güç yetiremeyince: Ebû Bekir'e söyleyiniz, insanlara namazı kıldırsın demiş. Hz. Âişe de "Ya Rasûlallah! Ebû Bekir yufka yürekli, Kur'ân okurken çok ağlayan bir kimsedir. Ağlamaktan sesini insanlara işittiremez. Senin makamında durup da insanlara namaz kıldırmaya dayanamaz, demişti.)
Bu durum Kureyşin ileri gelenlerini ürküttü. Bu yüzden İbnüd'dağinne'ye haber salıp çağırttılar. O da Kureyşlilerin yanına geldi. Kureyşliler: "Biz sana, Ebû Bekir'i himayene almanı, kendisinin evinde Rabbine ibadet etmesi karşılığında kabul etmiştik. Fakat o bunu çiğnedi ve evinin avlusunda mescid yaptı, burada açıkça namaz kılıp Kur'ân okudu. Şüphesiz biz, kadın ve çocuklarımızın dinlerinden dönmelerinden endişe ettik. Onu bu tutumundan alıkoy. Rabbine ibadeti evinde yapmak istiyorsa yapsın. Böyle yapmayıpta açıktan ibadet yapacaksa kendisine verdiğin himayeyi iade etmesini iste. Yoksa biz senin himaye sözünü çiğnemek istemeyiz, ama Ebû Bekir'in de açıktan ibadet etmesini istemeyiz." dediler.
Bunun üzerine İbnüd'dağinne Ebû Bekir'e gelip: "Seninle ilgili müşriklere verdiğim sözü biliyorsun. Ya bu sözleşmeye bağlı kalır, evinde ibadet edersin. Ya da sana verdiğim himayeyi geri verirsin. Değilse ben kendisini himayeye aldığım kimse üzerindeki sözümün çiğnendiğini araplardan duymak istemem" dedi: Bunun üzerine Ebû Bekir: Ben senin himayeni geri veriyorum. Aziz ve Celil olan Allah'ın himayesine razıyım." dedi. (Tecrid-i Sarih, Hadis no, 1589)
Naklettiğimiz bu olay pek çok ibret ve mesajlarla doludur. En başta İslâm düşmanlarının Kur'ân korkusu geliyor. Zira onlar Kur'ân'ın sesi duyulursa kendi seslerinin kısılacağından kokuyorlar. Çareyi Kur'ân'ı susturmakta görüyorlardı. Onların bu tavrı bir âyet-i kerimede şöyle belirtiliyor!" "Kâfirler dediler ki! Bu Kur'ân'ı dinlemeyin. Okunurken gürültü yapın belki üstün gelirsiniz. (Fussilet, 26) Her dönemde İslâm'ın sesini kısma gayretlerinin temelinde bu psikoloji yatmaktadır. Fakat bu sesin kısılmasına, bu ışığın söndürülmesine asla muvaffak olamayacaklardır.
Bu olaydaki asıl mesaj ise bütün olumsuzluklara rağmen Hz. Ebû Bekir'in dik durması, dini için ülkesini ve bütün varlığını terk etmeyi göze alabilmesi ve Rabbine olan sonsuz iman ve tevekkülüdür.
Hz. Ebû Bekir, yufka yürekliliği yanında, icab ettiğinde son derece sert ve kararlı tutumlar da sergilemiştir. Hudeybiye musalahası esnasında, Hz. Peygamber (s.a.)'in vefatını müteakip meydana gelen irtidat olaylarını bastırılmasında ve Efendimizin vefat sırasında yaşanan panik karşısında tutumu bunu göstermektedir. Ebû Hureyre (r.a) diyor ki: Eğer Ebû Bekir olmasaydı, Peygamber'in vefatından sonra ümmet-i Muhammed helâk olurdu.
Hz. Peygamber (s.a.)'in vefatından sonra arap kabilelerinden bir çokları irtidat etti. Müslümanlar kış gecesinde yağmura tutulup dağılan koyunlara döndüler. Ortaya çıkan bu kaos ve anarşiden müslümanları kurtaran Hz. Ebû Bekir'in dirayet ve kararlılığı oldu. Sarsılan iman zeminini tekrar sağlamlaştırdı. Yalancı peygamberleri ortadan kaldırdı. Hz. Ömer döneminde modern anlamda teşkilatlandırılan İslâm devletinin alt yapısını hazırladı.
İki senelik halifelik dönemi müminler için bir rahmet oldu. Ümmet için yaşadı, ölümü esnasında bile geride kalanları düşündü: Eski elbise içine kefenlenmesini emretmiş, dirilerin yeni elbiseye daha fazla muhtaç olduklarını söylemişti. Binlerce insan senelerce köle gibi çalışıp kendilerine mezar (pramit) yaptıranlar ve eski elbiseyle gömülmeyi yeğleyen Hz. Ebû Bekir... İnsanlık için hangisi daha yararlı? Günümüz dünyasında hem müslümanların hem de gayri müslimlerin Hz. Ebû Bekir'in duruş ve tavrından olacağı çok dersler vardır. Sadık ve Sıddîk olmak kolay değil. Herşeyin bir bedeli var. İman, amel, fedakarlık, basiret, ilim, ahlak ve sebat, akibet iki cihanda necât
iktibas