Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

HÜKÜM KİMİN VE MUHAKEME OLMAK KİME? (1 Kullanıcı)

ayşe

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
19 Şub 2006
Mesajlar
182
Tepki puanı
0
Puanları
0
HÜKÜM KİMİN VE MUHAKEME OLMAK KİME?


İslam'a göre yeryüzünde ve gökte hakimiyet sultası yalnız Allah'a aittir. O'ndan başka hiçbir kimseye hakimiyet konusunda herhangi bir pay yoktur.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
«Hiç yaratan yaratmayana denk olur mu? İbret almaz mısınız?» (Nahl: 17)
İnsanları yaratan, yarattığı insanların maslahatını herkesten daha iyi bilir ve onları idare etmek için koyduğu kanunlar da en faydalı olan kanunlardır. Yaratıcının yarattıkları üzerine koyduğu kanunlar, hiçbir şey yaratmayan, bilakis kendisi yaratılmış olanın koyduğu kanunlara denk olur mu? Şüphesiz denk değildir. Bunu ancak akıl sahipleri anlar.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
«Yoksa Allah'a, Allah gibi yaratması olan ortaklar buldular da yaratmaları birbirine mi benzettiller?» (Ra'd:16)
Acaba Allah gibi yaratıcılar mı buldular da, yalnız yaratıcının hakkı olan ibadet edilme ve hüküm koyma yetkisini onlara veriyorlar? Oysa bu yetkiler yalnız yaratıcıya aittir.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
«Ey Muhammed! De ki; Allah'ı bırakıp taptığınız şeyleri görüyor musunuz? Yeryüzünde ne yaratmışlar bana göstersenize.» (Ahkaf: 4)
Allah dışında veya Allah ile beraber ibadet edip hükmüne tabi olduğunuz şeyler yeryüzünde herhangi birşey yarattılar mı ki bu hakkı kazansınlar? Oysa bu hak yalnız yaratana aittir.
«Bilmez misin ki; yer ve göklerin mülkü Allah' ındır?» (Bakara:107)
«Yerin ve göklerin mülkü Allah'ındır. Bütün işler Allah'a döndürülür.» (Hadid: 5)
Göklerin ve yerlerin sahibi Allah olduğuna ve bu konuda hiç bir ortağı olmadığına göre yerlerde ve göklerde kanun koyma hakkı da yalnız O'na aittir.
«Mülkte O'na ortak yoktur.» (Furkan: 2)
Yüce yaratıcının mülkte nasıl ki ortağı bulunmuyorsa aynı şekilde o mülkte kanun koyma hususunda da ortağı olmaması gerekir.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
«O Allah ki; O'ndan başka ibadete layık ilah yoktur. Dünyada ve ahirette hamd O'nadır. Hüküm de O'nundur ve O'na döndürüleceksiniz.»(Kasas:70)
«Hüküm vermek yalnız Allah'a aittir.» (Yusuf: 40)
Bu ayetlerde hükmün yalnız Allah'a ait olduğu ve bu konuda hiç kimsenin pay sahibi olmadığı şüphe ve te' vile mahal bırakmaksızın bizlere apaçık bir şekilde bildirilmektedir.
«Evvelde ve ahirde emir Allah'ındır.» (Rum: 4)
Bu ayet, her zaman, geçmişte ve gelecekte, kıyamete kadar ve kıyametten sonra, dünyada ve ahirette hüküm verme yetkisinin yalnız Allah'a ait olduğunu göstermektedir.
Bütün alimler «hükmün yalnız Allah'a ait olduğu» konusunda hiçbir surette ihtilaf etmemişlerdir.
Prof. Ali Hasbullah şöyle diyor:
«Allah'ın kulları üzerinde hüküm sahibi olduğu, onlara emir ve yasaklar şeklinde ölçüler koyduğu müslümanlar arasında tartışmasız kabul edilmiştir. Kullara itaat düşer. İtaate karşılık sevap, itaatsizliğe karşılık da ceza vardır.»
(Usul el Teşri el İslami-İslamda Teşriin Esasları s:379)
Şu da bir gerçektir ki; hüküm ve yasamanın yalnız Allah'a ait olması tevhidin bir gereğidir.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
«Hüküm koymada Allah'a ortaklık yoktur.» (Kehf: 26)


Şeyh Muhammed Emin Şankıtiy[1] bu ayetin tefsirinde şöyle demiştir:
«Allah hüküm ve yasama konusunda hiçbir ortak kabul etmez. Hüküm yalnız O'na aittir. Hüküm vermede başkasının hiçbir yetkisi yoktur. Helal (serbest) Allah'ın helal kıldığı, haram (yasak) da Allah'ın haram kıldığıdır. Geçerli olan din Allah'ın indirdiği dindir. Geçerli olan hüküm de Allah'ın koyduğu hükümdür.
Allah'ın bu ayetindeki hüküm kavramı Allah'ın emrettiği herşeyi kapsar. Teşri (kanun koyma) da buna dahildir. Bu manayı te'kid eden başka ayetler de vardır.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
«Hüküm vermek yalnız Allah'a aittir. O'ndan başkasına değil yalnız kendisine ibadet etmenizi emretmiştir. Dosdoğru din budur. Ancak insanların çoğu bilmez.» (Yusuf:40)


«Hüküm yalnız Allah'a aittir. O'na güvendim. Güvenenler de O'na güvensin.» (Yusuf: 67)


«İhtilafa düştüğünüz herşeyin hükmünü Allah' tan alın..» (Şura: 10)


«Yalnız Allah'ın hükmüne çağrıldığınız zaman kabul etmiyorsunuz. Fakat (bununla birlikte, şirk unsuru olan) başka hükümler sözkonusu olunca kabul ediyorsunuz. Oysa, hüküm yalnız herşeye gücü yeten Allah'a aittir.» (Mü'min: 12)


«Dünyada ve ahirette hamd Allah'adır. Hüküm O'nundur ve O'na döndürüleceksiniz.» (Kasas: 70)


«Allah'tan başka herşey yok olacaktır. Hüküm O'nundur. O'na döndürüleceksiniz.» (Kasas: 88)


«(Hak onlara apaçık geldikten sonra) Onlar cahiliyyenin hükmünü (Allah'ın hükmünden başka bir hüküm) mü istiyorlar? İnanmış bir topluluk için Allah'tan daha iyi hüküm veren kim vardır?» (Maide: 50)


«Size apaçık (her şeyi açıklayan) kitabı indiren Allah'ın hükmünden başka bir hüküm kabul eder miyim?» (En'am: 114)
İşte bunlara benzer ayetler çoktur.
(Edvaul Beyan Tefsiri c:1, s:292)


İşte! Tevhid devleti bu esaslara dayanır. İslam, ferd olsun, zümre olsun hiçbir beşeri güce yasama hakkı tanıyarak insanları kendilerine kul ettirmelerine izin vermez. Bu hak yalnız yaratıcıları olan Allah'a aittir.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
«Hüküm vermek yalnız Allah'a aittir. Kendisinden başkasına değil, yalnız O'na ibadet etmenizi emretmiştir. Dosdoğru olan din de budur. Fakat insanların çoğu bilmez.» (Yusuf: 40)
Allah (c.c) bu ayeti kerimede bize hüküm vermenin yalnız kendisine ait olduğunu, yalnızca kendisinin hükmüne itaat edilmesi gerektiğini ve hükümlerine itaatin de bir ibadet olduğunu bu nedenle kedisinden başkasının hükmüne itaat etmenin de şirk olduğunu bildiriyor. Ayetin devamında ise bunun yani yalnız Allah'ın hükümlerine itaatin ibadet olduğunu insanların çoğunun bilmediğini belirtiyor. Fakat Allah katında geçerli olan ve sağlam olan dinin ancak hükmün tamamen Allah'a tanındığında mümkün olacağını «dosdoğru din budur» sözüyle ifade ediyor.
Hüküm ancak gerçek ilahlık sıfatına sahip olan varlığa aittir. Çünkü bu hak Allah'tan başkasına verildiğinde o kişiye ibadet edilmiş olunur. Halbuki Allah yalnız kendisine ibadet edilmesini emrediyor. «Yalnız O'na ibadet etmenizi emretti.»
Allah'ın hakkı olan hüküm verme yetkisi ister Allah'la beraber başka birine, isterse sadece Allah'ın dışındaki birine verilsin bu hak kime tanınırsa O'na ilahlık sıfatı verilmiş olur. Velev ki ona «sen ilahımızsın» denmese bile. Çünkü bu hak ona verildiğinde ona ibadet edilmiş olunur. İnsaların çoğu Allah'tan başka bir varlığa namaz kılındığında onun için oruç tutulduğunda veya onun için haccedildiğinde ona ibadet edilmiş olunacağını kabul ediyorlar. Fakat bunlar gibi bir ibadet olan hüküm verme yetkisinin Allah'tan başkasına verilmesinin ona ibadet olduğunu anlayamıyorlar.
Allah (c.c) işte bu ayette bu gerçeğe işaret ediyor: «İnsanların çoğu bilmezler.» Yani insanların çoğu hüküm verme yetkisini tanıdığı kişi ya da kişilere ibadet ettiklerini bilmiyorlar. Fakat Allah (c.c) onların dosdoğru din üzerinde olmadıklarını bildiriyor. Dosdoğru din ise ancak bütün hüküm verme yetkisinin yalnız Allah'a verilmesiyle sağlanabilir. İşte ayette geçen «dosdoğru din»in manası budur.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
«Diyorlar ki; hüküm verme işinde bize bir pay var mıdır? De ki; emrin ve hükmün tamamı yalnız Allah'a aittir.» (Al-i İmran: 154)


«Diliniz yalana alışmış olduğu için her şeye: Bu haram, bu helaldir demeyin. Zira, Allah'a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Allah'a karşı yalan uyduranlar ise şüphesiz saadete erişemezler.» (Nahl: 116)


«Allah'ın indirdiğiyle hükmetmeyenler kafirlerin ta kendileridir.» (Maide: 44)
Bu ayetlerden apaçık anlaşılıyor ki; hüküm vermek yalnız Allah'a aittir. Helal ve haram koyma işi Rasulullah (s.a.s) dahil, Allah'tan başka hiçbir kimseye ait olamaz.
Rasulullah (s.a.s) yalnız kendisine vahyedileni bildirmiştir.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
«Deki: «Ben ancak bana vahyedileni bildiriyorum.» (Yunus: 15)
Allah'ın rasulü Muhammed (s.a.s) bize Allah'ın emirlerini getirdiği için kendisine itaat ediyoruz.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
«Biz rasullerden her birini yalnız Allah'ın izniyle kendisine itaat edilmesi için gönderdik.» (Nisa:64)


«Allah'ın kendisine kitabı, hükmü, nübüvveti verdiği insanlara; Allah'ı bırakıp bana kulluk edin demek yaraşmaz. Fakat, kitabı öğrettiğinize ve okuduğunuza göre Rabbe kul olun demek yaraşır.» (Al-i İmran:79)
Bu ayetler bize İslam devletinin önemli üç özelliğini belirtmektedir:


Birincisi:
İslam devletinde hakimiyet (yasama ve emir) sultası ne bir ferdin, ne bir ailenin, ne bir zümrenin, ne bir partinin, ne de herhangi bir sınıfındır. Egemenlik yalnız Allah'ındır.
Bu devlette herkes raiye (emir alıcı)dır. Onlara sadece Allah'ın emir ve yasaklarına tabi olmak düşer.


İkincisi:
Teşri (kanun koyma) hakkı yalnız Allah'a aittir. Müslümanlar yasama hakkına sahip değildirler ve (buna kalkışmak şirk olduğu için) Allah'ın herhangi bir hükmünü de hiçbir şekilde değiştiremezler.


Üçüncüsü:
İslam devleti ancak Rasulullah (s.a.s)'in getirdiği ilkeler üzerine kurulur. Bu ilkeler şüphesiz ilahidir. Zaman ve yaşayış ne kadar değişirse değişsin bu sınırlar değiştirilemez.
İslam devletinde idarecilere ancak İslam'ın ilkelerine bağlı kaldıkları müddetçe itaat edilir. Hükümet İslam ilkelerine bağlı kaldığı müddetçe meşrudur.


Allah'ın fert fert kullarının işine karıştığı herkesçe kabul edilen, üzerinde ittifak edilen bir noktadır. Peki öyleyse fert fert insanların oluşturdukları devletin işine neden karışmasın? Bu diğerinden daha önemlidir.
Allah ferdin maslahatını, iyiliğini ve ona şer olanı biliyor da cemaatin maslahatını, iyiliğini ve ona şer olanı bilmiyor mu? Bir ferdin işine önem veriyor da, topluluk halindeki fertlerin işine önem vermiyor mu?
Şu iyice bilinmelidir ki; hakimiyet sultasını Allah'a bırakmak Allah'a iman etmenin esaslarındandır. Allah'a iman etmek demek sadece Allah'ın varlığına iman etmek demek değildir.
Allah'ın varlığına iman, herkes tarafından tartışmasız kabul edilen açık bir şeydir. Bunda bir ihtilaf yoktur.
Taş, toprak, ay, güneş, düşman, kendi vücut organlarımız gibi varlıkların varlığına iman ediyoruz. Bunların varlığında herhangi bir şüphemiz yoktur. Fakat Allah'ın bizlerden istediği ve geçerli olan iman bu şekilde bir iman değildir.
Kur'an'ı Kerim, müşriklerin Allah'ın varlığına iman ettiklerini söylüyor. Demek ki müşrikler Allah'ın varlığına iman etmeyen kimseler değillerdi. Fakat Allah (c.c) onların bu imanını kabul etmemektedir. Çünkü Allah'ın istediği iman bu çeşit bir iman değildir.
Onlar hakkında Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
«Onlara sizi kim yarattı diye sorarsanız, muhakkak ki Allah derler.» (Zuhruf: 87)


«Onlara; yer ve gökleri kim yarattı diye sorarsan, muhakkak ki; Allah derler.» (Zümer: 38)


«Onlara; göklerden yağmuru yağdırıp yeri ölümünden sonra onunla dirilten kimdir diye sorarsan, muhakkak ki; «Allah» derler. Deki hamd Allah'a mahsustur. Fakat çoğu akıllarını kullanmıyorlar.» (Ankebut: 63)


Hatta Kur'an'ı Kerim müşriklerin sıkıntı ve şiddet anlarında duada şirkten uzaklaştıklarını bildiriyor.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
«Gemiye binip tehlikeye maruz kaldıkları zaman (şirk koşmadan ve) dini yalnız Allah'a has kılarak, O'na dua ederler. Ama Allah onları karaya, selamete çıkarınca yine (nankörlük ederek) şirk koşmaya başlarlar.» (Ankebut: 65)
İşte müşriklerin imanı böyledir. Allah (c.c) bu imanı kabul etmeyip geçersiz saymıştır. Allah'ın bizlerden istediği geçerli olan Allah'a iman ise şöyledir:
Allah vardır. Kemal sıfatlara ve güzel isimlere sahiptir. Yarattıklarının hiç birine benzemez. Hiçbir şey O'nun dengi ve benzeri değildir. Bütün ibadetler yalnız O'na yapılır. Alemlerde, yerde ve gökte yalnız O teşri (yasama) hakkına sahiptir.
Buna göre kim kendinde teşride bulunma (kanun koyma) hakkını görürse, o Allah'a şirk koşmuştur ve küfre girmiştir. Heva ve hevesini ilah edinmiştir. Allah'a ve rasulüne inandığını iddia etse bile...
Kafir oluşunun sebebi; Allah'ın, evet yalnız ve yalnız Allah'ın olan kanun ve nizam koyma yetkisinde kendisini selahiyetli saymasıdır.
Firavn kavmine;
«Size benden başka ilah tanımıyorum.» (Kasas: 38)
derken kendisinin kainatı yarattığını söylemek istemiyordu. Veya güneş, ay, rüzgar, Nil'in taşması, varlık ve hadiseleri kendisinin yaratıp üzerlerinde tasarrufu bulunduğunu iddia etmiyordu. Ve insanların da ona tapması bu manada değildi.
O ilahlık iddiasında bulunurken, yalnız kendisine itaat edilmesini istiyordu. İşte Firavn'un ilahlık taslaması bu noktadadır.
Çünkü tüm Mısırlılar biliyorlardı ki; Firavn'un kainatta, güneş, ay, rüzgar gibi unsurların üzerinde hiçbir hakimiyeti söz konusu değildi. O da diğer insanlar gibi doğmuş ve onlar gibi büyümüştü. İşte bütün bunları o günkü Mısır halkı da biliyordu.
Fakat Firavn'un ilahlık taslaması; yasama ve kanun koyma konusundaydı. Halkının yalnız kendi emirlerine itaat etmesini istiyordu. Halkı da bu hakkı ona tanıyarak emirlerine itaat etmekle onu ilah edinip ona ibadet etmiş oldu.
İşte böyle, kim insanlar için kanun koymaya yeltenirse, Firavn gibi ilahlık taslamış olur. Ve kim de böyle kişilere itaat ederse, onu ilah edinmiş ve ona ibadet etmiş olur. Bu itaat isteyerek de olsa, istemeyerek de olsa farketmez. Ancak gerçek zorlama ([2]) müstesna... Gerçek zorlama sözkonusu olduğunda, kişi ancak kalbi imanla dolu olarak itaat ederse küfre girmez.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
«Kalbi imanla dolu olduğu halde inkara zorlanan kimse müstesna, inandıktan sonra Allah'ı inkar edip, kalbini küfre açanlara Allah katından bir gazab vardır. Büyük azab da onlar içindir. Bunun sebebi; dünya hayatını ahirete tercih etmeleri ve Allah'ın kafirleri doğru yola sevketmemesindendir.» (Nahl:106)
Bu ayetten anlaşılıyor ki; geçerli zorlama hariç küfür sözü veya küfür ameli işleyen kişi, bu küfür sözü veya ameli isteyerek veya istemeyerek, hoşlanarak veya hoşlanmayarak işlesin farketmez, kafir olur. Yani bu kişi küfür söz söylediği veya küfür ameli işlediği zaman kalbinde bunu tasdik ediyor mu, etmiyor mu diye araştırılmaz. Çünkü bu durumda kalbin bu sözü veya bu ameli tasdik edip etmemesi önemli değildir. Şaka ile bile olsa küfür sözü söyleyen veya küfür ameli işleyen kişi bütün alimlerin ittifakıyla kafirdir. Kalbin durumu ayette geçtiği gibi ancak kişi gerçek zorlama altında olduğu zaman önemlidir. Gerçek zorlama altında kişi küfür söz söyler veya küfür amel işlerse, bu kişinin müslüman kalabilmesi için söylediği veya işlediği küfre kalbinden buğzedip kalbinin imanla dolu olması gerekir. Fakat gerçek zorlama altında bile olsa şayet kişinin söylediği küfür söz veya işlediği küfür ameli kalbi reddetmiyorsa Allah katında bu kişinin hükmü kafirdir.
Bu ayetin inmesine sebeb olan olay Ammar b. Yasir (ra)'in hadisesidir:
Müşrikler birgün Ammar'ı, annesini ve babasını yakaladılar. İşkence ederek onları küfre girmeleri için zorladılar. Fakat küfre girmemekte direnince Ammar'ın gözleri önünde annesini ve babasını öldürdüler. Ammar'a; «Muhammed'e sövmedikçe, Lat ve Uzza'nın Muhammed'in dininden daha üstün olduğunu söylemedikçe seni bırakmayız» dediler. Ammar (ra)'a işkence yaptılar ve sonunda ona istedikleri küfür sözünü söylettiler.
Bu olaydan sonra Ammar (ra) Rasulullah'ın yanına geldi. Ağlıyordu. Rasulullah (s.a.s) onun gözyaşlarını eliyle silerken;
«Sana ne oldu? Arkanda ne haber var?» diye sordu. Ammar:
«Şer var ya Rasulallah! Sana sövmedikçe, Lat ve Uzza'nın senin dininden daha hayırlı olduğunu söylemedikçe beni serbest bırakmadılar.» dedi. Rasulullah (s.a.s):
«Sana bunlar söylettirildiği zaman kalbini nasıl buldun. Söylediğin sözlerden kalbin ferah mıydı, değil miydi?» dedi. Ammar:
«Hayır! Ferah değildi. Kalbimi Allah'a ve rasulüne imanın ferahlığı ve rahatlığı içinde, dinime bağlılığımı da demirden daha sağlam buldum» dedi. Rasulullah:
«Öyleyse sana bir vebal yoktur. Eğer onlar seni yine tutar ve bunu sana tekrarlatmak isterlerse o söylediklerini sen de tekrarlayarak kurtul» buyurdu.
(İbni Kesir, Taberi)






[1] Muhammed Emin ibni Muhammed El-Muhtar eş-Şankıtiy: Moritanya’ya ait Tinya beldesinde h. 1325 senesinde doğmuştur.
[2] Gerçek zorlamadan kasıt; canın ölüm tehlikesine veya vücut organlarından birinin telef olma tehlikesine maruz kalması veya sakat bırakacak derecede şiddetli işkence ya da müslümanların kendisinden faydalandığı zengin bir müslümanın bütün mallarının elinden alınması halinde müslümanların zarar görmesi korkusudur.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt