Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Hilâfete Talip Olmak--Halife’yi Göreve Getirmenin Yolu (1 Kullanıcı)

HUSEYIN SASMAZ

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eyl 2009
Mesajlar
1,204
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
60
İSLÂM'DA YÖNETİM NİZAMI

Hilâfete Talip Olmak

Halife olmayı isteyip bu uğurda mücadele etmek, tüm Müslümanlara caizdir. Hilâfet için yarışmayı yasaklayan herhangi bir nass bize ulaşmamıştır. Ayrıca bu konu mekruhlardan da değildir. Nitekim sahabelerin Saideoğulları sakifesinde Rasulullah (s.a.v.)'in cenazesi yatağında beklerken Hilâfet için mücadele ettikleri sabittir. Yine Ömer'in (r.a.) vefatından önce tespit ettiği hepsi de Ashab-ı Kiramdan (r.anhum) olan altı kişilik şûra heyetinin tüm sahabelerin gözü önünde Halifelik için birbirleriyle çekiştikleri ve sahabelerin bu uygulamayı kerih görmeyip sükut ettikleri de sabittir. Bu deliller Hilâfet’e talip olmanın, ona ulaşmak için çaba sarfetmenin, fikir ve delil göstererek tartışmanın caiz olduğuna dair sahabe icmasına işaret etmektedir. Hadislerle bize ulaşan yöneticiliğe talip olmanın nehyedilişi meselesine gelince: Bu rivayetle, Ebu Zer gibi emir olması doğru olmayan zaaf sahibi kişilerin emir olma isteklerini yasaklamaktadır. Ancak yönetici olması uygun kişilerin emirliğe talip olması caizdir. Nitekim Amr b. As, yöneticiliğe talip olduğunda Rasul (s.a.v.) onu vali yaptı. Yöneticilik vasıflarına sahip kişiler Rasulullah (s.a.v.)'e yönetici olmak için başvurduklarında bu fiili kötü görmemiş hatta onları yönetici yapmıştır. O halde hadislerde nehyedilen husus, yöneticiliğe ehil olmayan kişilere has bir durumdur. Rasulullah (s.a.v.)'in bir yandan yöneticiliğe talip olanları yönetici yaparken bir yandan da yöneticiliğe talip olmayı yasaklaması, bu yasağın yöneticiliğe ehil olmayanlara has bir yasak olup kesin bir nehiy olmadığını gösterir.




İSLÂM'DA YÖNETİM NİZAMI

Halife’yi Göreve Getirmenin Yolu

Şeriat İslâm ümmetine bir Halife seçmeyi farz kılınca Halife’nin seçilmesinin yolunu da belirlemiştir. Bu yol Kitap, Sünnet ve sahabe icmaı ile sabittir. Halife’yi seçip göreve getirmenin yolu bey’attır. Müslümanların Allah'ın Kitabı ve Rasulullah'ın Sünneti üzerine yürüyecek bir Halife adayına bey’at etmeleriyle Halife seçilmiş olur. Halife’yi belirlemenin yolunun bey’at olduğu sahabelerin Rasulullah’a bey’atları ve Rasulullah’ın da bize bir imama bey’at etmemizi emretmesi ile sabittir. Sahabenin Rasulullah’a bey’atları incelendiğinde onların bey’atlarının Nübüvvet (Peygamberlik) için değil yönetim için olduğunu görürüz. Bu bey’at peygamberliğin tasdiki için yapılan bir bey’at değil yönetim için yapılan bey’attır. Bu bey’at ile Rasulullah (s.a.v.)'in devlet başkanı olarak kabulü gerçekleşmiştir. Rasulullah (s.a.v.)'in nubüvvvetini ve risaletini kabul etmek bey’at değil doğrudan doğruya imandır. O halde geriye ona yapılan bey’atın ancak devlet başkanı sıfatı ile yapılmış olması kalıyor. Kur'an ve hadislerde "bey’at" geçmektedir Allahu Teâla buyurmuştur ki: "Ya Rasulüm, mü’min kadınlar hiçbir şeyi Allah'a şirk koşmayacaklarına, hırsızlık yapmayacaklarına, çocuklarını öldürmeyeceklerine elleri ve ayakları arasında bir iftira düzüp getirmeyeceklerine (zina mahsülü çocukları nikâhlı kocalarına nispet etmeyeceklerine), hiçbir marufta sana isyan etmeyeceklerine dair bey’at etmek için geldikleri zaman onların bey’atını al." [1]

"Muhakkak ki sana bey’at edenler ancak Allah'a bey’at etmişlerdir.. Allah'ın eli onların elleri üzerindedir." [2]

Buhari kaydettiği bir rivayette şöyle demektedir: “Bize İsmail anlattı. Bana Malik b. Yahya b. Saîd'den naklederek dedi ki: Bana Ubade b. el-Velid Haber verdi. Bana babam Ubade b. es-Samit'ten haber vererek şöyle demiştir: "Rasululllah (s.a.v.)'e zor kolay günlerimizde işitip itaat edeceğimize, yöneticilerle (yönetimi ele geçirmek üzere) çekişmeyeceğimize, halkın kınamasından korkmayıp sadece Allah'tan korkacağımıza, nerede olursak olalım hakkı söyleyeceğimize dair bey’at ettik.” [3]

Bize Ali b. Abdullah anlattı. Bize Abdullah b. Yezid anlattı. Bize Ebu Eyyub'un oğlu Saîd anlattı. Bize Ebu Akîl Zühre b. Ma'bed Rasulullah (s.a.v.)'e yetişen dedesi Hişam b. Abdullah'tan anlattı. Abdullah b. Hişam, Annesi, Zeyneb bint Humeyr ile Rasulullah (s.a.v.)'e gider ve şöyle der: “Ey Allah'ın Rasulü onun (Abdullah b. Hişam'ın) bey’atını al. Bunun üzerine Allah'ın Rasulü şöyle dedi: "O küçüktür. Yüzünü okşadı ve ona dua etti...” [4]

Bize; Abdan’ın Ebu Hamza'dan onun A'meş'ten onun Ebu Salih'ten onun da Ebu Hüreyre'den rivayet ettiği bir hadiste Rasulullah (s.a.v.) şöyle demiştir: "Üç kişi vardır ki kıyamet gününde Allah onlarla konuşmayacak ve onları temize de çıkarmayacaktır. Onlar için elim bir azap vardır. Bunlardan birincisi, yol kenarında yeterli suyu bulup ta o sudan yolcuları faydalandırmayan kimse. İkincisi sırf dünya çıkarı için bir imama bey’at edip eğer imam kendisine istediklerini verirse bey’atına vefa gösterip istediğini elde edemezse bey’atından dönen kimse. Üçüncüsü ise ikindi namazından sonra birisine bir mal satıp da Allah adına yemin ederek -kendisine o fiyat verilmediği halde- mala şu kadar fiyat verildiğini söyleyip Allah adına yemin eden ve karşısındakini kandıran kimse.” [5]

Bu üç hadiste Halife’yi nasbetmenin yolunun bey’at olduğu açıkça görülmektedir. Ubade'den rivayet edilen hadiste, işitmek ve itaat etmek üzere Rasulullah (s.a.v.)'e devlet başkanlığı noktasında bey’at edildiği zikredilmektedir. Abdullah b. Hişam hadisinde; büluğa ermediğinden bey’at yükümlülüğü olmayan çocuğun bey’atının kabul edilmemesi bey’atın yönetim için olduğuna delalet etmektedir. Ebu Hüreyre hadisi ise imama beyat hususunda gayet açıktır. Hadiste geçen "İmam" kelimesi belirsiz isim olarak yani herhangi bir imam anlamında kullanılmıştır. İmam'a (Halife’ye) bey’atın kesin olarak zikredildiği başka hadisler de vardır. Müslim’in, Abdullah b. Amr b. el-As'dan yaptığı rivayet şöyledir: "Kim bir imamın elini sıkıp ona bey’at ederse ve kalbiyle bağlanırsa gücü yettiği kadar ona itaat etsin. Eğer bir başkası çıkar da imamla yönetimi ele geçirmek için çekişmek isterse onun boynunu vurun.” [6]

Ebu Said el-Hudri'den rivayetle, Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Aynı anda iki Halife’ye bey’at edilirse öldürün.” [7]

Yine Müslim, Ebu Hazim'den şu hadisi rivayet eder: "Ebu Hüreyre ile beş sene beraber bulundum. Bana Rasulullah (s.a.v.)'den şunu işittiğini söyledi: "İsrail oğulları Nebîler tarafından siyaset (idare) edilirdi. Bir Nebî öldüğünde onu bir diğeri takip ederdi. Benden sonra artık Nebî yoktur. Ancak bir çok Halifeler olacaktır. Oradakiler dediler ki: Bu durumda bize ne emredersin? Dedi ki: İlk bey’at edilene vefakâr olun ve ona karşı olan görevlerinizi yerine getirin. Muhakkak ki Allah size karşı görevlerini yerine getirip getirmediklerini onlardan soracaktır.” [8]

Halife’yi nasbetme yolunun bey’at olduğuna dair Kitap ve Sünnetin nassları gayet açıktır. Sahabelerin hepsinin bu husustaki anlayışı ve uygulaması da aynı olmuştur. Nitekim Ebu Bekir (r.a.)'a Sakife'de bey’at edildikten sonra mescidde genel bir bey’at yapıldı. Bey’atlarına itibar edilen Ali b. Ebu Talib (r.a.) gibi kişilerden mescidde bey’at etmeyenler ise daha sonra bey’at ettiler. Ömer, Osman, Ali (r.a.) da aynı yolla yani bey’at yolu ile Halife oldular.

Bey’atın gerçekleşmesinin pratiğine gelince; Bey’atın gerçekleşmesinde izlenecek yol Rasulullah (s.a.v.)'in vefatından hemen sonraki dört Halife’nin; Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali (r.a.) nasbında açıkça görülmektedir. Tüm sahabeler bu seçimlere ve bey’atın alınış şekline sükut ederek tasdiklerini gösterdiler. Eğer söz konusu bey’at şekilleri şeriata muhalif olsaydı kabul etmezlerdi. Çünkü bu, Müslümanların birliğinin ve İslâmi yönetimin bekasının kendisine bağlı olduğu en önemli şey ile alakalı bir iştir. Dört Halife’nin seçilmelerinde meydana gelen olaylar incelendiğinde Müslümanların bir kısmı Beni Saide sakifesinde Halife adayları Sa'd b. Ubade, Ebu Ubeyde, Ömer ve Ebu Bekir'in Halifeliği için tartıştıkları görülür. Bu tartışmanın sonucunda Ebu Bekir'e bey’at edildi. Ertesi gün Müslümanlar mescide çağrıldılar ve onlar da Ebu Bekir'e bey’at ettiler ve Ebu Bekir Müslümanların Halife’si oldu. Sakife'deki bey’at olayı Ebu Bekir'i Müslümanların Halife’si yapan "in’ikad" bey’atıdır. İkinci gün mescitte yapılan bey’at ise "itaat" bey’atıdır.

Ebu Bekir (r.a.), yakalandığı hastalıktan kurtulamayacağını ve ölümünün yaklaştığını hissedince Müslümanları toplayıp onlara kendisinden sonra kimin Halife olacağı konusunda istişarede bulundu. Bu istişareler sonucu hakim olan görüş Ali ve Ömer üzerinde yoğunlaşıyordu. Bu istişareler üç ay boyunca sürdü. Ebu Bekir istişarelerini tamamlayınca Müslümanların çoğunluğunun görüşünü almış oldu ve Müslümanlara, Ömer (r.a.)'in kendinden sonra Halife olabileceğini söyledi. Ebu Bekir (r.a.)'ın vefatından hemen sonra Müslümanlar mescidde toplanarak Ömer (r.a.)'e Hilâfet için bey’at ettiler. Ömer (r.a.) bu bey’atla Müslümanların Halife’si oldu. Ömer (r.a.), Ebu Bekir 'in (r.a.) istişareleri ya da kendisinden sonra Ömer'in Halife olabileceğini söylemesiyle değil, Müslümanların genelinin bey’atı ile Halife odu.

Ömer (r.a.) bir müşrik tarafından hançerlenince Müslümanlar kendisinden sonra Halife olması için birini vekil bırakmasını istediler. Ancak o bunu reddetti. Sahabiler ısrar edince altı aday gösterdi. Ömer (r.a.)'in vefatından sonra bu altı Halife adayı arasında bulunan Abdurrahman b. Avf'ı (r.a.) Halife tespiti konusunda vekil tayın ettiler. Zira Abdurrahman b. Avf adaylıktan çekilmişti. Abdurrahman b. Avf Müslümanlarla istişarelerde bulundu ve sonunda Osman'a bey’atını açıkladı. Ardından Müslümanlar da ona bey’at ettiler. Osman (r.a.) da Ömer (r.a.)'in tavsiyesi ile ya da Abdurrahman b. Avf'ın bey’atı ile değil, Müslümanların genelinin bey’atı ile Halife oldu.

Osman (r.a.) şehit edildikten sonra Medine'deki ve Kûfe'deki Müslümanların çoğunluğu Ali b. Ebu Talib (r.a.)'e bey’at ettiler ve Ali (r.a.) de Müslümanların bey’atı ile Halife oldu.

Tüm bu gerçeklerden anlaşılmaktadır ki Hilâfet sözleşmesinin varlığı ile gerçekleştiği yegane yol Müslümanların rıza ve serbest seçimleri ile gerçekleşen bey’attır.

Bey’at öncesinde Halife’yi belirlemenin pratik uygulamalarına gelince; bu uygulamaların Raşit Halifeler döneminde olduğu gibi çeşitli yollarla gerçekleşmesi caizdir. Raşit Halifelerden her biri kendisinden önce gelen Halifelerin geliş yönteminden farklı olarak seçilmiştir. Tüm bu seçimler sahabe-i Kiramın (r.anhum) bilgisi dahilinde gözünün önünde cereyan etti ve bu durumu tasvip ettiler. Sonuçta Halife’nin nasbının fiili uygulamasında belli bir şekle bağlı kalmanın vacib olmadığına dair sahabe icması gerçekleşmiş oldu. Bu uygulamalardan hareketle Halife’nin nasbına ilişkin şu beş yöntem uygulanabilir:

1- Hilâfet Devlet'inde başkent halkının çoğunluğu ya da hal ve akd ehlinin veya Müslümanların çoğunluğunu temsil edenler veya Hilâfeti üstlenmeye ehil olan seçkin kişiler Halife’nin ölümü, azli ya da görevden ayrılmasından sonra bir araya toplanırlar. Halife’nin nasbı için bir ya da birkaç aday belirlenir ve adaylardan birini uygun gördükleri bir yöntemle seçerler. Seçilen Halife’ye Allah'ın Kitabı ve Rasulü’nün Sünneti üzere dinlemek ve itaat etmek üzere in'ikad bey’atı verirler. İn'ikad bey’atının tamamlanmasından sonra Halife’nin kendisi veya tayin ettiği birisi Halife adına Müslümanların itaat bey’atını alır. Rasulullah'ın vefatından sonra Ebu Bekir'in Hilâfeti bu şekilde olmuştur:

“Ensar, Saide oğullarının sakifesinde efendileri Sa'd b. Ubade'ye bey’at için toplandılar. Sa'd bey’at gerçekleşmeden Ebu Bekir ve Ebu Ubeyde oraya geldiler. Ensarla aralarında sert tartışmalar oldu. Bu tartışma bir birlerine dil uzatmaya kadar vardı. Uzun süren tartışmalar sonunda Hilâfet’in Ebu Bekir'e verilmesi kararlaştırıldı ve orada bulunanlardan Sa'd b. Ubade hariç tümü tarafından bey’at edildi. Sa'd ise bey’at etmedi. Sakifede Ebu Bekir (r.a.)'a yapılan bu bey’at ile Hilâfet sözleşmesi tamamlanmış oldu. Taberi'de anlatıldığına göre olaylar şu şekilde gelişmiştir:

Ensar, yönetimde Rasul (s.a.v.)'in yerine kimin geçeceği konusunda görüşmek üzere Saide oğullarının sakifesinde toplanmışlardı. Muhacirler bu toplantının sonuçlarından endişe ettiler. Bunun üzerine Ebu Bekir, Ömer ve Ebu Ubeyde doğruca oraya gittiler. Aralarında sert tartışmalar oldu. Ensar; Medine'de çoğunluğu oluşturduklarını ve İslâm binasının onların eli ile kurulduğunu ileri sürüyor ve Hilâfet’in kendilerince yüklenilmesi gerektiğini savunuyorlardı. Muhacirlerden Ebu Bekir(r.a.), Ensar'a şu şekilde cevap verdi:

"Devlet başkanı olmak için yönetimde Rasul'ün yerine gelecek kişiyi seçme işi çok önemli aynı zamanda da tehlikeli bir iştir. Mekke'de köklü bir otoriteye sahip olan Kureyş kabilesi dışında birine boyun eğmeyecek olan Araplardan dolayı bu iş devletin otoritesinin zayıflamasına sebep olabilir. Müslümanların maslahatı Rasul’ün Halife’sinin onlardan seçilmesini gerektirir. Muhacirler, Müslümanların hepsi olmaksızın bir karara varılmasından önce toplantının dağılmasına çalıştılar.”

Ancak Ensar'dan Hubab b. el-Munzir b. Cemûh herkesin Ebu Bekir'in konuşmasından sonra yumuşayıp onun dediklerine katıldıklarını görünce toplantının Ensardan birine Halife olarak bey’at edilmeden dağılması korkusu ile ayağa kalktı ve şöyle konuşmaya başladı:

"Ey Ensar! işinize sahip çıkın. İnsanlar sizin cemaatinizle birliktedir. Hiç kimsenin bu işte size muhalefete gücü yetmeyecek ve hiç kimse görüşünüzden dışarı çıkmayacaktır. Siz izzet ve şeref sahibisiniz, sayıca daha çoksunuz. Üstün savaş tecrübesi ve kuvvet sahibisiniz. İnsanlar ancak sizin yaptığınıza bakarlar. İhtilafa düşmeyin, yoksa bu sizin düşüncenizi ifsad edip işinizi altüst eder. Onlar duyduğumuz şeyi reddettiler. Bizden bir emir onlardan da bir emir olsun.”

Hubab konuşmasını bitirir bitirmez Ömer (r.a.) ayağa kalktı ve şöyle konuştu:

"Ne yazık ki bir kında iki kılıç olmaz. Allah'a yemin ederim ki Araplar, Nebîleri kendi kabilelerinden olduğu halde sizi kendilerine emir edinemezler. Ancak Araplar yönetim işlerinin Peygamberin içlerinden olduğu kabileye verilmesini kabul ederler. Sonuçta Araplardan yönetimi reddedecek olana karşı bizim (muhacirin) açık üstünlüğümüz vardır. Kim çıkıp ta Muhammed'in (s.a.v.) sultası ve emanetinde bizimle çekişmeye girebilir? Biz Peygemberin dostları ve aşiretiyiz. Bunu istemeyen ancak ortaya batıl ipini çıkartan veya günah işlemeye yeltenen yahut da helake düşen olur.” Hubab bu sözleri dinledikten sonra ayağa kalktı ve şöyle dedi:

"Ey Ensar topluluğu! Ellerinize sahip olunuz, bunun ve arkadaşlarının sözlerine kulak vermeyiniz. Yoksa yönetim işinde hakkınıza el koyarlar. Eğer muhacirler isteklerinizi kabul etmezlerse onları bu diyardan çıkarınız. Yönetim işinin başına onlar geçmeden siz geçiniz. Siz, Allah'a yemin ederim ki bu işe (Hilâfet’e) onlardan daha layıksınız. Bu dine boyun eğmeyenler sizin kılıçlarınızla bu dine boyun eğip Müslüman oldular. Ben bu işin yolunu yordamını çok iyi bilirim. Aslanın inine alışkın olduğu gibi bu işlere de alışkınım. Allah'a yemin olsun ki eğer isterseniz bu işleri tekrar eski haline döndürebiliriz."

Ömer bu sözleri duyunca gazaba geldi ve "Öyleyse Allah seni kahretsin" dedi.

Hubab "asıl seni kahretsin" derken kılıcına sarılıp çekti. Ömer eline vurup kılıcı elinden düşürdü ve düşen kılıcı aldı.

Bu nazik anda -ki o ana kadar susmuştu- Ubeyde b. el-Cerrah derhal olaya müdahale etti. O ana kadar susmuş ve sesini çıkarmamıştı. Ayağa kalkıp şöyle konuştu:

"Ey Ensar topluluğu! Siz Allah'ın dinine ilk yardım eden ve onu destekleyendiniz. Sakın onun -dinini- ilk değiştirip bozan siz olmayınız.”

Ensar; Ebu Ubeyde'den bu hikmet dolu sözleri işitince çok etkilendiler. Hazrec'in ileri gelenlerinden Beşir b. Sa'd ayağa kalktı ve şöyle dedi.

"Vallahi biz her ne kadar müşriklerle cihadda fazilet sahibi olsak da bu dine girmekte önceliğimiz olsa da biz böyle yaparak ancak Rabbimizin rızasından, Peygamberimize itaattan, ve kendimiz için çalışıp çabalamaktan başka maksat gütmedik. Tüm bunlarla insanlara üstünlük taslamak ve dünya çıkarı elde etmeyi istemek bize yakışmaz. Şüphesiz ki Allah bize böylelikle nimetini vermiştir. Ancak Muhammed (s.a.v.) Kureyş'tendir ve onun kavmi ona daha yakınır. Allah'a yemin ederim ki Allah bu işte onlarla çekiştiğimi asla görmeyecektir. Allah'tan korkunuz. Bu işte onlara muhalefet etmeyiniz ve anlaşmazlık çıkarmayınız.”

Beşir’in bu konuşması oldukça yatıştırıcı idi ve Hazreç bu konuşma sonucu ikna oldu.

Bu gelişme üzerine Ebu Bekir, aralarında oturmakta olduğu Ömer ve Ebu Ubeyde’nin ellerini tutup havaya kaldırdı ve Ensar’a; "Bu Ömer, bu da Ebu Ubeyde; hangisini isterseniz ona bey’at ediniz” dedi ve onları cemaat halinde kalmaya davet edip parçalanmaya karşı uyardı.

Ömer bu arada kopan gürültüyü ve boş konuşmaları duyunca ihtilaftan korktu ve yüksek sesle: "Ebu Bekir uzat elini ki sana bey’at edeyim" dedi. Ebu Bekir (r.a.) elini uzattı, Ömer ona bey’at etti ve şöyle söyledi: "Allah Rasulü (s.a.v.) senin Müslümanlara namaz kaldırmanı emretmedi mi, ey Ebu Bekir? Sen Allah Rasulü’nün Halife’sisin. Biz sana bey’at ediyoruz. Kalkın, Rasulullah (s.a.v.)'in hepimizden çok sevdiği, hepimizden daha hayırlı olan Halife’ye bey’at edelim.” Sonra Ebu Ubeyde Ebu Bekir’e elini uzatıp ona bey’at etti ve şöyle dedi:

"Sen şüphesiz muhacirlerin en faziletlisisin, Allah Rasulü’nün (s.a.v.) mağaradaki arkadaşısın. Allah Rasulu (s.a.v.)'in namazdaki Halife’si, Müslümanların dinindeki en faziletli insansın. Kim bu hususlarda senden önde gelebilir veya bu işin başına senden önce geçebilir?"

Beşir b. Sa'd da hemen Ebu Bekir’e bey’at etti. Bu olayın ardından Evs'in lideri Useyd b. Hudayr, Beşir b Sa'd'ın yaptığına şaşkın şaşkın bakmakta olan kavmine dönerek şöyle dedi: “Vallahi bir kerecik de olsa Hazreçliler üzerinizde velayet sahibi olursa bilin ki onlar size karşı üstünlüğü hep ellerinde tutarlar da size bundan hiç bir nasip bırakmazlar. Kalkın Ebu Bekir’e bey’at edin.” Evs kabilesinden olanlar kalkıp Ebu Bekir'e bey’at ettiler. Hatta öyle oldu ki Saide oğullarının sakifesi (toplantının yapıldığı avlu) kalabalıktan doldu taştı.

İşte böylece sakife bey’atı, Allah Rasulü (s.a.v.)'in cesedi henüz kefenlenmeden ve defnedilmeden tamamlanmış oldu. Bey’at tamamlandıktan sonra sakifeden dağıldılar. Ertesi gün Ebu Bekir Mescide gelip oturdu. Ömer (r.a.) ayağa kalktı ve Rasulullah (s.a.v.)'in ölmediğini ifade eden sözlerinden dolayı Müslümanlardan özür diledikten sonra şöyle dedi:

"Allah, size Rasulü’nü kendisiyle hidayete erdirdiği Kitabını emanet olarak bıraktı. Eğer o Kitaba sarılırsanız onunla peygamberine hidayet verdiği gibi Allah size de hidayet verecektir. Şüphesiz Allah sizin aranızda en hayırlı olan Rasulullah'ın arkadaşı, mağarada olduklarında ikincinin ikincisi olan kişi etrafında sizin söz birliğinizi gerçekleştirdi. Haydi kalkınız bey’at ediniz."

Mescidde bulunanlar hep birden Ebu Bekir’e bey’at ettiler. Böylece bey’at tamamlandı. Ebu Bekir bey’atın ardından ayağa kalkıp Halife olarak ilk hutbesini irad etti.
 

HUSEYIN SASMAZ

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eyl 2009
Mesajlar
1,204
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
60
"Ey insanlar! Ben en hayırlınız olmadığım halde sizin yönetiminiz bana verildi. Eğer güzel icraatlarda bulunursam bana yardımcı olunuz. Kötü icraatlarda bulunursam beni düzeltiniz. Doğruluk emanet, yalan ise hıyanettir. Sizden zayıf olan, Allah'ın izni ile hakkını alıncaya kadar benim katımda güçlüdür. Sizden güçlü olan kendisinden Allah'ın izni ile ondaki hakkı alıncaya kadar benim yanımda zayıftır. Allah yolunda cihadı terk eden bir toplum üzerine Allah ancak zillet yazar. Hangi toplumda fuhuş yayılırsa Allah onları belalara boğar. Allah ve Rasulü'ne itaat ettiğim sürece bana itaat ediniz. Allah ve Rasulü'ne karşı gelirsem sizin bana itaat yükümlülüğünüz yoktur. Kalkın namazınızı kılın, Allah size merhamet etsin.” [9]

İşte Ebu Bekir'in Halife seçilişinin sonra da ona bey’at edilme olayının özeti budur. Ensar ve Muhacirin Halife seçimindeki ihtilafı Hilâfet için her iki taraftan adayların gösterilmesinden kaynaklanıyordu. Ebu Ubeyde ve Beşir b. Sa'd'ın konuşmalarından sonra tercih edilen görüş Muhacirden birinin Halife seçilmesi yönündeydi. Bu görüş sahipleri Ebu Bekir üzerinde yoğunlaştı. Orada bulunanlardan Sa'd b. Ubade hariç geri kalan herkes Ebu Bekir'e bey’at ettiler. Bu nedenle sakifede gerçekleşen bey’at in'ikat bey’atı konumunda idi. Ertesi gün mescidde yapılan bey’at ise itaat bey’atı idi.

Ebu Bekir'in Halifeliğe getirilişindeki bu uygulamalarda şu hususlar görülmektedir: Devletin merkezi olan Medine-i Münevvere halkından bir kısmı toplandılar, bazen birbirlerine dil uzatarak da olsa tartıştılar. Hilâfet makamını üstlenmesi için Sa'd, Ebu Bekir, Ömer ve Ebu Ubeyde'yi aday gösterdiler. Daha sonra görüşler Ebu Bekir Üzerinde yoğunlaştı ve ona bey’at edildi.

2- Halife kendiliğinden veya Müslümanlardan gelen bir istek üzerine ölümünün yaklaştığını anladığında hal ve akd ehli veya Müslümanların ileri gelenleri ile istişarede bulunup kendisinden sonra Halife olması için birini belirleyip tavsiye edebilir. Halife’nin ölümünden sonra Müslümanlar kendilerine Halife olması için o kişiye bey’at edebilirler. Söz konusu kişi bir önceki Halife’nin tavsiyesi ile değil ancak Müslümanların kendisine bey’atı ile Halife olabilir. Ebu Bekir (r.a.) hastalığı ağırlaştığında Ömer'i yerine tavsiye etti. Zira Ebu Bekir öleceğini anlayınca, sahabeyi topladı ve şöyle dedi:

"Başıma geleni hepiniz görüyorsunuz. Bu hastalıktan kurtulabileceğimi zannetmiyorum. Allah bundan sonra ellerinizi benim bey’atımdan çözmüş, sizi serbest bırakarak işinizi size havale etmiştir. Siz kendinize sevdiğiniz bir kişiyi emir olarak tayin ediniz. Eğer onu ben daha hayattayken emir seçerseniz bu, benden sonra ihtilafa düşmemeniz için daha iyi olur."

Ancak Müslümanlar Ebu Bekir'in yerine geçecek kişi üzerinde uzlaşamadılar. Ebu Bekir'e gelip şöyle dediler: "Ey Allah'ın Rasulü’nün Halife’si! Senin görüşün bizim görüşümüzdür." Bunun üzerin Ebu Bekir şöyle dedi: "Sanırım ayrılığa düşeceksiniz." Onlar; "Hayır" dediler. Ebu Bekir: “O halde Allah adına razı olacağınıza dair söz veriyor musunuz?” Onlar da; "Evet" dediler. Ebu Bekir: “Öyleyse bana biraz süre tanıyın. Allah için, onun dini için ve kulları için düşünüp karar vereyim” dedi.

Bu olay Müslümanlar adına Halife olacak kişiyi seçmesi için Ebu Bekir'e verilmiş son derece açık bir yetki anlamındadır. Ebu Bekir sahabenin ileri gelenlerinin akıllarından geçeni ve her birinin Hilâfeti yüklenmeye istekli olduğunu hissediyordu. Bu nedenle onlardan verdiği karara uyacaklarına ilişkin bir ahit aldı. Yetkiyi alan Ebu Bekir Sahabenin ileri gelenlerinden olan Abdurrahman b. Avf, Osman b. Affan, Saîd b. Zeyd, Üseyd b. Hudayr ile gizli istişarelerde bulundu. Ebu Bekir'in zihnini meşgul eden iki isim vardı Ömer ve Ali. Sonuçta Ömer üzerinde kararı kesinleşince halkı toplayıp onlarla açıkça istişare etmek için evinin penceresinden dışarı uzandı. Bu sırada eşi Esma bint Umeys düşmesin diye kendisini tutuyordu; konuşmasına şöyle başladı:

"Başınıza Halife olarak seçeceğim kişiden razı olacak mısınız? Vallahi görüş bildirerek yapabileceğimi yaptım ve yakınlarımdan birini seçmedim." Müslümanlar; "Evet, kabul ediyoruz, ona razı olacağız" dediler. Ebu Bekir devamla şöyle söyledi:

"Ben Ömer'i kendimden sonra Halife olarak bırakıyorum. onun sözünü dinleyip itaat edin.” Müslümanlar: "Sözünü dinleyip itaat edeceğiz" dediler. Ebu Bekir bunun üzerine Ellerini havaya kaldırdı ve şöyle dedi: "Allah'ım ben böyle yaparak ancak onlar hakkında hayırlı olanı diliyorum. Başlarına bir fitne gelmesinden korktum. Onlar için senin hakkıyla bildiğin şeyi yaptım. Bu işte onlar için ictihatta bulundum. Onların başına onların en güçlüsünü ve onları doğru yola iletmeyi en çok gözeteceğine inandığım kişiyi seçtim."

İnsanlar Ebu Bekir'in bu duasını duyunca daha da rahatladılar ve güvenleri daha da arttı.

Ebu Bekir’in ölümünden sonra Ömer mescide gitti Müslümanların hepsi Talha da dahil olmak üzere ona bey’at ettiler. Sabah namazından, Öğle namazına kadar mescidde kalıp bey’atları kabul etti. Öğle namazında mescid ağzına kadar dolmuştu. Ömer minbere, Ebu Bekir'in hitab ettiği basamağın bir altında olarak Allah'a hamd ve sena, Rasulüne salat ve selam getirdi, Ebu Bekir'I, faziletini yad ettikten sonra şöyle konuştu:

"Ey insanlar! Ben ancak sizin gibi bir insanım. Rasulullah'ın Halife’sinin emrini geri çevirmeyi kerih görmeseydim bu yönetim işini üstlenmezdim." Sonra yüzünü göğe kaldırarak şöyle dedi: "Allah'ım, ben çok sert muamele eden bir insanım, beni yumuşak huylu kıl. Allah'ım ben çok zayıfım, beni güçlü kıl, Allah'ım ben çok cimriyim beni cömert kıl." Kısa bir süre konuşmasına ara verdikten sonra konuşmasına şöyle devam etti:

"Allah sizi benimle, beni de sizinle imtihan ediyor. İki dostumdan sonra aranızda beni alıkoydu. Allah'a yemin ederim ki, sizin (yönetim) işinizden bir şey bana getirilir de onu benden başkası üstlenirse, o iş benim huzurumda olmazsa bile yine de ben o iş hakkında adil davranmaktan, emanete riayet etmekten uzak durmayacağım. Eğer insanlar iyilik yaparlarsa onlara iyilikte bulunurum, eğer kötülük yaparlarsa mutlaka hakları olan cezayla onları cezalandırırım.” Minberden inip cemaate namaz kaldırdı. Mescidde Müslümanların Ömer'e (r.a.) yaptıkları bey’at in'ikad bey’atı idi. Bu bey’atla kendisine itaat Müslümanlara farz oldu.

Aslında Ömer (r.a.)'ın Halifeliği ve kendisine itaatın farz olması Ebu Bekir'in onu tavsiye etmesi ve Hilâfet için aday göstermesi ile değil ancak mescidde bulunan Müslümanların kendisine bey’atları ile gerçekleşmiştir.

Bu uygulama incelendiği zaman, Ebu Bekir'in Halife seçilişi ile Ömer'in Halife seçiliş yöntemi arasında bir fark bulunduğu görülür.

3- Halife ölüm döşeğindeyken kendi iradesi ile veya Müslümanların isteği ile Hilâfet’e uygun bir guruba Halife’nin ölümünden sonra aralarından birini istişare yolu ile üç gün geçmeden seçmelerini tavsiye edebilir. Üç günü geçmeyen bir sürede Halife seçilen kişi bu gurubun ittifak ettiği bir üslûpla Müslümanlara duyurulur ve onun için Müslümanlardan bey’at alınır. Bu kişi, tayin edilmiş bir heyetin kendisini seçmesinden dolayı değil Müslümanların bey’atı ile Halife olur.

Ömer (r.a.) hançerlendiğinde Müslümanlar ona gelip kendisinden sonra yerine geçecek birini tavsiye etmesini istediler. O şöyle cevap verdi: "Kimi tavsiye edeyim? Ubeyde b. el-Cerrah sağ olsaydı onu tavsiye edebilirdim. Sebebini Rabbim bana sorsaydı Rabbime şöyle cevap verirdim: Allah'ım senin Peygamberinin: "Bu ümmetin emini Ubeyde b. el-Cerrah'tır" dediğini duydum derdim. Eğer Ebu Ubeyde'nin azatlı kölesi Salim sağ olsaydı onu da yerime Halife olarak bırakırdım. Rabbim bunun sebebini sorsaydı ya Rabbi, Peygamberinin "Salim Allah'ı çok seviyor dediğini işittim" bu nedenle onu Halife olarak yerime bıraktım derdim."

Müslümanlardan biri oğlun Abdullah'ı tayin etsene! dedi. Bunun üzerine Ömer (r.a.) şöyle dedi: "Allah seni öldürsün. Vallahi Allah'tan bunu dilemedim. Yazıklar olsun sana karısını boşama cesaretini bile gösteremeyen bir erkeği ben size nasıl Halife olarak bırakırım? Bizim sizin işlerinize de ihtiyacımız yoktur. Ben, bu işten memnun kalmadım ki aile halkımdan herhangi bir birisinin de bu işin başına gelmesini isteyeyim. Eğer bunda bir hayır varsa o hayır bize zaten ulaşmıştır. Eğer hakkımızda bir şer söz konusu ise Ömer'e ve ailesine aralarından bir kişinin hesaba çekilmesi ve Muhammed ümmetinin işlerinden sorgulanması yeterlidir. Bana gelince biliyorsunuz nefsimi çok zorladım. Ailemi çok şeyden mahrum bıraktım. Eğer hesabım denk çıkarsa bundan dolayı günah da ecir de kazanmazsam; hiç şüphesiz mutlu bir kimseyim demektir."

Ömer'in bu konuşmasının üzerine yanındakiler Ömer'i düşünmesi için yalnız bıraktılar. Bir müddet sonra yanına gelerek ondan Müslümanların çıkarlarını gözeterek uygun birini yerine tavsiye etmesini istediler. Ömer (r.a.) onlara şöyle dedi:

"Allah Rasulü (s.a.v.) ölürken kendilerinden razı olduğu kişilere uyun, Allah Rasulü (s.a.v.) onlar hakkında: Onlar cennet ehlindendir demiştir. Bunlar Ali b. Ebu Talip, Osman b. Affan, Sa'd b. Ebî Vakkas, Abdurrahman b. Avf, ez-Zübeyr b. Avvam, Talha b. Ubeyydullah’tır. Abdulah b. Ömer de onlarla beraber olsun. Fakat onun görüş hakkı vardır. Hilâfette hiç bir hakkı olamaz.”

Ömer onlara bir Halife seçmelerini tavsiye etti ve onlara üç gün süre tanıdı. Onlara uzun bir konuşmadan sonra şöyle söyledi: "Eğer bu arada ölürsem üç gün istişarede bulununuz. Süheyb namazları kıldırsın. Sakın kendi aranızda birini emir seçmeden dördüncü güne girmeyin.” Sonra Ensar'dan Ebu Talha'yı toplantıya katılanların korunması için görevlendirdi. Tespit ettiği heyeti çalışmaya başlamaları konusunda teşvik etti. Ebu Talha'ya şöyle dedi:

"Ey Ebu Talha! Madem ki Allah sizinle İslâm’ı güçlendirdi. Sen de Ensardan elli kişiyi seç. Tavsiye edilen kişilerin aralarından birini Halife seçmelerini sağla." Ayrıca el-Mikdad İbnü'l Esved'e de toplantı yerini temin etmesini söyledikten sonra şöyle dedi:

"Beni kabrime koyduğunuzda o dediğim cemaatı bir evde topla. Ta ki kendi aralarından birini seçene kadar." Diğer yandan Suheyb'e toplantıyı gözetip kollamasını emredip şöyle dedi: "Sen üç gün boyunca Müslümanlara namaz kaldır. Bu cemaata Ali'yi, Osman'ı ez-Zübeyir'i, Sa'd'i, Aburrahman b. Avf'ı ve gelirse Talha'yı al. Abdullah b. Ömer'i de yönetimden hiç bir hakkı olmasızın orada bulundur ve başlarında dur. Eğer beş kişi görüş birliğine varıp, birisini beğenip seçerlerse, birisi de kabul etmeyecek olursa o birisinin kafasını kılıçla vur. Eğer dört kişi aralarından birisinden razı olur da geri kalan ikisi karşı çıkarsa her ikisinin de başını vur. Eğer onlardan üçü birisini diğer üçü de diğerini seçerlerse Abdullah b. Ömer'i hakem tayin et. Hangi grubun lehine şehadet ederse onlar aralarından birini seçsinler. Eğer Abdullah b. Ömer'in hükmüne razı olmazlarsa Abdurrahman b. Avf'ın bulunduğu tarafla beraber olun. Geride kalanlar, insanların üzerinde icma ettiğinden kaçınırlarsa onları öldürün.” Daha sonra da kendisi vefat edinceye kadar Hilâfet konusunu araştırmamalarını istedi.

Ömer'in defninden sonra Medine dışında bulunan Talha hariç isimlerini saydığı sahabe bir araya toplandı. Rivayete göre toplantılar Aişe'nin evindeydi ve Abdullah b. Ömer de oradaydı. Ebu Talha el-Ensariyi kendilerini koruması için görevlendirdiler. Toplantıya katılacaklar tamamlandığında Abdurrahman b. Avf: "Hanginiz kendi nefsini bu işten çeker ve bu işe en efdal olanı seçmeyi üzerine alır?” diye sordu. Yani kim Hilâfet hususundaki hakkından vazgeçip herkesin kendini hakem, kabul etmesi şartı ile aramızdan birini Halife seçer dedi. Bu söz üzerine herkes sustu, kimse bu çağrıya cevap vermedi. Bunun üzerine Abdurrahman; "Ben adaylıktan çekiliyorum" dedi. Bunun üzerine Osman (r.a.) şöyle dedi:

"Ben senin birimizi seçmene razıyım. Çünkü Rasulullah (s.a.v.)'i şöyle derken işittim: "Yerde emin olan gökte de emindir” dedi.” Ez-Zübeyir ve Sa'd; "Biz de razıyız" dediler Ali (r.a.) ise sustu. Abdurrahman "Sen ne diyorsun ya Eba Hasan?" diye Ali (r.a.)’ye sorduğunda, Ali (r.a.): “Hakkı seçeceğine, heva ve hevesine uymayacağına, akrabalarını gözetmeyeceğine, ümmeti umursamazlık yapmayacağına dair bana ahit verir misin?” diye sordu. Abdurrahman şöyle cevap verdi: "Sözünden dönene karşı benim yanımda olacağınıza ve benim sizin için seçtiğim kişiden razı olacağınıza söz veriyor musunuz? Eğer söz verirseniz bu işte akrabayı gözetmeyeceğime ve Müslümanları önemsememezlik etmeyeceğime dair Allah'a söz veriyorum."

Abdurrahman onlardan söz aldığı gibi kendisi de onlara söz verdi. Sonra onlardan her biri ile ayrı ayrı istişareye başladı. Her birine "Eğer bu iş senden başkasına verilmiş olsaydı kimi tercih ederdin" diye soruyordu. Ali, “Osman” diye Osman ise, “Ali” diye cevap verirken Sa'd ve Zübeyr ise “Osman” dediler. Abdurrahman b. Avf (r.a.) daha sonra Medine'deki görüş sahiplerinin ve kadın erkek tüm Müslümanların görüşlerini almak üzere dışarı çıktı. Adaylardan hangisini başlarına Halife seçmek istediklerini sormadığı kadın-erkek kimseyi bırakmadı. İnsanlardan bir kısmı Ali (r.a.)'yi bir kısmı ise Osman (r.a.)'ı istiyorlardı. Kureyş'liler ise çoğunlukla Osman (r.a.)'ın yanında idiler.

Abdurrahman b. Avf bu istişare ve özel görüşmelerle herkesin görüşünü aldıktan sonra Müslümanları mescide çağırdı. Başında Allah Rasulü'nün sarmış olduğu sarığı ve kılıcını kuşanmış vaziyette minbere çıktı. Uzunca bir süre bekledikten sonra konuşmaya başladı ve şöyle söyledi: "Ey insanlar! Sizlere imamınız olmasını istediğiniz kişi hakkında açık ve gizli olarak danıştım. Bu iki insandan başkasını; Ali ve Osman istediğinizi görmedim." Sonra Ali 'ye dönerek; "Bana doğru gel ey Ali" dedi. Ali (r.a.) kalktı ve minberin yanında durdu. Abdurrahman elini tutarak ona: "Sen; Allah'ın Kitabı Rasulü’nün Sünneti Ebu Bekir ve Ömer’in yaptıkları üzere bana bey’at eder misin?” deyince, Ali; "Allah biliyor ya, hayır. Fakat bu hususta gücüm ve bilgime göre bey’at ederim. Yani ilmime ve gücüme göre Allah'ın Kitabı ve Rasulü’nün Sünneti üzere hareket edeceğime dair bey’at ederim. Ancak Ebu Bekir ve Ömer'in yaptıkları ile kendimi bağlı görmüyorum. Kendi görüşümle içtihat ederim” diye cevap verdi. Bunun üzerine Abdurrahman b. Avf Ali'nin elini bıraktı. Osman'a yönelip, "Ey Osman, kalk yanıma gel” dedi. Osman Abdurrahman'a yaklaştı, Ali gibi onun da elini tuttu. Ona: "Sen Allah'ın kitabı, Rasulü’nün Sünneti, Ebu Bekir ve Ömer'in yolu üzere bana bey’at eder misin?” diye sordu. Osman; “Allah biliyor ki evet” diye cevapladı. Abdurrahman eli Osman'ın elinde olduğu halde başını mescidin tavanına dikerek şöyle dedi: "Allah'ım sen duyuyor ve şahitlik ediyorsun. Ben omzumda olan emaneti Osman’ın omuzuna yüklüyorum.” Müslümanlar büyük bir izdihamla Osman'a bey’at etmek için heyecanlanıp harekete geçtiler. Hatta öyle oldu ki neredeyse Osman ayaklar altında kalıp bayılacaktı. Sonra Ali safları açarak geldi ve Osman'a bey’at etti. Böylece Osman (r.a.) 'ın bey’atı tamamlanmış oldu.

Osman'ın seçim şekli incelendiğinde bunun da Ebu Bekir ve Ömer'in seçimlerinden farklı olduğu görülür.

4- Halife’nin ölümünden sonra Müslümanların çoğunluğu yahut Müslümanları temsilen hal ve akd ehli veya mü’minlerin güç ve otorite sahipleri Hilâfet için en uygun kişiye gidip ondan Hilâfet görevini yüklenmesini isterler. O kişi de Müslümanların çoğunluğunun rızasını alarak onların bu teklifini kabul eder. Sonra Müslümanlardan açıktan açığa bey’at alır. Böylece Müslümanlardan alınan bu açık bey’atla o kişi için Hilâfet sözleşmesi yapılır ve ona itaat Müslümanlara farz olur.

Bir kişiden Hilâfeti yüklenmesinin istenmesi sadece onun Halifelik için aday olması ve Hilâfet’in ona teklif edilmesidir. Bu istek Hilâfet sözleşmesi anlamına gelmez. Ancak insanlar bey’at edince Hilâfet sözleşmesi gerçekleşmiş olur.

Bu seçim yöntemi üçüncü Halife Osman'ın asiler tarafından öldürülünce Ali'nin imam seçilmesi sırasında uygulanmıştır Osman asiler tarafından şehit edilince Medine beş gün Halife’siz kaldı. Bu beş günlük süre içerisinde asilerin başkanı olan el-Ğafiki b. Harb Medine'de emirlik yaptı. Asiler bu arada Ali'ye geliyorlar ve Hilâfeti ona vermek istediklerini söylüyorlardı. Ancak Ali onlardan kaçıyordu. Daha sonra Rasulullah (s.a.v.)'in ashabı Ali'ye geldiler ve şöyle dediler: "Osman öldürüldü. Müslümanlar için mutlaka bir imam gerekli. Bu gün bu işe senden daha çok hak sahibi ve Allah'ın Rasulüne (s.a.v.) daha yakın başka birini tanımıyoruz.” Ali: “Yapmayınız. Benim vezir olmam emir olmamdan daha hayırlıdır” dediği halde onlar; “Hayır Allah'a yemin ediyoruz ki sana bey’at edinceye kadar başka birşey yapmayacağız” dediler. Bunun üzerine Ali (r.a.): “Öyleyse bey’atım gizli değil, Müslümanların rızası ile herkesin gözünün önünde mescidde olsun” dedi. Abdullah b. Abbas: “Ben ona bir kötülük gelmesinden korktuğum için mescide gelmesinden hoşlanmamıştım. Ancak Ali bey’atın mescidde olmasında ısrarlıydı. Ali'nin mescide girmesi ile birlikte Muhacirler ve Ensar da mescide girdiler ve ona bey’at ettiler. Ümeyye oğullarından bazı kimselerin bey’at etmemelerine rağmen insanların çoğu da bey’at ettiler.”

Mescidde Ali b. Ebu Talib'e sahabelerin ve Müslümanların çoğunluğunca yapılan bu açık bey’atla Hilâfet sözleşmesi yapıldı ve bu sözleşme ile Müslümanların Ali'ye bey’atı farz oldu. Görüldüğü gibi Ali (r.a.)'ın seçim yöntemi de daha önceki üç Halife’nin seçim yönteminden farklı olarak gerçekleşti.

5- Hilâfet Devleti’nin varlığı durumunda, bu devlette istişarede ve yöneticilerin muhasebe edilmesinde ümmete vekalet eden bir meclis bulunur. Bu meclisin üyeleri Hilâfeti yüklenmeye ehil ve Hilâfet şartlarına sahip şahıslardan adaylar belirlerler.

Ümmet Meclisince belirlenen bu adayların isimleri Müslümanlara ilan edilip Halife’nin seçileceği gün belirlenir. Halife’nin seçilmesinin yöntemi Hilâfet Devleti’nin anayasasında benimsediği gibi ya doğrudan ümmetçe ya da ümmet meclisinin Müslüman üyelerince yapılır. İster ümmetçe, isterse ümmet meclisi tarafından seçilmiş olsun oyların çoğunluğunu alan kişi ümmete ilan edilir. Bilahare ümmet meclisinin Müslüman üyelerince seçilen adaya in’ikad bey’atı, ardından da Müslümanlarca itaat bey’atı ile ümmetin bey’atı gerçekleşmiş olur.

Müslümanların kendilerine Halife seçmek için takip etmeleri caiz olan saydığımız beş yol Hilâfet Devleti’nin bulunduğu ve İslâm’ın tatbik edildiği bir ortam için söz konusudur.

Ancak Müslümanlar bir Hilâfet Devleti’ne dolayısıyla Halife’ye sahip değilse ve üzerlerine küfür düzeni hakim ise ve küfür kanunlar tatbik olunuyorsa; -1924 yılında Hilâfet Devleti’nin yıkılmasından günümüze kadar gecen sürede olduğu gibi- bu durumda Müslümanlar ya da onlardan bir cemaat veya içlerinde güç ve kudret sahibi olarak Müslümanların yaşadığı bölgelerden bir ya da daha fazla bölgede İslâmi hayatı yeniden başlatmak ve Allah'ın indirdikleri ile hükmetmeye tekrar dönebilmek için otoriteyi ele geçiren ve küfür hüküm ve nizamları ile hükmeden yöneticiyi ortadan kaldırma durumuna gelince:

Bu durumda otoriteyi ele geçiren kişilerin yönetim ve sultayı yüklenmeye ehil ve in'ikad şartlarına sahip olan Müslüman bir kişiyi aday olarak belirlemeleri ve söz konusu bölgenin hal ve akd ehlini yahut halkın çoğunluğunu toplayarak onlardan Halife adaylarına bey’at etmelerini istemeleri caizdir. Hal ve akd ehli de Allah'ın Kitabı ve Rasulü’nün Sünneti üzere kendi rıza ve istekleri ile o kişiye bey’at ederler. Bu durumda bu bey’at ile o kişinin Halifelik akdi de tamamlanmış olur. Bu andan itibaren İslâm gecikmeden hemen kamilen uygulamaya konulur. Netice itibarı ile Hilâfet Devleti tekrar hayata kavuşur ve İslâm’ın hükümleri hayata hakim kılınarak o bölge Dar-ı İslâm’a çevrilmiş olur.

[1] Mümtehine: 12
[2] Feth: 10
[3] Buhari
[4] Buhari, 2320, 6670; Ahmed b. Hanbel, 17354
[5] Buhari, 6672
[6] Müslim, 3431; Nesei, 4120; Ebu Davud, 3707; Ahmed b. Hanbel, 6212, 6214
[7] Müslim, 3444
[8] Buhari, 3196; Müslim, 3429
[9] Taberi’de geçmektedir
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt