Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Hayatı Güzel Yaşamak (1 Kullanıcı)

aKis

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
304
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
40



“Sanatları öğrenirken, listenin başına “yaşama sanatı”nı koymalıdır.” (J. Rousseau)
Hayatımızı, dünyâmızı da, âhiretimizi de Cennet’e dönüştürecek şekilde yaşayabilirsek bir sanat eseri hâline gelir.
“Hâyatın güzelliği fıtratın güzelliğinden kaynaklanıyor” diye düşünüyorum. Yaratan Allah (c.c) fıtratımızı, ince ayar dengeler sistemi hâlinde yaratmıştır. Fıtratımız, hayâtın herbir yönünde aşırılığı da, kabûl etmez. Din, fıtratın doğru okunup kâide ve kurâl hâlinde tesbiti gibidir. Fıtratın dengeleri ince ayar güzellikler doğuracaktır.
Hayâtın yüzde yüz güzelleştirilmesi mümkün müdür, bilmiyorum. Bu mümkün olabilse, her hâlde bir peygamber hayâtı ortaya çıkar. Gerçi peygamberlerin, hâyatın maddî yönüne pek rağbet etmiyor gibi bir hâlleri vardır ama, o büyük insanların tamâmını göz önüne aldığımızda, denge ilkesinin pek zedelenmediğini görürüz.
Denge bir altın kural ise, hayat bu kural ile bir sanat eseri hâline geliyorsa, dengesizlik hayâtı bayağılaştırıp çirkinleştirecek demektir. Var olan madde, mânâ zaman potansiyeli dengeli bir şekilde kullanılmadığında aşırılıklar ve gerilikler zuhûra gelecek demektir. Bu da hayâtın çekilmez hâle gelişidir.
Sanat eseri hâline gelmiş hayâtın güzelliklerinden bazısını şu şekilde dile getirebiliriz:
Güzel bir hayâtın altyapısı, herhâlde zamânı değerlendirme şuûrudur. Bu şuur, kaçınılmaz olarak boş zaman bırakmaz. Yani çalışkanlık ve üretkenlik, bu şuûrun gereği olarak hemen devreye girer. Bu, varlık ve bolluk nimetini getirir: İmâni, hissî, aklî ve maddî bolluk. “Varlık barıştırır, yokluk dövüştürür.” sözü, zamânı değerlendirme şuûrunun bir güzelliğe açıldığını gösterir. Hemen belirtmeliyim ki, zamânı değerlendirme şuûru aşırıya götürülüp, hayâtı zor dayanılır yorgunluklara dönüştürmeyecektir. Dengeye riâyet edilecek, iş tadında bırakılacaktır.
Hobi, hep devrede olacaktır.
“Bardağın hep dolu tarafına dikkat etmek” diğer bir altın kuraldır. Dikenlerden ziyâde güllerle ilgilenme, çamuru değil, bulutları görme, mutluluğumuz açısından önemlidir. İnsanlar dünyâsını bir sürü olumsuzluktan, kâmilen temizlemek ne mümkün. Beğensek te, beğenmesek te hayâtımızı bu şartlarda sürdürmek durumundayız. Bizi aşan da gerçeklerden dolayı hırçınlaşmak, “yaşama sevincimizi” kaybetmek, güzellikleri göremez hâle gelmek akıl kârı mıdır?
“El kârda, gönül yârda” formülü riâyet edilecek diğer bir ilkedir. Cümlemizce ma’lumdur ki; insan beden ve ruhtan ibârettir. Beden maddi gıdâlar, ruh mânevî gıdâlar ister. Bu da, maddi ve mânevi meşgûliyetlerin bir birini gölgelemeden sürdürülmesi demektir. Böylece maddî imkânları da, mânevi imkânları da hazırlamak şerefli bir vazife olarak karşımıza çıkmaktadır. “El kârda, gönül yarda” formülü bu sorumluluğun veciz bir ifâdesidir. Fiziğimizle madde dünyâsında üretim yaparken, gönlümüz Arş-ı Âlâ meydanlarında cevelân etmelidir. İki besleyici damarın hiç birinden mahrum kalınmamalıdır.
Bir üçüncü damar daha vardır ki, o da ilim ve fikir damadır. Aklî ve kültürel boyutumuz yani.
Okuma, öğrenme ve düşünme meşûliyetleri bir tarftan insanlığın en çaplı evlâtlarıyla irtibâtımızı sağlayacak, diğer taraftan derinleşmemizi. Dünyânın en güçlü beyinleri, en duyarlı yürekleri akıl ve gönül dünyâmıza nice ikramlar sunacaktır. Okuma ve düşünme sâyesinde nice güzellikleri de biz keşfedeceğiz. Bu, iç dünyamızın düğünü ve bayramıdır, ufkumuzun genişlemesidir. Hayat anlayışımızın test edilmesidir. İnsanlığın parlayan yönlerine âşinâlıktır.
Mesut bir hayatta, sevgi unsuru hep öne çıkmış olmalı diye düşünüyorum. “Hayatta öfkenin, kin ve nefretin hiç yeri yoktur” diye düşünmüyorum. Belki, bu duyguların aşılmasından söz edilebilir. “Büyük balık küçük balığı yutar”, “hak kuvvetlinindir” anlayışı bir hayat felsefesi olarak benimsenmişse bu, ister istemez kin ve nefret üretecektir. Şeytanın varlığını hesâba katmayan, katı ve acı gerçekleri görmek istemeyen bir anlayışı gerçekçi olamaz. Sâdece melekler dünyâsında yaşıyor olsaydık elbette hep sevgi ilkesiyle yürürdük. Bu ilke “mine’l-bâb ilelmihrâb” hayâtımızın tamâmını kaplardı. Neylersin ki, “küresel lânet” göz açtırmıyor; çocuk, çiçek ne varsa biçiyor, kadın kız demiyor, yapacağını yapıyor. Böyle bir dünyâda bizler “sevelim sevilelim” türküsü çağırıp duramayız. Bizim dünyâmızda Mevlânâ’lara, Yunus’lara ihtiyaç olduğu gibi Selâhaddîn-i Eyyûbî’lere, şânı büyük Osman Paşa’lara da ihtiyaç vardır. Mâlesef herkes önsözden anlamıyor.
Herşeye rağmen sevgi ve saygı bir devamlı tâlîmattır, hep geçerli kılınmaya çalışılacaktır. Öfke ve kaba kuvvet ise bir son çâre olarak kabûl edilecektir. Mecbur kalmadıkça bu kapı açılmayacaktır.
“Sevgi dünyâmızın ikinci güneşidir.” Yolumuz onunla aydınlandığı gibi nice güzellikler de ondan doğar. Saâdetimizin temelinde sevgi yatar.
Hayâtın varını yoğunu fazla ciddiye almamak, kaşlarımızı çatmak için nice sebebler varken bile tebessüm edebilmek, saâdetimizin bir başka şartıdır. Talstoy diyor ki; “Bende olanlara seviniyorum, olmayanları kafama takmıyorum, saâdetim belki de bundan ileri geliyor.”
Hayatta bâzı insanların neşesini hep muhâfaza ettiğini görüyoruz. Bu bir yaratılış da olabilir. Bu durum şükür hâlinin bir alt basamağıdır. Herşeyi lüzûmundan fazla ciddiye almak ise gerginliğe ve isyâna açılır. Çevresini kırıp-döken geçimsiz bir insan hâline getirebilir sâhibini. Kırıp dökmeden yaşanabilecek bir hayâtı kıra-döke yaşamanın kimseye bir faydası olmaz herhâlde.
Bir müslüman olarak bizler, “in tensurullâhe…” âyet-i olduğu cümle canlılara, O’nun rızâsını gözeterek yardım edersek Allah’ta (c.c) bize yardım edecektir. (Muhammed sûresi; 71) Bu, bast hâlidir, gönül ferahlığıdır. İlahi yardımın bir boyutudur. Cümle canlara yardım Cenâb-ı Hakk’ı memnûn edeceğinden, o da bize memnûniyetler ihsan edecektir.
Dikkat edilmesi gereken bir diğer husus:
Her iş kendine ayrılan zamanda başlayacak ve bitecektir.
Her ne iş ise, zamânında başlanacak zamânında bitirilecektir. Tûfan başladığında, Nuh aleyhisselâm gemiyi çoktan tamamlamıştı. Bu, başarımıza da, saâdetimize de küçümsenemez katkılar yapacaktır.
Tabiî âleme ve toprağa ilgi duymak diğer bir mutluluk ilkesidir. Binbir mûcizenin kaynaştığı âlem elbette insanın dikkâtini çekecek, hayretten hayranlığa götürecektir. Günümüz insanının bu mûcizeler meşherinden (sergisinden) mahrum kalışına ne kadar esef edilse azdır. Beton kafesler, çok katlı mezarlar, hürriyetten mahrûmiyetler Âdem’in evlâtlarını bitirecektir. Hep aynı yerlerde dönüp-dolaşmak, aynı duvarları, aynı asfâltları, aynı arabaları görüp durmak insanlığı bezginlikten bezginliğe itecektir.
Yaptığı işi severek yapma, bir diğer saâdet kaynağıdır.
Sevdiği eşi ve işi bulunan kişi dünya cennetine girmiş demektir. Bu durumu göz önünde bulunduran milletler öğrencilerini kâbiliyet ve temayüllerine göre tasnif edip, o doğrultuda eğitim ve öğretim yaptırırlar. Bunu başaramayan toplumlar, bir türlü iki yakalarını bir araya getiremezler. Bu, eğitimin olmazsa olmazıdır. Kişi sevmediği meslekte verim yapamaz. Bir toplumun en büyük tâlihsizliği, fertlerinin işlerini istemeye istemeye yapmaladır.
Saâdetimizn kaynaklarından bir de, “an bu an dem bu dem” sırrına ermektir. Dikkâtini geçmişe ve geleceğe dağıtıp “hazır ânı” ihmâl etmek olur şey değildir. Hüner, içinde bulunduğu ânı en güzel şekilde yaşayıp değerlendirmektir. Kişi, devâmlı ve düzenli bir çalışma temposu tutturup, asla gelecek endişesi çekmemelidir. Bu endişe lüzumsuz bir endişedir.
Yanlış anlamayalım; “uzağı düşünmeyen, üzüntüye yakındır.” Bu doğru bir tesbittir. Bizim kasdettiğimiz, geleceği düşünüp plânlamamak değil, kaygısını çekmektir. Tevekkül, bir mânâda insanı gelecek endişesinden kurtarmak içindir.
Acı-tatlı nice günler yaşadığımız ölümlü dünyâda, güzel bir hayat yaşayıp mesut olmak başarılabilecek bir iştir. Kolay değildir ama, imkansız da değildir.
Gelimli-gidimli dünyâda hayâtımızı güzelleştire güzelleştire, saâdetler ve sefâlar yaşaya yaşaya ömrümüzü tamamlasak… Kara günlerimizi “vardır bir hikmeti, günahlarımıza keffârettir, derecemizin yükselmesine vesîledir, bir kara buluttur, geçer gider” anlaşıyla geçiştirebilsek…
Ve kaçınılmaz gün geldiğinde, hayır duâlarla uğurlanıp, güle güle gitsek… diye içimden geçiyor.
Ve mahşer sabahında neşe içinde mezârımızdan doğrulsak diye…




Alıntı.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt