gurbette
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 11 Eki 2008
- Mesajlar
- 2,850
- Tepki puanı
- 1
- Puanları
- 0
- Yaş
- 50
HOŞGÖRÜ MÜ, MÜSÂMAHA MI?
Hüseyin AVNİ
اَعُوذُ بِااللهِ مِنَ اَلشَّيْطَانِ اَلرَّجِيمِ بِسمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحيِم
اَلْحَمْدُ الِلّهِ رَبِّ الْعاَلَمِينَ وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلىَ سَيِّدِناَ مُحَمَّدٍ وَأَلِه اَجْمَعِينَ
Hoşgörü, yenilerde uydurulmuş hoş görmek manasında. bir masdardır. Hoş kelimesi de, fârisîce bir lafız olup manası, iyi[1] ve güzel [2] demektir. Hoş görmek terkîbi de, iyi ve güzel görmek, veya, bakmamak, darılmamaktır.[3]
Müsâmaha,semah, semahat, sumuh, sumuha, semh, simah, sahî (cömert) ve civanmerd (keremli) olmak… Müsâmaha, bir hususta unf (sertlik) ve şiddet ve su’ûbet (zorluk) eylemeyip (çıkarmayıp) rıfk (yumuşaklık) ve sühûletle, kolaylıkla muamele etmek.[4]
Müsâmaha, görmezlikle gelme, aldırmama, bir kabahatliye karşı (hikmet Îcâbı) şiddet göstermeyip geçiverme.[5]
Demek ki, müsâmaha (görmezden gelme), hoş görme (iyi ve güzel görme) demek değildir. Hoşgörüyü, müsâmaha yerinde kullanmak, gerek mana farklılığı, gerekse alakasızlık sebebiyle yanlış ve isabetsizdir. Şayet, hoşgörü, kelime manasında, yâni iyi ve güzel görme manasında kullanılıyorsa, ortada derin bir hukûki ve ahlâki müşkil (problem) ve sıkıntı da var demektir. Öyle ya, suç ve kabahatin (çirkinliğin) güzel görülmesi dahî bir nev-i suç ve kabahattir. Hatta, kimi zaman bu, güzel ve iyi görmeden işlenen suç ve kabahatten daha da ağır olur. Nitekim ilerde bu husus gelecektir.
Müsâmaha, Beşeri Hukûk’ta; güçsüz ve zayıfların hiçbir şekilde göremedikleri, güçlülerin de suç ve zulümlerini simyacı veya sihirbaz muamelesiyle kâra ve fazilete çevirdikleri bir şey… Beşeri Ahlâk’taki yeri de, Beşeri Hukûk paralelinde ve mutlak doğrulara yakınlığı ve uzaklığı ölçüsündedir. Mutlak ve sınırsız müsâmaha, hukûkî ve ahlâkî değerleri imhaya götürmekle nizâm ihlaline (düzen bozmaya) sebeb olacağından, anarşist ruh ve felsefeye sâhib olmayan, hukûk, ahlâk ve gerçek düzenden yana olan hiç bir akıllı kimsenin kabullenemeyeceği bir şey… O halde, kim, kime, ne zaman, hangi hususlarda nasıl ve ne kadar müsâmaha ederse, bu, müsâmaha sınırlarını taşıp laubâlilik ve lakaydlık halini almaz?…
Akıllı, reşîd, muktedir, hür ve serbest bir kimsenin diğer şartlarla sınırlı olarak görmemiş gibi davranması, müsâmaha olur. Akılsızın, reşîd olmayanın, güçsüzün, kölenin veya mahkûmun suç ve kabahat kabul ettiği bir şeyi görmezden gelmesi müsâmaha değil, âcizlik ve zillettir. Bunların, suçu ve kusuru görmezlikten gelmeleriyle görmeleri arasında pek bir fark olmaz… Bu ehliyet ârızalarındaki mertebe farklılıklarından kaynaklanan değişik derecelerden başka…
Gücünün gereğini yerine getirmeye muktedirken suç ve kusuru görmezden gelme… İşte müsâmahanın başladığı nokta…
Müsâmaha, kendisine müsâ-maha edilmekle başkalarının cezalandırılmayacağı, göreceği mü-sâmahayla suç işlemeye özendirilmeyecek, hatta benzeri başka suçlardan çekinmesi ve kaçınması kesin veya muhtemel olan bir kimseye olursa isabetli olur. Suçlunun sizin müsâmahanıza mazhar olup, cezalandırılmaması, onu başka suçlara azmettirecekse veya suçsuz başka kimseleri cezalandırmak manasına gelecekse, bu, müsâmaha değil suç azmettiriciliği, yataklığı ve zulüm olur.
Keza, kendinizden başkasına ait bir hakkı ortadan kaldıracak suçu görmezden gelme ve affetme de hakikatte müsâmaha değildir. Evet, (Müsâmaha et ki (Mevla’dan ve onun ilhamı ile ehli insaf kulları tarafından) sana müsâmaha edilsin.)[6] Ama, bu, Allah’ın mülkünde işlenen isyan ve cinayetlere, her ne şekilde olursa olsun laubâlî ve lakaydî, hatta nemelâzımcılığın da ötesinde kör ve sağır bir tavır sergilemek manasında değildir. Böyle bir anlayış, cehalet ve gaflet, hatta kasıt ölçüsünde, Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem’e yapılan bir iftira ve hıyânettir.
Ne acıdır ki, birilerince, âlim diye pompalanıp şişirilen, onların kötü emelleri için âdi bir piyon ve âlet olarak kullanılan kimi câhil, yalaka ve satılmışlar, sarhoş nâraları derekesinde ve haysiyetindeki hoşgörü terâneleriyle, zaman zaman Allah’a celle celâlühû’ya, zaman zaman da Resûlü sallallâhu aleyhi ve sellem’e iftira atma cesareti göstermeyi, da’vâlarının mâ lâ budde minh/mutlak lüzûmlu, olmazsa olmaz nev’inden bir siyaset, üslûb ve tarzı olarak görüp gösterebilmektedirler.
Evet, İslam'ın ilk doğduğu ve Müslümanların zayıf olduğu yıllarda, küfür cebhesinden gelen her çeşit şiddet, tazyik ve zulmün karşısında, onlara benzeri bir karşılık verilmeyip sabredilmesine dair Kur’anî ve Nebevî tavsiyeler ve emirler vardır. Lâkin bunlar, o, isyan ve canavarlığa taş çıkartacak lâ’netlik muâmelelerin güzel görülmesi, hoş görülmesi demek değildir. Buna rağmen, bazı şaklabanlar, müminlerin bu zayıflık ve acziyetlerine istinâden inen ve gelen âyet ve hadisleri hep bu hoşgörü başlığı altında, kendi zillet, yalakalık, küfür milletleri ile teşrîk-i mesâi (iş birlikçilik) ve hıyanetlerinin mesned ve delilleri olarak sıralamaktadırlar. Böylece de Kur’an ve Sünnet’i tahrifte ehl-i küfrün beceremediğini, maalesef büyük ölçüde becermiş olarak gözükmektedirler. Halbuki, beyni ve ruhu zehirlenmemiş her bir sıradan mümin dahî bilir ki, îmân dâiresinde bulunan herkes, küfrün dışındaki bütün günahları, meşrû’, mübâh ve hafîf bulmadan, güzel görmeden işlese gene de dînden çıkmaz. Lâkin, günah olduğu kesin olan, yahut günah olduğuna kesin inandığı bir işi güzel görse, onu işlemese bile dînden çıkar.
İmâm Rebbâni kudise sirruhû, bazı fakihlerden şöyle bir nakilde bulunmaktadır: Kim bir şarkıcıdan veya bir başkasından (ittifakla ve icma’ ile haram olan) bir şarkı dînler veya (kesin) haram olan bir işi görür de onun inanarak veya inanmayarak güzel olduğunu söylerse, o anda mürted/dînden dönen biri haline gelir. Çünkü o, Şerîat’ın hükmünü ibtâl etmiştir. Kim de Şerîat’ın hükmünü ibtâl ederse, bütün müctehidlere göre mümin olmaz.[7]
Bu zavallılar, olabilir ki, kendilerince hoşgörü gülücükleri dağıttıkları, hoşgörü nidalarıyla aşağılardan başlarını semâya kaldırarak seslendikleri gavurcukları kandırma niyetini içlerinde saklı tuttuklarını zan ve iddia edebilirler… Ne fark eder ki? Onca sürüleştirdikleri kitleleri şaşırttıktan sonra… Toplu irtidâtlara âlet olduktan sonra… Küfür sözünü söylemek için özür sayılabilecek zorlama bulunmadıktan sonra…
(…Kim de Allah’a ve Ahiret gününe inanıyorsa ya hayır söylesin, veya sussun…)8]
Doğruyu söylemeye gücümüz yeterse, doğruyu söyleyecek, yetmezse susacağız. Değişik maksad ve mülâhazalarla, eğriyi ve batılı söylemeye hakkımız yok… İkrah-ı Mülcî[9] olmadıkça, ucunda hapis cezası bile olsa, küfür sözünü söylemek salâhiyetimizin/yetkimizin olmadığını azıcık ilmi olan her mü’min bilir. Bu dört mezheb ulemâsının tamâmının ictihâdıdır. Zâhirîlerin ve izindekilerin muhâlif ictihâdları ise, râcih/ağır ve kuvvetli karşısında mecrûh/zayîf kalmakla yok hükmündedirler. Nitekim bu, erbâbına ma’lûm olduğu üzre, yerinde kâfî mıkdârda açıklanmıştır.
İkrah-ı Mülcî’nin aşağısındaki tehdit unsurları yüzünden, küfür sözünü telaffuz etmenin, küfre sebeb olmayacağına dair, seleften yapılan, sahasında delil olamayacak bir takım rivayetler ve dört mezhebin dışında boy atmış bazı fıkhî nakiller, bir nev-i şübhe olmak haysiyeti ile, kendilerini kesin ifadelerle kafirlikle suçlamamıza mani olsa da, küfür tehlikesinin kendileri için az kalsın kati olacak mertebede kuvvetli olmasına mani değildir. Her nevi küfrî metodu mücadelelerinin strateji ve üslûbu kabul ve tatbîk edenler şu hadisten irkilmezler mi?
(Allah’ın, insanlardan en çok buğzettiği kimseler üç tanedir…[10] (Üçüncüsü de) İslam’da câhiliyet sünnetini (küfrün âdet, metot ve usûlünü) isteyen….)[11]
Kendînce bir takım kutsal hedeflere ulaşabilmek için, pazara çıkarıp satmadığı değeri neredeyse kalmayan çok bilmişler, Hâkimin, Müstedrek’inde sahih bir isnadla rivayet ettiği mucizevi ihbâr karşısında Allah’tan hiç mi korkmazlar? Hiç mi ders almazlar?... Hadîs şu:
(Benden sonra bir takım sultanlar[12] olacak. Fitne,[13] develerin ağılları(nda olduğu) gibi onların kapısında bulunacak. Hiçbir kimseye, -verdikleri kadarını dînlerinden almadıkça- hiçbir şey vermeyecekler…)14]
Kişinin, düşmanından, kısmen veya tamamen almayı hedeflediği, düşmanınca varlık sebebi mertebesinde değerli olan otoriteyi, şu yollardan biriyle alabileceğini var sayabilirsiniz.
Hüseyin AVNİ
اَعُوذُ بِااللهِ مِنَ اَلشَّيْطَانِ اَلرَّجِيمِ بِسمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحيِم
اَلْحَمْدُ الِلّهِ رَبِّ الْعاَلَمِينَ وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلىَ سَيِّدِناَ مُحَمَّدٍ وَأَلِه اَجْمَعِينَ
Hoşgörü, yenilerde uydurulmuş hoş görmek manasında. bir masdardır. Hoş kelimesi de, fârisîce bir lafız olup manası, iyi[1] ve güzel [2] demektir. Hoş görmek terkîbi de, iyi ve güzel görmek, veya, bakmamak, darılmamaktır.[3]
Müsâmaha,semah, semahat, sumuh, sumuha, semh, simah, sahî (cömert) ve civanmerd (keremli) olmak… Müsâmaha, bir hususta unf (sertlik) ve şiddet ve su’ûbet (zorluk) eylemeyip (çıkarmayıp) rıfk (yumuşaklık) ve sühûletle, kolaylıkla muamele etmek.[4]
Müsâmaha, görmezlikle gelme, aldırmama, bir kabahatliye karşı (hikmet Îcâbı) şiddet göstermeyip geçiverme.[5]
Demek ki, müsâmaha (görmezden gelme), hoş görme (iyi ve güzel görme) demek değildir. Hoşgörüyü, müsâmaha yerinde kullanmak, gerek mana farklılığı, gerekse alakasızlık sebebiyle yanlış ve isabetsizdir. Şayet, hoşgörü, kelime manasında, yâni iyi ve güzel görme manasında kullanılıyorsa, ortada derin bir hukûki ve ahlâki müşkil (problem) ve sıkıntı da var demektir. Öyle ya, suç ve kabahatin (çirkinliğin) güzel görülmesi dahî bir nev-i suç ve kabahattir. Hatta, kimi zaman bu, güzel ve iyi görmeden işlenen suç ve kabahatten daha da ağır olur. Nitekim ilerde bu husus gelecektir.
Müsâmaha, Beşeri Hukûk’ta; güçsüz ve zayıfların hiçbir şekilde göremedikleri, güçlülerin de suç ve zulümlerini simyacı veya sihirbaz muamelesiyle kâra ve fazilete çevirdikleri bir şey… Beşeri Ahlâk’taki yeri de, Beşeri Hukûk paralelinde ve mutlak doğrulara yakınlığı ve uzaklığı ölçüsündedir. Mutlak ve sınırsız müsâmaha, hukûkî ve ahlâkî değerleri imhaya götürmekle nizâm ihlaline (düzen bozmaya) sebeb olacağından, anarşist ruh ve felsefeye sâhib olmayan, hukûk, ahlâk ve gerçek düzenden yana olan hiç bir akıllı kimsenin kabullenemeyeceği bir şey… O halde, kim, kime, ne zaman, hangi hususlarda nasıl ve ne kadar müsâmaha ederse, bu, müsâmaha sınırlarını taşıp laubâlilik ve lakaydlık halini almaz?…
Akıllı, reşîd, muktedir, hür ve serbest bir kimsenin diğer şartlarla sınırlı olarak görmemiş gibi davranması, müsâmaha olur. Akılsızın, reşîd olmayanın, güçsüzün, kölenin veya mahkûmun suç ve kabahat kabul ettiği bir şeyi görmezden gelmesi müsâmaha değil, âcizlik ve zillettir. Bunların, suçu ve kusuru görmezlikten gelmeleriyle görmeleri arasında pek bir fark olmaz… Bu ehliyet ârızalarındaki mertebe farklılıklarından kaynaklanan değişik derecelerden başka…
Gücünün gereğini yerine getirmeye muktedirken suç ve kusuru görmezden gelme… İşte müsâmahanın başladığı nokta…
Müsâmaha, kendisine müsâ-maha edilmekle başkalarının cezalandırılmayacağı, göreceği mü-sâmahayla suç işlemeye özendirilmeyecek, hatta benzeri başka suçlardan çekinmesi ve kaçınması kesin veya muhtemel olan bir kimseye olursa isabetli olur. Suçlunun sizin müsâmahanıza mazhar olup, cezalandırılmaması, onu başka suçlara azmettirecekse veya suçsuz başka kimseleri cezalandırmak manasına gelecekse, bu, müsâmaha değil suç azmettiriciliği, yataklığı ve zulüm olur.
Keza, kendinizden başkasına ait bir hakkı ortadan kaldıracak suçu görmezden gelme ve affetme de hakikatte müsâmaha değildir. Evet, (Müsâmaha et ki (Mevla’dan ve onun ilhamı ile ehli insaf kulları tarafından) sana müsâmaha edilsin.)[6] Ama, bu, Allah’ın mülkünde işlenen isyan ve cinayetlere, her ne şekilde olursa olsun laubâlî ve lakaydî, hatta nemelâzımcılığın da ötesinde kör ve sağır bir tavır sergilemek manasında değildir. Böyle bir anlayış, cehalet ve gaflet, hatta kasıt ölçüsünde, Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem’e yapılan bir iftira ve hıyânettir.
Ne acıdır ki, birilerince, âlim diye pompalanıp şişirilen, onların kötü emelleri için âdi bir piyon ve âlet olarak kullanılan kimi câhil, yalaka ve satılmışlar, sarhoş nâraları derekesinde ve haysiyetindeki hoşgörü terâneleriyle, zaman zaman Allah’a celle celâlühû’ya, zaman zaman da Resûlü sallallâhu aleyhi ve sellem’e iftira atma cesareti göstermeyi, da’vâlarının mâ lâ budde minh/mutlak lüzûmlu, olmazsa olmaz nev’inden bir siyaset, üslûb ve tarzı olarak görüp gösterebilmektedirler.
Evet, İslam'ın ilk doğduğu ve Müslümanların zayıf olduğu yıllarda, küfür cebhesinden gelen her çeşit şiddet, tazyik ve zulmün karşısında, onlara benzeri bir karşılık verilmeyip sabredilmesine dair Kur’anî ve Nebevî tavsiyeler ve emirler vardır. Lâkin bunlar, o, isyan ve canavarlığa taş çıkartacak lâ’netlik muâmelelerin güzel görülmesi, hoş görülmesi demek değildir. Buna rağmen, bazı şaklabanlar, müminlerin bu zayıflık ve acziyetlerine istinâden inen ve gelen âyet ve hadisleri hep bu hoşgörü başlığı altında, kendi zillet, yalakalık, küfür milletleri ile teşrîk-i mesâi (iş birlikçilik) ve hıyanetlerinin mesned ve delilleri olarak sıralamaktadırlar. Böylece de Kur’an ve Sünnet’i tahrifte ehl-i küfrün beceremediğini, maalesef büyük ölçüde becermiş olarak gözükmektedirler. Halbuki, beyni ve ruhu zehirlenmemiş her bir sıradan mümin dahî bilir ki, îmân dâiresinde bulunan herkes, küfrün dışındaki bütün günahları, meşrû’, mübâh ve hafîf bulmadan, güzel görmeden işlese gene de dînden çıkmaz. Lâkin, günah olduğu kesin olan, yahut günah olduğuna kesin inandığı bir işi güzel görse, onu işlemese bile dînden çıkar.
İmâm Rebbâni kudise sirruhû, bazı fakihlerden şöyle bir nakilde bulunmaktadır: Kim bir şarkıcıdan veya bir başkasından (ittifakla ve icma’ ile haram olan) bir şarkı dînler veya (kesin) haram olan bir işi görür de onun inanarak veya inanmayarak güzel olduğunu söylerse, o anda mürted/dînden dönen biri haline gelir. Çünkü o, Şerîat’ın hükmünü ibtâl etmiştir. Kim de Şerîat’ın hükmünü ibtâl ederse, bütün müctehidlere göre mümin olmaz.[7]
Bu zavallılar, olabilir ki, kendilerince hoşgörü gülücükleri dağıttıkları, hoşgörü nidalarıyla aşağılardan başlarını semâya kaldırarak seslendikleri gavurcukları kandırma niyetini içlerinde saklı tuttuklarını zan ve iddia edebilirler… Ne fark eder ki? Onca sürüleştirdikleri kitleleri şaşırttıktan sonra… Toplu irtidâtlara âlet olduktan sonra… Küfür sözünü söylemek için özür sayılabilecek zorlama bulunmadıktan sonra…
(…Kim de Allah’a ve Ahiret gününe inanıyorsa ya hayır söylesin, veya sussun…)8]
Doğruyu söylemeye gücümüz yeterse, doğruyu söyleyecek, yetmezse susacağız. Değişik maksad ve mülâhazalarla, eğriyi ve batılı söylemeye hakkımız yok… İkrah-ı Mülcî[9] olmadıkça, ucunda hapis cezası bile olsa, küfür sözünü söylemek salâhiyetimizin/yetkimizin olmadığını azıcık ilmi olan her mü’min bilir. Bu dört mezheb ulemâsının tamâmının ictihâdıdır. Zâhirîlerin ve izindekilerin muhâlif ictihâdları ise, râcih/ağır ve kuvvetli karşısında mecrûh/zayîf kalmakla yok hükmündedirler. Nitekim bu, erbâbına ma’lûm olduğu üzre, yerinde kâfî mıkdârda açıklanmıştır.
İkrah-ı Mülcî’nin aşağısındaki tehdit unsurları yüzünden, küfür sözünü telaffuz etmenin, küfre sebeb olmayacağına dair, seleften yapılan, sahasında delil olamayacak bir takım rivayetler ve dört mezhebin dışında boy atmış bazı fıkhî nakiller, bir nev-i şübhe olmak haysiyeti ile, kendilerini kesin ifadelerle kafirlikle suçlamamıza mani olsa da, küfür tehlikesinin kendileri için az kalsın kati olacak mertebede kuvvetli olmasına mani değildir. Her nevi küfrî metodu mücadelelerinin strateji ve üslûbu kabul ve tatbîk edenler şu hadisten irkilmezler mi?
(Allah’ın, insanlardan en çok buğzettiği kimseler üç tanedir…[10] (Üçüncüsü de) İslam’da câhiliyet sünnetini (küfrün âdet, metot ve usûlünü) isteyen….)[11]
Kendînce bir takım kutsal hedeflere ulaşabilmek için, pazara çıkarıp satmadığı değeri neredeyse kalmayan çok bilmişler, Hâkimin, Müstedrek’inde sahih bir isnadla rivayet ettiği mucizevi ihbâr karşısında Allah’tan hiç mi korkmazlar? Hiç mi ders almazlar?... Hadîs şu:
(Benden sonra bir takım sultanlar[12] olacak. Fitne,[13] develerin ağılları(nda olduğu) gibi onların kapısında bulunacak. Hiçbir kimseye, -verdikleri kadarını dînlerinden almadıkça- hiçbir şey vermeyecekler…)14]
Kişinin, düşmanından, kısmen veya tamamen almayı hedeflediği, düşmanınca varlık sebebi mertebesinde değerli olan otoriteyi, şu yollardan biriyle alabileceğini var sayabilirsiniz.