mabet_bekcisi
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 23 Mar 2007
- Mesajlar
- 1,027
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
Nisan ayı başlarında Hocaefendi'ye yöneltilen sorulardan birine Hocaefendi özetle şöyle cevap veriyor.
Cevap: .... Biz de bu devletin adamlarıyız. Ben özbeöz Anadolu insanıyım; kana, damara, kafatasına bağlı bir ırkçılığı asla tasvip etmedim; Turancı da değilim. Fakat, milletimi aşk derecesinde seviyorum. Bir insanın, kendi millet fertlerini yine kendi memleketindeki bazı müesseselere girmeleri için teşvik etmesine sızma denmez!.. Teşvik edilen insanlar da o müesseseler de bu ülkeye ait!.. Faydalı işler yapabilecek kimseleri gericilikle suçlayıp sindiriyor ve onların önlerini kesiyorlar. Bu vesileyle hükümeti de sıkıştırmış ve bazı işlerini engellemiş oluyorlar... Evet, bir milletin ferdi, kendi milleti için var olan müesseselere sızmaz; hakkıdır, girer oraya..."
Soru: Bütün bu olumsuzluklar karşısında bize neler düşmektedir? Cevap: Daha baştan kabul etmek gerekir ki, saldırmak ve ısırmak bazılarının tabiatı haline gelmiş. Ne yapalım, Cenâb-ı Hak, bize insanları ısırmak için bir diş, parçalamak için de vahşî bir pençe vermemiş! Öyleyse, bu yolun çileleri karşısında sabretmemiz ve hemen hafakanlara girmememiz lazım. Zaten, bizim inancımıza göre, misliyle mukabele etmek zâlimce bir kaidedir; dövene elsiz, sövene dilsiz ve kalpsizlere karşı bile gönülsüz davranmak ise mesleğimizin en önemli esaslarındandır. Evet, herkes kendi karakterinin gereğini sergiler; bazıları kendi karakterlerinin gereği olarak ona buna saldırırken ve önlerine geleni ısırmaya çalışırken, bize de kendi karakterimize saygılı olmak ve nezih üslubumuzu korumak düşer. Üslubumuz bizim namusumuzdur, manevi şahsiyetimizdir, aynamızdır. Biz şimdiye kadar hep sevgi türküleri söyledik; sevgi deyip güldük, sevgi deyip ağladık, hep muhabbet çiçekleri dermeye çalıştık; sadece nefretten nefret ettik, kimseye karşı düşmanlık beslemedik ve hele asla kan dökmeye yeltenmedik; sokaklara dökülüp anarşi çıkarmayı vatana millete ihanet saydık, hep emniyet ve güvenin yanında yer aldık. İnşallah bundan sonra da bu üslubumuzu koruyacak ve herkese gönlümüzü açık tutacağız. Hani derler ki; bazıları Mevlâna Celaleddîn Rûmî Hazretleri'ne ağızlarına ne gelirse söyler ve ona hakaret ederlermiş. Yine bir gün bir saygısız adam, "Sen inançsızlara bile kucak açıyorsun, onlarla bir araya geliyorsun; günah işleyenlere dahi "gel" diyorsun... Böyle yapmakla dinin izzetine dokunuyor, İslam'ın onurunu iki paralık ediyorsun." türünden bir düzine hakaretle dolu bir mektup göndermiş. Hazret, mektubu açıp okumuş, tebessümle kağıdın arka tarafını çevirmiş ve tek cümle yazıp geri göndermiş. Hazreti Mevlânâ o tek cümlede "Sen de gel, sana da bağrımı açıyorum!" demiş. İşte, bizim mukabelemiz de ancak bu kadar olmalı ve herkes gönlümüzde kendisine ayrılmış bir sandalye bulabilmelidir.
İşte onların dinmek bilmeyen düşmanlıkları, işte Hocaefendi'nin onlara gönlünde ayırdığı sevgi sandalyeleri... Ve işte günümüzde Hocaefendi
HOCAEFENDİNİN ağzından AHMED HAŞİNİN kaleminden
selametleB)
Cevap: .... Biz de bu devletin adamlarıyız. Ben özbeöz Anadolu insanıyım; kana, damara, kafatasına bağlı bir ırkçılığı asla tasvip etmedim; Turancı da değilim. Fakat, milletimi aşk derecesinde seviyorum. Bir insanın, kendi millet fertlerini yine kendi memleketindeki bazı müesseselere girmeleri için teşvik etmesine sızma denmez!.. Teşvik edilen insanlar da o müesseseler de bu ülkeye ait!.. Faydalı işler yapabilecek kimseleri gericilikle suçlayıp sindiriyor ve onların önlerini kesiyorlar. Bu vesileyle hükümeti de sıkıştırmış ve bazı işlerini engellemiş oluyorlar... Evet, bir milletin ferdi, kendi milleti için var olan müesseselere sızmaz; hakkıdır, girer oraya..."
Soru: Bütün bu olumsuzluklar karşısında bize neler düşmektedir? Cevap: Daha baştan kabul etmek gerekir ki, saldırmak ve ısırmak bazılarının tabiatı haline gelmiş. Ne yapalım, Cenâb-ı Hak, bize insanları ısırmak için bir diş, parçalamak için de vahşî bir pençe vermemiş! Öyleyse, bu yolun çileleri karşısında sabretmemiz ve hemen hafakanlara girmememiz lazım. Zaten, bizim inancımıza göre, misliyle mukabele etmek zâlimce bir kaidedir; dövene elsiz, sövene dilsiz ve kalpsizlere karşı bile gönülsüz davranmak ise mesleğimizin en önemli esaslarındandır. Evet, herkes kendi karakterinin gereğini sergiler; bazıları kendi karakterlerinin gereği olarak ona buna saldırırken ve önlerine geleni ısırmaya çalışırken, bize de kendi karakterimize saygılı olmak ve nezih üslubumuzu korumak düşer. Üslubumuz bizim namusumuzdur, manevi şahsiyetimizdir, aynamızdır. Biz şimdiye kadar hep sevgi türküleri söyledik; sevgi deyip güldük, sevgi deyip ağladık, hep muhabbet çiçekleri dermeye çalıştık; sadece nefretten nefret ettik, kimseye karşı düşmanlık beslemedik ve hele asla kan dökmeye yeltenmedik; sokaklara dökülüp anarşi çıkarmayı vatana millete ihanet saydık, hep emniyet ve güvenin yanında yer aldık. İnşallah bundan sonra da bu üslubumuzu koruyacak ve herkese gönlümüzü açık tutacağız. Hani derler ki; bazıları Mevlâna Celaleddîn Rûmî Hazretleri'ne ağızlarına ne gelirse söyler ve ona hakaret ederlermiş. Yine bir gün bir saygısız adam, "Sen inançsızlara bile kucak açıyorsun, onlarla bir araya geliyorsun; günah işleyenlere dahi "gel" diyorsun... Böyle yapmakla dinin izzetine dokunuyor, İslam'ın onurunu iki paralık ediyorsun." türünden bir düzine hakaretle dolu bir mektup göndermiş. Hazret, mektubu açıp okumuş, tebessümle kağıdın arka tarafını çevirmiş ve tek cümle yazıp geri göndermiş. Hazreti Mevlânâ o tek cümlede "Sen de gel, sana da bağrımı açıyorum!" demiş. İşte, bizim mukabelemiz de ancak bu kadar olmalı ve herkes gönlümüzde kendisine ayrılmış bir sandalye bulabilmelidir.
İşte onların dinmek bilmeyen düşmanlıkları, işte Hocaefendi'nin onlara gönlünde ayırdığı sevgi sandalyeleri... Ve işte günümüzde Hocaefendi
HOCAEFENDİNİN ağzından AHMED HAŞİNİN kaleminden
selametleB)