FATMA-ZEHRA
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 28 Ağu 2007
- Mesajlar
- 486
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 36
Tarih : Miladi altı yüzler…
Yer : Arap yarım adası…
Olay : İnsanların büyük bir çoğunluğu; Lat, Menat, Uzza, Hübel isimli ve daha birçok irili ufaklı putlara tapınmadalar.
Putlar, neredeyse hayatın tamamına hükmetmektedir. Öyle ki, ticaret için ülke dışına çıkıldığında bile bazen helvadan, bazen hurmadan putçuklar yapılmakta ve tapınma ihtiyacı bu mamul putçuklar vesilesiyle giderilmektedir.
İşte bu ahval içerisinde süregitmekte olan hayat, özellikle de yolculuk esnasında, zaman zaman insanların yiyeceksiz kalmaları gibi sürprizlere de açıkmış. Bu gibi durumlarda kişilerin akıllarına ilk gelen şey, kendi elceğizleriyle yaptıkları hurma yahut helva putçukları yemek olurmuş.
Biraz tuhaf, biraz komik ama hayatın bir gerçeği…
* * *
Tarih : Miladi iki binli yıllar…
Yer : Şark-ı evsatın, daha çok batıya meyleden kesimleri…
Olay : İnsanlar, ‘en iyisi’ olarak nitelendirdikleri ‘halkın kendi kendisini idare etme’ sistemiyle hayatlarını idame ettirmedeler.
Bunun için ‘hukukun üstünlüğü’ gibi gerçekten lazım olan bir değeri, meclislerine serlevha yapmışlar.
Zaman içerisinde sistem, halkın kendi kendisini idare etmesinden çok bazı seçkinci kesimlerin çıkarlarına uygun bir hale getirilmiş…
‘Hukukun üstünlüğü’ ilkesi, bu evrilme sürecinde, jakobenlerin ‘huzur ve refahı’nı koruyan ve teminat altına alan bir mahiyete büründürülmüş kaçınılmaz olarak…
Günün birinde halk, ‘yönetime biraz da biz müdahil olalım’ şeklinde mızıkçılık yapmaya yeltenince, işbu ilkeler halkın cezalandırılması ve burnunun sürtülmesinde kullanılır olmuş. Hatta çok önemli hukuki hüviyete sahip kimseler; ‘halk iradesiymiş, ıvırmış zıvırmış, geçiniz efendim!’ gibi meseleyi yerli yerince izah eden hayli hikmetli (!) herzeler yumurtlayıvermişler.
Bununla birlikte ismini ‘kilise idarecisi papaz’dan alan, kisvesini de yine aynı kaynaktan ilhamla belirleyen bir takım yönetici elitler, bir tür parya vasfındaki genç insanlara, ‘hukukun üstünlüğü’ gerçeğini ellerinin tersiyle iterek, zulmeder olmuşlar.
Bazıları, bu hukuk tanımazlığı, miladi altı yüzlerdeki putperestlerin kendi elleriyle yaptıkları putçukları yemelerine benzetse bile, bu kişilerin sahip oldukları ‘irticai’ vasıflar, onların asla ve kat’a söz söylemeye haklarının olmadığı gerekçesiyle boşa çıkarılmış, bu malum yönetici elitler tarafından.
Aynı kimseler, ‘işin içerisine inanç girecekse eğer, kilise, köy papazı vs. gibi dini semboller neyinize yetmiyor da bu yerli gericilik alametlerinin peşinden koşuyorsunuz?!’ şeklinde oldukça ikna edici argümanlar da geliştirmişler, büyük bir zekavet örneği sergileyerek…
Bu böyle sürüp gitmiş mi?..
Doğrusu bilmiyoruz!..
Bildiğimiz tek şey, ‘Hasmın kadı ise yardımcın Allah olsun!’ sözünün ihtiva ettiği hakikat…
* * *
Tarih : Miladi iki bin yüzlü yıllar…
Yer : Aynı yer
Olay : Bir üniversitenin amfisinde Tarih bölümü öğrencisiyle hocası arasında geçen bir mükâlemeden…
Öğrenci: ‘Hocam, araştırmalar sonucunda elde ettiğimiz bazı belgeler vesilesiyle, bin dokuz yüzlü yılların sonları ile iki binli yılların başlarında, gerek üniversitelerde ve gerekse ‘kamusal alan’larda enteresan bazı olayların cereyan ettiğine tanık oluyoruz.
Mesela bir devlet yöneticisi, ‘kimseye söylemeyin ama halk sizin düşmanınızdır!’ şeklinde bir söz sarfetmiş.
Mesela, oldukça iri bir gazete, halkın değerlerine karşı, ‘Topyekûn savaş!’ ilan etmiş.
Mesela durup dururken bir parti kapatılmış.
Mesela üniversite kapılarında öğrenciler coplanmış.
Mesela adına STK denen ama sivillikle uzaktan yakından alakası olmayan, üstelik ‘Barolar’ gibi hukuki kimlikli isimler taşıyan birtakım yapılanmalar sivil halkın değil de statükonun safında yer almış…
Mesela bazı emekli asker ve sivil bürokratlar halkın değerleriyle açık ve aleni bir savaş içerisine girmişler.
Mesela halk, darbe ve benzeri tehditlere maruz bırakılmış.
Mesela hayatiyetini millet egemenliğine borçlu olan bir parti ve onun genel başkanı meşruiyeti halk iradesinde aramak yerine bazı kurumların insafına sığınmayı tercih etmiş.
Mesela…
Hocam yoruldum açıkçası, ama şunu sormadan da edemeyeceğim. Sizce denk geldiğimiz belgeler böyle bir zaman diliminin gerçekten yaşandığını mı gösteriyor yoksa bütün bu olup bitenler bir tiyatro oyununun fantastik senaryosundan mı ibaret?’
Hoca: ‘Evladım, bunların gerçek olduğunu kabul edersek, kendimizi inkar etmiş olmaz mıyız?!’
Değerlendirme: Aslında hoca, yaşanmış bu müessif hadiselerin tamamen doğru olduğunu, verdiği cevabın anlamsızlığını bal gibi biliyordu. Ama pırıl pırıl bir gencin, ülkesinin ve milletinin hizmetinde kullanacağı aklının bu saçma sapan gerçekliklerle karışmasına gönlü rıza gösteremezdi. Varsın o, bütün bu olup biteni bir oyun sansındı. Varsın, böylesine absürt bir gerçeklikle tanışacağına, fantastik ve fakat berbat bir tiyatro oyununun rezilliğine hükümetsindi.
Sonuç: Bu yazıda zikredilen olaylar tamamen bir hayal ürünüdür. Gerçek kişi, kurum ve kuruluşlarla uzaktan yakından bir alakası bulunmamaktadır.
Neme lazım…
Yer : Arap yarım adası…
Olay : İnsanların büyük bir çoğunluğu; Lat, Menat, Uzza, Hübel isimli ve daha birçok irili ufaklı putlara tapınmadalar.
Putlar, neredeyse hayatın tamamına hükmetmektedir. Öyle ki, ticaret için ülke dışına çıkıldığında bile bazen helvadan, bazen hurmadan putçuklar yapılmakta ve tapınma ihtiyacı bu mamul putçuklar vesilesiyle giderilmektedir.
İşte bu ahval içerisinde süregitmekte olan hayat, özellikle de yolculuk esnasında, zaman zaman insanların yiyeceksiz kalmaları gibi sürprizlere de açıkmış. Bu gibi durumlarda kişilerin akıllarına ilk gelen şey, kendi elceğizleriyle yaptıkları hurma yahut helva putçukları yemek olurmuş.
Biraz tuhaf, biraz komik ama hayatın bir gerçeği…
* * *
Tarih : Miladi iki binli yıllar…
Yer : Şark-ı evsatın, daha çok batıya meyleden kesimleri…
Olay : İnsanlar, ‘en iyisi’ olarak nitelendirdikleri ‘halkın kendi kendisini idare etme’ sistemiyle hayatlarını idame ettirmedeler.
Bunun için ‘hukukun üstünlüğü’ gibi gerçekten lazım olan bir değeri, meclislerine serlevha yapmışlar.
Zaman içerisinde sistem, halkın kendi kendisini idare etmesinden çok bazı seçkinci kesimlerin çıkarlarına uygun bir hale getirilmiş…
‘Hukukun üstünlüğü’ ilkesi, bu evrilme sürecinde, jakobenlerin ‘huzur ve refahı’nı koruyan ve teminat altına alan bir mahiyete büründürülmüş kaçınılmaz olarak…
Günün birinde halk, ‘yönetime biraz da biz müdahil olalım’ şeklinde mızıkçılık yapmaya yeltenince, işbu ilkeler halkın cezalandırılması ve burnunun sürtülmesinde kullanılır olmuş. Hatta çok önemli hukuki hüviyete sahip kimseler; ‘halk iradesiymiş, ıvırmış zıvırmış, geçiniz efendim!’ gibi meseleyi yerli yerince izah eden hayli hikmetli (!) herzeler yumurtlayıvermişler.
Bununla birlikte ismini ‘kilise idarecisi papaz’dan alan, kisvesini de yine aynı kaynaktan ilhamla belirleyen bir takım yönetici elitler, bir tür parya vasfındaki genç insanlara, ‘hukukun üstünlüğü’ gerçeğini ellerinin tersiyle iterek, zulmeder olmuşlar.
Bazıları, bu hukuk tanımazlığı, miladi altı yüzlerdeki putperestlerin kendi elleriyle yaptıkları putçukları yemelerine benzetse bile, bu kişilerin sahip oldukları ‘irticai’ vasıflar, onların asla ve kat’a söz söylemeye haklarının olmadığı gerekçesiyle boşa çıkarılmış, bu malum yönetici elitler tarafından.
Aynı kimseler, ‘işin içerisine inanç girecekse eğer, kilise, köy papazı vs. gibi dini semboller neyinize yetmiyor da bu yerli gericilik alametlerinin peşinden koşuyorsunuz?!’ şeklinde oldukça ikna edici argümanlar da geliştirmişler, büyük bir zekavet örneği sergileyerek…
Bu böyle sürüp gitmiş mi?..
Doğrusu bilmiyoruz!..
Bildiğimiz tek şey, ‘Hasmın kadı ise yardımcın Allah olsun!’ sözünün ihtiva ettiği hakikat…
* * *
Tarih : Miladi iki bin yüzlü yıllar…
Yer : Aynı yer
Olay : Bir üniversitenin amfisinde Tarih bölümü öğrencisiyle hocası arasında geçen bir mükâlemeden…
Öğrenci: ‘Hocam, araştırmalar sonucunda elde ettiğimiz bazı belgeler vesilesiyle, bin dokuz yüzlü yılların sonları ile iki binli yılların başlarında, gerek üniversitelerde ve gerekse ‘kamusal alan’larda enteresan bazı olayların cereyan ettiğine tanık oluyoruz.
Mesela bir devlet yöneticisi, ‘kimseye söylemeyin ama halk sizin düşmanınızdır!’ şeklinde bir söz sarfetmiş.
Mesela, oldukça iri bir gazete, halkın değerlerine karşı, ‘Topyekûn savaş!’ ilan etmiş.
Mesela durup dururken bir parti kapatılmış.
Mesela üniversite kapılarında öğrenciler coplanmış.
Mesela adına STK denen ama sivillikle uzaktan yakından alakası olmayan, üstelik ‘Barolar’ gibi hukuki kimlikli isimler taşıyan birtakım yapılanmalar sivil halkın değil de statükonun safında yer almış…
Mesela bazı emekli asker ve sivil bürokratlar halkın değerleriyle açık ve aleni bir savaş içerisine girmişler.
Mesela halk, darbe ve benzeri tehditlere maruz bırakılmış.
Mesela hayatiyetini millet egemenliğine borçlu olan bir parti ve onun genel başkanı meşruiyeti halk iradesinde aramak yerine bazı kurumların insafına sığınmayı tercih etmiş.
Mesela…
Hocam yoruldum açıkçası, ama şunu sormadan da edemeyeceğim. Sizce denk geldiğimiz belgeler böyle bir zaman diliminin gerçekten yaşandığını mı gösteriyor yoksa bütün bu olup bitenler bir tiyatro oyununun fantastik senaryosundan mı ibaret?’
Hoca: ‘Evladım, bunların gerçek olduğunu kabul edersek, kendimizi inkar etmiş olmaz mıyız?!’
Değerlendirme: Aslında hoca, yaşanmış bu müessif hadiselerin tamamen doğru olduğunu, verdiği cevabın anlamsızlığını bal gibi biliyordu. Ama pırıl pırıl bir gencin, ülkesinin ve milletinin hizmetinde kullanacağı aklının bu saçma sapan gerçekliklerle karışmasına gönlü rıza gösteremezdi. Varsın o, bütün bu olup biteni bir oyun sansındı. Varsın, böylesine absürt bir gerçeklikle tanışacağına, fantastik ve fakat berbat bir tiyatro oyununun rezilliğine hükümetsindi.
Sonuç: Bu yazıda zikredilen olaylar tamamen bir hayal ürünüdür. Gerçek kişi, kurum ve kuruluşlarla uzaktan yakından bir alakası bulunmamaktadır.
Neme lazım…