BULENT TUNALI
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 30 Ağu 2007
- Mesajlar
- 2,307
- Tepki puanı
- 2
- Puanları
- 0
- Yaş
- 53
- Konum
- BURSA-m.k.paşa
- Web Sitesi
- www.bilsankimya.com
Kıyâmınla kıyâmetini başlatıyorsun. Kalk ayağa. Kıbleye yönel. Tekbir getir: “Allâhu Ekber..” Ayağına takılan, yolunu kesen, emellerini yok eden, hayallerini engelleyen ne varsa, hepsinden daha büyüktür O… Ayağına takılanı kaldıracak inceliği, emellerini gerçekleştirecek şefkati, seni hayallerine eriştirecek gücü O’nun büyüklüğünde bulacaksın. Bunu bilerek, teslim ol Rabbine, kaygılarını ve korkularını rahmetinin kucağına bırak usulca... Kaldır ellerini ve bir gün nasılsa huzurunda hareketsiz kalacak bu bedeni, bütün hücreleriyle O’na teslim et. Ayağa kalk ve: “-Buradayım ey Rabbim!..” de. “Evinden kaçan kulun, yuvadan uçan kölen yine Sana geldi. Buradayım! Geldim! Huzûrundayım!” * * * Elini bağlamakla kötülükten çekiliyorsun. Dünya telâşının nabızlarını ne kadar da kuvvetli alıyorsun. Öyle bir rüya ki dünya, içinde uykunu da uyanıklığını da kaybetmişsin, uyanmaktan korkuyorsun. Rüyasında gördüğü rüyayı anlatan adam gibi, kendini uyanık sandığın yerde, uykunun en derin yerindesin. Kendini burada kalmaya râzı etmişsin, şimdiye râzı olmuşsun. Ötesine gönlün de, gözün de kapalı. İşte şimdi, dünya telâşını ellerinle geriye atıp tekbir getiriyorsun. Büyük bildiklerinden de büyük olanın huzûrunda kaygılarını küçültüyorsun, telâşlarını durultuyorsun, korkularını dağıtıyorsun. Sağ elini, sol elinin üzerine koyup şerden el çekip hayra uzanıyorsun, yokluktan yüz çevirip varlığın kalbine akıyorsun. Varlığın göğsünde cılız bir nefes kadar hafifliyor, sadeleşiyorsun. “Sübhâneke” fısıltısında, sonsuz gürültüler ortasında, bitmez telâşlar arasında, meyvesiz koşturmalar sonrasında seni işiten, en ince sızılarına, en gizli arzularına kulak veren Rabbinle tanışıyorsun. * * * Eğilmekle doğrultuyorsun kendini… Rükûlarında koca bir dünyanın yükünü atıyorsun omuzlarından… Azîm olan Rabbinin huzurunda eğilip başkalarına izzetini îlân ediyorsun. “Sübhâne Rabbiye’l-Azîm.” Bedenin eğiliyor; rûhun doğruluyor. Başın alçalıyor; kalbin duruluyor. Yüzün yere dönüyor; alnına rahmet dokunuyor. Yalnızlaşıyorsun rükûda; telâşlarda unuttuğun, dünya çölünde kaybettiğin kendini, yeniden buluyorsun. Tutup dizlerinden, kendini kendine doğru çekiyorsun. Kendine gelmek için kendinden geçiyorsun. Oturmakla hayatın kalbinde yer tutuyorsun. Tahiyyâta otur şimdi ve gözlerini ellerine kilitle. Diri olan her şeyin selâmını söylerken dirileri diriltene, ölüleri diriltene dön, ellerini eline vereni bil. Ellerinin ne kadar da küçük kaldığını hatırla, hırsların karşısında… Elinde kalanların seni avutamayacağını anla... Sahiplendiklerinin hepsi avuçlarının içinde, ama avucun boş olacak bir gün… Biriktirdiklerinin hepsi şimdi yanında, ama avucun boşalacak bir günün akşamında… * * * Secde ederek başını göğe ağdırıyorsun. Yüzünü toprağa sür şimdi. Evine dön. Sılana koş. “Sübhâne Rabbiye’l-A’lâ.” Başını yere koyarak sıfırla kendini. Rabbine de ki: “-Sen varsın. Sen a’lâsın. Eksiklikten uzaksın, noksanlıktan muallâsın, kusurdan mukaddessin. Kusur bende. Benden yana eksiklik. Bende saklı âcizlik. Bende bekler fakirlik. Yalnız Sana muhtaç olma zenginliğimdir secdem. Yalnız Sana kul olma şerefimdir secdem.” Secdeler rûhunun saltanatıdır. Varlığını huzurunda hiçlediğin andır secden. Rabbinin şahdamarı yakınlığından kalbine yakınlıklar emdiğin yerdir secde. Rûhunun muştular bulduğu demdir. Mîracının «kâbe kavseyn»idir secde. Seni beni aradan çıkardığın yerdir secde. De ki: “Dediğini yapıyorum, secde edip yaklaşıyorum. Sana yaklaşıyorum. Tüm uzaklıkları uzaklara bırakıyorum. Tüm aldanışları tuzaklarda bırakıyorum.” * * * De ki: “Yüzümde secdelerimin izini bırak, ey Rabbim. Alnıma rahmetinin nefhasını bırak, ey Rabbim. Kalbime En Sevgili’nin aşkını bırak, ey Rabbim. Secdemden dirilt beni. Secdemde öldür beni. Secdemde durult beni. Secdemde doğrult beni.” * * * Tenini kalbine bitiştiriyor, her namaz. Ve sabah gelince yeniden, tenine dokunur ötelerin hülyası... Göğsüne değer bin İsâ nefhası. Yûsuf kokulu gömlekler sarılır tenine. Mûsa gibi ellerini göğsünden çıkarırsın. Uzakta bir ateş görmüşsün gibi kıvılcımlanır gökler. Yeniden dirilir gibisin. Unuttuğunu da unuttuğunu hatırlarsın yastığının kuytusunda. Rüyâlardan dönersin. Yeniden yüklenirsin hicranları. Biriktirmeye başlarsın yeniden. Çoğaltmaya ayarlarsın kendini yine. Lâkin, hâlâ yırtıktır hayatın cepleri. Ayaklarının ucuna dökülüyor zamanın parçaları. Bir secdenin pınarında söndürüyorsun kalbinin yangınlarını