Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Hudeybiye antlaşması (1 Kullanıcı)

HUSEYIN SASMAZ

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eyl 2009
Mesajlar
1,204
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
61
HUDEYBİYE ANTLAŞMASI

Resulullah (sas)'in Mekke'den hicreti üzerinden altı sene geçtikten, ordusuna ve İslâmî topluma güveni tam olduktan, müslümanların devleti tüm Arapların yanında kendisinden korkulan bir konuma geldikten sonra; Resulullah (sas), Davetin yolunda ve İslâm Devleti'nin kuvvetlenmesi ve düşmanlarının zayıflatılması yolunda yürümek için başka adımlar atmayı düşündü.

Nitekim ona Hayber ehli ile Mekke ehli arasında müslümanlarla savaşmak üzere bir görüşme olduğu haberi ulaştı. Bunun üzerine Resulullah, kendisini Mekke ehli ile sözleşmeye götürecek bir plan çizdi. Onunla Arabın arasının boşalması neticesine ulaşacak. Böylece Arab Yarımadası'nda Davetin yayılması ve Hayber'in Kureyş'ten uzaklaştırılması kolay olacaktı. O, bu planı şöyle görüyordu: Beyt-ül Haram'ı ziyaret, sulh planını zorunlu kılar ki, bununla Resulullah maksadına ulaşmış olur. Aynı zamanda Haram Aylarda Arablarla savaş yapılmaması onun için bu planı kolay kılar. Resulullah (sas), Kureyş'in birliğinin çözüldüğünü de biliyordu. Müslümanların korkusu, Kureyş'i sarmaya başlamıştı. Onlar, onun için bin bir hesab yapıyorlardı.

Böylece Resulullah (sas) Hac için Beyt-ül Haram'a gitmek istedi. Eğer Kureyş ona mani olursa, bu engel oluş onun için Arablar arasında İslâm'a davet ve Kureyş'e karşı propaganda vesilelerinden bir vesile olurdu. Onun için Resulullah (sas), Haram Aylardan biri olan Zilkade ayında (Umre için) Hacca izin verdi. Ve çevredeki müslüman olmayan Arab kabilelerini emniyet içinde savaş yapmaksızın kendisi ile beraber Beytullah'a çıkmaları için davette bulundu. Ondan maksadı ise, Arablara Hac için çıktığını savaş için çıkmadığını bildirmekti. Dininden olmadıkları halde müslüman olmayan Arabları da kendisi ile birlikte çıkmaya ortak ediyordu. Çünkü o, savaş istemiyordu. Bununla, eğer Kureyş onun Hac etmesine mani olursa kamuoyunun kendi yanında olmasını sağlamayı kasdediyordu. Nitekim sulh planını kararlaştırdı. Onun için kınlarındaki kılıçları dışında müslümanların silah taşımalarına izin vermedi. Onlara kendisinin savaş için değil Hac için yola çıktığını bildirdi.

Resulullah (sas), Medine'yi beraberinde 1400 kişi olduğu halde terketti. O kulağının ucu kesilmiş dişi devesinin üzerinde insanların önüne geçti. Beraberinde yetmiş deve sevk etti. Umre için ihram etti ki, insanlar onun harbinden emin olsunlar ve bilsinler ki o, savaş için değil ancak Beytullah el-Haram'ı ziyaret için yola çıkmıştır.

Medine'den altı ya da yedi mil mesafe kat ettikten sonra Zul Huleyfe'ye vardılar. Orada Umre için kaldı. Mekke'ye doğru yürüdüler. Kendilerinin savaş için değil Hac için geldiklerini bildiren haberlerini Kureyş'e ulaştırdı. Kureyş, bunun bir hile olabileceği, Muhammed'in Mekke ehline saldırmak için kendilerine hile yaptığını düşünerek korktular. Bu mesele üzerine bin bir hesab yaptılar. Ve her ne kadar kendilerine çok pahalıya da mal olsa, Muhammed'in Mekke'ye girişine engel olmaya karar verdiler. Müslümanlarla karşılaşmak ve onları Mekke'den alıkoymak için ordu hazırladılar. Halid b. Velid'i ve İkrime b. Ebu Cehil'i ordunun kumandanı tayin ettiler. Ordu, büyük bir ordu idi. İçinde sadece atlı süvari sayısı 200 idi. Müşriklerin ordusu Mekke'den çıktı, mani olmak için Hacca gelenlere doğru yöneldi ve Zî Tava'ya vardılar. Kışla oradaydı. Muhammed (sas)'e Kureyş'in yaptığı işin haberi ulaştı. İşitti ki, Kureyş kendisini Hac'tan alıkoymak için ordu hazırlamıştır.

Resulullah (sas), Usfân'a vardığı zaman ona Beni Kâb'tan bir adam rastladı. Nebî (sas), ona Kureş'in haberini sordu. O dedi ki: "Kureyş, senin çıkışını işittiler. Onlar kaplanlarının derilerini giymiş oldukları halde çıktılar. Zî Tavâ'ya inmişlerdir. Allah'a ahd ederler ki, asla onların yanlarına Mekke'ye girmeyesin. İşte Halid b. Velid onların atlıları içindedir. Onları Kürâ-ı Gamîm'e önden göndermişlerdir." Resulullah (sas) onu işitince dedi ki:

"Yazık şu Kureyş'in haline. Harb onları yedi. Şayet benimle sair Arabın arasını serbest bıraksalar, oradan çekilseler ne olur. Eğer Arablar bana isabet ederlerse bu Kureyş'in istediği şey olur. Eğer Allah beni onlara galib kılarsa, İslâm'a akın akın dahil olurlar. Eğer Arablar bunu yapmazlarsa, Kureyş onlarla kuvvetle savaşır. Acaba Kureyş ne zannediyor. Vallahi, Allah'ın beni kendisiyle gönderdiği Din için mücahede etmekte devam ederim. Nihayet ya Allah onu galib kılar izhar eder veya işte bu boynumun yanı yalnız kalır. (Yani zafere ulaşıncaya kadar ya da ölesiye kadar mücadelesinde devam eder.)"

Burada Resulullah durup meseleyi düşünmeye başladı. Daha önce belirlediği plana tekrar baktı. O barış planı kararlaştırmış savaşa hazırlanmamıştı. Fakat Kureyş onunla savaşmak için ona ordu göndermişti. Halbu ki o, savaş istemiyordu. Bu durumda o, ya geri dönecek ya da barış planını değiştirecekti. Zira o, biliyordu ki eğer harb kaçınılmaz olursa, müslümanlar imanlarıyla düşmanlarına karşı koymaya ve onlarla savaşa girmeye muktedir idiler. Fakat o, harbe hazırlanmamış ve savaşı kararlaştırmamıştı. O, ancak Hac yapmak için barışçı olarak gelmişti. Eğer red edilir ve Hacdan alıkonulursa o, bu alıkonmaya da hazırdı. Zira o, bu engelin de savaşçı değil barışçı olmasını istiyordu. Savaşa girmek istemiyordu. Resulullah (sas), belirlediği bu barış planı ile Arablar ve Kureyş yanında ve Mekke'de İslâmî Davetin yayılması ve yücelmesi lehine kamuoyu oluşturmayı istiyordu. Çünkü bu hava; Davetin yayılması, zafere erişmesi için en büyük yardımcı faktörlerden birisidir. Onun için Resulullah (sas), barış planını kararlaştırdı da harbi kararlaştırmadı. Eğer o, harb etse idi bu plana muhalefet etmiş olacaktı. Böylece de onun Medine'den çıkmasına sebeb olan o imkanı da kaybetmiş olacaktı. Onun için ne yapacağı hakkında çok düşündü. Bunu herhangi bir insanın düşüncesinden daha uzak görüşlülük, daha derin fikirlilik ve daha ince siyasetle yapmaktaydı. Onun için barış planında devam etmeye karar verdi ki, kendisine ulaşmak için çıktığı maksadı heder olmasın, planı boşa çıkmasın. Arabların yanında Kureyş'in aleyhine bir delil olsun. Kureyş hakkındaki kamuoyu onun lehine dönüşsün. Bunun için Resulullah (sas) insanlara şöyle nida etti:

"Onların bulunduğu yolların dışında bir yol üzere bizi çıkaracak olan kim vardır?"

Bir adam onlarla birlikte çıkıp onlara yolu gösterdi. İçinde yürümesi güç olan dağlar arasındaki çukurluklar arasında taşlık bir yolda çok meşakkatle yürüdüler. Yorucu bir cehdten sonra vadinin kesildiği bir yerde düzlüğe indiler. Oradan Mekke'nin altında bir yere ulaştılar ki oraya Hudeybiye denilir. Askerler de oraya yerleşti. Halid ve İkrime'nin ordusu onları görünce, korkup koşarak Mekke'ye doğru onu savunmak için geri döndüler. Onların arasına müslüman ordularının saldırması ve Mekke'nin hudutlarına girmesi korkusu yayıldı. Müşriklerin ordusu, Mekke'nin içinde onun savunması için hazır vaziyette beklemeye başladılar. Nebî'nin ordusu ve onunla beraber olanlar de Hudeybiye'de bekliyorlardı. Kışla (kamp) ikisinin karşılaşmasını bekliyordu. Mekke'nin içinde Kureyş ve Hudeybiye'de müslümanlar her biri diğerinin karşısına koyacağı planı düşünüyorlardı.

Bazı müslümanlar, Kureyş'in kendilerine Hac imkanı vermesinin mümkün olmadığını düşünüyorlardı. Zira Kureyş, onlara karşı harb için hazırlanıyordu. Onun için onunla savaşmak, ona galip gelmek ve ondan sonra Hac yapmaktan başka yol yoktu. Böylece Kureyş meselesini tamamen halletmiş, ortadan kaldırmış olurlardı.

Kureyş ise, kendisini sıkıntıya koyan her hazırlık ile müslümanlarla harbe hazırlanmayı ve onlarla savaşmayı hatta harb yaptığı zaman kendisinin tamamen yok olması neticesine dahi götürse bile müslümanlara karşı koymayı düşünüyordu. Lâkin Kureyş, müslümanların ne yapacağına bakarak bin bir hesab yapıyordu.

Resulullah ise, belirlediği planında duruyordu. Ki o, barış planı idi. Ta ki kendisine ulaşmak için çıktığı gayeye ulaşsın. Hudeybiye'de kampta Kureyş'in ne yapacağını görmek için bekleyerek durdu. O biliyordu ki, Kureyş kendisinden şiddetle korkmaktadır. Ve onun Hac için gelişi meselesi hakkında antlaşmaya varmak için kendisi ile görüşür, çok geçmeden elçilerini gönderir. Nitekim bilfiil öyle oldu. Kureyş, Budeyl b. Verkâ'iyi Huzaa'dan bir takım adamlarla birlikte görüşme heyeti olarak Resul'e ne sebeble geldiğini sormaları için gönderdi. Kısa bir görüşme sonunda çok geçmeden onlar müslümanların harp için değil ancak Beyt'i ziyaret ediciler olarak onun hürmetine ta'zim etmek üzere geldiklerine kanaat getirdiler. Ve Kureyş'i buna ikna etmek için geri döndüler. Kureyş'i ikna etmeye çalıştılar. Bunun üzerine Kureyş onları Muhammed için çalışmakla itham ettiler. Onların sözlerine güvenmediler. Ve Mekrez b. Hıfs başkanlığında başka bir heyet gönderdiler. Bu heyet de birinci heyet gibi oldu. Daha sonra Kureyş, Ehabiş'in lideri olan Huleys'i Muhammed'le görüşmek için gönderdi. Kureyş, ona ve kavmine Muhemmed'e karşı oluşlarına itimad ediyorlardı. Kureyş'in maksadı onun müslümanlar üzerine azmetmesini sağlamaktı. Eğer o görüşmesinde başarıya ulaşmadan geri dönerse kini artar ve Mekke'nin savunmasında daha da şiddetli gayret gösterirdi.

Fakat Resulullah (sas) onun çıkışını öğrenince, müslümanların niyetinin harb yapmak değil sadece Hac yapmak olduğunu hissedilir bir şekilde görmesi için beraberinde götürdükleri kurbanlıkların onun önüne salıverilmesini emretti. Huleys Mekke'den çıktı. Müslümanların kampına gelince, develerin vadide yayılmakta olduğunu müslümanların ve kurbanların Umre için hazır beklediklerini, savaş için hazırlıklı olmadıklarını, kamplarında ibadet havasının estiğini görünce, bu manzaradan etkilendi. Ve bu insanların savaş değil ibadet istediklerini yakinen öğrendi. Çok geçmeden müslümanların bakışı ile ikna olup Resulullah (sas) ile görüşmeden önce Mekke'ye geri döndü. Durumu Kureyş'e bildirdi ve onlardan müslümanların Hac yapmalarına müsamaha göstermelerini istedi. Ve onlara kızdı ve hiddeti arttı. Muhammed ile Ka'be arasını serbest bırakmazlarsa kendilerini terk etmek ve Ehabiş ile birlikte Mekke'den yüz çevirmek ile onları tehdit etti. Fakat onlar onu razı ettiler ve ondan kendilerini kendi işleri hakkında düşünmeye bırakmasını (yani aralarından çekilmesini) ve susmasını istediler.

Daha sonra Kureyş, Urve b. Mesud es-Sekâfi'yi -onun görüşüne ve kendisine güvenlerini ona te'kid ettikten sonra- Resulullah (sas)'e gönderdi. Sonra o, oradan çıkıp Resulullah (sas)'e geldi. Ve Mekke'den geri dönmesi için onunla görüşmeye başladı. Görüşmede her türlü uslubu kullanıyordu. Fakat bunda başarılı olamadı. Resul'ün görüşüne kanaat getirerek geri döndü. Ve Kureyş'e dedi ki: "Ey Kureyş topluluğu, şüphesiz ki ben Kisra'yı makamında gördüm. Kayser'i makamında gördüm. Ve Necaşi'yi makamında gördüm. Ben, vallahi şimdiye kadar kavmi içinde hiç bir meliki görmedim ki, asla Muhammed'in ashabı içinde olduğu gibi bir yeri olsun. And olsun ki bir kavim gördüm ki hiç bir şeyden dolayı asla onu yardımsız bırakmazlar. O halde reyinizi ona göre ayarlayın."

Bu ise Kureyş'in inadını ve düşmanlığını iyice artırdı. Konuşmalar bir görüşe varmaksızın uzadı. Resulullah (sas) görüşme için onlara bir heyet göndermeyi düşündü. Belki Kureyş'in elçileri ondan korkuyorlardır. Belki onun elçisi onları ikna eder. Ve onlara kendi devesi ile Harraş b. Umeyye el-Huzaiy’yi gönderdi. Fakat onlar Resulullah'ın devesinin bir ayağını kestiler. Eğer Ehabis onu himaye etmeseydi onu katl etmek istiyorlardı.

Kureyş, düşmanlığında şiddetlendi. Ayak takımlarından bir gurubu, gece müslümanların kamplarını taşlamaları için gönderdi. Onun için müslümanlar kızdılar ve onları öldürmeyi düşündüler. Fakat Resulullah, müslümanların gadabını hafifletti ve onları sakinleştirdi. Anlatılır ki; Kureyş'ten 50 adam müslümanları vurmak için kampa doğru çıktılar. Fakat daha sonra yakalandılar ve Resulullah'a getirildiler. O da onları affetti ve salıverdi. Bu amelin Mekke'de büyük bir etkisi oldu. Zira bu, Muhammed'in harb için değil sadece Hac için geldiğini söylemesindeki doğruluğun katî delili idi. Bununla Mekke'de Resulullah'ın lehine bir kamuoyu oluştu. Hatta Resulullah, o vakit Mekke'ye girse ve Kureyş ona mani olmaya çalışsaydı, muhakkak ki bu Kureyş'in aleyhine olurdu. Zira Mekke ehli ve Arablar Kureyş'in karşısındaydılar. Onun için Kureyş, kıştırtmalarını ve meydan okuyuşlarını kesti ve meseleleri hakkında düşünmeye başladılar. Onların havasında barış işaretleri ortaya çıktı.

Bunun üzerine Resulullah (sas) müslümanlardan birisini onlarla görüşmek için göndermek istedi. Sonra Ömer b. Hattab'ı onlara göndermek için çağırdı. Ömer (ra) şöyle dedi: "Ya Resulullah! Ben kendim için Kureyş'ten korkmuyorum. Mekke'de beni Adiyy b. Kâ'b'dan savunacak hiç bir kimse yoktur. Kureyş ise benim onlara olan düşmanlığımı ve onlara karşı olan sertliğimi biliyorlar. Fakat ben sana bir adam göstereyim. O, onlara karşı benden daha güçlüdür. Osman b. Affan." Bunun üzerine Nebî (sas) Osman'ı çağırdı ve onu Ebu Sufyan ve Kureyş'in eşrafına gönderdi. Osman (ra), Kureyş'e gitti ve Resulullah'ın mesajını onlara bildirdi. Onlar ona dediler ki: "Eğer Beyt'i tavaf etmeyi istersen tavaf et." O da dedi ki: "Resulullah onu tavaf etmeden tavaf edecek değilim." Ve onlarla meselesini görüştü. Fakat Kureyş red etti. Aralarında konuşma uzadı. Görüşmeler devam etti ve Kureyş tarafından red edilme noktasından müslümanların isteği ile Kureyş'in isteğini uzlaştıracak bir planın belirlenmesi noktasına dönüştü. Kureyş Osman (ra) ile beraber Muhammed ile kendileri arasında alâkaların oluşturulması hakkında araştırma yaptılar, konuştular. Osman'a ısındılar ki; o, onları bu sıkıntıdan ve Muhammed'le süren bu düşmanlıktan kurtaracak bir yol bulur.

Osman (ra)'ın bir netice elde etmeden Mekke'de kalması uzayınca, müslümanlar arasında Kureyş'in Osman'a ihanet edip onu öldürdüğü şayiası yayılmaya başladı. Müslümanlar arasında dalgalanma iyice arttı. Kureyş'in Osman'ı öldürdüğü, müslümanların çoşup dalgalandığı, onlardan her birisinin kılıcının kabzasına el koyduğu, harb ve kıtal için hazırlanmakta olduğu korkusu Nebî (sas)'in içine düştü.

Resul (sas), belirlediği barış planına tekrar baktı. Gördü ki durum, Kureyş'in haram ayda Osman'ı (o, bir görüşme elçisi olduğu halde) öldürmesinden sonra o plana tekrar göz atmayı gerekli kılıyordu. Onun için dedi ki:

"Bu kavimle savaşmadan burayı terk etmeyiz."

Ve ashabını kendisine çağırdı. Bir ağacın altına durup ashabının kendisine biatını istedi. Onlar Resulullah ile ölesiye kadar savaştan kaçmamak üzere biatlaştılar. Onların cesaretleri, azimetleri ve imanlarındaki sadakatları daha da arttı. Biat tamamlanınca Resulullah (sas), Osman için de bir elini diğer eli üzeine koyarak biatlaştı, sanki o, onlarla beraber orada hazırmış gibi. Bu biat, Biat-ı Rıdvan'dır. Onun hakkında Allahu Teâlâ'nın şu sözü indi:

"(Ey Muhammed) Allah, mü'minlerden sana ağaç altında biat ederlerken razı olmuştur. Gönüllerinde olanı da bilmiş, onlara güven indirmiş ve onları pek yakın bir fetihle mükafatlandırmıştır."

Biat tamamlanır tamamlanmaz, müslümanlar çarpışmaya dalmak ve harbe girmek için hazırlanmaya başladılar. Ta ki Osman'ın öldürülmediği haberi onlara ulaşıncaya kadar. Çok geçmeden Osman (ra) geri döndü ve Kureyş'in kendisine söylediğini Resulullah'a haber verdi. Böylece Resulullah ile Kureyş arasındaki barış görüşmeleri tekrar yenilendi. Hatta Kureyş, Süheyl b. Amr Resulullah'a elçi olarak gönderdiler ki o, Resulullah ile genişlemekte olan Hac ve Umre meselesini görüşsün, onunla bu yıl Mekke'den geri dönmesi esası üzerine onunla ve Kureyş arasındaki yapılacak sulh üzerine görüşme yapsın. Resulullah, bu esas üzerine sulh görüşmelerini kabul etti. Çünkü bu görüşmeler onun Beyt'i ziyaret konusunda kasdettiği gayesini gerçekleştirecekti. Beyt'i bu yıl ya da gelecek yıl ziyaret etmesi ona bir zarar vermezdi. Zira o, Hayber'i Kureyş'ten koparmak istiyordu. İslâm Davetinin yayılması için Arabla kendisi arasını serbest hale getirmek istiyordu. Onun için kendisi ile Kureyş arasında çıkmak üzere olan kıtalı ve sürekli harbi durduracak bir antlaşmanın yapılmasına rağbet ediyordu. Hac ve Umre meselesine gelince, bugün ya da yarın olması bir şeyi değiştirmezdi.

Resulullah (sas), Süheyl b. Amr ile görüşmelere başladı. Aralarında sulh meselesi ve şartları uzun konuşmalar cereyan etti. Resulullah'ın anlayışı, derin fikirliliği, tecrübesi ve dakik siyaseti olmasaydı görüşmeler çoğu zaman kesilmekle yüz yüze geliyordu. Müslümanlar, Resulullah'ın etrafında bu konuşmaları dinliyorlardı. Onlar, bu konuşmaları Umre meselesi hakkında konuşmalar olarak itibar ediyorlardı. Halbuki Resulullah, bu konuşmaları harbin durması için konuşmalar olarak itibar ediyordu. Onun için müslümanlar, bunları kabul edemiyorlardı. (Onlara çok ağır geliyordu.) Halbuki Resulullah (sas); tafsilâtlara, âcil faidelerine bakmaksızın görüşmeyi istediği gaye doğrultusunda yönlendiriyordu. Ta ki iki taraf arasında muyyen şartlar üzerine ittifak hasıl oldu.

Fakat bu şartlar mülümanlara tesir etti ve onların gadablarını harekete geçirdi. Müslümanlar, Resulullah'ı bu şartları red ettirmeye çalışıyorlardı. Nitekim Ömer b. Hattab, Ebu Bekir'e gelip dedi ki: "Muhakkak ki biz, dinimizde zillete düşmeyiz." Ve Resulullah'ı bu şartlar üzerine ittifak yapmamaya ikna etmek için Ebu Bekir'i alıp Resulullah'ın yanına götürmeye çalıştı. Fakat o ikna olmadı. Sonra Ömer Nebî'ye geldi, öfkeli ve hiddetli olarak onunla konuştu. Onun bu konuşması Resulullah'ın sabrını ve azmini değiştirmedi. Ve Ömer'e dedi ki:

"Ben Allah'ın kulu ve O'nun Resulüyüm. Elbette ve asla O'nun emrine muhalefet etmem ve O beni pişman etmez." Sonra Resulullah (sas), Ali b. Ebu Talib'i çağırdı ve ona; "Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle, yaz" deyince Süheyl şöyle dedi: "Bunu kabul etmem. Ben, Rahman ve Rahim'i tanımıyorum. Fakat şöyle yaz: Bismike Allahümme (Ey Allah'ın senin isminle)." Resulullah, "Ey Allah'ın Senin İsminle yaz" dedi. Sonra şöyle dedi: "Yaz; Bu Muhammed Resulullah'ın Süheyl b. Amr ile yaptığı barış sözleşmesidir." Süheyl de dedi ki: "Bunu kabul etmiyorum. Şayet senin Resulullah olduğuna inansaydım, seninle savaşmazdım. Lâkin kendi ismini ve babanın ismini yaz." Resulullah (sas) de; "Bu; Muhammed b. Abdullah'ın Süheyl b. Amr ile yaptığı barış sözleşmesidir" diye buyurdu. (Ahmed bin Hanbel müs. Kifiyyun 18152) Daha sonra iki taraf arasındaki sözleşme yazıldı. Bu sözleşmenin maddeleri aşağıdadır:

1- Bu antlaşma bir barış antlaşması olacak, iki taraf aralarında sulh yapıp anlaşacaklar ki, harb ve kıtal olmasın.

2- Kureyş'ten kim müslüman olur ve velisinin izni olmaksızın Muhammed'e gelirse o onlara geri verilecektir. Müslümanlardan kim dinden döner de Kureyş'e gelirse onlar onu Muhammed'e geri vermeyeceklerdir.

3- Arablardan kim Muhammed'in tarafına geçmek isterse geçer ve kim de Kureyş'in tarafına geçmek isterse geçer.

4- Bu sene Muhammed ve ashabı Mekke'den geri dönecek ve onlar gelecek sene geri gelecekler, Mekke'ye girecekler ve orada üç gün kalacaklar. Yanlarında sadece kınlarındaki kılıçları silah olarak bulunacak. Başka silah olmayacak.

5- Bu antlaşma yürürlüğe girdiği andan itibaren 10 sene geçerli olacak.

Resulullah (sas) ve Süheyl, müslümanların ordusunun dalgalanmaları ve öfkeleri arasında bu antlaşmayı imzaladılar. Süheyl kalktı ve Mekke'ye geri döndü. Resulullah (sas) de müslümanlardan gördüğü şiddet, öfke, kin ve kıtala rağbetten kaygılanarak ayağa kalktı. Ve eşi Ummi Seleme'nin odasına girdi. Ona halkın durumunu bildirdi. O da dedi ki: "Ya Resulullah, muhakkak ki müslümanlar sana muhalefet etmiyorlar. Onlar; dinleri, Allah'a ve senin risaletine imanları için şiddetlendiler. Tıraş ol, ihramdan çık. Müslümanların sana tabi olduklarını görürsün. Daha sonra onlarla birlikte Medine'ye geri dönmekte acele et."

Bunun üzerine Resulullah müslümanların karşısına çıktı. Halka Umre'yi duyurarak tıraş oldu. İçi huzur ve hoşnutlukla doldu. Müslümanlar, Resulullah'ı huzurlu görünce ona uyarak Kurban kesmeye ve tıraş olmaya kalkıştılar. Daha sonra Nebî ve müslümanlar Medine'ye geri döndüler. Onlar yolda iken Resulullah'a Fetih Süresi indi. Resulullah müslümanlara onu başından sonuna kadar okudu. Böylece hepsi de yakînen bildiler ki, bu antlaşma müslümanlar için büyük bir fetihtir.

Müslümanlar, Medine'ye vardılar. Ve Resulullah (sas), Hayber'in varlığını ortadan kaldırmak ve Daveti, Yarımada'nın dışına yaymak, Yarımada'da ise sabitleştirmek için belirlediği planı uygulamaya koymaya başladı. Kureyş'le yapılan bu sulh döneminde o (sas), bazı pürüzleri gidermek ve Yarımada'nın dışına ulaşmak için uğraştı, meşgul oldu. Bu ise, onun için o Hudeybiye antlaşmasının sayesinde mümkün oldu. Resulullah (sas) bununla Hacca gitmeyi azmettiğinde belirlediği planını, uğrunda zorluk ve engellerle karşılaşmasına rağmen ince bir şekilde uygulamaya muktedir oldu. Ve istediği siyasî gayeye ulaştı. Böylece Hudeybiye açık bir fetih oluyordu. Ve onun bazı neticeleri vardır ki şöyledir :

1- Resulullah (sas)'i genellikle Arabların yanında, özellikle de Mekke içinde ve Kureyş arasında İslâmî Daveti te'yid edici bir kamuoyunun oluşmasına ulaştırdı. Bununla müslümanların heybeti kuvvetlendi, Kureyş'in heybeti ise zayıfladı.

2- Bu antlaşma, müslümanların Resulullah'a güvenlerini açığa çıkardı. Müslümanların imanlarının kuvveti, tehlikeli anlarda bile ayaklarının sabit oluştaki şiddeti ve onların ölümden korkmadıklarına delâlet etti.

3- Bu antlaşma, müslümanlara siyasî manevraların İslâmî Davetin vesilelerinden olduğunu öğretti.

4- Bu antlaşma, Mekke'de müşrikler arasında kalan müslümanların düşman kampının içinde bir gedik halinde pürüz çıkarmalarını sağladı.

5- Bu antlaşma, siyasette yolun/metodun; fikrin cinsinden, doğru sözlülük ve ahde vefalık olduğunu açıkladı. Fakat vesileye gelince; onda mutlaka dehâ olması gerekliliğini, dehânın ise hakiki vesile ve gayelerin düşmandan gizlenmesi olduğunu gösterdi.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt