Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Hayatı Kaçırmak... (1 Kullanıcı)

melek4545

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Ağu 2009
Mesajlar
3,460
Tepki puanı
1
Puanları
36
Yaş
32
Konum
İstanbul
Hayatı kaçırmak


Kaçamak yaşıyoruz.
Herşeyden bazen kendimizden bile kaçıyoruz.

Duygularımızı paylaşmak nedense zor geliyor bize.

Kendimiz bile yaşayamıyoruz ki...Hep içimize atıyoruz sevgilerihüzünlerimutlulukları.

Bağırıp çağırıp hani derler ya ''bardaktan boşanırcasına yağan yağmur gibi'' ağlayamıyoruz bile.

Utanıyoruz...Kızgınlıklarımızı hep içimize atıyoruz. Aslında kendimize kızıyoruz. Karşımızdakinin hiç suçu yok ''sadece o O'nun düşüncesi'' diyemiyoruz.

Gördüğümüz her iyilik ve kötülüğün bizden kaynaklandığını anlayamıyoruz.

Volkanlar patlıyor içimizde söndüremiyor gözyaşlarımızı içimize akıtıyoruz.

Görmüyoruz...kör değiliz sadece bakıyoruz.Çevremizdekileri sadece hareket eden birer obje olarak değerlendiriyoruz.

Doğan güneşin sıcaklığını rüzgarın getirdiği okşamayıkuş sesindeki canlılığı ve hayatı hep kaçırıyoruz.

Ruhumuzu bi yerlerde bıraktık bulamıyoruz...

Çok hızlı gidiyordinlenemiyoruz.
Herkes ama herkes herşey üstümüze üstümüze geliyor...Korkup kaçıyoruz.

Sevemiyoruz...Sevgilerimizin bile sebebi çıkar ilişkisine dayalı.Hep bir şeyler bekliyoruz karşımızdakinden .
Peki... Ne veriyoruz..?.Arkadaşlığı bile beceremiyoruz.

Bazan bir merhaba demek bile zor geliyor.''O bana dün selam vermemişti ben neden vereyim'' bile diyebiliyoruz.

Aslında kendimizle inatlaşyoruz.Egomuz daima üstün geliyor.

Sebebini bilmiyoruz.

Düşünmüyoruz.geleceğimizigeçmişimizi içinde bulunduğumuz anı bile düşünmüyoruz.

Hep gel geç ilişkilerde gözümüz.
Hep başkası olmakta...Kendi benliğimizi kaybettik.

Tanımıyoruz içimizdeki beni.

Ne istediğimizi ne beklediğimizi bile bilmiyoruz.Kendimizden bile kaçıyoruz.


Yüzleşemiyoruz kendimizle...Eleştiride dozu kaçırmaktan korkmuyoruz ama kendimize yöneltilen eleştirileri saldırı olarak algılıyoruz.

Hayatın tüm yanlışları hep bizim dışımızda...

Bir tebessümü bile çok görüyoruz karşımızdakine.

Bilmiyoruz aslında o çok gördüğümüz tebessümün kendimize verdiğimiz en değerli hazine olduğunu...

Hayatta herşey size bağlı.Sen istersen dünya daha güzel.
Sensin tüm güzellikleri yansıtan.

Diğer olan biten herşey sadece araç.

Yani sen varsan herşey var.Kendini tanımaktan geçiyor herşey.

Bir tebessümle başlıyor güzellikler.

Sabah yataktan kalktığında aynada kendine tebessüm et ve Günaydın dileklerini ilet kendine...Gözlerini kapat hayatın seslerini dinle.
Yeni bir günher yeni gün seninle birlikte var.

Ruhun bir yerlerde seni bekliyor.

Bul Onu. Hisset tüm hissettiklerini.
Bak nasıl değişecek hayat.
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,599
Tepki puanı
965
Puanları
113
Yaş
66
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
photo22ye0.jpg


Mine Alpay Gün
Hayatı kaçırmak

Melek Azrail ile randevuya fazla da kalmamışken.
Sımsıkı sarıldığımız yalancı cennet.
Hani bilmiyor olsak.
Kendi evlerimizde kiracı olduğumuzu.
Ya da cebimizde çok günümüz kaldığına, hiç de emin olmasak.
Hoyratlığı, savurganlığı, perişanlığı anlayabileceğiz.
Balkonda çamaşırları asarken, selam veriyor Didem.
Tam da şu çamaşırları asmanın, ne saadet olduğunu düşünürken.
Artık mırın kırın eden dizlerin fazla sabrı kalmamıştır.
Yürüme kalitesi düşmüştür.
Belki de en iyi günleridir dizlerin.
Asıl felaket sonraki yıllardadır.
Yerinden kıpırdayamamak, değil balkona çıkmak, pencereye kadar bile gidememek yazgısı, gün saymaktadır belki, gelip dizlere çöreklenmek için.
Didem'le hasbıhal.
Eczacı kalfalığından emekli olmuş.
Bir yıldır evdedir.
Ama yeni bir eczane açılmış, sahibi gece gündüz gelip yalvarmaktadır, "ne olur gel, sen tecrübelisin bu işi senden iyi yapacak yok".
Peki kabul edecek misin Didem?
Bilmem ki, hiç ihtiyacım yok; kendi evim var, kiracılarım var, babadan kalma evlerden kiralar var, eşimin de işyeri var, üstelik tek çocuğum var, şimdi gece nöbetleri falan ağır gelir artık. Elli yaşındayım, ihtiyacım da yok ama bilmem ki, çok ısrar ettiler düşünüyorum.
Kaygıyla, hiç düşünme Didem diyorum.
Artık önünde elli yıl yok.
Yirmi yaşında olsaydın düşün.
Çalış çabala.
O bizim Şark milletlerine has evlada mal biriktirme gibi batasıca huyumuz gereği yaşamadan biriktir.
Bir yerleri gezmeden, görmeden, anlamadan göçüp git dünyadan.
Tepkime şaşırıyor Didem.
Neden bu kadar dehşete kapıldığımı anlayamıyor.
Fakat, elemden ellerim titriyor.
Bak yaşlı anneciğin şimdi sana muhtaç.
Yıllarca sen çalıştın, o da iki büklüm senin çocuğuna baktı.
Güzel bir yaşam için üç kişi acı çektiniz, annen sen ve çocuğun.
Artık vakit iyice daraldı.
Al anneciğini seyahate çık, dünyayı gör.
Turlara katıl, memleketimizi tanı.
O harika diyarlardan haberin yok.
Labirentteki bir deney faresi gibi yuva ile yem arasında dönüp dolaşan varlıklara dönüştü insanoğlu.
Artık çık şu iş ve ev arasındaki labirentten.
Annene kahvaltıya git.
Hatta o zavallı kadını yalnız yaşadığı evinden al yanına getir, biraz da sen bak.
O, yıllarca hayatını sana adadı.
Kendimi paralıyorum ama Didem beni dinlemiyor.
Kararsız görünüyor ama çoktan kararını vermiş.
Çok yalvardılar, benim ağzım laf yapıyor ya, bu okumuş kesim halka bir şey satmayı beceremiyor, ben ilaç için gelene mutlaka bir medikal malzeme, macun, fırça, biberon satıp öyle gönderiyorum, e tabii bunu bildikleri için çok ısrar ediyorlar, kimseyi de kıramıyorum işte.
Artık sustum.
Çamaşırı bırakıp boşuna konuşmuşum bu eski mahalle sakini ile.
Kimseyi kıramıyor da.
Kendi hayatını ortasından bir dalın çatır diye çatlaması gibi kırıyordu.
Yaşanmamış yıllarına yenilerini eklemek için kararını çoktan vermişti.
Benimki beyhude bir çaba idi.
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Hayat ne kadar zor değil mi? Kavgalar, tartışmalar, küskünlükler, anlaşmazlıklar, ölümler, hastalıklar, krizler ve daha neler neler.
Tam işleri yoluna koyduk diyoruz, ani bir sürpriz ve yeniden zorluklar karşımızda.
Bir büyük düşünür bu gerçeği şöyle ifade ediyor: “Dünya bir üzüm verir, kırk tokat vurur.
Dünya acıyla mutluluğun, elemle neşenin bir arada bulunduğu bir yer.
Acısız ve elemsiz bir hayat düşüncesi hastalıklı bir düşünce.
Hayatımda elem olmasın diye çırpınanlar daha çok eleme giriftar oluyor.
Şu gerçeği hep akılda tutmak gerekiyor:
“Hayat, acı ve tatlısıyla güzel.”
Hakan, bir banka memuruydu.
Rutin bir işi vardı.
Yaptığı iş ona lezzet vermiyordu.
Yaşadığı hayat ona göre çok sıkıcıydı. Evliliği de sıradanlaşmıştı.
Yeni doğan bebeği bile onu bunaltıyordu.
Zaten yorgun argın geldiği evde ağlayan bir çocuk sesini kaldıramıyordu.
Haberle hep olumsuzluklardan bahsediyordu.
Bu sıkıcı durumdan bir an olsun kurtulmak için izin almış ve ailecek tatile çıkmıştı.
Dört yıldızlı bir otelde kalmışlardı
. Ancak o tatilden de mutlu dönmemişti.
Tatildeki bir garsonun saygısızlığı, odasında çıkan birkaç teknik problem tatili ona zehir etmeye yetmişti.
Mutsuzdu. Çünkü ona göre hayat hep aksilikleri önüne çıkarıyordu.
Bana göre mi? Bana göre hayat birçok kişiye sunmadığı güzellikleri ona sunmuştu.

Herkese yaptığı sürprizleri ona da yapıyordu.
Mutsuzluğunun tek nedeni kendisiydi. Çünkü onu mutlu edecek sürprizleri ıskalıyor ya da önemsemiyordu. Gözünü olumsuzluklara dikmişti.
Elinde olan değil olmayana odaklanmıştı. Yeni doğan bebeğinin gülücükleri, yaptığı deniz sefası, eşi ile gittiği sinemalar, işyerindeki arkadaşlarıyla olan tatlı sohbetleri, düzenli olarak aldığı maaşı sanki hiç yokmuş gibiydi.
Terapide ilk işimiz Hakan’ın bu sorunlu bakışının farkına varmasını sağlamaktı.
Kısa sürede bunu başardık.
Sonrasında ise küçük mutlulukları fark edip yaşamak vardı.
Bu süreçte Hakan’a meşhur hikâyeyi anlattım:
Bir gün, bir bilge iki çocuğunu yanına alarak ormanda gezintiye çıktı.
Aradan biraz zaman geçtikten sonra küçük olan çocuk yorulmaya başladı ve babasına dönerek:
- Babacığım çok yoruldum, beni kucağına alır mısın?

Babasından “Artık sen kucakta taşınamayacak kadar büyüdün” cevabını alan çocuk, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.

Bilge tek kelime bile etmeden etrafına bakındı ve yakındaki kuru bir ağaçtan bir çubuk kesip yonttu ve sonrasında çocuğa uzattı:


- Al bakalım, sana güzel bir at.

Bu seni taşır hem daha hızlı götürür.
Çocuk, dal parçasından yapılmış ata sevinçle bindi ve gülerek koşmaya başladı.

Küçük oğlunun kuru bir dal parçası sayesinde yorgunluğunu unutarak canlanmasını gören baba hayretler içinde olan biteni izleyen kızına döndü ve:
- İşte, hayat budur.


Bazen kendini çok yorgun hissedebilirsin
. Böyle olduğunda, kendine değnekten bir at bul ve yoluna devam et.

Bu at, yerine göre bir arkadaş, bir şarkı, bir umut, bir dua, bir çiçek, bir özlem, bir hayal ya da küçük bir çocuğun tebessümü olabilir.
Evet, hayat yorucu
Ayakta kalmak zorundayız.

Peki nasıl?
Tutunacağımız küçük bir mutluluk bulup yolumuza devam ederek.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt