Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

HİCRET İLE İLGİLİ BİR MESELE... (1 Kullanıcı)

Siyahgulsevdalisi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Haz 2006
Mesajlar
2,046
Tepki puanı
0
Puanları
0
"Hicret" i Tarihi bir olayı kutlar gibi değilde, yolumuzun ve tebliğimizin ve hicretimizin Medine’ye yürüyenlerin yoluna uyup uymadığını kontrol etme, bir senelik yaptıklarımızın hesabı ve gelecek senenin programlanması olarak değerlendirmek gerekir"



Bütün takvim başlangıçlarına o takvimi kullananlarca, mühim ve mukaddes sayılan bir hadise esas alınır. Hicri takvimde de Hicret esas alınmıştır. Çünkü Hicret Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ve Ashabının (Radı yallahu Anh) dine hizmet etmek, İslam-ı daha iyi ve daha serbest yaşamak ve İslam devletini kurmak üzere Allah (Celle Celalühu)'ın izni ile Mekke-i Mükerreme'den Medine-i Münevvere’ ye göç etmesi olup İslam tarihinin bir dönüm noktası ve en önemli olaylarından biridir.



Hicret:

İkinci, Akabe Biatında Ensar’dan 2 si kadın olmak üzere 73 müslüman bulunuyordu. Bunlar yine aynı Akabe meydanında bir gece vakti Resullullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile tekrar buluştular. Bunlar yiğit, savaşçı, hazırlıklı ve koruyucu bir kavimdi. Dediler ki:



"Seni, gerçek ile yüklü olarak gönderen Allah'a (Celle Celalühu) yemin ederiz ki imanımız altında bulunan kimseler himaye ediyorsak seni de öyle koruyacağız."



Şüphesiz Medine’li bir avuç Müslümanın bütün dünyayı karşılarına almaları anlamına geliyordu. Mekkeli müşrikler bunlara düşman olacaklardı. Hatta komşu Yahudi kavimleri ile ilişkileri bozulacaktı. Bütün bunların karşılığında Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) en değerli varlıkları gibi koruyacaklardı. Hanımlarını çocuklarını korumak nasıl bir görevse artık Allah'ın Rasul'ünü korumakta onlar için görev oluyordu. Belki çoklarını karşılarına alıyorlardı amma onun karşılığında Allah (Celle Celalühu) yolunda Ensar olmak gibi ulvi bir sifata da sahip oluyorlardı. Kendilerine altından ırmaklar akan cennetler müjdelemişlerdir. Onlar artık en doğru yola ulaştıracak Allah Rasulu ile dost olmuşlardı. Dostların en iyisine dost sevgilerin en değerlisine sevgili olmuşlardır.



İkinci Akabe Biatı hicretin zeminini iyice sağlamlaştıran bir dönüm noktasıdır. İşte Mekke’de ki müslümanların Medine’ye çıkıp gideceklerini anlayan Mekke Müşrikleri birbirlerini kışkırttılar ve yaptıkları işkenceleri büsbütün şiddetlendirdiler. Daha önce bu işkence sebebiyle Habeşistan’a göç etmişti. Fakat şimdi yapmadık işkence bırakmadılar.



Müslümanlar bu dayanılmaz işkencelerden Mekke'de oturamayacak hale gelince durumlarını Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'e arz ettiler. Hicret için izin istediler.



Hz. Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onlara Medine’ye Hicret etmelerini emretti. Medine Habeşistan’a göre çok daha yakın ve ulaşım imkanları daha fazlaydı. Deve yürüyüşü ile 10-15 günde Medine’ye gidebiliyordu. Ve imkan bulan müslümanlar Medine’ye hicrete başladılar.



Müslümanlar gönüllerinde, sevinçle hüzün karışık bir duyguyla yola düşüyorlar. Anadan, atadan, yardan, öz vatandan Mekke’den ayrılmak kolay değil elbette... Hicret eden bu Müslümanlara Medine’li Müslümanlar kapılarını ardına kadar açarak onları seve seve misafir ediyorlardı. Hatta onları kardeş olarak kabul edip ekmeklerine yemeklerine evlerine dahi ortak yapmışlardı. Bundan sebep onlara ENSAR yardım edenler denmişti.



Mekke’li müslümanlar ise sırf İslamı yaşamak ve İslama hizmet etmek için bütün mallarını Mekke’de bırakmışlar ve fakir bir durumda Medine’ye gelmişlerdir. Bunlara MUHACİR denmektedir.



Muhammet Mustafa (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir Mekke’li müslümanı bir Medine’li müslümana kardeş yaptı, Medine’li müslümanlarda bu teklifi memnuniyetle karşıladılar ve müslüman kardeşlerini bağırlarına bastılar.

Hiçbir maddi menfaat veya ırk taassubuna dayanmayan bu kardeşlik müessesesi dünya tarihinde yalnız Medine’de bu şekilde tesis edilmiştir.



Müslümanlardan bir kısmı Habeş diyarına gitmiş bir kısmı da Medine’ye hicret etmiştir, köle olan veya mahpus bulunan müslümanlardan başka sadece Hz. Ebu Bekir (Radıyallahu Anh) ve Hz. Ali (Radıyallahu Anh)dan başka kimse kalmamıştır. Bir de varlık sebebimiz Hz. Muhammed Mustafa (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Peygamberliğinin onüçüncü senesi gözlerini Safa tepesine çevirmiş öylece duruyor. On yıl önce yakın akrabalarını İslam'a davet için bu tepeye çıkışını Haşimoğulları’na seslenişini düşünüyor ve zamanın neleri götürdüğünü Sevgili eşi Hatice (Radıyallahu Anh’a) validemizi ve en önemli dayanağı olan amcası Ebu Talip'i düşünüyor. Ahiret Aleminde görüşmek üzere kendisi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) veda edip gitmişler. Ardlarında büyük acılar bırakan bu gidiş koca seneye hüzün yılı adını verdiriyor. Mekke başka bir Mekke sanki ve Rasullah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) gönlünde yeşeren başka bir özlem gitgide büyüyen başka bir arzu Medine.

Hz.Ebu Bekir (Radıyallahu Anh) sık sık hicret için izin istedikçe:



Hele acele etme bakalım Mevla (Celle Celalühu) Sana, bir arkadaş hazırlamışdır. Hz. Ebu Bekir (Radıyallahu Anh) Peygamberimiz’e yol arkadaşı olmayı umuyorum.



Hz. Ebu Bekir (Radıyallahu Anh) hicret için hazırlanıp yine izin isteyince Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) :

Sen sabret bana da (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hicret için izin verileceğini umuyorum. Bunun üzerine Ebu Bekir (Radıyallahu Anh) çok sevindi. İki deve satın alarak onları dört ay besledi.



Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kafasına göre gidemezdi. Hicretin şartları oluşmadan hicret eden Yunus (Aleyhisselam) Rabbimiz tarafından uyarılmış ve Peygamberimiz’e de (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) "Rabbinin hükmüne sabret balık sahibi Yunus gibi olma (1) buyurmuştu.



Darrünnedve'de alınan ölüm kararı:

Mekkeli müşrikler her türlü baskıyla Peygamberimiz’i vazgeçirememişlerdi. Müslümanlar Medine’de toplanarak bir kuvvet haline gelmişlerdi.Peygamberimiz’in de (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) birgün onların yanına gidip başlarına geçeceğini ve kendilerine karşı savaş açacağını düşünerek telaşlandılar.



Bunun üzerine Kureyş müşrikleri bu durumu görüşmek ve Peygamberimize ne yapacaklarını kararlaştırmak üzere Darunnedve'de toplandılar, öteden beri önemli işlerini burada görüşürlerdi. Değişik görüşler ortaya atıldı. Hiçbiri kabul edilmeyince, azili, İslam düşmanı Ebu Cehil atılarak: Bana göre O'nu öldürmekten başka çaremiz yoktur. Bunun içinde her kabileden, güçlü, kuvvetli soylu birer delikanlı seçelim. Herbirine birer keskin kılıç verelim. Muhammed’i (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) pusuya düşünerek bir adamın vuruşu gibi hepsi birden vurup öldürsünler bizde O'ndan kurtulmuş oluruz. Böylece kan davası bütün kabilelere dağılır. Abdi Men’af oğulları ise bütün kabilelerle başedemez diyet almaya razı olurlar bizde diyetini veririz! dedi. Bu görüş kabul edildi ve toplantı dağıldı.Bazı Siyer kitaplarında bu öldürme kararının alınması şeytanında bir arap şeyhi kıyafetinde katıldığı belirtilmektedir...



Zaten İslamın aleyhine oynanan bütün oyunlarda şeytan İslam düşmanlarıyla beraberdir, onların küfür öğüdünü verir. Ve onların baş yardımcısıdır. Fakat müslümanında yardımcısı Hz. Allah’tır (Celle Celalühü). Kafirler bu kararı aldılar lakin öldürmeyi planladıkları herhangi biri değil Allah’ın Rasulu (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) idi.



Cebrail (Aleyhisselam) onların oyununu Peygamberimiz’e bildirdi ve hicret emrini vahyetti.

O günü gecesi herbir kabileden seçilmiş olan bu kiralık katiller Rasulullaha (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) suikastte bulunmak için evinin önünde toplanıp etrafı sarmışlar ve uyumasını beklemeye başlamışlardı. Bu arada Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Ali (Radıyallahu Anh), kendi yatağına yatırmıştı. Kendine teslim edilen emanetleri Hz. Ali (Radıyallahu Anh)'ye verip onları sahiplerine verdikten sonra O’ nun da hicret etmesini emir buyurmuştu.



Dışarıda bekleşenler kuş uçsa öldürmeye hazır. Değil kapıdan çıkmak nefes almak bile zor. Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) mübarek dudaklarında Yasin-i Şerif durmadan okuyordu.



" Ve biz onların önlerine bir duvar , arkalarına bir duvar çektik. Öylece onları sarıverdik. Artık onlar göremezler" (2).

Kapıyı açtı bir avuç toprak aldı ve bekleşenlerin üzerine serpti. Sonra aralarından çıkıp gitti. Ne gören oldu ne anlayan. Sonra bir ikayla kendilerine geldiler, içeri daldıklarında Hz. Ali’den başkasını bulamadılar.



"Ve hani bir zaman kafirler seni, tutup bağlamak veya seni öldürmek veya seni sürüp çıkarmak için tuzaklar kuruyorlardı. Ve onlar hile yaparlar Allah (Celle Celalühu) onların hilelerini boşa çıkarır. Hz. Allah (Celle Celalühu) Mekredenlerin hayırlısıdır.(3)



Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) beraber hicret etmek üzere, Hz. Ebu Bekir’in evine gitti. Beraberce hicret edeceklerdi. Hz. Ebu Bekir (Radıyallahu Anh) uzun zamanıdır, bu anı bekliyordu sevinçten ağlamaya başladı. Bu ne büyük şerefti. Kısa sürede tamamlanan hazırlıktan sonra yola koyuldular. Sevr dağına doğru Mekke’nin güney batısına Peygamberimiz (Sallahlahu Aleyhi ve Sellem) taktik uyguluyordu. Çünkü Mekkeliler, Peygamberimiz (Sallalla-hu aleyhi ve Sellem) hicret edecek olursa bir kısmı, İslamı kabul etmiş olan Medine’ye gideceğini pekala tahmin edebilirlerdi. Bunu düşünerek kuzeydeki Medine yoluna değilde Mekke’nin güneybatısına düşen Sevr dağına hareket etti. Ayak izleri belli olmasın diye pabuçlarını çıkarıp yalın ayak yüremek zorunda kaldı bu şekilde yürümekten Rasulullah’ın ayakları açıldı, incindi.



Hz. Ebu Bekir, (Radıyallahu Anh) Peygamberimiz’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kah önünde kah arkasında.

Ya Ebu Bekir (Radıyallahu Anh) niçin böyle yapıyorsun ?



Hz. Ebu Bekir (Radıyallahu Anh) önünüzü arkanızı gözetlemek sizi korumak için dedi. Gece karanlığında Sevr mağarasına ulaştılar. Mağarada haşerat , akrep, yılan gibi zehirli hayvanlar olabilir diye önce Ebu Bekir (Radıyallahu Anh) girdi eliyle yokladı, delikleri izarını yırtıp tıkadı ve Rasulullah’ı (Sallallahu Aleyhi ve Sellem ) içeri öyle soktu.



Bir zamanlar Varak bin Menfel, Ey Muhammed keşke halkın seni Mekke’den çıkaracağı zaman seninle olsaydım.

Halkım beni çıkaracak mı?



-"Peygamberlik vazifesi yüklenen hiç kimse yoktur ki halkı, O’na düşman olmasın. Şayet o güne yetişirsem sana yardım ederim." Şimdi Varaka yoktu. Amma Ebu Bekir vardı (Radıyallahu Anh). Samimi sadık ve sevgili dost.



Ve gün doğarken Mekke üstüne, Mekke’ de Rasul yoktu. Mekke mahzun, gün mahzun. Tabi ki günün ilk ışıklarıyla birlikte bu mahzunluk yerini kargaşa ve şaşkınlığa bıraktı. Peygamberimizin (Salllalahu Aleyhi ve Sellem) ölüm haberini bekleyen müşrikler Mekke’den ayrıldığını duyunca çılgınlaştılar. Ödül üstüne ödüller koydular .Kim Muhammed’i (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ölü ya da diri olarak getirirse Mekke’nin en zenginlerinden olacaktı. Seferber oldular, silahlandılar hazırlandılar atlarına atlayıp yollara düştüler. Öyleleri var ki havadaki kuşun izini dahi sürebilir. Bu işi mutlaka halledecekler bulabilecekleri muhtemel heryeri aramaya başladılar.



Hatta Sevr mağarasına kadar geldiler. Bundan önce bir örümcek kendine has geometrik şekillerle mağaranın ağzını örüyor. Sonrada dağ güvercini gelip yuvasını kuruyor ve yavrusunu bırakıyor. Sanki bu mağaraya yıllardır girilmemiş görünümünde halbuki iki dost içeride. Az önce girmiş müşriklerin seslerini işitiyorlar.



Biri diyor; Vallahi aradığımız şu mağarada. ileriye geçmemiştir. Şuraya kadar ayak izleri var ondan sonra nereye bastığını bilmiyoruz. Şurada iz kesildi dedi. Mağaranın ağzına da örümcek ağını, güvercin yuvasını gördüklerinde büsbütün şaşırdılar. Öyle ya bunlar nereye gittiler. İzler burada bittiğine göre mağaraya girmiş olmalılar. Mağaraya girseler örümcek ağı bozulur, güvercin kaçardı. Uçtular mı acaba? Yoksa akıllarını mı oynatıyorlardı?



Bazıları mağaranın içine bakalım deyince, Umeyye b. Halef; sizin hiç aklınız yok mu? mağarada ne işiniz var, vallahi benim kanaatıma göre bu örümcek ağı Muhammed doğmadan öncesine aittir, dedi.



Hatta rivayet olunur ki: Şeytan insan suretinde bu mağaraya giriniz oradalar deyince;

Ebu Cehil, örümcek ağını görmüyor musun hangi mantıkla böyle diyorsun?



Şeytan;

Siz anlamazsınız bu işleri beni dinleyin diyorum size.

Ebu Cehil şeytana okkalı bir tokat patlatarak, Mekke'ye döndüğümüzde bizimle dalgamı geçirteceksin diyor. Şeytan'da bir kere doğruyu söyledim ondan da sopa yedim der.



Ebu Bekir (Radıyallahu Anh) içeride korku içinde, eğilerek baksalar görecekler diye telaşlanıyor. Ben öldürülsem nihayet bir tek kişiyim ölür giderim, Amma ya Rasulallah, sana bir şey olursa o zaman bir Ümmet helak olur gider diyordu. Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), ya Eba Bekir, iki kişinin üçüncüsü Allah (Celle Celalühu) olursa akıbetin ne olacağını (yani yakalanmayacağımızı) sanıyorsun? buyurdu.

Velhasıl ne eğilip baktılar, ne de mağaraya girdiler, gerisin geriye defolup gittiler.



Tabii ki insan hayrete düşüyor. Bu günkü şartlarda bile Sevr dağının dibinden mağaraya bir saatte çıkılabiliyor ki, patika yollardan yapılmış. Arkadaş grubuyla sevr mağarasına çıktığımızda kan ter içerisinde kaldık. Oradan Mekke’yi kuşbakışı seyrederek, Peygamberimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hicretini düşünmüştüm. Kafirler Resulullah’ı (Sallalahu Aleyhı ve Sellem) adım adım takip etmelerini, o kadar yol yürüdükten sonra değil mağaraya girip bakmayı, karınca deliği bile olsa mutlaka gireceklerini düşündüm. O güzel Allah (Celle Celalühu) ' ımız, O iki dostunu koruyacak ya, adeta müşriklerin gözünü kör etti, mağaraya girme arzusunu vermedi. Ve yine o mübarek mekanda Sevr dağının tepesinde düşündüm ki;



Habibine (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) çok kısa bir zaman da Mescid-i Aksa'ya, oradan yedi kat gökleri cenneti cehennemi gezdirip getiren Hz. Allah (Celle Celalühu), istese Habibi’ni (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) göz açıp kapayıncaya kadar Medine’ye götüremez miydi? Elbette götürebilirdi. Amma, sıkıntılar çekildi, korkulu anlar yaşandı. Hatta ayakları parçalandı kanlar içinde kaldı. Bu yolda, İslam davası yolunda.



Demek ki yata yat olmaz, yorulmadan sıkılmadan korkular yaşamadan, alınlar terlemeden olmaz. Cennet bu kadar ucuz değil Sevr mağarası, dağın en tepesinde oradan öte başka gizlenecek yer yok. Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) oraya kadar birçok mağaralar var iken gidebileceği son noktaya kadar gidiyor oradan öte yol yok, kulun alacağı ondan başka tedbir yok. Ve işi Allah’a (Celle Celalühu) kalıyor, artık iş kolay.



Müşrikler mağaranın üstünde gezinecek kadar yaklaşmalarına rağmen örümcek ve güvercin ordusuyla Habibi’ni nasıl korudu. Bizler de tahammülümüzün son demine kadar gayret edersek kulluk noktasında elimizden geleni yaparsak Rabb'imizin (Celle Celalühu) emirlerine yapışıp nehiylerinden kaçınma noktasında takat düşmanımızın soluğunu ensemizde de hissetsek Rabbimiz bizi koruyacaktır.



Çünkü buda bir nevi bir hicrettir. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki;

Muhacir Allah'ın (Celle Celalühu) nehyettiğini terk edendir. Kahve köşelerinden cami saflarına gelmek hicrettir. İçki şişesini bırakıp zemzem bardağını almak hicrettir. Açık saçıklığı terk edip tesettüre bürünmek hicrettir. Terk edilen her nehiy bir nevi Allah’a (Celle Celalühu) hicrettir. Medine’ye hicret gibidir. Bu manada mutlaka herkesin kendi, ortamına göre hicreti olmalıdır. Nitekim Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) "Fitne zamanında ibadet , Bana hicret gibidir."



Bütün Medine Halkı'nın gözü yollarda, Sevgili Peygamberimiz’in yola çıktığını duyan herkesde bir bekleyiş. Acaba birşey mi oldu. Telaş ve korkuyla en yüksek yerlere çıkıp sabahtan akşama kadar bütün ufukları tarıyorlar. Nihayet birgün bir iş için evinin damına çıkmış bir yahudi bakıyor ki Hz. Muhammed’i (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) nurlara gark olmuş. Güneş ışığından daha parlak bütün ova sahraları nuruyla doldurarak haşmetli bir şekilde geldiğini görünce bütün vücudu titremeye sarsılmaya başlıyor. Takatsiz kalıp yüksek bir sesle :



Ey Müslümanlar müjdeler olsun size, beklediğiniz zat teşrif ediyor. Haydi ne duruyorsunuz?

Bu haber karşısında tüm Medine halkı yola akın etmeye başladı. Çoluk çocuk, genç-ihtiyar, hür, köle, tüm Medine halkı kadınlısı erkeklisi süsler içinde oldukları halde Efendimiz’i karşılamak için yollara döküldüler. Bera bin Azib diyor ki: "Medineliler’in Rasulullah’ın gelişine sevindikleri kadar, hiç birşeye sevindiklerini görmedim."

Ağlayanlar, sevinçten oynayanlar, şiirler methiyeler



Medine’nin veda yokuşu başından

Üzerimize ayın ondördü doğdu

Şükürker olsun, şükür bize vacip oldu.

Ey aramıza gönderilen

İtaat edilmesi gereken

Bir şeyle geldin

Geldin Medine’ye şeref verdin

Ey davetçilerin en hayırlısı hoş geldin.





DİPNOTLAR

1 Nuh Suresi, 48

2 Yasin Suresi, 9

3 Enfal Suresi, 33
 

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
RE: HİCRET İLE İLGİLİ BİR MESELE...

Allah Kuran'da "İnsanlar, 'iman ettik' diyerek, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar?" (Ankebut Suresi, 2) şeklinde buyurmaktadır.

Çünkü bir insanın sadece diliyle "ben iman ettim, Müslüman oldum" demesi, onun Allah katındaki ebedi kurtuluşu için yeterli olmayabilir. Allah'a karşı vermişolduğu bu sözün gerekliliklerini tüm yaşamı boyunca eksiksizce uygulamalıdır.

İman eden bir kimse Allah'tan başka bir ilah olmadığını kavramışve Rabbimize teslim olmuştur. Bu imanının bir gereği olarak hayatının her anında Rabbimizi herşeyden üstün tutmalı ve sadece O'nun rızası için çaba sarf etmelidir.

Allah Kuran'da insanların sınanmadan bırakılmayacaklarını haber verirken, işte insanın bu yükümlülüğüne işaret etmektedir: Bir insan, "ben iman ettim" dedikten sonraki hayatında, Allah'ın rızasını, rahmetini ve cennetini kazanabilmek için gerçekten herşeyi göze alabileceğini fiili olarak da göstermelidir. Allah'ın rızasını kazanabilmek için gerektiğinde dünya hayatının tüm nimetlerini geride bırakabilecek kadar güçlü ve üstün bir imana sahip olduğunu ortaya koymalıdır.

Allah Kuran'da insanların gerçekten iman edip etmediklerini ortaya çıkarmak için onları çok çeşitli olaylarla deneyebileceğini bildirmiştir. İşte Allah'ın bildirdiği bu "sınama"lardan biri, Peygamber Efendimizin hayatında en güzel örneklerinden birini gördüğümüz "hicret" olayıdır.

Peygamber Efendimiz ile birlikte hicret eden müminler, sırf Allah'ın rızasını kazanabilecekleri şekilde bir yaşam sürebilmek uğruna, sahip oldukları herşeyi geride bırakmış, evlerini ve yurtlarını terk etmişlerdir. Gösterdikleri bu ahlak, bu kimselerin Allah'a olan gönülden bağlılıklarının çok açık bir delili olmuştur. İnkar edenlerin, Allah'a kulluk etmemeleri yönündeki baskılarına boyun eğmemiş, Allah'ın hoşnutluğunu kazanabilmenin, dünya hayatında sahip oldukları maddi değerlerden çok daha önemli olduğunu bilerek hareket etmişlerdir. Peygamberimiz (sav) ve beraberindeki salih müminler Kuran ahlakını gereği gibi yaşayabilmek için, bu dünya üzerindeki her türlü rahatlığı terk etmeye razı olmuşlardır. Allah Kuran'da onların bu üstün ahlakını şöyle haber vermektedir:

Gerçek şu ki, iman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cehd edenler (çaba harcayanlar) ile (hicret edenleri) barındıranlar ve yardım edenler, işte birbirlerinin velisi olanlar bunlardır. İman edip hicret etmeyenler, onlar hicret edinceye kadar, sizin onlara hiçbir şeyle velayetiniz yoktur. Ama din konusunda sizden yardım isterlerse, yardım üzerinizde bir yükümlülüktür. Ancak, sizlerle onlar arasında anlaşma bulunan bir topluluğun aleyhinde değil. Allah, yaptıklarınızı görendir. (Enfal Suresi, 72)

İman ettiklerini söyledikleri halde, hicret etmeleri söz konusu olduğunda, bu kararlılığı gösterememişkimseler için ise Kuran'da, "Allah yolunda hicret edinceye kadar onlardan veliler (dostlar) edinmeyin" (Nisa Suresi, 89) şeklinde bildirilmiştir. Allah'ın, dünya hayatının menfaatlerini daha değerli görerek geride kalan kimseler hakkındaki bu hükmü, hicretin önemli bir mümin özelliği ve gerçek imanın göstergelerinden biri olduğunu ortaya koymaktadır.

Bu kitabın yazılmasındaki amaç, Peygamber Efendimizin ve salih müminlerin güzel ahlaklarını hicret yönünden ele almak, onların Allah'a olan teslimiyetlerini, cesaretlerini ve güçlü imanlarını gözler önüne sermektir. Onlar, yaşadıkları tüm zorluklara, inkarcıların baskılarına ve içerisinde bulundukları zor şartlara rağmen Allah'ın dinini yaşamakta kararlılık göstermiş, hiçbir şekilde yılmamışve gevşekliğe kapılmamışlardır. Evlerini, yurtlarını ve kurulu düzenlerini bir an bile tereddüte kapılmadan arkalarında bırakmış, Peygamberimiz (sav) ile birlikte büyük bir şevk ve teslimiyetle hicret etmişlerdir. Tüm iman edenler, Peygamberimiz (sav)'in ve salih müminlerin Kuran ahlakını yaşama konusunda gösterdikleri bu kararlılıklarını kendilerine örnek almalı, hayatları boyunca karşılarına çıkacak tüm olayların kendileri için birer 'deneme' olduğunu bilerek her zaman tevekküllü davranmalı ve hiçbir zorluğun kendilerini doğru yoldan ayırmasına izin vermemelidirler.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt