Muhtazaf
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 30 Mar 2008
- Mesajlar
- 9,591
- Tepki puanı
- 957
- Puanları
- 113
- Yaş
- 66
- Web Sitesi
- www.aydin-aydin.com
Nurefşan ERDEN -
Zaten en belirleyici imtihanımız da hayatımızla ilgili olan değil midir?
Ya hayatımızı inancımıza katacağız ya da reel şartlar bizim hayatımızı belirleyecek.
Hayat, insana bedelsiz ikram edilen bir nimettir. Bu hayatı biz kurgulamadık. İçinde bulunduğumuz kâinat bizim tercihimiz değil. Bütün bunları yapan ve bizi de yaratan Allah bütün bunlara bir anlam yükledi.
Biz, gökleri, yeri ve ikisi arasındaki her şeyi ancak [derunî bir] anlam ve amaç üzere ve [Bizim tarafımızdan] konulmuş bir süre için yarattık: ama hakikati inkâra şartlanmış olanlar, kendilerine tebliğ edilen uyarıdan yüz çevirirler.(46–3)
Hayatımıza anlam vermemiz, hayatımızı bir 'anlam'a vermemiz demektir. Bir taraftan varlığın kökleri ile bütün bağlarını söküp bağımsız kalmış para, güç, iktidar, unvan, şöhret peşinde nefes nefese koşturan, menfaat meydanlarında kafa kafaya tokuşan insanların ürpertici mücadelesi devam ederken, diğer taraftan insan eziliyor, hayatın içinden ya da maddi bir sefaletin ortasından çığlık sesleri geliyor, kimi zaman ise manevi bir deprem enkazının altından inlemeler duyuluyor. Bu öyle bir hayat ki, kulakları sağır eder, insanları yaşayan ölüler haline getirir. Zemininde Allah'a iman olmayan hayat karanlıklara doğru akar gider. Ağaçsız, köksüz toprakların nehirlere karışıp kaybolmaları gibi inançsız bir hayat da geride lüks fosiller bırakıp kendi cehennemine doğru usul usul yürür. İnanç ve o inançtan beslenen bir yürek, bir hafıza, bir eklem, bir doku gibi insanın dimdik durmasını sağlar. Onu yalnızca bir iskelet olmaktan kurtarır. Zaten en belirleyici imtihanımız da hayatımızla ilgili olan değil midir? Ya hayatımızı inancımıza katacağız ya da reel şartlar bizim hayatımızı belirleyecek. İnsan Allah’ın vahyinden uzak bir yaşamla sağlam bir yapı kuramıyor. Konforlu özel mağaralarımızda can çekişip dururken, bunun adına da “yaşamak” diyoruz. Kur'an, insana nasıl yaşanması gerektiğini bildiren, Allah tarafından Resul aracılığıyla gönderilmiş olan bir mesajdır. Bu mesajın muhatapları tüm insanlık olmakla birlikte bu mesajı benimseyenler; düşünen (28/60 – 38/29), öğüt alan (6/152), akl-ı selim sahipleri (38/29), korunanlar (2/177), sağır ve kör olmayanlardır. (25/73)
Öyle bir toplumda yaşıyoruz ki; aklını fazla kullanmaz ama sıra dine geldiği zaman kafasına göre takılır. Ne hikmetse, o noktada dini kafasına uydurur, resmi ve gayri resmi herkesin gönlünde yatan, etliye sütlüye bulaşmayan, siyasetten Allah’a sığınan, toplumu ve bireyleri yönetmeye talip olmayan, belki de yalnızca vicdanlara korku salan bu din İslam mıdır? Vahye kulağını tıkayarak, geleneksel olan dini yasamaya çalışan günümüz insanından bu mesajı sahiplenmesini beklemek elbette hayalcilik olur. Çünkü Allah'ın mesajını yüklenip benimseyebilmemiz için öncelikle O'nun insanlara göndermiş olduğu kitabı gerçek anlamıyla okumamız birinci şarttır. Evet, insanımız Kur'an okuyor ama anlamadığı bir dilden, Allah'ın bizden ne isteyip / istemediğini bilmeden, adeta "Ben bunu anlamak istemiyorum" dercesine okuyor. Hatta bu özrünü de Allah'a atfederek, "Allah bizi aciz yaratmış, ne yapalım ?" deyip kendisine çıkış yolu bularak... Ne yazık ki, bu özrünü yine Allah'ın mesajından habersiz olduğu için, Allah'a büyük bir iftira attığının farkında olmadan dile getiriyor. Oysa Yüce Allah kendi mesajında "Bunu anlamanız için kolaylaştırdık" diyerek böyle bir özrü ortadan kaldırmıştır.
"Andolsun biz, Kur'an'ı öğüt alınması için kolaylaştırdık, öğüt alan yok mudur?" (Kamer 54/17)
Vahye baktığımızda çok çabuk fark edeceğimiz ilk özellik, onun insan için düşünceyi ön plana çıkaran bir yaşam biçimi öneriyor olmasıdır: “Dinleseydik ve akletseydik ateşin yareni olmazdık." (Mülk 67/10)
Aklımızı ilahi bilginin hayatımızı düzenlemesi gerektiğini hesaba katmadan kullanmak istiyoruz. Omlet yemek istiyoruz, lakin yumurtaların kırılmasına da gönlümüz razı değil. Sizce bu mümkün mü ? Eskiler "Durmayalım, yoksa düşeriz" derlerdi. Bugün ise düştüğümüz her tarafımızın çürük içerisinde olmasından belli. Ama hala düşünmeye ve kendimizi değiştirmeye niyetimiz yok. Sosyal gerçeklerin acı yönü, demirden leblebi olan kısmını bize anlatmasıdır. Her ne kadar biz kabullenmek istemesek de hakikat bir köşeden bize tebessüm etmeye devam edecektir:
Bir toplum kendi durumunu değiştirmediği müddetçe Allah o toplumun durumunu değiştirmez, yine bir toplum kötü bir muameleyi hak ettiğinde Allah; ın onları cezalandırmasına hiçbir güç engel olamaz, ama ne gariptir ki o toplumun Allah; tan başka sığınacağı kimsesi de yoktur. (Ra’d 13/11)
Lambalarını damlarda yaktıkları halde "Ev niçin karanlık?" diye şaşıran insanlar ve toplumlar az değildir. Ali Şeriati’nin ifadesiyle; "İlk insan gibi ya da son peygamber gibi, yerimizden doğrulalım, kalkalım! Bize hiç yoktan verilmiş olan bu hayatı Allah bizden razı olsun diye değerli kılalım vahye uyduralım. Önce nefislerimizdeki, her türlü gayri İslami anlayış ve duygulardan arınalım. Amellerimize yerleşen, gayri İslami tutum ve davranışları terk edelim. Bir dönüm noktasında olmaktan rahatsızlık duymayalım. Her dönüm noktası aranılan doğrunun bir parçasıdır. Kendimizi bizim elimizde olmayan şartların getirdiği sonuçlarla ifade edemeyiz. Biz elimizde olan malzemeyle yapabildiklerimizin hikâyesiyiz." Ne ile ve nasıl imtihan edileceğimize biz karar veremiyoruz. Fakat şunu iyi biliyoruz ki; Bizi imtihan eden, bize bizden daha merhametli ve daha şefkatlidir. Bize asla taşıyabileceğimizden fazlasını yüklemez. Bizi ne unutur, ne de ihmal eder!
Alıntılar :
Kalem Dergisi
İsmet Özel
R. Şükrü Apuhan