İslamı’n beş şartı vardır, buna sen böyle iman et!
Namaz, oruç, hac, zekat ve kelime-i şehadet.
“Essalatu imadüddin” buyurdu peygamberim,
İşittim ve kabul ettim, amel ettim, eda ettim.
“Din-i İslâm bir evdir, namaz onun direğidir.”
Günde beş kez namaz kılmak insanlığın gereğidir.
Sabah, öğle, akşam, ‘îşā ve bir de salat-ı vusta,
Teheccütle tamamlarsan sapıtmazsın inan asla!
“Mümin için bir miraçtır”, bilene bir armağandır.
“Secde kulun Allah’a en yakın olduğu andır.”
Yönelelim Beytullah’a, yönelelim hep Allah’a;
La-ilahe ill’allah’la iman edip tek Allah’a
Yeryüzü bir mescit bize, Mekke ise mihrabımız;
Medine bir minber olsa peygamberdir imamımız.
Önde duran büyük insan, peygamberim asıl imam.
Cemaatle kıl namazı, böyle olur elbet tamam.
Fatiha bir anttır bize, sözleşmedir kendimizle.
Hamd ederek yöneliriz Rahman olan Rabbimize.
“İyyake na’büdü” ile yalnız sana kul oluruz.
“İyyake neste’in” ile ancak sana sığınırız.
Ey Rabbimiz, bizi yönelt namaz ile hidayete;
Sen Rahim’sin merhamet et, erdir bizi nihayete!
El bağladım huzurunda, senin adın var dilimde;
İzi olsun secdelerin alın, yüzüm ve serimde
Sensin Rahim, sensin Rahman, n’olur bize inayet et!
İndirdiğin kitap ile bize her an hidayet et!
“Namaz dinin direğidir,” kul olmanın gereğidir,
Namazını doğru kılan bu zamanda bir velidir.
“Berzahta bir aydınlıktır, mahşerde bir gölge olur.
Sırattaysa doğru namaz binit olur, Burak olur.”
“Namazdır gözümün nuru.” buyuruyor Resûlullah,
Temiz beden ve niyetle kabul eder onu Allah.
Her şey gelip geçicidir, fani dünya fena bulur
İmanın ve ibadetin ahirette berat olur
--- Sonraki mesaj ---
İnsan öyle bir makamdadır ki, namazı bile bütün mahlukatın ibâdetlerinin hulasasıdır. Hem mahlûkatın ortasında durmuş, Habîbullah’tan aldığı dersi bütün kâinat nâmına okuyan bir halîfedir.
Rabbimizin, “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım” buyurmuş olması, insanların ve cinlerin en mühim ve büyük vazifesinin Allah’a (cc) kulluk ve ibâdet olduğunu aşikâre ifade etmektedir. Kur’ân’ın bu emrine imtisal edip uyanlar yakînen bilirler ki, hakîkatte her şey Allah’a müteveccih ve ibâdet üzeredir.
İnsanlar içerisinde Allah’ın (cc) bu emrine en fazla riayet eden ve dikkate alan, şüphesiz ki Peygamberimiz (asm) olmuştur. İbâdetin her çeşidine en üst seviyede ve en ileri derecede ittiba etmiştir. Öyle ki, ubûdiyeti onu ‘mahbûbiyet’ (sevgili) makamına çıkarmış ve kendisine Miraç yolunu açmıştır. Ve şu kâinatın Yaratıcısı, Miraç vasıtasıyla ‘birlik’ nûrunu ve tecellîsini o mümtaz abdine göstermiş, bütün mahlûkatı nâmına onu muhatap almış, İlâhî maksatlarını ona ve onun nezdinde diğer kullarına bildirmiştir.
Ubûdiyeti cihetiyle Mabûd’a vâsıl olan Peygamberimiz (asm), bütün ümmetinin muhabbet-i İlâhiyeye mazhariyetleri ve rızâ-yı İlâhîyi kazanabilmeleri için, bütün kâinatın sâhibi ve bütün âlemlerin Rabbi olan Allah’ın râzı olduklarını muhtevî İslâmiyet’in, başta namaz gibi mühim hediyeleriyle ümmetine gelmiş ve onlara da bir nevî Miraç yolunu açmıştır.
Evet, hadîs-i şerifin ifhâmıyla, namaz mü’minin miracıdır. Hem Allah’a en yakın olunan ibâdet hallerinden birisi, belki birincisi namazdır. Her bir mü’min bilir ve hisseder ki, namazında Rabbinin huzurundadır. Yine bilir ki, kendisiyle beraber huzurda olan binlerce mü’min vardır. Ve yine bilir ki, aslında bütün mahlûkat kendi hallerince Allah’a dönük ve ibâdettedir.
Ağaçlar, kıyam temsilcileri olmuşlardır. Dört ayaklı hayvanlar, sürekli rükû halindedirler. Sürüngenler ise, secdeden başlarını kaldırmazlar. Mahlûkatın armonisi gözlemlendiğinde, ritmik bir namaz hali çıkar ortaya. Dünya değirmeninin zaman öğüttüğü şehâdet âleminde, âdeta ebed güfteleri bestelenir.
Ve insan… Evet, insan îmanıyla ve ibâdetiyle o mahlûkatın ibâdetini gören, anlayan ve idrak edip bu hali Rabbine arz edendir. Nasıl ki Peygamber Efendimiz (asm) bütün mahlûkat nâmına bütün kâinatın Yaratıcısı ile görüşmüş ve onların ibâdetlerini ve tahiyyelerini Rabbine takdim etmiş ise; her bir insan dahi her bir namazında, kâinatın ortak dili olan namaz ile kâinatın tahiyyelerini Rabbine takdim eder. Bütün mahlûkat ile beraber “Allahü Ekber” der.
İnsan öyle bir makamdadır ki, namazı bile bütün mahlukatın ibâdetlerinin hulasasıdır. Hem mahlûkatın ortasında durmuş, Habîbullah’tan aldığı dersi bütün kâinat nâmına okuyan bir halîfedir. Muhtelif akvâmın hacda kabîle, dil, renk fark etmeksizin aynı yöne dönük, aynı kelâmı konuşur oldukları gibi; farklı nevîler olmakla beraber, konuştukları mânâ aynıdır. İbâdetleri ortaktır. Hepsi huzurda, hepsi namazda yekvücut olmuşlardır.
Namaza kıyam eden bir mü’min ağaçlara yârân olur. Rükûda bir kısım mahlûkata omuz verir. Sücudda vecde varmıştır. Rabbine en yakın olduğu andadır. Toprakla bütünleşmiş, benliğini atmış, tam bir kul olmuştur. Her “Allahü Ekber” deyişinde benlikte küçülmüş, kemâlâtta mahbûbiyete yürümüştür.
Fakat namazsızlığın revaç bulup, namaz kılmanın ayıp sayıldığı zamanımız insanı, kendisini tam bir yalnızlıkta ve stres karanlığında buluvermiştir. Namazdan uzaklaşmakla dinden uzaklaşmış, dost bildiği dünya arkadaşlığının kötülüklerini gördükçe, günden güne yıkılmıştır. Namaza sırtını dönmekle Rabbine sırtını dönmüş ve koca dünyada bir yabancı, bir yalancı hükmüne geçmiştir. Mü’mine namaz arkadaşı olan mahlûkatı, kendisine âdeta düşman bilmiştir.
Hâlbuki kendisine verilen vazife ne kadar büyüktür. Mahlûkatın ibâdetinin fihristliğini yapan namazı kılacaktır. Onların kendi halleriyle söylediklerini, o kendi diliyle ve fiiliyle ifade edecektir. Fakat namazsızlığıyla, hem vazifeden düşmüş hem de kendini sıkıntılara düşürmüştür. Böyle bir asrın insanının en mühim vazifesi, Kur’ân’a ittibadır ve namazı kılmaktır.
Evet, kâinat bir mescittir. Bütün mahlûkat huzurda ve ubûdiyettedir. Yaptıkları işin şuurunda olmasalar da disiplinlerinden kahir ekseriyetle taviz vermeyen mahlûkatın huzur hallerini bozmadan gelin bizde safa dizilelim. Rahmân’ın huzurunda el ele verelim. Hep bir ağızdan “Allahü Ekber” diyelim.
--- Sonraki mesaj ---
Elimi musluğa uzattığımda Ezân-ı Muhammedî başlamıştı. Tekbîrler semâya Rabb’bin azametini haykırırken bizi de namaza hazırlıyordu. Allah’a şükür namaza yetişebilmiştik. Beşiktaş Ortaköy yolunda sol tarafı gösteren Yahyâ Efendi (ks) levhası, Arnavut kaldırımlı dik yokuş, kabirler, kediler…
Ve, evet şimdi abdest alıyorum… Kediler burada âdeta mezar taşlarıyla dost olmuşlar, namaza yahut ziyârete gelenleri selamlıyorlar...
Bu güzel bahar sabahına, böyle mübârek bir mekânda başlamak bile şükre şâyan. Daha evvel bir kaç kez gelmiş olmama rağmen, yine içimi çok farklı hisler kaplıyor. Türbenin önünde duâlar ediyorum. İstanbul Boğazı’nın mânevî bekçilerinden biri olan Yahyâ Efendi’nin (ks) yanındayım. Sefere çıkacak olan denizciler, hayatta iken ziyarete gelip duâsını aldıkları gibi, vefâtından sonra da türbesini ziyaret etmek yine eski bir denizci âdeti imiş.
Türbe, câmînin içinde, câmî kabristanın... Küçük ama oldukça değişik bir câmi burası.
İçerde bulunanlar namazın sünnetini kılıyorlar. Ben de namaza duruyorum. İçim içime sığmıyor.
Rabbim böyle güzel bir mekânda namaz kılmayı nasîp ediyor. Rabbim beni huzuruna kabul ediyor.
Yâ Rabbi! Ne büyük lütuf, ne eşsiz ihsan! “Allâhuekber!” deyince insan âdetâ iki cihândan geçip, maddeden sıyrılıyor.
İşte huzurundayım Allah’ım! Bir suçlu gibi ellerimi bağladım; başım önümde; fakat senin kulunum Allah’ım!
Zerreyim ama sen beni arza halife eyledin. Senin rızan için, senin tevfîkinle, sana yöneldim. Hamdimi kabul eyle yâ Rabbî!
“Allâhuekber!” diyerek rükûa eğildim.
Ey bütün noksan sıfatlardan berî olan Rabbim! Sen Azîm’sin! Tesbîhimi kabul eyle! Günahkârım ama senden gayrının önünde eğilmem!
“Allâhuekber!”; secdedeyim. Rabbime en yakın olduğum an… Ardı ardına gelen her bir tekbîr beni O’na bir basamak daha yaklaştırıyor. Mîrâcın basamakları misâli.
Tekbîrimi kabul eyle, yüceler yücesi olan Sübhân!
Her şey sana kulluk eder Allah’ım, her şey senden yardım diler.
Onların umûmunun nâmına sana geldim. Biz yalnız sana kulluk eder, yalnız senden yardım dileriz!
Sen Rahmân’sın, Rahîm’sin!
Bu tefekkür ve tefeyyüz içerisinde farzı da edâ ediyoruz. Hamdin ve tesbîhin lezzetine erdiğim bu dakikalar, namazın hakîkatini bana öğretiyor.
Bu hakîkatin bir gölgesine bile mazhariyet ne büyük saâdet…
Pencereden Boğaz’ı izlerken arkadaşlar yanıma geldiler. Yeni bir gün yeni bir sefer gibi…
Yine duâlar edip ayrıldık, Yahyâ Efendi’den (ks), mezar taşlarından ve kedilerden
--- Sonraki mesaj ---
Resûlullah (asm)’ın dilinden namaz
وَعَنْ جَابِرِ بْنِ عَبْدِ اللّٰهِ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمَا عَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَال:َ
مِفْتَاحُ الْجَنَّةِ, اَلصَّلَاةُ.
رَوَاهُ الدَّارِمِيُّ
Câbir b. Abdullah (ra) Peygamber Efendimiz (asm)’ın şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir:
“Cennetin anahtarı namazdır”.
Dârimî
عَنْ عَبْدِ اللّٰهِ بْنِ قُرْطٍ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ:
أَوَّلُ مَا يُحَاسَبُ بِهِ الْعَبْدُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ, اَلصَّلَاةُ فِإِنْ صَلُحَتْ صَلُحَ سَٓائِرُ عَمَلِه۪ وَإِنْ فَسَدَتْ فَسَدَ سَٓائِرُ عَمَلِه۪.
رَوَاهُ الطَّبَرَانِيُّ
Abdullah b. Kurt (ra) Peygamber Efendimiz (asm)’ın şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir:
“Kulun kıyâmet gününde ilk hesaba çekileceği şey, namazdır. Eğer namazı iyi, güzel olursa, diğer amelleri de iyi olur. Eğer namazı bozuk olursa diğer amelleri de bozuk olur.”
Taberânî
وَعَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ : قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ:
إِنَّ أَوَّلَ مَا افْتَرَضَ اللّٰهُ عَلَى النَّاسِ مِنْ د۪ينِهِمْ, اَلصَّلَاةُ وَآخِرَ مَا يَبْقى۪, اَلصَّلَاةُ وَأَوَّلَ مَا يُحَاسَبُ بِه۪, اَلصَّلَاةُ. وَيَقُولُ اللّٰهُ: انُظْرُوُا ف۪ي صَلَاةِ عَبْد۪ي فَإِنْ كَانَتْ تَۭامَّةً كُتِبَتْ تَۭامَّةً وَإِنْ كَانَتْ نَاقِصَةً يَقُولُ: اُنْظُرُوا هَلْ لِعَبْد۪ي مِنْ تَطَوُّعٍ فَإِنْ وُجِدَ لَهُ تَطَوُّعٌ تَمَّتِ الْفَر۪يضَةُ مِنَ التَّطَوُّعِ.
رَوَاهُ أَبُو يَعْلٰى
Enes b. Mâlik (ra) Peygamber Efendimiz (asm)’ın şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir:
“Allah’ın insanlara dinlerinden ilk farz kıldığı şey namazdır, (âhir zamanda dinlerinden) geriye en son kalacak olan namazdır, (kıyâmette insanların) ilk hesaba çekilecekleri de namazdır. (Kıyâmet günü) Allah (meleklere) “Kulumun namazına bakın!” der. Eğer namazı tam çıkarsa tam olarak yazılır. Eğer noksan çıkarsa “Bakın kulumun nâfile namazı var mı?” der. Eğer nâfile namazı bulunursa farzlar nâfile ile tamamlanır.
Ebû Ya’lâ
وَعَنْ جَابِرٍ رَضِيَ اللّٰه عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: مَثَلُ الصَّلَوَاتِ الْخَمْسِ كَمَثَلِ نَهْرٍ جَارٍ غَمَرَ عَلٰى بَابِ أَحَدِكُمْ يَغْتَسِلُ مِنْهُ كُلَّ يَوْمٍ خَمْسَ مَرَّاتٍ.
رَوَاهُ مُسْلِمٌ
Câbir b. Abdullah (ra) Peygamber Efendimiz (asm)’ın şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir:
Beş vakit namazın misâli, sizden birinin evinin önünden akan ve içinde her gün beş defa yıkandığı bir nehir gibidir. (Nasıl beş defa yıkanınca insan üzerinde kir kalmazsa, beş vakit namaz kılan insanda da manevî kirler kalmaz.)
Müslim
وَعَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: إِنَّ لِلّٰهِ مَلَكًا يُنَاد۪ي عِنْدَ كُلِّ صَلَاةٍ يَا بَن۪ٓي آدَمَ قُومُٓوا إِلٰى ن۪يرَانِكُمُ الَّت۪ي أَوْقَدْتُمُوهَا فَأَطْفِئُوهَا.
رَوَاهُ الطَّبَرَانِيُّ
Enes b. Mâlik (ra) Peygamber Efendimiz (asm)’ın şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir:
Allah’ın bir meleği her namaz vaktinde şöyle nidâ eder, seslenir: “Ey Ademoğulları! Kalkınız (günah işlemekle) tutuşturduğunuz ateşinizi söndürünüz (namaz kılınız)” der.
Taberânî
وَعَنْ أَب۪ي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ أَنَّ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ:
اَلصَّلَوَاتُ الْخَمْسُ وَالْجُمْعَةُ إِلَى الْجُمْعَةِ كَفَّارَةٌ لِمَا بَيْنَهُنَّ مَا لَمْ تَغْشَ الْكَبَٓائِرَ.
رَوَاهُ مُسْلِمٌ وَالتِّرْمِذِيُّ
Ebû Hüreyre (ra) Peygamber Efendimiz (asm)’ın şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir:
“Büyük günah işlenmediği müddetçe, beş vakit namaz, Cuma namazı gelecek cumaya kadar, aralarındaki küçük günahlara kefarettir.”
Müslim, Tirmizî
--- Sonraki mesaj ---
Ey nefis! Bil ki dünkü gün senin elinden çıktı. Yarın ise senin elinde sened yok ki, ona mâliksin. Öyle ise hakikî ömrünü, bulunduğun gün bil. Lâakal günün bir saatini, ihtiyat akçesi gibi, hakikî istikbal için teşkil olunan bir sandukça-i uhreviye (âhiret sandığı) olan bir mescide veya bir seccadeye at.
Müslümanlar, bilhassa bu asırda, namaz dinin direği olduğunu ve ahirette kurtuluşun da namazsız olamayacağını bildikleri halde namaz hakkında tembellik yapıyorlar. Hatta çokları da tamamen ihmâl ediyorlar. Kendilerine neden bu ihmâli yaptıkları sorulduğunda da çok defa, dünyaya âit işlerinin çokluğunu ileri sürüyorlar. Üstad Bedîüzzaman Hazretleri, bir gün mühim bir zâtın “Namaz iyidir. Fakat hergün hergün beşer defa kılmak çoktur bitmediğinden usanç veriyor.” dediğini ve aslında bu sözü adeta bütün nefisler nâmına söylemiş gibi olduğunu bildirmektedir. Bunun üzerine tembellik döşeğinde, gafletle ve câhilâne söylenen bu söze karşılık olarak namazsızlığın temelinde yatan sebepleri ve çarelerini, nefisleri susturacak, akılları ve kalpleri tam tatmin edecek bir tarzda beş ikaz içinde izah eden ‘namaz risâlesi’ni yazmıştır. Biz de şimdi o beş ikazda geçen hakîkatlerin özetini sunmaya çalışacağız.1
Birincisi: İnsanları usandıran en mühim sebep, keyif içinde ebedî dünyada kalacaklarını zannetmeleridir. Hâlbuki ecel gizli olduğundan yarına çıkılacağına dair hiçbir kati senet yoktur. Hayatın faniliğini ve değersizliğini anlayabilmek elbette ölümü çokça düşünmekle olabilir. Bu cihete işaretle Resûl-i Ekrem (asm), “Lezzetleri tahrib edip acılaştıran ölümü çok zikrediniz”2 buyurmuştur. Eğer insan ömrün kısalığını, hem boşa gittiğini düşünse usanmak şöyle dursun ciddi bir gayret ve iştiyaka sebep olur.
İkincisi: Namazdaki gevşekliğin en önemli sebeplerinden biri de namazın ruhun manevî gıdası olduğunu ve ona olan ihtiyacını bilmemesidir. Her gün üç öğün yemek yemekten usanmayan insan, eğer kalp ve ruhunun namaz ile rabbine yönelmekten alacağı manevî büyük gıdaları bilse elbette manevî bir açlık içinde perişan olan ruhunu doyurmak için her gün üç defa yemeğe koşmaktan çok daha büyük bir iştahla namaza koşacaktır. Nitekim bunu anlayan büyük zatların menkıbelerinde namaza karşı nasıl bir iştiyak gösterdiklerini ibret ve hayretle okuyoruz. Hatta Peygamber Efendimiz (asm)’ın dünyadan kendisine sevdirilen üç şeyden biri olarak “gözümün nûru” dediği namazı zikretmesi 3 bu noktaya en güzel bir numûne olmaktadır. Her gecede bin rekât namaz kılan İmam Zeynelabidinler ve kırk yıl yatsı abdesti ile sabah namazını kılan Tâus-ı Yemânîler gibi yüz binler mübarek zatlar namazın nasıl manevî büyük bir gıda olduğunu lisân-ı hâlleri ile isbat etmişler.
Üçüncüsi: Beş vakit namaza devam edilememesinin mühim sebeplerinden biri de sabredilememesi ve sabır kuvvetinin yanlış olarak geçmiş ve gelecek günlere dağıtılmasıdır. Hâlbuki Allah’ın insana verdiği sabır kuvveti geçmiş ve geleceğe dağıtılmasa, yalnız bu güne sarf edilse her zorluğa dayanabilecek kuvvettedir. “Allah kimseyi gücünün yetmeyeceği bir şeyle mükellef tutmaz” 4 âyeti de bu hakikate işaret etmektedir. İnsanın sabır kuvvetini dağıtması aynen sersem bir kumandanın hâline benzer. Nasıl ki o kumandan çarpışma olmayacağı halde merkez ordusunun bir kısım kuvvetlerini sağ ve sol cenahlara göndererek merkezi zayıflatır ve bunu anlayan düşman bütün kuvvetleriyle merkeze hücum ederek mağlup eder. İşte insan bu sersem kumandan gibi sabır kuvvetini hiç gerek yokken geçmiş ve gelecek günlere ve onlardaki ibâdet külfetini düşünerek sağa sola dağıtsa sabrı bu günkü vazifeye yetmez hale gelir. Eğer yalnız bugünkü vazifeyi düşünse kâfi gelip asla zorlanmaz.
Dördüncüsü: Namaz ve ibâdetteki gevşekliğin bir sebebi de onun karşılığındaki mükâfat ve ücretin gereği gibi düşünülememesidir. Hâlbuki vadinden dönmesi asla mümkün olmayan yüce Allah, Cennet gibi bir ücreti ve ebedî saadet gibi bir hediyeyi vaat ediyor. İnsan, dünya saadetini temin edebilmek için maddî işlerde, çok defa küçük bir ücret vaadiyle günlerce hatta aylarca ve her gün en az sekiz saat usanmadan çalışır. Bazen vaat edilen ücreti alamadığı da olur. Halbuki karşılığında ebedî cennet ve tükenmez hazineler vaat edilen beş vakit namaz, günün ancak bir saatini almaktadır. Cüzî ve fanî bir maaş için her gün sekiz on saatini ayıran insan, ebedî bir saadet ve nihayetsiz servetleri günün yalnız bir saatini namaza sarf etmekle kazanabileceğini düşünse elbette namaza ciddi bir şevk ve iştiyak duyacaktır. Hem dünyada hapis korkusuyla en ağır işlerde çalışmayı göze alan insan, namazı terk etmesi sebebiyle o dehşetli cehennem azabına düşebileceğini de idrak etse, muhakkak gayet hafif ve latif bir hizmet olan namaz için gayrete gelecektir.
Beşincisi: Namaz kılmayanların en çok ileri sürdükleri sebeplerden biri de geçim derdi ve dünya işlerinin çokluğudur. Bunu söyleyen insanlar herhalde iki şeyi fark edemiyorlar. Birincisi ne için yaratılmış olduklarının; ikincisi ecelin her an kapılarını çalabileceğinin farkında değiller. İşin aslına bakılırsa, gün içinde, iki ya da üç vakit namaz karşımıza çıkar. Bunlar ise asla işimize engel olmayacağının en büyük delili işlerine rağmen beş vakit namazını kılan milyonlarca müslümandır. Hem hiçbir insan dinlenmeye ihtiyaç duymadan devamlı çalışamaz. Eğer istirahat vakitlerini namazını kılarak değerlendirse bedenen en sağlıklı bir istirahatı yapmış olacağı gibi asıl maksat olan âhiretini kazanmak için de çok mühim bir yatırım yapmış olur.
Hem şiddetli bir hırs ve merakla günün tamamını dünyası için ayıran bir insan dünyanın faniliğini ve olsa olsa yetmiş seksen sene gibi gayet kısa bir ömür yaşayabileceğini fark etse elbette günün hiç olmazsa bir saatini beş vakit namaza sarf ederek âhiretin ebedî saadetini kazanmaya ciddi bir gayret ve iştiyak duyacaktır.
Netice olarak beş vakit namaza şevkle devam edebilmenin yolu; dünyada ebedî kalınmayacağını, namazın rûhun gıdası olduğunu, sabır kuvvetinin yalnız bu güne sarf edilmesi gerektiğini, namazın cennet gibi çok büyük bâkî bir ücreti olduğunu ve insanın dünyada en mühim, birinci vazifesinin ibâdet olduğunu iyice anlamaktan geçiyor.
İbrahim (as) gibi biz de Rabbimiz’e niyaz ediyoruz ki; bizi ve neslimizden gelecekleri namazı dosdoğru kılanlardan eylesin.5 Âmîn!