Ben o ayakkabı boyacısı çocuğum şu anda falanca ilçenin kaymakamıyım
ARİF KAPAR-RİZE
Şahısların ismi çok önemli değil. Çünkü onlar üzerlerine düşeni yapmaya çalışmıştı. Yazılanlar ne bir hikayenin parçası, ne de özleneni anlatmak için uydurulmuş bir metin. Olay gerçek, şahıslar da gerçek...
Bahçıvanlık zor iştir bir de gül yetiştirmek isterseniz. Bir gonca gül elde etmek için ne kadar çapa yapar, gübre atar, budar, uğraşırsınız. Kaç defa elinize diken batar, kanatır da azimle yılmadan usanmadan çalışmaya devam edersiniz. Bizim bahçıvan da yolda giderken rastladığı 11-12 yaşındaki boyacı çocuğa espri olsun diye;
- Parlatmazsa para yok demişti. Çocuk da bütün hüneriyle, küçük elleriyle ayakkabıyı parlatmaya çalışırken koyu bir sohbete başlamıştı.
Babası ölmüş, yetim kalmış. Anneciğiyle birlikte yarıcılık işiyle ortakçı olarak tarlada çalışıyordu. Boş zamanlarında da ayakkabı boyuyordu.
Bahçıvan, ‘Okumak ister miydin? Ortaokula seni yazdırsam, ben okutsam okur musun?’ dediğinde gözleri parlamış.
- İstemem mi! Hem de ne çok isterim, demişti.
Ortaokul müdürüne gittiklerinde okul açılalı bir aydan fazla olduğunu, devamsızlık süresinin geçtiğini, alamayacağını bildirmişti. Ama onlar okul için her türlü hazırlığı yapmışlar, elbise almışlar, kitap-defter ihtiyaçlarını da karşılamışlardı. Bahçıvan, yılmadan Milli Eğitim müdürüne çıktı. Durumu bir de ona anlattı, yardımlarını istedi. Bu çocuğun okuması, bu goncanın yetişmesi gerekliydi. Milli Eğitim müdürünün yol göstermesiyle önce köy okuluna kaydettirdiler. Sonra da yatay geçişle şehir merkezine getirdiler ve kaydettirdiler. Güzel bir özel yurda da yerleştirmişlerdi. Huzur yurdunda huzurun içinde bir gül yetişmeye başlamıştı.
Bahçıvan, işi icabı başka şehire gitmiş, başka gül bahçelerine dalmıştı. Yurda yerleştirdiği boyacı çocukla uzun yıllar görüşmemiş; ancak okuduğunu duymuştu.
Aradan yıllar geçmişti. İzmir Havaalanı’nda bahçıvan bir yere hediye paket göndermeye hazırlanıyordu. Havaalanı parkında durmuş paketleri bantlamakla meşgulken yanındaki aracın içindeki şahsın kendisine çok dikkatli baktığını ve ara ara da bakmaya devam ettiğini görmüş; ama kim olduğunu çıkaramamıştı.
Biraz sonra yanına gelen takım elbiseli güzel çehreli beyefendi, bahçıvana ismini ve memleketini sormuş. Aldığı cevap karşısında da boynuna sarılarak “Ağabey! Ben o ayakkabı boyacısı çocuğum, şu anda filan ilçenin kaymakamıyım.” demişti. Bahçıvan, ağlamaklı gözleriyle beyefendiye bakmış, mevsiminde tohumların atılması, bir gonca gül için dikenlerin batmasına katlanmanın gerektiğini düşünmüş ve hiçbir şeyin boşa gitmediğini görmüştü. Ve Rabb’ine her şey için şükretmişti.
ARİF KAPAR-RİZE
Şahısların ismi çok önemli değil. Çünkü onlar üzerlerine düşeni yapmaya çalışmıştı. Yazılanlar ne bir hikayenin parçası, ne de özleneni anlatmak için uydurulmuş bir metin. Olay gerçek, şahıslar da gerçek...
Bahçıvanlık zor iştir bir de gül yetiştirmek isterseniz. Bir gonca gül elde etmek için ne kadar çapa yapar, gübre atar, budar, uğraşırsınız. Kaç defa elinize diken batar, kanatır da azimle yılmadan usanmadan çalışmaya devam edersiniz. Bizim bahçıvan da yolda giderken rastladığı 11-12 yaşındaki boyacı çocuğa espri olsun diye;
- Parlatmazsa para yok demişti. Çocuk da bütün hüneriyle, küçük elleriyle ayakkabıyı parlatmaya çalışırken koyu bir sohbete başlamıştı.
Babası ölmüş, yetim kalmış. Anneciğiyle birlikte yarıcılık işiyle ortakçı olarak tarlada çalışıyordu. Boş zamanlarında da ayakkabı boyuyordu.
Bahçıvan, ‘Okumak ister miydin? Ortaokula seni yazdırsam, ben okutsam okur musun?’ dediğinde gözleri parlamış.
- İstemem mi! Hem de ne çok isterim, demişti.
Ortaokul müdürüne gittiklerinde okul açılalı bir aydan fazla olduğunu, devamsızlık süresinin geçtiğini, alamayacağını bildirmişti. Ama onlar okul için her türlü hazırlığı yapmışlar, elbise almışlar, kitap-defter ihtiyaçlarını da karşılamışlardı. Bahçıvan, yılmadan Milli Eğitim müdürüne çıktı. Durumu bir de ona anlattı, yardımlarını istedi. Bu çocuğun okuması, bu goncanın yetişmesi gerekliydi. Milli Eğitim müdürünün yol göstermesiyle önce köy okuluna kaydettirdiler. Sonra da yatay geçişle şehir merkezine getirdiler ve kaydettirdiler. Güzel bir özel yurda da yerleştirmişlerdi. Huzur yurdunda huzurun içinde bir gül yetişmeye başlamıştı.
Bahçıvan, işi icabı başka şehire gitmiş, başka gül bahçelerine dalmıştı. Yurda yerleştirdiği boyacı çocukla uzun yıllar görüşmemiş; ancak okuduğunu duymuştu.
Aradan yıllar geçmişti. İzmir Havaalanı’nda bahçıvan bir yere hediye paket göndermeye hazırlanıyordu. Havaalanı parkında durmuş paketleri bantlamakla meşgulken yanındaki aracın içindeki şahsın kendisine çok dikkatli baktığını ve ara ara da bakmaya devam ettiğini görmüş; ama kim olduğunu çıkaramamıştı.
Biraz sonra yanına gelen takım elbiseli güzel çehreli beyefendi, bahçıvana ismini ve memleketini sormuş. Aldığı cevap karşısında da boynuna sarılarak “Ağabey! Ben o ayakkabı boyacısı çocuğum, şu anda filan ilçenin kaymakamıyım.” demişti. Bahçıvan, ağlamaklı gözleriyle beyefendiye bakmış, mevsiminde tohumların atılması, bir gonca gül için dikenlerin batmasına katlanmanın gerektiğini düşünmüş ve hiçbir şeyin boşa gitmediğini görmüştü. Ve Rabb’ine her şey için şükretmişti.